18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
27 MAYIS 2004 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA [email protected] 15 UYGARLIKLARIN İZİNDE OKTAY EKINCİ ODAK NOKTASI Önce Garipçe'de bir garip olduk, sonra Halfeti'de, derken Kars'ın Kaleiçi Mahallesi'nde... Ah şu 'gariban sitlerimiz'...Yıllar önce bir mimarlık kong- resinde, Istanbul'un Zeyrek, Sii- Ieymaniye, Tarlabaşı kesimle- rinden fotoğraflar göstererek de- miştım ki: "Bizim en büyük so- runumuz, bu merkezlerin terk edilmesi ve sadece yoksulların barınak bölgesi haline gelme- si..." Kongrenin yabancı konuklann- dan bir Fransız uzmanın "itirazı" ise şöyleydi: "Hayır, sizin en önemli sorununuz, varlıkJı olanlanmzın tarihten kaçmala- rı; eski mimarinin kültür zen- ginliğini göremiyor olmalan..." Çünkü Fransa dahil, Avru- pa'nın hemen tüm kentlerinde ta- rihsel merkezler aynı zamanda "prestij" alanlan... En soylu ve zengin aileler oralarda oturuyor- lar; en lüks mağazalar ile en ünlü firmalann merkezlen de hep tari- hi dokularda... Bizde ıse en zenginlerimiz. bı- rakın tarihsel merkezden uzaklaş- mayı, adeta "kent kaçkını" gibi- ler. Varoşlardaki lüks villa sitele- rine sığınmayı "ayncalık" sayı- yorlar... Önce Garipçe'deydik Işte bu gerçek yüzünden, bizim kentsel sitlerimizin ortak özellik- leri de hep "gariban" olmalan değil midir? Rastlantı mıdır bilmem; son za- manlardaki kimi mesleki yoğun- laşmalanmız da "en gariban "la- n üzerinde oldu.. Bu deyimi, önce "adı" da böy- le olan "Garipçe" için kullandık. Geçen kış aylannda ziyaret etmiş ve "kibirJi yalnızlığı" yanında "alçakgönüllülüğünden" de çok etkilenmiştik. Istanbul 'da, Bogaziçı 'nin Kara- deniz'e açılan kesıminin Avrupa yakasında, küçük bir koya gizlen- miş olarak varltğını "gözden ırak" sürdüren Garipçe, eski ah- şap evlerini inatla koruyor, ama onlan restore ederek yaşamını zenginleştirecek kimseyi bulamı- yor... Buna karşın, sayısız varlıklı Is- tanbullu ise Garipçe'nin bulun- duğu Sarıyer ilçesinin ormanla- nnda ve Karadeniz kıyılannda, Tarihsel zenginlikleri umursamayan çıkarcı politikaların mağdurlarından Halfeti'de baraj gölünde boğulmaktan kurtulan sokakiar (solda). Kars Kalesi eteklerindeki (yukarıda) kentin Osmanlı dönemi yerleşme merkezinin şimdiki görünümü. (Fotoğraflar: SDK arşivi) milyon dolarlık lüks yapılan yeg- liyor. Vali Dilek'in mektubu Derken yine benzer gözlemleri- mızle Halfetideydık... Bir bölü- mü Birecık Barajı'nın suları al- tında kalan bu "Fırat güzelimiz" için aynı arkadaşım "gariban mağrur" deyiminı kullanmıştı. Ben de yazımda söz edince (01.04.2004 - Cumhuriyet) yakın geçmişte bölgeye hızmet veren, şimdiki Afyon Valisi Muzaffer Dilek dayanamadı, içini döktü. "Halfeti ile ilgili yazınızdan duygulandını. 2000 -2003 yılla- n arasında Halfeti'ye 19 kezgit- tim ve onlara nasıl moral vere- bilirim ve Halfeti'nin kalan kıs- mını nasıl sevdirebilirinı diye çalıştım..." diyen Vali Dilek. mektubunda şunlan da anımsatı- yordu: "Kıyıdaki bina artıklarının kaldırılıp arsalarında 'gül bah- çesı yapılması", ilçeye gelenler için kısmen de olsa barınma im- kânı sağlayan şelalelı konak'ın yaptırılnıası. 'gençlik merkezi ve kütüphane' binaları, 'Atatürk anıtı' valiliğin desteği ve Kay- makam Sıtkı Öcal'ın gayretleri ile gerçekleştirildi..." Muzaffer Dilek, Rumkale'ye insan taşıyan ve adını da Halfe- ti'nin sularaltındaki bahçelerinde yetişen "siyah gül" koyduğu 30 kışihk tekneyi Kurucaşile'de yaptırmış... Ayrıca Kaymakam Harun Sarıfakıoğlu'nun da bir bölümleri sulara gömülen dığer köylerin altyapılannı tamamla- mada büyük payı bulunuyor... Vali Dilek'in bu açıklamalan, kuşkusuz başta kendisinin ve adı geçen kaymakamlanmızın kültü- rel değerlerimize karşı gösterdik- leri duyarlılığı yansıtıyor. Ancak Halfeti'nin "gariban sit" şeklin- de kalmak yerıne "varlıklı tarih kenti" olabilmesi için, öncelikle bu yörenin zenginlerinın "terk edilmiş" e\ lere, konaklara sahip çıkmalan gerekiyor. Tunzm firmalannın da bu gör- müş geçirmiş beldeyi "Fırat ge- zilerinin konaklama merkezi" yapmalan ne kadar anlamlı olur... ... ve Kars'ın en garibanı Geçen haftalarda ise bu kez Kars'ın geçmişini banndıran "Kaleiçi" Mahallesı'ndeydik... Kars Kalesi eteklerinde yer alan Osmanlı dönemi kentsel yerle- şım alanını oluşturan bölge, aynı zamanda "arkeolojik sit" alanı... Gelın görün ki 1870'lerdeki Çarlık Rusyası ışgaliyle birlikte "terk edilmeye başlanan" bu ta- rihi mahalle, yıllardır önü alınma- yan kaçak yapılaşma ve "eski ev kahntılarının yağmalanması" yüzünden. tam bir "harabe" gö- rünümünde... O kadar ki aynı sitin en önemli yapılanndan olan "Beylerbeyi Sarayı"nın bile sadece duvarlan kalmış; tam önüne de Kars'ın bel- ki de en uygunsuz binası olarak devasa bır okul yapısı inşa edil- miş... Kaleiçi "nde de "garibanlık" doruğa tırmanıyor ve Kars'ın ta- rihindekı en gösterişli dönemi ba- nndıran bır sit alanı, 21. yüzyılda "en yoksul semti" oluşturuyor. Bölgenin çok yönlü bir "kurtar- ma ve yaşatma projesiyle" yeni- den kentteki gururlu yerini alabil- mesi için belediye ile Küresel Miras Fonu'nun başlattıklan gi- rişimler eğer sonuç verirse, Rus işgalı döneminden miras tarihi kentle Kars Kalesi arasında Os- manlı yerleşim dokusu da yeni- den varlıgını gösterebilecek... Evet... Aslında bu tür örneklen çoğaltmak mümkün. Ülkemizin sayısız tarihi sit alanındaki "gari- banlık" sayfalarca anlatılabilir. Ne var ki yeniden o Fransız uz- manın dediklerine dönersek, var- lıklı kesimlerimizin yerleşme ter- cihlen ve genelde imar kültürü- müz. hep böyle "tarihin terk edilmesi" anlayışıyla sürerse, ya- kında o "mağrur" ve "kimlikli" garibanlarımızı da yitireceğiz... Geriye ıse kişiliksiz ve geçmi- şinı unutmuş bir toplum kalacak... "Varsıl" olsa bile, belleği ve yüreği yoksul bir toplum... AHMET CEMAL Sali Turan'm yeni sergisi resminin olgunlaşması yönünde önemli bir dönemeç oluşturuyor Renkçiliğin Şiirsel-Anlatımcı Yörüngesinde KAYA ÖZSEZGİN Sali(h) Turan'ın peşin yargı ıçer- meyen ve öncelik-sonralık ılişkisını daha başında devre dışı bırakmayı kendıne ılke edınmış resimleri, her şe- ye rağmen, soyut kurgu mantığına gö- re gelişmiyor. Belki de bundan olma- lı, izleyicinin kendi yaşamıyla diya- log kurmaya yönelik duygudaşlık ("sympathie") bağının bir ucunu de- vamlı olarak açık tutuyor. Onun resim- lenne dışardan bakan birinın edinece- ği ilk izlenim, bu resimlenn yaşamla iç içe geliştiğine ilişkin somut algılar olacaktır. Boyanın canlı bir resım or- ganizması halinde tuvali kuşatan ve bütün yoğunluğunun yanında, bir ann- ınışhk duygusu iletmekte şaşırtıcı so- nuçlarelde edebilen kıvTak görüntüsü. onun. renge dönüşümünde herhangi bir başka aracıya gerek duymaksızm kendi iletişim gücünü kullanmış ol- masmdan kaynaklanıyor. Günümüzün genç sanatçı kuşağında sık sık tanık ol- duğumuz bir olgu, Sali Turan'ın re- simleri için de geçerlidir. O da etkile- ruyor doğal olarak çevresinden. çevre- sinde olup bitenlerden ya da belleğine işleyen göriintülerden. Bunlan betım- sel yolla ve alışılmış tekniklerle yansıt- mak, sıradan sanatçımn işi olabilir. Böy- le bırgösterimden titizlikle kaçınarak, gö- rünürde olanın değil, onun arkasında sak- ı olanın tinsel örgüsüne inerek, anlahm- :ı unsurlan yakalamak, bunlan, resmiy- e özdeşlik sınınna getirecek aynntılar iüzeyinde algılamak, farklı biryaklaşımı jerektirecektir. r a$anan anı 'mutlak'laştırmalt Işte Sali Turan'ın yapmak istediği de budur. jıtık kentlere, eski uygarlıklann biçimlendiği rtamlara duyduğu yakınlık. önceki çahşmala- nda da dolaylı yansımalar halinde karşımıza kıyordu. Son sergisınde, bu açı çevresindeki lenimlerini daha ileri bir aşamaya vardırmış duğunu belgeleyen resimler, yaşanan güncel gularla pekişmiş biçimde sıralanıyor. "taşta- • > * •**:? • Resim sanatımızda, Sali Turan adıyla belli bir kategoriye yerleştirmekte zorlanmayacağımız bir sanatçı imgesiyle karşı jkarşıyayız. Cemal Süreya'nın ona, "Dalvador Sali"den mülhem. Sali adını yakıştırmasının ardında, kalıplara. yerleşik kurallara isyan bayrağı çeken bir kişilik taşımasının payı vardır elbet. lan iletebilecek bir "ton" aynntısı yok değıl- dir. Sali Turan'ın resimlerindekı yaşam aynn- tılan, bu tonun yansımalandır. Birilerini "bek- leyen" sandalyeler, bir içki sohbetinin derinli- ğinde gölgelenen "zamanlar arası" yapı par- çalan ya da "ortak alanlar", eski bir dostun (Rafet Ekiz olabilir) anımsandığı ve arandığı bır zaman dıliminde, geriye dönüşlen çağnşrı- ran mekânlar, hep yenı bır resmin yapılmasına yol açan silik ve uçucu birer nedendir. Ama on- lann uçup kaybolmalanna meydan vermeden, zaman \e zeminle ilışkilendirerek resme aktar- mak, her an yeni bir içselleştırme yöntemının ki izlerden rüzgâr fısıldaşmalanna" genel başlığı altında topladığı bu resimlenn arasında, bu kez, renkli fırça çızimlennın yönlendırdiği "beyaz desenler", ayn bir grup oluşturuyor ve yüzey üzerinde canlı biçimde soluk alıp veren boya örgiisünün yoğun etkısiyle bu desenler arasında. açık-koyu aynmında anlam bulan ye- ni bir ılişki devreye girmış oluyor. Antik kent yapılannın dili tarihseldır kuşku- suz. Tanhin derinliğinde kalmış olduklan için de konuşmaz, sadece fısıldaşırlar. Ancak bu fı- sıltının ıçınde, günümüzün dünyasına alterna- tif olabilecek ya da yaşayan insana kâhinlik sır- ele geçirilmesinde de kaçınılmaz etkenler olacaktır. Sali Turan'da yaşanan anı "mudak"laş- tırma ve onu resim çerçevesine alma yö- nünde. karşı konulamaz bir irade gücü- nün egemenliği dikkat çeker. Yaşama ta- nıklık etmek, süreçsel olanı şimdiki zama- na indirgemek, bir izlenimi yaşamın akı- şı içinde tersinden okumak ve bırbiri içi- ne geçmiş olan şeylenn en ortada olanını bulup resmin merkezine resimsel bır fe- nomen olarak yerleştirmek olarak da ta- nımlayabıliriz bu ırade gücünü. Bir sokak düşünürü gibidir bu bakım- dan. Bakar, görür ve geçer; uzun boylu tği düşünmese bile, bize gene de öyle düşün- j H düğünü. kendine özgü bir hayat felsefesi- : | H nin ışığında görüp algıladıklaruıı bir de sa- !j9 natın diliyle ifade etmenin sırlanna vâkıf ,™ biri olarak davranmayı baş köşeye aldığı- nı göstermekten aşın biçimde hoşlanıyor gibidir. Cemal Süreya'mn ona, "Dalva- dor Sali"den mülhem. Sali adını yakıştır- masının ardında, kalıplara, yerleşik kural- lara isyan bayrağı çeken bir kişilik taşıma- sının payı vardır elbet. Aynca her sanatçıyı gerçek sanatçı ya- pan bır dizi etken arasında, böyle ayrıksı bir "başıboş"luğun da önemli bıryen bu- lunduğu kuşku götürmez. Sali Turan, kendi resmıyle açıklanabilecek ve salt bu yönden, üstlenmiş olduğu kımlıği "haklı" ve "ol- mazsa olmaz" yapan bir sanatçı portresi çi- zerken, bu portrenın kendi resmiyle çakışan boyutlannı ihmal etmıyor. Tam da bu nokta- da, resminin dayandığı değerler çıkıyor kar- şımıza.. o değerlerın. bır sanatçımn yolunu çi- zen üst ve alt basamaklan bütün açıklığıyla ken- dini dışa \Tjruyor. Yeni sergisi. bir yıl önceki sergisinde artık i\iden ıyiye biçimlenmış olan sanatçı yapısının, biraz daha rafıne bır çizgiye doğru yönlenmış oluşumunu gözler önüne sermesi bakımından, kanımca, üzennde durulması gereken birdöne- meçtir. Artık resim sanatımızda, Sali Turan adıyla bellı bir kategonye yerleştırmekte zor- lanmayacağımız bır sanatçı imgesiyle karşı kar- şıyayız. (Sali Turan'ın sergisi. 4 Hazıran'a kadar görülebilir. Tel: 0212 225 23 37) Üniversite ve ÖzeleştiPi... Türkiye'de üniversite kurumunun son zaman- larda karşılaştığı sorunlar, bana yine kimlik kav- ramını anımsartı. Eskiden beri savunduğum görüştür: Ister ki- şiler, ister kurumlar söz konusu olsun, edinilmek istenen bir kirnlik varsa eğer, önce edinmek is- teyen, o kimliğin koşullannı kendisinde gerçek- leştirmelidir, başka deyışle, o kimliğin taşıyıcısı olanın nasıl davranması gerekirse, öyle davra- nabilmelidir. Bir kimliğin başkalartnca da tanın- masına yönelik istem, ancak bu koşul gerçek- leştiğinde haklı gerekçesini bulur. Yıllardır yazılarımda ve konuşmalarımda, ülke- mizde yeniden ele alınıp üzerinde düşünülmesi gereken kavramlardan birinin de üniversite kav- ramı olduğunu savunmaktayım. Bu görüşü sa- vunurken, konuyu hep 'kimlik' sorunuyla ilişki- lendiriyorum ve kendime temel n/telikte buldu- ğum şu soruyu soruyorum: özellikle 1961 Ana- yasası'ndan, yanı Türkiye'de bütün temel ku- rumlar gibi üniversiteyi de eşi az bulunur bir özerklik ve özgürlük ortamına taşıyan bir ana- yasadan sonra, üniversite bu fırsatın nasıl değer- lendirilmesi gerektiği üzerinde yeterince ve da- ha da önemlisi, içtenlikle durmuş mudur? Bu fır- sat ülkemizde üniversiteler tarafından olması ge- reken bir üniversite kimliği için gerçekten çıkış noktası sayılmış mıdır? Üniversite, 1961 Anaya- sası'nı izleyen yıllarda kendi özeleştiris/ni her ba- kımdan yeterince yapmış ya da böyle bir yöne- limı en azından bellı etmiş midır? Ve kaynağını yukarıda sözü edilenlerde bulan bir soru daha: Eğer ülkemizde üniversite kuru- mu, 1961 Anayasası ile elde ettiği fırsatı evren- sel anlamda bır üniversite kımlığıne bütünüyle kavuşma yolunda yeterince kullanabilseydi, 1980'le birlikte onca tokadı bu kadar kolay yer miydi? Kurumların karşılaştıkları kötü yazgılar bağla- mında, bu yazgıların nedenlerinı en az dış koşul- lar kadar önemli bır iç koşulda, başka deyişle özeleştiri eksikliğinde de aramak gibi bir eğili- mim var. Ortaya soru atmayı sürdürüyorum: 1960 ha- reketiyle birlikte kazandığı özgürlüğü önce ken- di içınden 147 değerlı bilım adamını ve düşünü- rü -üstelik tam bir jurnalcilik zıhniyetiyle!- tasfi- ye etmek için kullanmış bir üniversite kurumu, sonraki yıllarda kendi kımliğı bağlamında ne öl- çüde inandıncı olabilmıştır? Bu olayla birlikte üniversitenin kendine vurduğu darbe, 1980'den sonraki YÖKdarbesinden daha mı hafiftir? Yok- sa 1980'den sonra gelen darbelerın esin ve cü- ret kaynağını, üniversitenin daha önce zaten kendine yapmış olduklarmda da aramak, çok mu akıl dışıdır? Özeleştırinin olmadığı yerde, hatalar karşısın- da körelme ve temelsiz büyüklenmeler ortaya çıkar. Onyıllar boyunca YÖK'e karşı yeterti bir politik tutum ve duruşu ne yazık ki gerçekleşti- rememış bir üniversite kurumunun, sonunda ve üstelik artık işın tam anlamıyla başa düştüğü bir anda özgürlüğün ve özerklıgın anlamını yeniden irdeleme girişımlerınde bulunması, bu arada Türk ünıversitelerinı yıHardır yönetim anlayışı bağlamında birer lise düzeyine indirgemiş olan YÖK'ü savunma gereğıyle, koşulların zorlama- sı yüzünden ve kaçınılmaz biçimde karşılaşma- sı, bundan sonrası için çok, ama çok düşündü- rücü olmalıdır. Ben, ülkemızdekı üniversite kurumunun bu son bunalımı atlatacağına içtenlikle ınanıyorum. Daha doğrusu, bu devletin adında bir "cumhu- riyet" sözcüğü varsa eğer. bunun başka tür]ü olabileceğini düşünemiyorum. Ama bu inancım, tek güç kaynağını ne yazık kı çoktandır var ol- ması gereken bir üniversite kimliğinin sarsılmaz- lığında bulmuyor. Çünkü şurası bir gerçek ki bu- güne kadar uzanan süreçte üniversitenin ken- disi, kendi kımliğine gereken saygıyı gösterme- di. Üniversiteyi gerçek anlamda üniversite kılan, kapısında öyle yazması veya antetli kâğıtların- da bu ibarenın bulunması değildir. Bır kurum, an- cak çağının genel uygarlık ölçütleri doğrultusun- da geçerfiliği kabul edilmiş bir evrensellik anla- yışını kendi çatısı altına alabildiği gün, üniversi- te kimliğıni taşımaya da hak kazanmış olur. Bunca acı deneyimin ardından şimdi önemli olan, Türkiye'de üniversite kurumunun bundan böyle taşıyacağı yapıdır ve bu yapının ilk temel taşı, özeleştirinin artık olmazsa olmaz birilkeye dönüşmesidır! e-posta: ahmetcemal superonline.com acem20î/ hotmail.com Emin Kustupica, Venue Maslak'ta M Kültür Senisi - "Çıngeneler Zamanı", 'Underground'. "ArizonaDream" filmlerinin yönetmeni Emir Kusturica 4-5 Haziran tarihleri arasında Venue Maslak'ta düzenlene^ek, dünyanın önde gelen fihn müzıği ustalannın katılacağı. "Doritos Dippas Uluslararası Film Müzikleri Festivali' kapsamında sanatseverlerle buluşacak. Kusturica, festival kapsamında sahneye No Smoking Orchestra'yla çıkacak. Emır Kusturica & No Smoking Orchestra'nın Avrupa turneleri, yönetmenin belgesel derleme niteliğindeki bir filmine de konu oldu. 'Super & Storıes' isimli bu yapım ülkemizde de geçen yıllarda İstanbul Film Festivali kapsamında izleyicilerle buluşmuştu. Kültür mirasımn korunması • GAZİANTEP (AA) - Yüzüncü Yıl Cniversitesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Veli Sevin, Türkiye'nin, sahip olduğu kültür mirasını korumada başansız olduğunu söyledi. Sevin, Türkiye'dekı kültürel mirasın hemen her gün bir yerlerde delik deşik edildiğini, dünyanın en zengin müzelerinin Türkiye'den kaçınlan yapıtlarla dolu olduğunu belirtti. Türkiye'deki kültürel mirasa yönelik tehdidın cıddiye ahnması, yetkılılenn de kültür değerlerinin yağmalanmasına seyirci kalmaması gerektiginı \oırgulayan Sevin, bir kültür yapıtın yok etmenin kolay, kazanmanın ise olanaksız olduğuna dikkati çekti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle