23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
30 MART 2005 ÇARŞAMBA f CUMHURİYET SAYFA KULTUR kultur(« cumhuriyet.com.tr 15 ALLEGR0 EVİN İLYASOĞLU Müzikte doğallığın sırlanGeçen hafta Freiburg Müzik Akademisi'nin üç seçkin profesö- rü Boğaziçi Üniversitesi'nde bir o- da müziği dinletisi sundular. Piya- nist Aziz Kortel, kemancı Nicolas Chumacenko ve çellist Christoph Henkel. Güzel bir ton tutturmuşlar; bütünlük, doğallık ve filozofça bir anlayış içindeydiler. Her biri kendi dalında yıllarca eğitim vermiş bu sanatçılardan Henkel, aynı zaman- da solist, orkestracı ve oda müzik- çisi olarak da işlevini sürdürmekte. Dünyanın en ünlü şefleriyle, en bü- yük orkestralarıyla çalrftış, ünlü plak firmalarınca yorumları kayde- dilmiş. Hüseyin Sermet ile Auvi- dis Valois firması için yaptıkları Alkan CD'si, Altın Gramofon Ödülü'nü almış. Christoph Henkel ile nitelikli bir sanatçının birikim sürecini konuşurken kendini ada- mış bir eğitmenin "iyi müziği" na- sıl koruma altına alabildiğini de iz- ledim. "Ailemde herkes müzikle ilgiliydi. Babam piyanistti. Pro- fesördü. Ben kiiçiik yaşta müziğe başlatıldım. Dolayısıyla doğdıı- ğumda müzik clünyası önünıe se- rilmişti zaten. Çalgımı, çelloyu severek çahştım. Heidelberg'de çok iyi bir hocam oldu: Tarihi Fe- urmann'ın öğrencisi olan G.U. von Büllow. Bana her şeyden önemli olan beğeni kıstaslarını, iyi müzi- ği kötü müzikten ayırmayı öğret- ti. tyi müzikten zevk almasını bil- meyi. Tekniğin yanı sıra doğallı- ğı, içimden geldiği gibi şarkı söy- lemeyi öğütledi." Henkel bundan sonra Almanyadaki Genç Müzik- çiler Ödülü'nü kazanıp Amerika'ya gitmiş, Genç Konser Sanatçılan Ya- rışması'nda derece almış ve çello dalında birçok yarışma kazanmış. Böylece elde ettiği kazançlarla gü- zel bir çalgı satın alabilmiş. çalgısıyla çalanın arasında bütünleşme olmalı "Elinizde niteliksiz, özciliksiz bir çalgı varsa kendinizi ona uydur- maya çalışırken sınırlanırsınız. Oy- sa iyi bir çalgı size yeni boyutlar sunar. Öğretmenler bir yana, eli- Unnlü çellist Christoph Henkel'e göre her müzikçi kendi özel niteliklerini keşfedip o niteliklere göre doğal müzik yapmalıdır. Gösterişe kaçmamalı, çünkü gösterişe kaçıldığı an doğallık biter. nizdeki iistün bir çalgıysa, o size çello çalnıayı daha iyi öğretecektir. Imge gücünüzü kullandıracaktır. Ben Şikago'dan Graucino'nun 1705 yapımı bir çellosunu aldını önce. O zamanlar biriktirdiğinı para yet- mişti onu alnıaya. Daha sonra Cre- mona'da 1708'de yapılmış bir Ru- geri'ye sahip oldum, artık lıep onunla çalıyorum. Öğrencilerime de hep nitelikli çalgılar aldırtırım. Doğal bir bütünleşme olmalıdır çalgıyla çalanın arasında." Komı çalgıya gelmişken Henkel, halen Avrupa'nın en iyi yaylı çalgı yapımcılanndan birinin (hatta belki en iyisinin) Freiburg'daki bir Türk ol- duğunu söylüyor. Efe Baltacıgil'e de yeni çalgısını yapan Erşen Aycan! Burada Erşen Aycan için de bir pen- cere açmalıyız: tTÜ Türk Müziği Konservatuvan'ndaki Cafer Açın'ın sınıfında çalgı yapımı bölümünü bi- tirmiş. Mimar Sinan Konservatuva- n'nda, ardından