21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 ŞUBAT 2004 CUMA DIZI V Prof. Dr. Sinanoğlu, TÜBİTAK'ın particiliğin hedefi haline geldiğini söyledi: BIR BAKIMA Işık KANSU - Mustafa ÇAKIR SUNUŞ Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TÜBtTAK), adı üstünde, bilimsel araştırmalar yapmak, bilimi Türkiye'de geliştirmek, bilim insanlannın yetişmesi amacıyla ta çocukluktan başlayarak yurttaşlann önüne olanaklar koymak için kurulmuş. AKP, iktidara geldi geleli, birçok devlet kurumu gibi TÜBİTAK ile de kavgalı oldu. Başbakan Recep Taryip Erdoğan'ın TÜBtTAK'a kendi belirlediği isimleri getirmesi ile sonuçlanan süreç geçen yılın mayıs ayında başladı. Dönemin TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Namık Kemal Pak'ın görev süresi 30 Mayıs 2003 "te sona erdi. Ancak TÜBİTAK Bilia Kurulu. 30 Mayıs öncesinde yaptığı seçimde Pak'ı yeniden başkanlığa seçti. TÜBİTAK Yasası gereği, B:lim Kurulu tarafindan seçilen Pak'ın ismi, onay için CumhurbaşkanlığVna gönderilmesi için Başbakanlık'a iletildi. Ancak Başbakan Recep Tayyip Erdogan, Pak'a ilişkin karan Curnhurbaşkanlığı'na göndermeyerek aylarca Başbakanlık'ta bekletti. Bu sırada TÜBİTAK Başkanhğı'na Prof. Dr Tuğrul Tankut vekâlet etti. TÜBİTAK Bilim Kurulu'nun 6 üyesinın görev süreleri de 21 Eylâl 2003 'te doldu. TÜBİTAK Bilim Kurulu, bır gün öncesinde görev sürelen dolacak olan 6 Bilim Kurulu üyesi yerine seçim yaptı. Ancak 6 üyeye ilişkin Bilim Kurulu karan da Başbakan Erdoğan tarafindan onaylanmadı. AKP hükümeti, bir yandan da TÜBÎTAK Yasası'nda değişiklik yapmak için çalışmaya başladı. Bu bilim kurumuna ilişkin hazırlıklar, geçmişte "büginin ve bilimin IslamJaştınlmasmr öneren kimi siyasi tslamcılann kitaplannı Türkçeye çevirmiş olan Başbakanlık Müsteşan Ömer Dinçer tarafindan yürütüldü. Yasa tasansının TBMM'deki görüşmeleri sırasında CHP'liler ile AKP'liler arasında sert tartışmalar yaşandı. Tasan AKP'lilerin oylan ile TBMM'de yasalaştı. Ancak yasa, Cumhurbaşkaru Ahmet Necdet Sezer tarafindan bir kez daha görüşülmek üzere TBMM'ye gönderildi. AKP'nin dıretmesi üzerine yasa TBMM'de yeniden kabul edildi. Cumhurbaşkanı Sezer de ikinci defa önüne gelen yasayı onaylamak zorunda kaldı. Ancak CHP'H 141 millervekili. AKP hükürneti tarafindan hazırlanan TÜBİTAK Yasası'nın iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Başbakan Erdoğan, yasanın Resmi Gazete'de yayımlanmasının ardından Anayasa Mahkemesi'nin vereceği karan beklemeden 6 Bilim Kurulu üyeliğine 22 Aralık 2003'te yeni atama yaptı. Başbakan Erdoğan tarafindan TÜBİTAK Bilim Kurulu'na atanan 6 üyenin isimleri şöyle: Doç. Dr. Ahmet Ademoğiu. Prof Dr. Hüseyin Akan. Prof. Dr. Abdullah Atalar, Prof. Dr. Ömer Ziya Cebeei, Nuri Gürgür ve Prof. Dr. Nüket Yetiş. Yeni üyelerin katılımı ile 11 Ocat'ta ılk toplantısını yapan TÜBİTAK Bilim Kurulu, Başkanvekili Prof. Dr. Tuğrul Tankut un görevine son vardi. Başkanvekilliğine Prof. Dr. Nüket Yetiş getirildi. Yetış'ın TÜBİTAK Başkanlığı'na atanmasını öngören kararname de onay için Çankaya Köşkü'ne gönderildi. Bu sırada Anayasa Mahkemesi 29 Ocak 20O4 tarihinde CHP'nin AKP hükümetince hazırlanan yasanın yürürlüğünün durdurulması istemıni karara bağladı. Yüksek mahkeme 4'e karşı 7 üyenin oyuyla AKP hükümetince hazırlanan yasanın yürürlüğünü durdurdu. Karann ardından Cumhurbaşkanı Sezer de, Nüket Yetiş'e ilişkin kararnameyi Başbakanlık'a iade etti. Yazı dizimiz süresince, bilim insanlanmızın, uzman demek ve örgütlerin temsilcilerinin. yukanda özetlemeye çalıştığımız süreçte AKP'nin ısrarla müdahale ehneye çahştığı TÜBİTAK'a dönük girişimlerinın. sıradan bir kadrolaşma mı, yoksa bilginin, bilimin dinselleştirilmesme dönük bir hareket mi olduğuna ilişkin görüşlerini aktarmaya çahşacağız. Büimkuruluşlan hedefsiz bırakıldıDünyaca ünlü bilim insanımız Prof Dr. Oktay Sinanoğlu, TÜBİ- TAK ile ilgili son gelişmeleri de- ğerlendinrken "Bilim kuruluşia- ruım ban zümrelerin, çıkarcı öbek- lerinin, Türk ve Türkiye düşmaıu olanlann, dost postuna bürünmüş dış düşmanla el alündan işbirtiği yapanlann, her türlü ûrkacıhğın hâkimiyetine geçmesini engelle- mek gerekir* dedı. Sinanoğlu, Cumhuriyefin ko- nuya ılışkın sorularmı yanıtlar- ken, ülkenın geleceğini ulusal he- defienn belırleyeceğıne değine- rek "Hedefsiz üİke; dümeni kınk, ftrunalarda oraya buraya süriik- Ienen gemiye benzer, sonunda sö- mürgecilere yem olur" görüşünü savundu. Sinanoğlu. Ülkenin uzun ve kısa vadeli dış siyaseti, iktisat siyaseti, onlara bağlı olarak da bır ulusal eğirim siyaseti ve bilim tek- nik araştırma siyaseti olması ge- rektiğine vurgu yaparak şunlan sö\ledi: " Bir ulus kim olduğunu, dünya- da nasıl bir yer almak istediğini bfl- meli: ulus, tetnel hedefleri etrafin- da birieşmetidir. O zaman, ülkenin bireyleri de ulusal hedefleri kendi çıkarlannın üstünde tutar. ulusun bekası ve refahı için canla başla çakşıriar. İşte Atatürk döneminde Türkiye'de bunlann hepsi vanh. Ancak 1945 ve özellikie 1950'den sonra, önceyavaş yavaş, sonra hız- la hedefler. arkasından ulusal bir- lik ve beraberlik adım adım yok • Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu: Bilim hıruluşlannın bazı zümrelehn, çıkarcı öbeklerinin, dost postuna bürünmüş dış düşmanla el altından işbirliği yapanlann, her türlü firkacılığın hâkimiyetine geçmesini engellemekgerek. edildi. Nereden nerelere geldiği- miz, gittikçe batağa saplanışımız aruk meydanda. BOim/teknik araşbrması bir ül- ke için lüks mü? Kesinlikle hayır. Tersine iktisadi gelişmenin başını, araşarma ve temel bilimin yol aç- üğı teknik buluşlar çekiyor. An- cak araşürma, dostlar aüşverişte görsün kabilinden, yayın olsun di- ye yayından ibaret ise ulusal bilim ekorierinin gelişmesine yol aç- mazsa, ulusal hedefler betirleyip ön- ce kendi halkına, ulusuna, sonra in- sanhğa hizmet etmezse, ülkeye yük olmaktan. hirtakını çömez küme- lerine geçim ve sahte itibar sağia- maktan öteye gidemezr 1962"de ı'lensı ıçın TÜBtTAK gıbı bir kuruluşun gereği ortaya atıldığında, temel fikir ve önen- nin. ülkenin bilim teknik hedefle- nni, ereklerini belirlemesi olduğu- nu anımsatan Sinanoğlu, "Ancak, hemen yabancı bir vakfin Anka- ra'daki başkanı devreye girdi;' He- def de ne demekmiş? Herkes bil- diğini okur' diyerek o maddeyi kakhrtn.'Okomünistliktir' deme- ye getiriyordu; halbuki kendi ül- kesinde her şey devletinin tespit ettiği hedeflere göreyapthyordu. O gün, bugün getişmenin neyöndeol- duğu aşikâr" diye konuştu. Sahte eğitlmden sıyrılmak Oktay Sinanoğlu, sözlerini şöy- le sürdürdü: u Bilim vetekniğinge- lişebilmesi için ona yön verecek, araşürmalan destekleyecek, ger- çek bilinıci ve araştınnacılann ye- tişmesüie katkı sağlayacak kuru- luşlann; her dönemde bazı züm- relerin, çıkarcı öbeklerinin, hatta gizli Türk ve Türkiye düşnıanı olanlann, dost postuna bürünmüş dış düşmanla el alündan işbirliği yapanlann, her türlü firkacıhğuı (particiliğin) hâkimiyetine geçme- sini engellemek gerekir. Halen bu kuruluşlann yasalan, yönetim ku- rullannın açılan verlerini kendile- ri doldurmalan, bu suretle zümre egemenüğinin sürüp granesini sağ- lamaktadır. Üİke uçunımun kenanna gel- mişken, Atatürk'ün "milli eğıti- mi'nin yerini yabancılann güdü- münde, Türk kültürünü, tarihini, dih'ni, dolayısıyla her şeyini yok eden, yabancı ülkelere köleler, içe- ride vatan topraklanm bile gözü- nü kırpmadan yabancılara teslim eden işbirlikçiler yetiştiren, genç- leri cahil bırakan sahte "eğitım' al- mış iken, özellikie 1980'den beri gerçek bilim, gerçek araştırma adeta yasaklanmışken, her vatan- severin, her insanukonuru olanın. 'Önce vatan!', 'Önce ülke!', "Ön- ce ulusumuz, aziz halkımız, onun refahı. bekası, geleceği' demesi, Türk ulusu ve ulus-devletinin ba- ğunsız ve eşit haklara sahip ülke- lerden ohışması gereken gerçekten küresel bir dünyada şerefli yerini alması için canla başla uğraşma- SL, birlik olması gerekmektedir. En uzun ve en şerefli bir uygar- lık tarihine, en mükcmmel ve ma- temaüksd zenginlikte bir dile sa- hip olan Türkulusu bunu yapacak- **fl Ankara Üni\ ersıtesı Rektörü Prof. Dr. Nusret Aras, TÜBİTAK'ın. Türkiye'nin gelişmiş bir bilimsel ve teknolojik araştırma kurumu olduğunun altını çizerek TÜBİTAK'ın bugüne değin yerleşik mevzuatının bir yasa ile değıştirilerek kurumun yönetime hâkim olma hareketinin, öncelikle sıradan bir kadrolaşma hareketi gibi değerlendirilebileceğini dile getirdi. Türkiye'nin tüm kurumlannın, üniversiteler ve bilimsel kurumlar dışında her zaman değişen iktidarla beraber gelen kadrolaşma harekerine maruz kaldıklanna değinen Prof. Aras, "Ancak bu hareketin en büyük farkı güzide bir bilim kuruluşu olan, ülkemizi bu alanda içte ve dışta başan De tanıtan ve temsil eden bir kurulun kendisine \e kuruma yönelik ounasıdu"" dedi. TÜBlTAK'ta son gelışen olaylan "bilgi ve bilimin öncelikle siyasallaşmasma yönelik bir hareket" olarak değerlendiren Aras, şu düşünceleri öne sürdü: SERVER TANÎLLİ nr." Ankara Universitesi Rektörü Prof. Dr. Nusret Aras: Soıırald adnıı iuıiversiteler"Bilim ne siyasallaşnnlabilir ne de dinselleştirilebilir. Ancak bilim kurullannın yapısınmbu şekilde değiştirilmesi, kurumlara ümnıet mantığının yerleştirilmesi sonucunu doğurur. Sonuçta. bilimsel kurum ve kurullann oluşumu ve temsiHyeti, tarikatlann pay daşügı şeklinde gerçekleşir. Böyle bir genşme ise bilimsel bulgu ve birildmlerin dinsel motifler ve ifadelerle süslenerek topluma verihnesine kadar gidebUir. Türkiye'nin tüm önemli kurum ve kuruluşlanmn yapısında yapılagelen *S dinselleşrirme hareketinin bilimsel kuruluşlara taşmması, bunun yakuı gelecekte diğer kurumlaria beraber sonunda ünhersitelerimize de taşınmak isteneceğinin açık kamn olup belki de günün birinde üniversite yöneticilerinin de "bir kereliğine" bazı makamlar tarafindan atanması istenecektir. Tüm . bunlar 1923 Aydınlanma ->A DeMİmi'ne karşı ya\aştan ve 5( gizh'devam eden devrim karşıthğmuı açık bir şekle dönüşmesinden ibarettir." YARIN: Prof. Dr. Oya ARASLI - ODTÜ Öğretim Elemanlan Derneği - Füsun SAYEK Prof. Dr. Engin Ataç: 'Amaçlan kurumu ele geçirmek' Anadolu Universitesi Rektörü Prof. Dr. Engin Ataç, üniversiteler dışında akademık ve sınai araştırma- geliştırme ve bilim adamı yetiştırme gibi ulusal misyonlar üstlenen TÜBİTAK'ın hızmetlennın yeterli olup olmadığının ayn bir tartışma konusu olduğunun altını çizerek "TÜBÎTAK'ınyapısal sorunlan ve yetersiz kaynaklan hangj verimlilikte kullanmış olduğu tarüşüabilir. Örneğin, TÜBİTAK'ın ne ölçüde araşarma hedefleri ve ağırtık merkezleri belirieyip, ülke biliminde yönlendirici olabildigi, Bilim Kurulu'nun oluştunüma ve yenilenme biçimi, personel harcamalannın nispi yükseküği, tarüşdmay^ ve düzeltilmeye muhtaç hususlar olabilir" dedi. Prof. Ataç, hükümetin TÜBlTAK'a yönelik tutumunu şu sözlerle eleştirdi: "TÜBİTAK'ta bir yenilenme veya reformun, bu tür önemli sonınlann taruşmaya açılarak > apılması lazun getirken, hükümetin hiçbir surette böyle bir duyarülık göstermeden, kurumu sadece kendi istediği kişüerce ve doğal olarak kendisinin çok açık obna>'an hedef tercihleriyle yönetmek istemesi, hiçbir denıokratik ya da bürokratik gelenekle bağdaşmadığı gibi, hukuki ve \icdani de değildir. Başbakan, kendisine önerilen seçihniş başkan ve Bilim Kurulu üyesi adaylannın öngörülen prosedür içinde atanmasını engelleyerek bir sorun çıkarnuş, sonra da böyle bir sorunun varlığuu, bir tek defahk uygulaması olacak bir kanuna gerekçe olarak göstermiştir. Bu tavır ne y^zık ki siyasi iradenin amacuun, kurumda bir reform yapmak değU, kurumu ele geçirmek ve siyasallaşurmak olduğunu apaçık göstermektedir." Bir Medrese Oyküsii... Uğur Mumcu'nun, üstünde en çok durduğu konulardan biri, eğitim sorunumuz idi: Devrimin mirasını hatıriatır ve uğradığı ihanetleri sergileyip mücadele yollarını önerirdi. Yeni medreselerimi- zin ortaöğretimde ayakları olan Imam Hatip Okul- ları da konularından biriydi. Katledilişinin 11. yılında, onu, bir medrese öy- küsü ile anmak yerinde olmaz mı? Bir rastlantı da araya girdi: Hikmet Çetinka- ya dostumuz, birkaç gün önce gazetemizde, ABD'de Nakşi Rüzgârı adlı -güzelim- yazısında, ünlü Nakşibendi tarikat lideri Nâzım Kıbrısî'nin bir sözünü naklediyordu. Özal Ailesi'nin bir ışık kaynağı dermiş ki: "Mektep niye okul oldu, mek- tebin suyu mu çıktı... Mektep medrese demek- tir. Dindarlann üzerinde büyük baskı var." Şim- di Başbakanımızın son gezisinde, ABD'de görüş- tüğü Şeyh Kabbani de Nâzım Kıbrısrnin dama- dıymış. Onun, "Nakşibendi kumaşı"n\ da hatır- layarak, kayınpederinden farklı bir kafada olma- sını düşünebilir misiniz? • Osmanlı Imparatoriuğu'nda, en yüksek düzey- de öğretim yapanlar, 18. yüzyılın sonlarına kadar -tek başına- medreseler olmuştur. Bu bahsin Osmanlı tarihinde gelişimi pek bili- nir ve özetle şöyledir: Osmanlılar, Selçuklular'ın mirasına konup onları örnek alarak, en gelişmiş medreseleri kurar ve yetkinleştirirler. Osmanlı Beyliği'nde ve sonraki Osmanlı fethi boyunca sürdürülen medreseleşme hareketi, gerçekten üstün düzeyde idiler. Fatih ve Kanunî ile de medreseler, doruğuna çıkarlar. Ne var ki. 16. yüzyılla, "ılmıye sınıfı"nüa sap- maların yanı sıra; ders dıli Arapça da olduğun- dan, öğrenimde yöntem "ezber"e soysuzlaşın- ca başa bela olur: Aklî tavır ve tartışma son bu- lur ve dogmatik usul öne çıkar. Yıne 16. yüzyılda, medreselerin her türlü yeni- liklere kapanması ile, bir yandan gözlemler, dü- şünceler, incelemeler, dine aykırı görülür: 1580'li yıllarda, Tophane sırtlarında basit bir rasathane kurarak evreni izlemeye koyulan Takiyüddin Mıs- rî'ye, "garip ve meçhulât âlemınin ahvaline ke- şif ve vukuf hâsıl ediyor" suçlaması ile rasatha- nesinin yıkılması buna bir örnektir. Ama aynı sı- ralarda, "düşünme özgüriüğü" de şiddetle ce- zalandırılır: Ulemadan Kabız-ı Acemi, müderris Nadajlı Sarı Abdurrahman ve bır de Hamza, "zıhdıklıkla", yani Allah'a ve ahirete inanmamak- lasuçlanarak idam edilirler. Giderek, toplum ya- şamı baskı altına alınmaya çalışılır. Bunlara, 17. yüzyılda medreselerin, yeniliklere sırt çevirmelerini eklemeli! Bütün bunlar için, geçenlerde bir yazımda okur- lanma haber verdiğim, Necdet Sakaoğlu'nun, Osmanlı'dan Günümüze Eğitim Tarihi adlı eseri mutlaka okunmah! 18. yüzyılda, Osmanlılar, eğrtimde reforma baş- larlar; bütün bir 19. yüzyılda ve 20. yüzyıl başla- nnda bu yenileşmeyi sürdürürler. Gözlere çarpan nedir ilk bakışta? Şu: Yüksekokullardan aşağıya doğru bir eği- tim reformu! Ne var ki medreselere dokunulmaz. Pek geci- kerek "Darülfünun", yani üniversite kurulduğun- da, medreseler yine sürdürülür. Bu "ikilik"e son veren 1923 Devrimi'dir: "Laik Cumhuriyet" eğitıme yansıdığında, laik "tek okul", onları tamamlayan laik yüksekokul ve üni- versitedir. Bu, çağdaşlığın da bir gereğidir. O "tek okul", 1950'lerde ihanete uğramaya başlar: Laik liselerin yanı sıra, dine ve dogmaya dayanan Imam ve Hatip Okulları kurulur; sayısı da yüzlerle hesaplanır ve üniversitelerin kapılan açılır önlerinde. llahiyatçı fakültelerin sayısı da otuza varmış ve belki aşmıştır da. Din öğretimi, liselere değin zorunludur. Ortaöğretimde öyle bir düzen kurulmuştur ki, bir "ezber"e dayanmaktadır; soysuzlaşmıştır. Eğitim düzenimizde, akıl ve tartışma kapı dışı- na atılmış, dogmaya ve dogmatike buyur edilmiş- tir. Var olan, fiilen olan, bütün eğitimi tavanının al- tına almış tek bir medrese değil mi karşımızda gör- düğümüz? Genç yetenekler orada söndürülüyor. Çare mi? Bu medreseyi mutlaka yıkmalıyız! Okulu ve üniversitemizi, aklın ve bilimin aydın- lığına yeniden ve gecikmeden açmahyız!.. Ocak - Şubat Seçkisi KITAPÇILARDA! Türkiye Yazarlar Sendikası • Tel/Faks: (0212) 259 7474 Dağıtım: SAY- (02I2) 52817 54 ALFA- (02I2) 5II53 03 Ankara: DOST- (03I2) 430 48 95 Izmır: KABİLE- (0232) 425 37 58 Suriicu Ehliyetimi. Avukatlık Kimliğimi ve Silah Taşıma Kimliğimi kaybettım Hükümsuzdür. Av. Abdullah KİRAZ
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle