Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
27 MAYIS 2004 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA
kultur@cumhuriyet.com.tr 15
UYGARLIKLARIN İZİNDE OKTAY EKINCİ ODAK NOKTASI
Önce Garipçe'de bir garip olduk, sonra Halfeti'de, derken Kars'ın Kaleiçi Mahallesi'nde...
Ah şu 'gariban sitlerimiz'...Yıllar önce bir mimarlık kong-
resinde, Istanbul'un Zeyrek, Sii-
Ieymaniye, Tarlabaşı kesimle-
rinden fotoğraflar göstererek de-
miştım ki: "Bizim en büyük so-
runumuz, bu merkezlerin terk
edilmesi ve sadece yoksulların
barınak bölgesi haline gelme-
si..."
Kongrenin yabancı konuklann-
dan bir Fransız uzmanın "itirazı"
ise şöyleydi: "Hayır, sizin en
önemli sorununuz, varlıkJı
olanlanmzın tarihten kaçmala-
rı; eski mimarinin kültür zen-
ginliğini göremiyor olmalan..."
Çünkü Fransa dahil, Avru-
pa'nın hemen tüm kentlerinde ta-
rihsel merkezler aynı zamanda
"prestij" alanlan... En soylu ve
zengin aileler oralarda oturuyor-
lar; en lüks mağazalar ile en ünlü
firmalann merkezlen de hep tari-
hi dokularda...
Bizde ıse en zenginlerimiz. bı-
rakın tarihsel merkezden uzaklaş-
mayı, adeta "kent kaçkını" gibi-
ler. Varoşlardaki lüks villa sitele-
rine sığınmayı "ayncalık" sayı-
yorlar...
Önce Garipçe'deydik
Işte bu gerçek yüzünden, bizim
kentsel sitlerimizin ortak özellik-
leri de hep "gariban" olmalan
değil midir?
Rastlantı mıdır bilmem; son za-
manlardaki kimi mesleki yoğun-
laşmalanmız da "en gariban "la-
n üzerinde oldu..
Bu deyimi, önce "adı" da böy-
le olan "Garipçe" için kullandık.
Geçen kış aylannda ziyaret etmiş
ve "kibirJi yalnızlığı" yanında
"alçakgönüllülüğünden" de
çok etkilenmiştik.
Istanbul 'da, Bogaziçı 'nin Kara-
deniz'e açılan kesıminin Avrupa
yakasında, küçük bir koya gizlen-
miş olarak varltğını "gözden
ırak" sürdüren Garipçe, eski ah-
şap evlerini inatla koruyor, ama
onlan restore ederek yaşamını
zenginleştirecek kimseyi bulamı-
yor...
Buna karşın, sayısız varlıklı Is-
tanbullu ise Garipçe'nin bulun-
duğu Sarıyer ilçesinin ormanla-
nnda ve Karadeniz kıyılannda,
Tarihsel zenginlikleri
umursamayan çıkarcı
politikaların mağdurlarından
Halfeti'de baraj gölünde
boğulmaktan kurtulan
sokakiar (solda).
Kars Kalesi eteklerindeki
(yukarıda) kentin Osmanlı
dönemi yerleşme merkezinin
şimdiki görünümü.
(Fotoğraflar: SDK arşivi)
milyon dolarlık lüks yapılan yeg-
liyor.
Vali Dilek'in mektubu
Derken yine benzer gözlemleri-
mızle Halfetideydık... Bir bölü-
mü Birecık Barajı'nın suları al-
tında kalan bu "Fırat güzelimiz"
için aynı arkadaşım "gariban
mağrur" deyiminı kullanmıştı.
Ben de yazımda söz edince
(01.04.2004 - Cumhuriyet) yakın
geçmişte bölgeye hızmet veren,
şimdiki Afyon Valisi Muzaffer
Dilek dayanamadı, içini döktü.
"Halfeti ile ilgili yazınızdan
duygulandını. 2000 -2003 yılla-
n arasında Halfeti'ye 19 kezgit-
tim ve onlara nasıl moral vere-
bilirim ve Halfeti'nin kalan kıs-
mını nasıl sevdirebilirinı diye
çalıştım..." diyen Vali Dilek.
mektubunda şunlan da anımsatı-
yordu:
"Kıyıdaki bina artıklarının
kaldırılıp arsalarında 'gül bah-
çesı yapılması", ilçeye gelenler
için kısmen de olsa barınma im-
kânı sağlayan şelalelı konak'ın
yaptırılnıası. 'gençlik merkezi ve
kütüphane' binaları, 'Atatürk
anıtı' valiliğin desteği ve Kay-
makam Sıtkı Öcal'ın gayretleri
ile gerçekleştirildi..."
Muzaffer Dilek, Rumkale'ye
insan taşıyan ve adını da Halfe-
ti'nin sularaltındaki bahçelerinde
yetişen "siyah gül" koyduğu 30
kışihk tekneyi Kurucaşile'de
yaptırmış... Ayrıca Kaymakam
Harun Sarıfakıoğlu'nun da bir
bölümleri sulara gömülen dığer
köylerin altyapılannı tamamla-
mada büyük payı bulunuyor...
Vali Dilek'in bu açıklamalan,
kuşkusuz başta kendisinin ve adı
geçen kaymakamlanmızın kültü-
rel değerlerimize karşı gösterdik-
leri duyarlılığı yansıtıyor. Ancak
Halfeti'nin "gariban sit" şeklin-
de kalmak yerıne "varlıklı tarih
kenti" olabilmesi için, öncelikle
bu yörenin zenginlerinın "terk
edilmiş" e\ lere, konaklara sahip
çıkmalan gerekiyor.
Tunzm firmalannın da bu gör-
müş geçirmiş beldeyi "Fırat ge-
zilerinin konaklama merkezi"
yapmalan ne kadar anlamlı olur...
... ve Kars'ın en garibanı
Geçen haftalarda ise bu kez
Kars'ın geçmişini banndıran
"Kaleiçi" Mahallesı'ndeydik...
Kars Kalesi eteklerinde yer alan
Osmanlı dönemi kentsel yerle-
şım alanını oluşturan bölge, aynı
zamanda "arkeolojik sit" alanı...
Gelın görün ki 1870'lerdeki
Çarlık Rusyası ışgaliyle birlikte
"terk edilmeye başlanan" bu ta-
rihi mahalle, yıllardır önü alınma-
yan kaçak yapılaşma ve "eski ev
kahntılarının yağmalanması"
yüzünden. tam bir "harabe" gö-
rünümünde...
O kadar ki aynı sitin en önemli
yapılanndan olan "Beylerbeyi
Sarayı"nın bile sadece duvarlan
kalmış; tam önüne de Kars'ın bel-
ki de en uygunsuz binası olarak
devasa bır okul yapısı inşa edil-
miş...
Kaleiçi "nde de "garibanlık"
doruğa tırmanıyor ve Kars'ın ta-
rihindekı en gösterişli dönemi ba-
nndıran bır sit alanı, 21. yüzyılda
"en yoksul semti" oluşturuyor.
Bölgenin çok yönlü bir "kurtar-
ma ve yaşatma projesiyle" yeni-
den kentteki gururlu yerini alabil-
mesi için belediye ile Küresel
Miras Fonu'nun başlattıklan gi-
rişimler eğer sonuç verirse, Rus
işgalı döneminden miras tarihi
kentle Kars Kalesi arasında Os-
manlı yerleşim dokusu da yeni-
den varlıgını gösterebilecek...
Evet... Aslında bu tür örneklen
çoğaltmak mümkün. Ülkemizin
sayısız tarihi sit alanındaki "gari-
banlık" sayfalarca anlatılabilir.
Ne var ki yeniden o Fransız uz-
manın dediklerine dönersek, var-
lıklı kesimlerimizin yerleşme ter-
cihlen ve genelde imar kültürü-
müz. hep böyle "tarihin terk
edilmesi" anlayışıyla sürerse, ya-
kında o "mağrur" ve "kimlikli"
garibanlarımızı da yitireceğiz...
Geriye ıse kişiliksiz ve geçmi-
şinı unutmuş bir toplum kalacak...
"Varsıl" olsa bile, belleği ve
yüreği yoksul bir toplum...
AHMET CEMAL
Sali Turan'm yeni sergisi resminin olgunlaşması yönünde önemli bir dönemeç oluşturuyor
Renkçiliğin Şiirsel-Anlatımcı Yörüngesinde
KAYA ÖZSEZGİN
Sali(h) Turan'ın peşin yargı ıçer-
meyen ve öncelik-sonralık ılişkisını
daha başında devre dışı bırakmayı
kendıne ılke edınmış resimleri, her şe-
ye rağmen, soyut kurgu mantığına gö-
re gelişmiyor. Belki de bundan olma-
lı, izleyicinin kendi yaşamıyla diya-
log kurmaya yönelik duygudaşlık
("sympathie") bağının bir ucunu de-
vamlı olarak açık tutuyor. Onun resim-
lenne dışardan bakan birinın edinece-
ği ilk izlenim, bu resimlenn yaşamla
iç içe geliştiğine ilişkin somut algılar
olacaktır. Boyanın canlı bir resım or-
ganizması halinde tuvali kuşatan ve
bütün yoğunluğunun yanında, bir ann-
ınışhk duygusu iletmekte şaşırtıcı so-
nuçlarelde edebilen kıvTak görüntüsü.
onun. renge dönüşümünde herhangi
bir başka aracıya gerek duymaksızm
kendi iletişim gücünü kullanmış ol-
masmdan kaynaklanıyor. Günümüzün
genç sanatçı kuşağında sık sık tanık ol-
duğumuz bir olgu, Sali Turan'ın re-
simleri için de geçerlidir. O da etkile-
ruyor doğal olarak çevresinden. çevre-
sinde olup bitenlerden ya da belleğine
işleyen göriintülerden. Bunlan betım-
sel yolla ve alışılmış tekniklerle yansıt-
mak, sıradan sanatçımn işi olabilir. Böy-
le bırgösterimden titizlikle kaçınarak, gö-
rünürde olanın değil, onun arkasında sak-
ı olanın tinsel örgüsüne inerek, anlahm-
:ı unsurlan yakalamak, bunlan, resmiy-
e özdeşlik sınınna getirecek aynntılar
iüzeyinde algılamak, farklı biryaklaşımı
jerektirecektir.
r
a$anan anı 'mutlak'laştırmalt
Işte Sali Turan'ın yapmak istediği de budur.
jıtık kentlere, eski uygarlıklann biçimlendiği
rtamlara duyduğu yakınlık. önceki çahşmala-
nda da dolaylı yansımalar halinde karşımıza
kıyordu. Son sergisınde, bu açı çevresindeki
lenimlerini daha ileri bir aşamaya vardırmış
duğunu belgeleyen resimler, yaşanan güncel
gularla pekişmiş biçimde sıralanıyor. "taşta-
• > *
•**:?
• Resim sanatımızda, Sali Turan adıyla belli bir kategoriye
yerleştirmekte zorlanmayacağımız bir sanatçı imgesiyle karşı
jkarşıyayız. Cemal Süreya'nın ona, "Dalvador Sali"den mülhem. Sali
adını yakıştırmasının ardında, kalıplara. yerleşik kurallara isyan
bayrağı çeken bir kişilik taşımasının payı vardır elbet.
lan iletebilecek bir "ton" aynntısı yok değıl-
dir. Sali Turan'ın resimlerindekı yaşam aynn-
tılan, bu tonun yansımalandır. Birilerini "bek-
leyen" sandalyeler, bir içki sohbetinin derinli-
ğinde gölgelenen "zamanlar arası" yapı par-
çalan ya da "ortak alanlar", eski bir dostun
(Rafet Ekiz olabilir) anımsandığı ve arandığı
bır zaman dıliminde, geriye dönüşlen çağnşrı-
ran mekânlar, hep yenı bır resmin yapılmasına
yol açan silik ve uçucu birer nedendir. Ama on-
lann uçup kaybolmalanna meydan vermeden,
zaman \e zeminle ilışkilendirerek resme aktar-
mak, her an yeni bir içselleştırme yöntemının
ki izlerden rüzgâr fısıldaşmalanna" genel
başlığı altında topladığı bu resimlenn arasında,
bu kez, renkli fırça çızimlennın yönlendırdiği
"beyaz desenler", ayn bir grup oluşturuyor ve
yüzey üzerinde canlı biçimde soluk alıp veren
boya örgiisünün yoğun etkısiyle bu desenler
arasında. açık-koyu aynmında anlam bulan ye-
ni bir ılişki devreye girmış oluyor.
Antik kent yapılannın dili tarihseldır kuşku-
suz. Tanhin derinliğinde kalmış olduklan için
de konuşmaz, sadece fısıldaşırlar. Ancak bu fı-
sıltının ıçınde, günümüzün dünyasına alterna-
tif olabilecek ya da yaşayan insana kâhinlik sır-
ele geçirilmesinde de kaçınılmaz etkenler
olacaktır.
Sali Turan'da yaşanan anı "mudak"laş-
tırma ve onu resim çerçevesine alma yö-
nünde. karşı konulamaz bir irade gücü-
nün egemenliği dikkat çeker. Yaşama ta-
nıklık etmek, süreçsel olanı şimdiki zama-
na indirgemek, bir izlenimi yaşamın akı-
şı içinde tersinden okumak ve bırbiri içi-
ne geçmiş olan şeylenn en ortada olanını
bulup resmin merkezine resimsel bır fe-
nomen olarak yerleştirmek olarak da ta-
nımlayabıliriz bu ırade gücünü.
Bir sokak düşünürü gibidir bu bakım-
dan. Bakar, görür ve geçer; uzun boylu
tği düşünmese bile, bize gene de öyle düşün-
j H düğünü. kendine özgü bir hayat felsefesi-
:
| H nin ışığında görüp algıladıklaruıı bir de sa-
!j9 natın diliyle ifade etmenin sırlanna vâkıf
,™ biri olarak davranmayı baş köşeye aldığı-
nı göstermekten aşın biçimde hoşlanıyor
gibidir. Cemal Süreya'mn ona, "Dalva-
dor Sali"den mülhem. Sali adını yakıştır-
masının ardında, kalıplara, yerleşik kural-
lara isyan bayrağı çeken bir kişilik taşıma-
sının payı vardır elbet.
Aynca her sanatçıyı gerçek sanatçı ya-
pan bır dizi etken arasında, böyle ayrıksı
bir "başıboş"luğun da önemli bıryen bu-
lunduğu kuşku götürmez. Sali Turan, kendi
resmıyle açıklanabilecek ve salt bu yönden,
üstlenmiş olduğu kımlıği "haklı" ve "ol-
mazsa olmaz" yapan bir sanatçı portresi çi-
zerken, bu portrenın kendi resmiyle çakışan
boyutlannı ihmal etmıyor. Tam da bu nokta-
da, resminin dayandığı değerler çıkıyor kar-
şımıza.. o değerlerın. bır sanatçımn yolunu çi-
zen üst ve alt basamaklan bütün açıklığıyla ken-
dini dışa \Tjruyor.
Yeni sergisi. bir yıl önceki sergisinde artık
i\iden ıyiye biçimlenmış olan sanatçı yapısının,
biraz daha rafıne bır çizgiye doğru yönlenmış
oluşumunu gözler önüne sermesi bakımından,
kanımca, üzennde durulması gereken birdöne-
meçtir. Artık resim sanatımızda, Sali Turan
adıyla bellı bir kategonye yerleştırmekte zor-
lanmayacağımız bır sanatçı imgesiyle karşı kar-
şıyayız.
(Sali Turan'ın sergisi. 4 Hazıran'a kadar
görülebilir. Tel: 0212 225 23 37)
Üniversite ve
ÖzeleştiPi...
Türkiye'de üniversite kurumunun son zaman-
larda karşılaştığı sorunlar, bana yine kimlik kav-
ramını anımsartı.
Eskiden beri savunduğum görüştür: Ister ki-
şiler, ister kurumlar söz konusu olsun, edinilmek
istenen bir kirnlik varsa eğer, önce edinmek is-
teyen, o kimliğin koşullannı kendisinde gerçek-
leştirmelidir, başka deyışle, o kimliğin taşıyıcısı
olanın nasıl davranması gerekirse, öyle davra-
nabilmelidir. Bir kimliğin başkalartnca da tanın-
masına yönelik istem, ancak bu koşul gerçek-
leştiğinde haklı gerekçesini bulur.
Yıllardır yazılarımda ve konuşmalarımda, ülke-
mizde yeniden ele alınıp üzerinde düşünülmesi
gereken kavramlardan birinin de üniversite kav-
ramı olduğunu savunmaktayım. Bu görüşü sa-
vunurken, konuyu hep 'kimlik' sorunuyla ilişki-
lendiriyorum ve kendime temel n/telikte buldu-
ğum şu soruyu soruyorum: özellikle 1961 Ana-
yasası'ndan, yanı Türkiye'de bütün temel ku-
rumlar gibi üniversiteyi de eşi az bulunur bir
özerklik ve özgürlük ortamına taşıyan bir ana-
yasadan sonra, üniversite bu fırsatın nasıl değer-
lendirilmesi gerektiği üzerinde yeterince ve da-
ha da önemlisi, içtenlikle durmuş mudur? Bu fır-
sat ülkemizde üniversiteler tarafından olması ge-
reken bir üniversite kimliği için gerçekten çıkış
noktası sayılmış mıdır? Üniversite, 1961 Anaya-
sası'nı izleyen yıllarda kendi özeleştiris/ni her ba-
kımdan yeterince yapmış ya da böyle bir yöne-
limı en azından bellı etmiş midır?
Ve kaynağını yukarıda sözü edilenlerde bulan
bir soru daha: Eğer ülkemizde üniversite kuru-
mu, 1961 Anayasası ile elde ettiği fırsatı evren-
sel anlamda bır üniversite kımlığıne bütünüyle
kavuşma yolunda yeterince kullanabilseydi,
1980'le birlikte onca tokadı bu kadar kolay yer
miydi?
Kurumların karşılaştıkları kötü yazgılar bağla-
mında, bu yazgıların nedenlerinı en az dış koşul-
lar kadar önemli bır iç koşulda, başka deyişle
özeleştiri eksikliğinde de aramak gibi bir eğili-
mim var.
Ortaya soru atmayı sürdürüyorum: 1960 ha-
reketiyle birlikte kazandığı özgürlüğü önce ken-
di içınden 147 değerlı bilım adamını ve düşünü-
rü -üstelik tam bir jurnalcilik zıhniyetiyle!- tasfi-
ye etmek için kullanmış bir üniversite kurumu,
sonraki yıllarda kendi kımliğı bağlamında ne öl-
çüde inandıncı olabilmıştır? Bu olayla birlikte
üniversitenin kendine vurduğu darbe, 1980'den
sonraki YÖKdarbesinden daha mı hafiftir? Yok-
sa 1980'den sonra gelen darbelerın esin ve cü-
ret kaynağını, üniversitenin daha önce zaten
kendine yapmış olduklarmda da aramak, çok
mu akıl dışıdır?
Özeleştırinin olmadığı yerde, hatalar karşısın-
da körelme ve temelsiz büyüklenmeler ortaya
çıkar. Onyıllar boyunca YÖK'e karşı yeterti bir
politik tutum ve duruşu ne yazık ki gerçekleşti-
rememış bir üniversite kurumunun, sonunda ve
üstelik artık işın tam anlamıyla başa düştüğü bir
anda özgürlüğün ve özerklıgın anlamını yeniden
irdeleme girişımlerınde bulunması, bu arada
Türk ünıversitelerinı yıHardır yönetim anlayışı
bağlamında birer lise düzeyine indirgemiş olan
YÖK'ü savunma gereğıyle, koşulların zorlama-
sı yüzünden ve kaçınılmaz biçimde karşılaşma-
sı, bundan sonrası için çok, ama çok düşündü-
rücü olmalıdır.
Ben, ülkemızdekı üniversite kurumunun bu
son bunalımı atlatacağına içtenlikle ınanıyorum.
Daha doğrusu, bu devletin adında bir "cumhu-
riyet" sözcüğü varsa eğer. bunun başka tür]ü
olabileceğini düşünemiyorum. Ama bu inancım,
tek güç kaynağını ne yazık kı çoktandır var ol-
ması gereken bir üniversite kimliğinin sarsılmaz-
lığında bulmuyor. Çünkü şurası bir gerçek ki bu-
güne kadar uzanan süreçte üniversitenin ken-
disi, kendi kımliğine gereken saygıyı gösterme-
di. Üniversiteyi gerçek anlamda üniversite kılan,
kapısında öyle yazması veya antetli kâğıtların-
da bu ibarenın bulunması değildir. Bır kurum, an-
cak çağının genel uygarlık ölçütleri doğrultusun-
da geçerfiliği kabul edilmiş bir evrensellik anla-
yışını kendi çatısı altına alabildiği gün, üniversi-
te kimliğıni taşımaya da hak kazanmış olur.
Bunca acı deneyimin ardından şimdi önemli
olan, Türkiye'de üniversite kurumunun bundan
böyle taşıyacağı yapıdır ve bu yapının ilk temel
taşı, özeleştirinin artık olmazsa olmaz birilkeye
dönüşmesidır!
e-posta: ahmetcemal superonline.com
acem20î/ hotmail.com
Emin Kustupica, Venue Maslak'ta
M Kültür Senisi - "Çıngeneler Zamanı",
'Underground'. "ArizonaDream" filmlerinin
yönetmeni Emir Kusturica 4-5 Haziran
tarihleri arasında Venue Maslak'ta
düzenlene^ek, dünyanın önde gelen fihn
müzıği ustalannın katılacağı. "Doritos Dippas
Uluslararası Film Müzikleri Festivali'
kapsamında sanatseverlerle buluşacak.
Kusturica, festival kapsamında sahneye No
Smoking Orchestra'yla çıkacak. Emır
Kusturica & No Smoking Orchestra'nın
Avrupa turneleri, yönetmenin
belgesel derleme niteliğindeki bir filmine de
konu oldu. 'Super & Storıes' isimli bu yapım
ülkemizde de geçen yıllarda İstanbul Film
Festivali kapsamında izleyicilerle buluşmuştu.
Kültür mirasımn korunması
• GAZİANTEP (AA) - Yüzüncü Yıl
Cniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof.
Dr. Veli Sevin, Türkiye'nin, sahip olduğu
kültür mirasını korumada başansız olduğunu
söyledi. Sevin, Türkiye'dekı kültürel mirasın
hemen her gün bir yerlerde delik deşik
edildiğini, dünyanın en zengin müzelerinin
Türkiye'den kaçınlan yapıtlarla dolu olduğunu
belirtti. Türkiye'deki kültürel mirasa yönelik
tehdidın cıddiye ahnması, yetkılılenn de
kültür değerlerinin yağmalanmasına seyirci
kalmaması gerektiginı \oırgulayan Sevin, bir
kültür yapıtın yok etmenin kolay, kazanmanın
ise olanaksız olduğuna dikkati çekti.