Almanya'ya giderek Stuttgart'ta bir atölyede, sonra Ame- rika'da çalışmış. Halen Freiburg'da kendi atölyesi var. 1987'den beri si- pariş üstüne nice soliste, başkeman- cıya, orkestracıya keman, viyola ve çello yapıyor. Henkel onun yaptığı çalgılan öve öve bitiremiyor. Henkel'in yaşamındaki bir başka tarihi öğretmen de Indiana Üniversi- tesi'ndeki Janos Starker olmuş. "Temel ilkelerin yanı sıra doğal çalnıa yöntemini öğretiyordu. Son- ra da onun asistanı oldum. Şu an- da kendisi seksen yaşında ama hâ- lâ otuz yaşındaki bir insanın taze- liğiyle çahyor. Çünkü doğallığı be- nimsemiş. Her öğrencinin kendi doğasına göre bir yöntem geliştir- meyi öğretti Starker. Bir süre son- ra ben Avrupa'ya ait olduğumu dü- şündüm ve doğduğum ülkeye, Al- manya'ya döndünı. Yirmi altı ya- şında Freiburg Müzik Akademi- si'nde ülkenin en genç profesörü olarak işe başladım. Şimdi oda mü- zikçisi, profesör ve solist olarak ay- nı kentte yaşıyorum. Orkestrayla çalmak, ünlü şeflerle çalışmak gi- derek zorlaşıyor. Çünkü ünlü şef- lerin prova yapacak zamanı yok. Solistin özelliklerini tanımaya uğ- raşmıyorlar. Daha önce yönettikle- ri gibi, kendi belledikleri gibi dav- ranıyorlar, sana özel değil yakla- şımları. Fabrikasyon bir dinleti çı- kıyor ortaya sonuçta. Bu nedenle artık oda müziği yapmayı yeğ tutu- yorum. Kiiçiik bir grupla zengin sesler.. uyumlu, karakterli bir din- leti elde etmek çok zevkli." Net ve doğal çalabilmeyi öğretmek Henkel'in yüzlerce öğrencisi ol- muş, halen dünyanın her yerine ya- yılmışlar. Giderek gösteri dünyası- nın baskın çıktığı, televizyon kültü- rünün, hızlı yemek, çabucak köşe- yı dönmek çabasının ağır bastığı dünyada gençliğe hâlâ an müzik sunabilmek bir mucize gibi. Her şe- yi gençlerin zevkini gelıştirmeye bağlıyor Henkel: "Müziğin kalbi- ni yakalayıp öğrenciye aktarırsa- nız, iyi müziği ayrımsayabilen gençler fabrike edUmiş sanatı ka- bul etmeyecekler, kendilerine öz- gü olmayı bileceklerdir. Net ve doğal olabilmek önemli. Gösteri- şe kaçtığın anda doğallık bitecek- tir. Öğrenciler iyi iş sahibi olmak için iyi müzikçi olmaları gerekti- ğinin bilincindeler. Müthiş bir ya- rış var. Daha saf, daha özel olma- lılar. Sınıfım iistün çocuklarla do- lu. Ayrıca Uzakdoğulularla dolu. Eskiden bütün Çinliler, Koreliler sadece teknikte üstün olarak ni- telenirdi. Ama şimdi giderek özel bir sese sahip oldular." Henkel de kendi atalarından gördüğü gibi mü- zikçi bir aile yetiştırmiş. Japon olan kemancı ve viyolacı eşiyle birlikte üç çocuğunu da iki yaşında müzi- ğe başlatmışlar. "Hiçbirini zor- lamadan, sevdirerek öğrettik. Kızım halen çok üstün değerle- ri olan bir solist. Oğlunı da Ba- renboim'ın orkestrasında çello çahyor." www.evinilyasoglu.com Değerli sanatçı konserde Haydn, Beethoven ve kendi yapıtlarını yorumladı Fazıl Say'dan coşku dolu sonatlar ONDER KUTAHYALI Değerli piyanistimiz Fazıl Say, 9 Şubat akşa- mı tsmet tnönü Sanat Merkezi'ndeki dinletisi sı- rasında 25 ve 26 Mart günlerinde yeniden Iz- mir'e geleceğini, iki resitalde J. Haydn'ın so- natlannı çalacağını söylemişti. Sanatçımız geldi; fakat merakla bekledığim Haydn sonatlan yerine başka bir program sun- du. Nedeni ise şu günlerde yapacağı kayıtlarda- At@lue • S«sın@ıtevi ki takvim değişikliğiydi. Önce Beethoven'in sonatlarıyla bir yoğunçalar oluşturacak, Haydn'ın sonatlan onu izleyecektir. Beethoven yoğunçalarında bestecinin Op. 31 Re Minör ("Fırtına"), Op. 57 Fa Minör ("Appasiona- ta") ve Op. 53 Do Majör ("Waldstein") sonat- ları yer alacak. Say, resitalınde bunlardan son ikisini çaldı. Programın başında J. Haydn'ın Do Majör So- (0212) 2t),i ılty /A' YOĞUN İSTEK ÜZERİNE SERGİMİZ 9 NİSAN 2005'E KADAR UZATILMIŞTIR. "Yaşamın Çizgileri" 1949'dan 2004'e A L A B A NDesen Sergisi N a | E J2 YURT & DÜNYA SANAT GALERİSİ Moda Caddesı No: 270 Moda-Kadıköy-lstanbul Telefon: 0216-349 26 10 Faks: 0216-330 45 17 e-posta: info@yurtdunya.com • www.yurtdunya.com nat'ı, sonunda da kendisinin "Kara Toprak" başlıklı ünlü parçası vardı. Sanatçı, bu progra- mı 26 Mart akşamında da yineledi. Coşku dolu bir yorumcu Fazıl Say, coşku dolu bir yorumcu. Seslendir- diği müziği, sadece ruhuyla değil, bedeninin bü- tün hücreleriyle yaşıyor. Benimsediği ılke, no- ta sayfalannın arkalarmı da oku- nıaktır. Böylece çaldığı her yapı- tı, duygu, dil ve kuruluş yönlerin- den yeniden besteliyor gibi bir iz- lenim edinıyorsunuz. Haydn'ın sonatı, mutlu, iyim- ser ve biraz da çocuksuydu. Piya- nonun tonu, dınginliğı ve esenli- ği yansıtıyordu. "Appassionata" sonat, adına uygun olarak tutku doluydu. Ko- yu gölgeli, karamsar tınılarla göz alıcı parlaklıktaki ses renklen, bi- rıncı bölüm boyunca peş peşe sı- ralanmaktaydı Son bölümün (Allegro ma non troppo) tempo- su baş döndürücüydü. Buradakı teknik üstünlük de hayranlık ve- riciydi. "VValdstein Sonat" ise virtüözlükle müzikselliği uzlaştı- ran güzel bir örnekti. Say, "Kara Toprak"tan son- ra teşekkür parçalanna başladı. Önce yine Veysel'den "Uzun in- ce bir yoldayım" ezgisi üzerine yazdığı parçayı çaldı Onu "Summertime" izledi. Gersh- win'i çok seven besteciye, resi- talden sonra "Bunu da sen mi yazdın" dıye sordum. Yanıtı il- gınçti: "Onu bu akşanı için uy- durdum." Son parça, Mozart "Türk Marşı" nın cazı esinle- mesiydi. Bir dinleti de İzmlr sanat'ta Geçen hafta tzmir Sanat'ta bir güzel resital daha vardı. DEÜ Devlet Konservatuvan Öğretim Üyesi Viyolonselci Yard. Doç. Çağlayan Ünal Sümer ile Öğre- • Fazıl Say, coşku dolu bir yorumcu. Seslendirdiği müziği, sadece ruhuyla değil, bedeninin bütün hücreleriyle yaşıyor. Benimsediği ilke, nota sayfalannın arkalarını da okumaktır. Böylece çaldığı her yapıtı, duygu, dil ve kuruluş yönlerinden yeniden besteliyor gibi bir izlenim ediniyorsunuz. tim Görevlisi Piyanist Tülay Gürerk'ten iki so- nat dinledik. Bunlar: S. Prokofiyef in Op. 119 Viyolonsel-Piyano sonatı ve F. Schubert'in, es- ki bir çalgı olan Arpeggıone ve pıyano için yaz- dığı, ama günümüzde viyolonsel ya da viyola ile çalınan D. 821 La Minör Sonat'ıydı. Ç. Ünal Sümer iyi bir viyolonselci. Prokofi- yef'in yorumu doyurucuydu. Sanatçılann yoru- mu mutluluk vericiydi. "Arpeggione Sonaf'ta ise hızlı bölümlerdeki tempolara itiraz edenler bulunabilir. Bu resitalde Piyanist Tülay Gü- rerk'in eşliğini de alkışlamak ısterim. Tekniği kusursuzdu ve güzel müzik yaptı. Fazıl Say'ın resitali nedeniyle IZDSO'nun hafta sonu dinletisini kaçırdım. Orkestrayı En- der Sakpınar'ın yönettiği dinletide, Ferit Tü- zün'ün "Esintiler"i ile N. Rimski-Korsa- kof un "Şehrazad" Senfonik Süit'i seslendiril- di. Değerli sanatçı Ruşen Güneş de Yalçın Tu- ra'nın Viyola Konçertosu'nu çaldı. Program, 26 Mart akşamı Muğla Ünıversitesi salonunda yınelendi. GUZELİN ARDINDA BERTAN ONARAN 'Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı' Hintliler, özlerinin evrenin küçük bir parçası, benzeri olduğunu bildikleri eski çağlarda: "Insan üreme örgeniyle değil, beyniyle sevişir" demişler. Aslında bu, bilineni yinelemekten başka bir şey değil, çünkü insan denen canlı varlık bütün etkin- likleri, işlevleri beyniyle, sinirdizgesiyleyürütüyor; bunlar durunca, bitkiden beter oluyor. Metin Aydoğan'ın mimarlık eğitimi görmüş beyni eldeki bilgileri, verileri toplayıp onlardan yeni köprüler, yapılar kurmayı kusursuz beceri- yor; daha önceki yapıtlarındaki gibi ülkeye adan- mış bir yaşam: 'Mustafa Kemal ve Kurtuluş Sa- vaşı'nöa da son derece tutarlı, çarpıcı bireşimle- re varmış. İşe, çok yerinde bir kararla kitaba 1683'teki Vi- yana kuşatmasıyla başlıyor; çünkü oradaki başa- rısızlık, üç anakaraya yayılan Osmanlı Imparator- luğu'nun çöküşe geçiş sürecini başlatıyor. Os- manlı ordusunun Viyana'daki yenilgisine dek, Av- rupa'da herkes Türkleri yenilmez bir askeri güç sayıyor. Çöküşün evrelerini, arada yaşananları, kimin nasıl bir tutum takındığını en ince ayrıntılarıyla saptamış Aydoğan. Bu süreçte, gerçek bir yurt- sever olan Mustafa Kemal de başkaları gibi dü- şünüyor, çıkış yolları arıyor; kitapta bulacağınız dolapların sonunda Osmanlı Devleti 1. Dünya Sa- vaşı'na sokuluyor; bugünkü gibi, dünyayı, üzerin- deki işlenmemiş kaynakları, hertürlü zenginliği el- lerine geçirmek isteyenler Istanbul'u, boğazları da almak üzere Çanakkale önlerine geliyorlar. O dönemde Ingiliz deniz güçlerinin başında bu- lunan Churchill, Türkler için: "Eli ayağı tutmaz, meteliksiz, kolayca yutulacak bir ulus" der. Ata- türk'ün beyniyse başka bir şey düşünüp uygula- mayaçoktan karar vermiştir; başkomutanlığını bir Almanın, yardımcılığınıysa şaşkın birTürkün yap- tığı cepnede gönüllü olarak görev alır. Gerisini biliyorsunuz. Estirilen Metal F/rf/na'yla okurların, çevirttirilen Gelibolu'y\a izleyicilerin beyinlerinin yıkandığı günlerde gelin bu savaşın nasıl kazanıldığını ya- lan söylemeyen belgelerden bir daha okuyalım: "Istanbul'un kilidi Çanakkale Boğazı, Çanakka- le Boğazı'nın kilidiyse Conkbayırı'ydı; burayı ele geçiren, Istanbul'u da ele geçirecekti. Bu neden- le, Conkbayırı Tepesi'ni ne pahasına olursa olsun elinde tutmalı, korumalıydı. Bir elinde o yörenin haritası, bir elinde pusula, yanındaki ikiyüz aske- rin başında ileri atıldı. Dikyamacı o denli hızlı tır- manıyordu ki, askerler arkasından zor yetişiyor- du. Tepeye ulaştığında yanında 'bir avuç' asker kalmıştı. Bunları hemen düzene soktu ve ileri atı- lıp düşmana saldırmalarını buyurdu. 57. Alay'ın taburları, 'soluk soluğa' tepeye geldikçe onları da saldırıya katıyordu. Bir top bataryası geldiğin- de, öyle ivecen davranıyordu ki, tekerleklere sa- rılarak askere yardım ediyor, toplan ateş edecek duruma getiriyordu." Görüldüğü gibi, bütün öbürleri gibi, Kurtuluş Savaşımız da dünyadaki sömürgen beyinlerle Atatürk'ün önce yurdunu, sonra ayrımsız bütün insanları, canlı varlıkları bilinçli olarak seven, se- vebilen beyni arasında geçmiş. Bu beyin, savaşın ve yaşamın her aşamasın- da, az sonra, bir ay, bir yıl, on yıl sonra atacağı adımı bilmektedir; Büyük Saldırı'yı başlatmaz- dan önce, Ankara'da kendisine: "Paşam, ya ba- şaramazsanız?" diyene yanıtı şöyle: "Saldırı buy- ruğunu aldığınızda hesaplayın, on beşincigün Iz- mir'deyiz." Ankara'ya dönünceyse, o gece birlikte olduğu arkadaşlarına: "Izmir'e on dörtgünde vardık. Bir gün yanıldım, ama kusurbende değil, Yunanlılar- da" diyecektir. "Ulusun yaşamı tehlikeye girmedikçe savaş ci- nayettir" diyebilen bu bilge, Dumlupınar'da, 30 Ağustos'un yıldönümünde gençlere şöyle sesle- necektir: "...Yüzyıllardan beri Türkiye'yi yönetenler, çok şeylerdüşünmüşler, ancak birşeyi düşünmemiş- lerdir. Türkiye'yidüşünmemişlerdir. Bu düşünce- sizlik yüzünden Türk yurdunun uğradığı zararları ancak tekbirşeyle giderebiliriz: Türkiye'de, Türk- ten başka bir şey düşünmeyerek. Bunca acıya katlanıp yıkımlara uğradıktan sonra Türk artık öğ- renmiştir ki, bu yurdu yeniden kurmak ve orada mutlu, özgür yaşabilmek için egemenliği hiç el- den bırakmamak; çocuklarını Cumhuriyet bayra- ğı altında örgütlü ve bilinçli yetiştirmek gerekir." Bugün, can gözünü kapatmış Amerikalı ve Av- rupalılar, kendi kurtuluşlarının bile Atatürk'ün gös- terdiği yolda olduğunu hiç göremiyorlar neyazık ki; bizim başımızdaysa böyle bir beyin, böyle bir istenç yok. Bakalım bu tehlikeli satranç bize ve dünyaya kaça patlayacak, hepimizi nereye götürecek. Metin Aydoğan'a sonsuz teşekkür. sbonaranC" hotmail/yahoo.com BUGÜN • KADIKÖY HALK EĞİTİM MERKEZİ'nde saat 20.00'de Betin Güneş'in yönetimindeki Kadıköy Belediyesi İstanbul Oda Orkcstrasf nın konseri. • BOĞAZİÇİ ÜNİVERStTESİ Albert Long Salonu'nda saat 19.30'da Akbank Oda Orkestrası eşliğinde Ayla Erduran ve Valery Oistrakh konseri. (0 212 359 67 03) M BORUSAN KÜLTÜR VE SANAT MERKEZİ'nde saat 19.00'da 'Soprano İçin Fransızca Ezgiler'. Soprano: Ayşen Zülfikar, piyano: Elisabetta Di Stefano. (0 212 292 06 551 • AKBANK KÜLTÜR SANAT MERKEZİ'de saat 20.00'de Ha-Yang-Kim ve Nathan Davis'ten oluşan 'Odd Appetite' ikilisınden bir dinleti. (0 212 252 35 00) • CEMAL REŞİT REY KONSER SALONU'nda saat 19.30'da Erkan Mutlu'dan "İlahi Aşk' konseri. (0 212 232 98 30) B CERVANTES ENSTİTÜSÜ'nde 16.30'da Yücel Feyzioğlu çocuklara ve bÜyüklere 'Keloğlan Masalları' okuyacak ve izleyicilerle söyleşecek. (0 212 266 95 60)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle