18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA + CUMHURİYET 7 OCAK 2005 CUMA OLAYLAR VE GORUŞLER AÇI MUMTAZ SOYSAL Efsane ve Terane HAFTALIK dergilerden biri geçenlerde Ankara Üniversitesi'nin Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni konu edinmiş ve onun bugünkü ha- lini anlatan resimli bir yazı yayımlamıştı. Daha çok "Mülkiye" diye bilınen ve bırzamanların "efeane"si olduğunu derginin de kabul ettiği bu köklü kurum, artık, yazının tımak içindeki başlı- ğına göre "yaşayan birmüzeye dönüşebilir"m\ş. Muhabirle ko- nuşup bu lafı eden ve aynı kurumda çok daha önce müzelik ol- duğu anlaşılan bir öğretim üyesi, "böyle giderse dünyada ce- maati kalmamış bir dinin ruhban mektebine döneceğini" de sözlerine eklemiş. Dergi bütün bunları biraz üzüntü edasıyla aktarmaya çalış- mış ama, ıçten içe bu sonuçtan gizli bir sevinç duyulduğu hiç hissedilmiyordadeğil. Anlaşılan, Türkiye'yi şimdi yönetenlerin bu gibi ocakların za- yıflayışından duydukları sinsi memnunluk yavaş yavaş medya- ya da bulaşmaktadır. öğretim kadrolarıyla, öğrencileri ve dü- şünce üretimindeki ağırlıklarıyla Kemalist ilkelenn ve ulusal dev- rimciliğin kalesi sayılan yerleri yıpratmak, küreselleşmeci yayıl- macılığın içteki uzantılarınca seve seve benimsenen bir yönte- me benziyor. Yıllar öncesinden, 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinden ge- len "siyasetsizleştirme" akımlannın üniversıteleri toplum so- runlarından kopardığı ve öğretim kadrolarını büyük ölçüde ses- sizleştirdiği doğrudur. Tek kutuplu dünyadaki tüketim furyasının medyadan ev iç- lerine, ev içlerinden genç kitlelere yansıyan etkileriyle üniversi- te öğrenciliğinin ülkedeki gidişe karşı biraz tepkisizleştiği de doğ- ru. Bilimsellıkten pek etkilenmek istemeyen iktidarların araştır- ma ödeneklerini önce kısarak, sonra da büsbütün kaldırarak Türkiye'nin devlet üniversitelerini başta Avrupa Birliği olmak üze- re yabancı kaynakların proje kaynaklarına mahkûm ettiği de bi- linen bir gerçek. Böyle bir durumda, bütün engellemelere, yanlış tercihlere ve başka kurumlara yönelmiş koruyucu tutumlara karşın, Ankara Üniversitesi'nin Siyasal Bilgiler Fakültesi gibi bir cumhuriyetçi öğretim ocağının sönmeden kalması ve kamu hizmetine adan- mış insan yetiştirmeye devam ediyor olması yine de sevinilme- si gereken bir olgu değil midir? Aynı yazı, "bakan, müsteşar, müsteşaryardımcısı ya da ekonomiyönetiminde kararalıcı du- rumdaki yetmiş beş kişiden üçte ö/r/"nın hâlâ Mülkiye köken- li olduğunu Fakülte Dekanı'nın ağzından aktardığına göre, bu- gün bile böyle bir vazgeçilmezliğin hiç mi anlamı yoktur? Eskiden beri "efsane"ye eklenen bir terane, halka Cumhuri- yetçi anlayışla hizmet götürme eğitiminden geçen bu insan- ların "Önce Mülkiye, sonra Türkiye!" diyerek yetiştiklerini hep nakarat gibi tekrarlar. Şu anlamda doğrudur da: Ülkenin An- kara'dan değil de VVashington'daki IMF'den ve Brüksel'deki AB'den yönetildiği bir ortamda "önce Mülkiye" demek, gali- ba Türkiye'yi Türkiye'den yönetme inancının en vatanseverce anlatımı olmaktadır. Lozan'ı Geri mi Veriyoruz?.. Ülkemizi yöneten kadronun amacı gerçekten AB'ye gimıek değil, giriyormuş gibi yaparak ulusumuzu aldatmak ve bu arada, AB istiyor gerekçesiyle kendi amaçlannı gerçekleştirmektir. Erol ERTUĞRUL//«*«*<•« L ozan görüşmeleri sırasında, Lord Curzon'un İsmet Paşa'ya söyle- diklerinihcpimizbiliru. "İstedik- leıimi/jkabuletmediniz, ama hep- sini cebime kovduın, günü geldi- ğinde çıkanp size bir bir kabul ettireceğiz." İs- met Paşa'nın "Geürsekyaparsuıız" yanıtı ise artık bir önem taşımıyor. Çiinkü İsmet Paşa bugün yaşamıyor ve ülke yönetiminde söz sahibi değil. AB'den görüşmeler içın tanh al- dığımızda bu sözleri anımsadık. 17 Aralık 2004 günü AB, Türkiye ile 3 Ekim 2005 ta- rihindc göriişmelere başlamaya karar verdi. Hükümet çevreleri ve bir kısım basın tarafın- dan bu olay büyük bir coşkuyla karşılandı. Baş- bakan'ın Brüksel dönüşünde törenler yapıl- dığına tanık olmuştuk. Bazı çevrelerde bir bayram havası estırildi. Zaman zaman acaba biz mi yanıldık diye düşündük. Başbakan ger- çekten büyük bir iş başarmış. Ülkemızin ve ulusumuzun geleceği için çok önemlı bir ba- şan elde etmiş de biz mı farkına varmamış- tık? Oysaki bu konuda uzman olmaya bile ge- rek yok, sıradan bir vatandaş bile, bıze daya- tılanlann ulusal onurumuza ters düştüğünü ve bizden istenilenlerin bizim içın kabul edıle- mez olduğunu bilir. Ama hükümet, AB'nin istemlerinı kabul etmış ve sözleşmeyı imza et- mişti. AB'nin bizden ılk istediği, Güney Kıbrıs Rum Cumhurıyetı'nı, Kıbrıs'ın tek temsilcı- si olarak, Kıbns Cumhuriyeti olarak kabul etmemizdi. AB ıle bu sözleşnıeyi imza edın- ce bunu zaten dolaylı olarak kabul etmıştik. Çünkü AB şu anda 25 ülkeden oluşmaktadır. Ve bu ülkelerden birisi de Kıbns Rum Cum- huriyeti'dir. AB ile bir sözleşme imza edince, doğal olarak bu birliğe üye ülkeleri de kabul etmış oluyoruz. AB'ye yaşanı veren hukukku- rallarına göre, bu birliğe katılmak isteyen ül- kelerin sınır komşulan ile bir sorunlannın ol- maması gerekmektedir. Kıbns Rum Cumhu- riyeti'nin, Kuzey Kıbns Türk Cumhuriyeti ile sorunlan vardır. Türkiye'nin Kıbns'a gir- mesi ve şu anda orada bulunması, tümüyle ulus- lararası anlaşmalaradayanmaktadır. Bu sorun- lan yaratan ve çözümüne yanaşmayan, Rum kesimidır. Böyle bir ülkenin AB'ye alınma- ması gcrekırken alınmış olması, daha baştan AB'nin inandıncılığını yok etmekte, AB'yi yanlışlara iten, bazı ülkeleri kayıran bir bir- lik durumuna düşürmektedir. Aslında, Baş- bakan'ın, Kıbns Rum Cumhuriyeti'ni tanıya- cağımızı, özel olarak kendisine söylediğinı, Italya Başbakanı açıkladı. Demek kı TBMM'nin haberi olmadan, hükümetin ha- beri olmadan, Dışişleri'nin, Genelkurmay'ın haberi olmadan, Başbakan kendı başına böy- le kararlar verebiliyor. Ülkemizi başkanlık sistemine götürme çabaları da belli ki yürür- lükte olan bu durumu yasallaştırmak ginşi- midir. Türkiye'den istenilenlere ve bize daya- tılanlara baktığımızda da, AB'nin Türkıye'ye güçlükler çıkardığını ve Türkiye'yi almamak içın bahaneler yarattığını düşünüyoruz. AB, birliğe üye olan ve üye olmaya hazır- lanan hiçbır ülkeden, bizden istediklerini is- temiyor. Bizden ulusal onurumuza dokuna- cak ve ülkemızin bölünmesine neden olacak şeyler istiyor. Kıbrıs Rum Devleti'ni tanıma- nın dışında, "KürdistaıTı istiyor. Bunu, bir- liğin resmi görevlileri daha önce birkaç kez açıkça dile getirdıler. Ermenıstan sınırını aç- mamızı ve sözde Ermeni soykınmını tanıma- mızı istiyor. Ermenıstan, kardeş ülke Azerbay- can' ın Dağlık Karabağ bölümünü silah zoruy- la ele geçirmiştir ve çıkmaya da yanaşma- maktadır. Ermenıstan sınırının kapalı olması bundandır. Böylece biz, ulusal politikalan- mızı değiştireceğız, soydaş bir ülkenin toprak- larının elinden alınmasına göz yumacağız, katlanacağız. Bizim inandıncıhğımız, güve- nilirliğimız, Türk cumhuriyetlerine karşı ağa- beyliğimız nerede kalacak... Heybeliada'daki Ruhban Okulu'nun açılı- şmı gerçekleştireceğiz. Ülkemizdeki tüm okul- lar, ülkemızin ulusal milli eğitim politikala- nna uygun olarak çıkanlan yasalara uyarlar. Ruhban Okulu da özel okullann kapatılma- sıyla kapatılmıştır. Kaldı kı bu tür okullann, ülkelerın zor durumlarında neler yaptıkları iyi bilinir. Kurtuluş Savaşımız sırasında bu tür okullann neleryaptıklannı Atatürk, Söylev'de anlatmaktadır. Fener Rum Patriği'nin ökü- menliği, yani dünyadaki tüm Ortodokslann liden olduğu kabul edılecektir. Böylece, ül- kemizde Vatıkan türü bir kurum oluşacak, doğal olarak bu kurumun yalnızca dıni değil, bir de siyasal ağırlığı olacaktır. AB ile görüş- meler başlayınca, bizden başka şeyler de ıs- teyecekler ve ara ara gelerek istediklerini ye- rine getirip getirmediğimizi denetleyecekler, biz yenne getirdikçe yenilennı ısteyecekler. Sonuçta da ne olacağı bellı değildir. Cünkü görüşmelerın ucu açıktır. Yanı her an görüş- melere son verilebilir, görüşmelerden tek yan- lı olarak vazgeçilebilir. Bizden istediklerini bir bir yapacağımıza gö- re, sonuçta görüşmeler kesilirse ne olacaktır? Verdiklerimizı artık geri alma şansımız yok- tur. AB Dönem Başkanı Hollanda'nın Dışiş- leri Bakanı Bcrnard Bot, Fransa'da ve Avus- turya'da, Türkiye'nin AB'ye girişi konusun- da referandumlar yapılacağını, Türkiye'nin bü- yük olasılıkla AB'ye gıremeyeceğini söylü- yor. Fransa Cumhurbaşkanı ve Avusturya Baş- bakanı kendi ülkelerinde referandum yapacak- larını daha önce söylemişlerdi. Daha şimdiden, seksen milyona yaklaşan nüfusu nedenıyle Türk vatandaşlan için AB içinde serbest dolaşım olmayacağını, Türki- ye'nin fonlardan yararlanamayacağını, Türk tanmına AB düzenlemelennin uygulanmaya- cağını, tarım sektörünün ortadan kaldırılma- sı gerektiğini söylüyorlar. Ülkemizi yöneten kadronun amacı gerçek- ten AB'ye girmek değil, giriyormuş gibi ya- parak ulusumuzu aldatmak ve bu arada AB istiyor gerekçesiyle kendi amaçlannı gerçek- leştirmektir. Şimdi düşünelım: 17 Aralık 2004 tanhinde yapılan sözleşme bir başan mı, yok- sa tam bir teslimiyet mi? 2005 yılına girerken Lozan'la kazandıklarımızı geri mi veriyoruz? Buna hep birlıkte "Hayır!" diyoruz: Bağım- sızlığımızı, ulusal onurumuzu, birliğimızi biz- den kimsealamaz!.. Onurlu, Saygm Bir Ulus Olabilmek... Uygarlaşabilmek, her şeyden önce bir yapı, bir düşünce biçimi, bir düzen sorunudur. Bir ülkenin ileri mi, geri mi olduğunu anlamak için o ülkenin sosyo-ekonomik yapısına, insanlarmm ve özellikle yöneticilerinin düşünce dünyasma bakmak gerekir. Aİİ E R A L P Yazın öğretmenı/Ga. A tatürk dönemi dışında, genellikle, tarihimizin büyük bir bölümünü Ba- tı'dan w kurtarıcı"lar beklcyerek geçirdik. Batı'nın iç dinanıiği, ay- dınlanma savaşımı ve sömürge- ci siyaseti ile ulaştığı uygarlığa, biz, onların yardımları ile vara- cağımızı sandık. Zaman zaman onların giyimlerine kuşamlanna, dillerine, yaşantılanna öykün- dük. Bu nedenle Avrupalının karşısında kendimizi ve halkımı- zı küçük gördük, aşağıladık. "Biz adam olmayız" dedik. "Birileri elinıizden tutmalı, yol yordam öğrctnıeli, ülkemize demokrasi ve zenginlikgetirmeli!.." dedik. Ye- raltı ve yerüstü kaynaklarımızı, kültürümüzü onlann hizmetine ve sömürüsüne sunduk. lşte bu düşünce yapısından bir türlü kopamayan Tanzimat ka- falı medyamız da şu günlerde, Avrupa Birliği Komisyonu'nun Türkiye konusunda hazırladığı "şartlı bir tavsiye" içeren rapo- ru karşısında mutluluktan uçu- yor. Sevinç çığhkları arasında zil takıp oynuyor, göbek atıyor. "Avrupaüolduk!.."diyor, "Avru- pa Türkiye geliyor, aç kapını!..", "AydınlıkTürkiye, yolun açık ol- sun!.." diye manşetler atıyor. Sö- zün kısası, şu sıralar basın sar- hoş, basının başı dönüyor... İlhan Selçuk Ağabey'in deyi- şi ile, "ne biçim aşağılık duygu- sıınıın haskısı altındayız ki ken- dimizden geçtik!.." Açıkça söylemek gerekirse, "mütareke basını" gibi davra- nışlar sergileyen, "yalakalık" yapıp bazı yerlere "şirin" gö- zükmeye çalışan bu çevreler, kendi halkına ve özgücüne gü- venmeyen kimselerdir. Mustafa Kemal Atatürk yıllar önce Söy- lev'de onları şöyle eleştiriyordu: "Temel ilke, Türk ulusunun onurlu bir ulus olarak yaşama- sıdır. Bu ancak tam bağımsız ol- nıakla sağlanabüir. Yabancı bir devletin koruyucu- luğunu ve kollayıcılığını istemek, insan niteliklerinden yoksunlu- ğu, güçsüzlüğü ve beceriksizliği açığa vurnıaktan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağıhk du- runıa düşmemiş olanların, iste- yerek başlarına bir efendi getir- nıeleri hiç düşünülemez." AB ve ABD kapısından uy- ziantep garlık ve dostluk bekleyen kü- reselleşme tutkunları, Batılılaş- ma sevdahları artık akıllarını başlarına toplamak zorundadır- lar. Özgüvenini, kendisine say- gısını, ilerleme direncini yitiren yönetimleri ve ulusları ne geliş- nıiş ne de azgetişmiş ülkelerönenı- ser. Bağınısızlığmı ve onurunu ayaklar altına almış hiçbir top- lum Avnıpalılaşamaz, çağdaş uy- garlığı yakalayamaz. Uygarlaşabilmek, her şeyden önce bir yapı, bir düşünce biçi- mi, bir düzen sorunudur. Bir ül- kenin ileri mi, geri mi olduğu- nu anlamak için o ülkenin sos- yo-ekonomik yapısına, insanla- rının ve özellikle yöneticileri- nin düşünce dünyasma bakmak gerekir. O ülkede çağdışı feodal kalıntılarvar mıdır; tarikatçıhk, tekkecilik, aşiret reisliği yürür- lükte midir? Bölüşüm nasıldır? Halk ulusal gelirden ne oranda pay almaktadır? Işsizlik ve sana- yileşme ne durumdadır? Ülke- ye bilim mi, kör inanç mı ege- mendir? Bakan, Başbakan eşlerinin tür- banla dolaştığı, bu sorunlan çö- zememiş bir ülke AB'ye girse ne yazar, girmese ne yazar?.. Avrupalı da ortaçağı yaşarken "Avrupalılaşamamıştı" henüz. Avrupa halkı, Rönesans'lardan, Reform'lardan yani kısaca "Ay- dınlanma Devrimi"nden sonra Avrupalı olabildi ancak. "Avrupab yüzyıllar boyu çile çeknıiş; sonunda aklı egemenleş- tirmiş, devlet düzeninde inancı geriye itmiş, bilim düşüncesini be- nimsemiş, kiliseyi politika haya- tından çıkarnuş, böylece Avru- palı olmuş... Bir Müslüman, Avrupalı ol- mak istiyorsa, Aydınlanma'yı ya- şamakzorunda..." (tlhan Selçuk, Cumhuriyet, 8 Ekim 2004) Yüzyılımızın gerçeği şudur: Küresel emperyalizm, kendine bağlı ülkeleri çoğaltma çabası- na girmiştir. Onun hedefi, ulu- sal devletlerin ve ekonomilerin etkinliğine son vererek, yöne- timlerin uluslararası sermaye- nin denetimine geçmesini sağ- lamaktır. Varmak istediği asıl hedef, dünya egemcnliğidir. Bu öyle bir örgütlenme ve ya- yılmadır ki, içerisinde ne insan ne insan sevgısi ne de insan hak- lan vardır. tşte Afganistan ve Irak'ın durumu, işte Filistin... Milyonlarca insan mermiler, fıi- zeler, bombalar altında; açlık, yoksulluk, hastalık bataklığın- da can verirken, binlerce ma- sum çocuk hiç nedensiz katledi- lirken, bu kahredici manzara kar- şısında Yeni Dünya Düzeni sağır, dilsiz ve kör; kılını bile kıpır- datmıyor. Batı dünyası sadece etnik konularda sesini yükselti- yor. (o da bir ülkeyi bölme, par- çalama, güçsüz düşürme amacıy- la..) Böylece kendisini, insanlı- ğa karşı yükümlülüklerini yeri- ne getirmiş, insan haklarını ko- rumuş sayıyor. Peki, hani nerde barmma, bes- lenme, sağlık ve eğitim hakları? Hani nerde ınsanca yaşama ko- şulları? Batı bu alanda hangi ül- keyı uyarmış, hangi ülkeyi des- teklemiş, hangi ülkenin elinden tutmuş? Bir tek örnek var mıdır? Artık bu gerçekleri görmek, Tanzimat'la başlayan, 1950'ler- de ve 80'lerde artarak devam eden, 2000'li yıllarda doruğa ulaşan "küreselleşme, Batıhlaş- ma" sevdamızı yenıden gözden geçirmek zamanı gelmiştir. Şu günlerde, Avrupa Komisyo- nu'nunLozan'daki 'azınlık' ta- mmlanıalarının karşısına çıka- rak, Türkiye Kürtlerini ve Ale- vilerini de aznılıklar kapsanıına almış olması, böyle bir çabanın önemini daha da arttırmakta- du-. Atatürk'ün hedef gösterdiği "çağdaşlaşma" (muasır mede- niyet), Batılılaşmak demek de- ğildir. Çağdaşlaşmanınsınırları çok daha geniş, evrensel ve hep- sinden öte insancıldır. Kemalist anlayış, her zaman "mazlumül- ke'Merin yanında yer almıştır, karşısında değil. Şu gerçek bilinmelidir: Genç Türkiye Cumhuriyeti, 1923 Dev- rimi"ni izleyen yıllarda, her çe- şit kötü koşullara karşın, ayak- ları üzerinde duran, özgüvenine ve özgücüne dayanarak, "çağdaş- laşma yolu"nu seçen, aynı za- manda kendine yeten bir eko- nomiye sahipti. üünya ülkeleri ve Avrupa ile de eşitlik, karşılık- lı çıkar temelinde dostça ilişki- ler kurmuştu. Büyük işler başarmak isteyen uluslar, yönetimler, Atatürk'ün işte bu onurlu, saygın, bilimsel yolunu izlemeli, çağdışı koşul- lara ve kör inanca karşı savaşım vermelidirler. Tarikatlarla, tekkelerle, aşiret reisleriyle, türbanh bakan eşle- riyle AB'ye de girilmez, Avrupa- lı da olunmaz... PENCERE Başkanlık Sistemi Girişiminin Anlamı... 21 'inci Yüzyıla girerken Türkiye'de önemli bir siyasal dönüşüm oldu: 'Radikal /s/am'dan ayrılanların kurdukları 'ılım- lı Islam' modelinin partisi iktidara geçti. Bu olay göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir sürede gerçekleşti. Çok uzun yıllar 'merkez sağ'ın şemsiyesi altında beslenip palazlanan dinci kad- rolar artık merkez sağı kendi şemsiyelerinin altın- da barındırıyorlar. Toplumun yapısı Erbakan'ın başını çektiği 'ra- dikal lslam'\ içine sindiremiyordu; 1923'ten beri süregelen laik Cumhuriyet kültürünü benimsemiş aydınlık güçler ve kitleler az buz değildi. 28 Şu- bat deneyiminde ortaya çıkan bu çarpıcı gerçek Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarına ders oldu; ABD'ye karşıt bir radikal Islama iktidar yolunun kapalı olduğunu görenler iktidarın yolunu daha ik- tidar olmadan Bush'tan icazet alarak açtılar. 'llımlı Islam Devleti Modeli' deyişi AKP iktida- ra geçtikten sonra Amerika'da Dışişleri Bakanı Po- vvell'ın ağzıyla piyasayasürüldü; Büyük Ortado- ğu Projesi (BOP) kapsamında Türkiye Cumhuri- yeti'nin devlet biçimi dışardan saptanıyordu. * Yürürlükteki çarpık seçim sistemi yüzünden kayıtlı seçmenin yüzde 25, seçime katılanların yüzde 34 oyunu alıp Meclis'te yüzde 65 çoğun- luğu sağlayınca AKP'nin önü açıldı. Ancak iktidar olmakla devlet olmak arasında- ki farkı bildiklerinden yapacakları işi zamanayay- mak stratejisini de elbette biliyorlar... AKP iktidarı ABD'nin BOP tasarımına tam uy- maktadır, iç ve dış sermayenin dengesinde geç- miş hükümetten devraldığı IMF programını be- nimseyip uzatarak ekonomide uslu çocuk rolü- nü üstlenmiştir; ama, AB ile ilişkilerinde güçlük- ler gündemdedir. • llımlı Islam Devleti modeli ile AB'nin hukuk ya- pısı uyuşabilir mi?.. Peki, Amerika bunu bildiği halde Türkiye'nin AB'ye katılma girişimini neden destekliyor? Yok- sa bu siyaset sonu belirsiz bir süreçte ülkemizi el altında bulundurmanın bir aracı mı sayılıyor? Yaşayarak gördük ki 'Kopenhag Kriterleri'ri\ yerine getirmek AB'nin kapısını açmak için yet- meyecek. Avrupa'da kimi çevreler sanki bir ta- rihsel hesaplaşmanın vakti gelmiş gibi Türkiye'nin önüne asla kabul edilemez siyasal koşullar çıka- rıyorlar; acaba 'vakit bu vakit midir' diyorlar?.. Aklı başında bir Türk AB'nin verdiği müzakere kararının koşullarını değerlendirdiği zaman ister istemez çeşitli soru işaretlerinin yanıtlarını arama- ya başlıyor. • AB ile BOP arasında geçecek uzun yıllar, ABD'ye dayanan AKP için ılımlı Islam Devleti modelini hayata geçirmek yolunda paha biçilmez bir fır- sat yaratıyor. İktidarın karşısında oluşan muha- lefet boşluğu Türkiye'yi tehlikenin eşiğine sür- mektedir. Ülkemizde radikal Islamcılar -bir vakitlerin ko- münistleri gibi- iktidara geçmek olanağı bulun- mayan bir siyaseti vurguluyorlar; laik Türkiye Cumhuriyeti için gerçek tehlike ılımlı Islam iktida- rının devleti de ele geçirmek tasarımıdır. AKP'nin gündeme getirdiği 'BaşkanlıkSistemi' projesi de bu yoldaki tehlikenin somutlaşmış bir kanıtından başka bir şey değil... Italyan Kultur Meı HAFTADA 4 SAAT'LE İTALYANCAYI ÖĞRENEBİLİRSİNİZ. 10 Ocak-27 Mart 2005 Pazartesi/Çarşamba veya Salı/Perşembe 11 -00-13:00/14:30-16:30 /17:00-19:00/19:30-21:30 Cuma Cumartesi Pazar 11:00-15:00 10:00-14:00 11:00-1500 17:30-21:30 15.00-19:00 15:30-19.30 KAYITLAR: 03 OCAK'TAN İTİBAREN Hafta arası 10:00-19:00, Haftasonu 10 00-17:00 arası Italyan Kultur Merkezr Tel 293 98 48 Meşrutiyet Cad. 161 Tepebaşı - http //www.ııcıst.org.tr İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ MEZUNLAR DERNEĞİ AYDINLANMASÖYLEŞİLERİ 2004 - 2005 Dönemi No: 3 Konu TÜRKİYE İÇİN YENİ DIŞ POLİTİKA ARAYIŞLARI Yönetmen Prof Dr NUR SERTER Konuşmacı Prof Dr EROL MANİSALI Gün: 08 Ocak 2005 Cumartesi, Saat 10.30 -13.00 Yer: Beşiktaş Belediyesi Ortaköy Kültür Merkezi Dereboyu Caddesi, Dere Çıkmazı, No: 1 - Ortaköy lletışim: t.Ü. Mezunlar Derneğı (Fatoş Taştan) 0 212 238 03 21 Aydınlık Yannlar Özlemı İçindeki Tüm Yurttaşlarımız Davetlıdır. Giriş Serbest ve Ücretsizdir. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin yayınladığı günlük sivil toplum gazetesi BİZİM GAZETE tarafsız haberleri, ilginç röportajları, araştırmaları, köşe yazıları ve ülke sorunlarını yansıtan raporlarıyla 10 yıldır okurlarıyla el ele... Tel: 0 212 51194 94- Abone- 0 212 513 83 00
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle