Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
3 ŞUBAT 2004 SAU CUMHURİYET SAYFA
DİZt
Ekosistem öyle bir hale geldi ki, önlem alınmazsa, yeni yüzyıl insanlığın da sonu olacak
1 milyon canlınınjtnsaıüıgın
nesli tükenecek
/fe
son viizvılı
Ergin Yıldızoğlu 1
Soğuk Savaş bittikten sonra, bir ter-
mo-nükleer savaş-soykınm tehlikesi
gündemden çıktı, piyasa ekonomisi,
küreselleşme, "teknolojik devrim",
"tarihin sonu" diyerek tam rahatla-
maya hazırlanırken, 1 Oyıl içinde ken-
dimizi, ekonomik, siyasi ve hatta ik-
lim değişiklikJeri açısından son dere-
cede istikrarsız, güvenliksiz ve gele-
ceği karanlık bir dünyada bulduk.
Borsalar yükseldi çöktü, tarihte gö-
rülmedik çapta terörist eylemler yaşan-
dı, dünya ekonomisi adeta bir çıkmaz
sokakta tıkandı kaldı. Artık imparator-
luklardan, yükselen güçlerden,jeopo-
litikten, "sürektisavaş" sendromundan
konuşulmaya başlandı. Tüm bu top-
lumsal istikrarsızhklar ve belirsizlik-
ler yetmezmiş gibi, doğal çevreden
gelen tehlike işaretleri güçlenmeye
başladı. 1990'lann sonuna doğru ha-
valar daha çok ısınmaya.firtmalarsık-
laşmaya, yağmurlar, sel felaketleri art-
maya, buzullar erimeye, deniz seviye-
si yükselmeye başladı.
N
ature (doğa)
dergisinin aktardığına
göre Avrupa, Güney
Afrika, Avustralya, Brezilya,
Meksika ve Kosta Rika'yı
kapsayan altı bölgede
1103 bitki ve hayvan canlı
türünü inceleyen, çevre
koruma alanında uzman
sekiz bilim adamı
tarafından yapılan bir
araştırmanın bulguları,
küresel ısınmanın etkisiyle
2050 yılına kadar 1 milyon
canlı türünün neslinin
tükenecegini ortaya koydu,
eğer bugün ciddi tedbirler
alınmaya başlanmazsa.
Dünyanın en büyük buzdağı geçen
sene çatladı. Geçen yaz, dünyanın en
zengin, refah düzeyinin en yüksek böl-
gelerinden birinde, Avrupa'da aşın sı-
caklardan binlerce insan öldü.
Dünyanın en büyük reasürans şirke-
ti Munich-Re'nin hesaplamalanna gö-
re küresel iklimdeki bu istikrarsız ha-
reketlenn maliyeti, 2050'ye kadar yıl-
da 300 milyar dolara, yaklaşık olarak
küresel Gayri Safı Hasıla"nın yüzde
l'ine ulaşacak. Birleşmiş Milleder'in
Hükünıetierarası İklim Değişikiiği Pa-
neü'nin hesaplamalanna göre halen
yıllık 280 milyar dolara ulaştı bile.
Ekonomik krizin pençesinde kıvra-
nan günümüzün dünyası açısından hiç
de iyi bir haber değil bu.
1997 Asya krizi küreselleşme süre-
cinin geleceğine ilişkin kocaman bir
soru işaretini gündeme getirmişti. O
günden bu yana ekonomik ve siyasi ge-
lişmeler hep olumsuz yönde gerçek-
leşti. 1997 Asya knzi ekonomik alan-
da olumsuz gelişmelerin ilk işaretiy-
di ama aynı yıl imzalanan iklim deği-
şıklıklenyle ılgih Kyoto Protokolü. en
azından gezegenin geleceğini tehdit
eden, küresel ısınma ve iklim deği-
şiklikleri alanında bir uluslararası kon-
sensusun nihayet oluştuğunu, en azın-
dan, insanlığın geleceğine ilişkin tü-
müyle de umutsuz olunmaması ge-
rektiğini söylüyordu. Ne yazık ki
ABD'de yönetime gelen Bush hükü-
Evrimin Aşiltopuğu2000 yıldır kapitalist üretim
tarzının öncelikleri, piyasa
ekonomisinin dinamikleri altında
gerçekleşen kimi insan üriinü
değişiklikler, bugün aruk
gezegenin ekosistemini, öyle bir
noktaya getirdi ki eğer bugünkü
trendler önümüzdeki 10 yıl içinde
geri çevrilmezse yeni girdiğimiz
yüzyılın insanlığın son yüzyıh
olması çok büyük bir olasılık.
Bu söz konusu trendlerin geri
çevrilebilmesi için ise ekonomik,
toplumsal ve bireysel
yaşamlanmızda, büyük
değişikliklerin gerçekleşmesi
gerekiyor. Bu değişikliklerin
gerçekleşebilmesinin yolu, bugün
egemen olan bireyciliİcten,
meti, 2001 yıhnda Kyoto Protoko-
lü'nden çekildiğini açıkladı. 2002 yı-
lında Yeni Delhi konferansında, AB ül-
keleri Kyoto Protokolü'ne sahip çık-
tılar ama yoksul ülkeleri, gereken "fe-
dakâruklan" yapmalan konusunda
ikna edemediler.
Bu yıl aralık ayında Milano toplan-
tısınm başansızlıkla sonuçlanması,
Kyoto Protokolü'nün pratik olarak an-
lamım yıtırdiğiru, buna bağlı olarak da
dünyanın geleceğine ilişkin en önem-
li umut ışıklanndan birinin daha sön-
mekte olduğunu gösterdi.
Paradigma değişikliği
Yoksul ülkelenn, zengm ülkelenn
baskılan karşısında "hakh" olarak ile-
ri sürdükleri tez şöyle özetlenebilir Siz
sanayileşme süreciniz sırasında doğal
kaynaklan, özellikle de bizlerin top-
raklanndaki doğal kaynaklan tüketti-
niz, çevreyi kirlettiniz, şimdi geri dö-
siyasetin ekonomiden çekilmesi
düşüncesinden, toplumsal
sonınlann çözümünü, salt kâr
maksünizasyonu üzerinden,
bireyin yaşamını, buna öncelik
veren piyasa mekanizmasına
teslim etme anlayışından
vazgeçmeyi, ortak toplumsal çıkan
gözeten, kolektif bir davranış
biçimi geliştirmeyi gerektiriyor.
Ne yazık ki tam bu noktada,
insanlık evrim sürecüıin en büyük
zaafiyla, diğer bir deyişle aşil
topuğuyla karşı karşıya: Birçok
bilım adamına göre insanlığm bu
aşil topuğunu, İasa dönemli
hedeflerin ötesinde henüz gözle
görülemeyen, geçmişte de hiçbir
örneği yaşanmamış ve özellikle de
nülemez bir noktaya gelmeye başlayın-
ca dönüp bize "Siz aynı şeyi yapma-
yın" diyorsunuz. Öyleyse bızim bu
fedakârlığı yapmamıza karşılık kaybe-
deceğimiz geliri siz karşılayın. diyor-
lar. Ya da "Gefişmiş ülkelere, önce siz
tedbir almaya başlayın, biz de uyahnT.
Öyle ya bugün dünya toplam tüketi-
minin yüzde 59'unu dünya nüfusu-
nun yüzde 11.6 (ABD, Kanada ve Av-
rupa) gerçekleştirirken, dünya nüfusu-
nun Orta ve Kuzey Afrika, Ortadoğu
ve Güney Asya gibi en yoksul bölge-
lerde yaşayan yüzde 45'i toplam rü-
ketimin yalnızca yüzde 7.9'unu ger-
çekleştirmiyor mu? (World Watch Ins-
ritute. State of the World Report, 2004)
Tabii ki ilk bakışta onlar da haklı.
Ama bugünkü ekonomik sistem kal-
dığını varsayarak, Hindistan halkının
tüketim düzeyinin, Avrupa"nınkine
ulaşması halinde küresel kaynaklar
üzerine getireceği baskıyı düşünür-
bizzat insanlık tarafindan
yaratılmış bir tehlikeye karşı ortak
bir davranış göstermekteki zorluk
olarak tanımlanabilir.
Bu zaafı aşmak. aşil topuğundan
vurulmamak ıçin, bilüıçli bir çaba
gerekiyor. Halbuki bugün içinde
yaşadığımız "tüketid toplumu",
"gösteri toplumu" ve bunların
hizmetındekı dev medya tekelleri
insanlan sürekli atomıze eden,
dikkatlerini kendi bireysel
hazlanna yoğunlaştırmaya teşvik
eden. bireyci yanlannı güçlendirip
ortak davranma dayanışma
refleksiru körelten bır etki yapıyor.
Bu fasitdaire kınlarak insanlığın
önü açılmazsa, bu belki de son
yüzyıluruz olacak...
sek, aslında sorunun sistemin bizzat
kendısınden, bir tür büyüme ve tüke-
tıme öncelik vermekten kaynaklandı-
ğını da söyleyemez miyız?
Gerçekten de belki farkında değilız
ama, bizzat "Acaba uygarhğımızın so-
nuna mı getiyoruz?" gıbısınden bır so-
ruyu gittikçe daha çok sormaya baş-
lamış olmamız bile, bıze önemli bir pa-
radigma değişikliği ile karşı karşıya
olduğumuzugöstermiyormu? tnsan-
hk, aydınlanma süreciyle birlikte *ge-
lecek" ve "ilerleme" kavramlannı, öz-
gürlük, eşitlik, banş, sömürüsüz bir
dünya arzusunu ve bunun için müca-
deleyi gündeme getirirken, tüm uzun
ve orta dönemli toplumsal planlannı,
küresel yaşam koşullarında insan tü-
rünün varlığını tehdit edecek bir ge-
lişmenin olmayacağım varsayarak ya-
pıyordu.
Özgürlük, eşitlik, kardeşlik, baskı-
sız, sömürüsüz bir dünya için müca-
dele edenler, bu dünyanın, tüm bu mü-
cadalelen anlamsız kılacakbirbiçim-
de. fıilen yaşanmaz hale gelebıleceği-
ni düşünmediler bile.
Dünyanın üzerındeki yaşam koşul-
lannın sürdürülebilirliği konusu,
1960'lara kadar hep bu tarhşmalann
dışında kaldı. 1970'lerde küresel eko-
nomik kriz başlarken, ekonomik bü-
yümenin, kapitalizmin, gezegenin ge-
leceğini tehlikeye atmaya başladığını
ileri sürenlerin sayısı giderek artma-
ya, "çevreri hareketier" doğmaya baş-
ladı ama gelişmeler henüz bu alanda
bir kriz noktasına ulaşmadığından,
"çevre", doğal yaşamın sürdürülebi-
lirliğiyle vb. ilgili tartışmalar, siyase-
tin marjinal alanlannda kaldılar.
Ancak bugün, 20 yıllık bir küresel-
leşme deneyinin de ardından gelinen
noktada, eğer çeşitli bilimsel kuruluş-
lann örtüşen venleri, çok büyük ölçü-
de yanlış değılse, çok kritik bır kon-
jonktüre ulaşmış bulunuyoruz.
Eğer gezegenin, doğal koşullannı
A
raştırmanın sonuçları
şok etkisi yarattı.
Ama küresel
ısınmanın etkileri bu
kadarla sınırlı değil.
Bugünkü trendler devam
ettiği takdirde, ilk 50 yılda 1
milyon canlının yok
olmasına ek olarak ikinci 50
yılda dünyanın insan türü
için de yaşanamaz hale
gelmesinin olasılığı çok
yüksek. Bu olasılık, Milano
Küresel Isınma
Konferansı'nın aralık ayında
başansızlıkla
sonuçlanmasından sonra
yükselmeye devam ediyor.
olumsuz etkileyen kimı trendler bir
an evvel tersıne çevnlmezse, bu yüz-
yıl uygarlığımızın son yüzyıh olabi-
lir.
Bu yüzden, özgürlük, eşitlik, banş
ve sömürüsüz bir dünya, ulusal ba-
ğımsızlık için mücadele edegelenlenn
artık bir şeyin fena halde ayırdına var-
malan ve bunu topluma anlatmalan ge-
rekiyor: Küresel yaşam koşullannın
varlıklannı, andakı gibi korumaya de-
vam edeceğını varsayarak ilerlemek
olanaklı değil.
Bugün karşı karşıya kalınan sorun
özgür, bağımsız olup olmamanın öte-
sinde, bu özgürlüklerden faydalanabil-
mek ıçin var olmaya devam edip et-
memekle ilgili. Bu yüzden eşitlik öz-
gürlük, sosyalizm ya da ulusal bağım-
sızlıkgibı siyasi hedefleri bemmseyen
hareketlenn ve akımlann, acılen kü-
resel çevre sorunlannı gündemlerine
almalan ve bu iki siyasi ve ekolojik mü-
cadelenin aslında. ortak bir noktada,
içinde yaşadığımız toplumun ekono-
mik ve siyasi ilişkilerinin köklü bir
eleştirisi noktasında birleştiğini gör-
meleri ve toplumun geri kalamna da
göstermeleri gerekiyor.
Buna karşılık, çevreci hareketlerin
de artık, sistemin kendisini sorgulama-
dan, kalıcı bir zafer elde etmelerinin
ve insanlığın geleceğini güven altına
almalanrun olanaksız hale geldiğini ka-
bul etmeleri gerektiği gibi...
Önceden görünmeyen tehlikelerOxford Üniversitesi'n-
den kozmolog Prof.
Martin Rees "Son Yüz
Yıhmız" başlıklı çalış-
masmda, özellikle tek-
nolojik gelişmeler üze-
rinde yoğunlaşırken, git-
tikçe birbirine entegre olan
bir dünyada, bilimin baş-
döndürücü bir hızla ilerler-
ken gündeme getirdiği önce-
den görülemeyen tehlikelere
dikkat çekiyor.
Kimyasal ve biyoloijik si-
lahlarla donanmış bireylerin
"teröristfcrin" sistem üzerin-
de yaratacağı tahribahn yanı sı-
ra, biyolojik, genetık, sibernetik
alanlardaki gelişmelerin tehditle-
nnin oluşmaya başladığını,
bilimsel uygulamalarda bü-
yük felaketlere yol açabıle-
cek hata payınm giderek arttığını vurgulu-
yor.
Kozmolog Prof. Rees, çalışmasında in-
sanlığın gelecek yüzyıh tamamlayıp ta-
mamlayamayacağınm henüz belli olmadı-
ğı soncuna ulaşıyor.
Bugün insanhğ^n karşı karşıya olduğu teh-
likeleri şöyle bir sıralarsak, bir gün dünya-
ya çarpacak bir göktaşından, nükleer, bi-
yolojik, terörist eylemlerden, hükümetle-
rin biyolojik silah geliştinneye çalışırken
yaptıklan deneyler sırasmda başı boş ka-
lacak ölümcül bir virüsün, uzun dönemli
sonuçlan yanlış hesaplanmış genetik bir
müdahalenin, hatta henüz başlangıç aşama-
sında olsa bile, nano-teknolojinin, diğer
bır değişle, moleküler düzeyde yapısal de-
ğişiklik yaratmak üzere programlanan, ken-
di kendini çoğaltma kapasıtesine sahip bir
nano-makinenin aniden denetimden çıka-
rak bir virüse dönüşmesı gibi olasıhklar-
dan önce, listenin başma "küresel ısınma,
bunlara bağh olarak gıda ve enerji krizle-
rini koymak gerekir" diye düşünüyorum.
Ne de olsa ilk sırada saydığım tehlikele-
rin büyük bir kısmı henüz teknolojik ola-
rakbirer olasılık, diğer bir deyişle yann ya-
pacağımız tercihlerle ilgili.
Dünyaya bir gün bir meteonın çarparak
yaşamı yok etmesi olasılığı karşısında ya-
pabileceğimiz pek bir şey yok, en azından
şimdilik ve bu tehdit uygarlığımızın etki-
lerinden kaynaklanan bir etken değil; de-
netimden çıkma olasılığı olan virüsler ise
büyük bir tehlike oluştumnakla birlikte ge-
nelde komplo teonlen alanına ginyor.
Halbuki küresel ısınma, gıda krizi, hat-
ta enerji krizi çoktan çeşitli bıçimlerde ya-
şamaya başladığımız ve hızla gen döndü-
rülemez bir noktaya gelerek, insanlığm ge-
leceğini iptal etme kapasitesı olan tehdıt-
ler.
Üstelik daha sonra değınecegim gibi bun-
lar, bugün bize olağan ve alternetifi yok-
muş gibi gelen bir yaşam tarzının, toplum-
sal üretim biçimi, siyasi sistem ve bunla-
nn üzerinde yükselen öznelliklerin ürünü.
Diğer bir deyişle, gizlı laboratuvarlarda
üretilen virüsler tek tek her birimizin so-
rumluluğunun dışmda kalıyor ama, kul-
landığımız deodorantlardan otomobilleri-
mize kadar, her gün elektriğı çevirip ışık-
lan yaktığımız zaman bizzat teker teker
ama hep birlikte gerçekleştirdiğimiz ey-
lemlerin sonuçlannın sorumluluğu hem
tek tek hem de kolektif olarak hepimizin
üstünde: Dünyanın bundan yüz yıl sonra hâ-
lâ yaşanabilir bir gezegen olarak var olma-
ya devam edip etmeyeceği konusunda ka-
rar vermeye gelince. toplumsal olduğu ka-
dar bireysel düzeyde de büyük bir sorumu-
luk altındayız
Bu anlamda kaygısız kalmak ıntıhar et-
mekle eşanlamlı.
SÜRECEK
KONUK YAZAR
DR.ŞÜKRÜ GÜNER
İlaçta KDV
Bugün ülkemizde ilaç sanayii 2 milyar dolarlık
üretim yapmakta, 1.5 milyar dolarlık ithalat, 150
milyon dolarlık ihracat gerçekleştirmektedir. Bu
alanda 18.bin kişi çalışmaktadır.
Ülkemiz, uluslararası standartlarda ilaç üretimi
yapan 35 ülke arasında yer almaktadır.
Bu konumumuz olumludur. Bundan sonra ya-
pılacak, burada durmamak, üretimde denetim ve
Ar-Ge çalışmalanna önem ve öncelik vermektir.
Ülkemizde ilaç pahalıdır
Bugün ülkemizde ilaç halkın satın alma gücü-
nü aşmıştır. Sosyal güvencesi olmayan ilaçlarını
alamıyor, güvencesi olan ise yüzde 10-20 katılım
paylannı ödeyemiyor.
Kişi başına sağlık harcamamızın yarısı ilaca
ödeniyor.
İlaçta KDV uygulaması
KDV uygulamasına geçilmesinden bu yana
ilaç KDV'lendirilmiştir. Uygulanan KDV standart
KDV oranları ile eşit tutulmuştur. Temel gıda
maddelerine uygulanan oranlar bile uygulanma-
mıştır.
İlaçta KDV uygulamasında sadece 1 Şubat
1986 tarihinde, 13 aylık bir süre için standart KDV
oranı yüzde 12 iken, ilaca yüzde 5 uygulanmıştır.
Tablo 1: Ülkemizde Uygulanan KDV Oranlan
Tarih
01.01.1985
01.02.1986
01.01.1988
01.11.1988
15.10.1990
01.12.1990
01.11.1993
13.12.1999
01.08.2002
Standart
KDV Oranı
10
12
8
10
11
12
15
17
18
İlaca Uygulanan
KDV Oranı
10
5
8
10
11
12
15
17
18
AB ülkelerinde ilaçta KDV uygulaması
Avrupa Birliği ülkeleriyle karşılaştırıldığında
Türkiye, ilaçta KDV oranı en yüksek ülkedir. Av-
rupa ülkelerinde genelde ilaçta KDV oranı, stan-
dart KDV oranından düşüktür. İlaç zorunlu ve
vazgeçilemez bir tüketim maddesi olduğu için
temel gıda maddelerine uygulandığı gibi genel
KDV oranından daha düşük oranlann uygulan-
ması sosyal açıdan bir gerekliliktir.
Bugün ülkemizde sarf edilen ilacın yaklaşık
yüzde 70'i devlet kuruluşları tarafından satın alın-
maktadır. Sağlık Bakanlığı, SSK, Emekli Sandığı,
Bağ-Kur, Milli Savunma Bakanlığı gibi kamu ku-
ruluşları, kullanılan ilaçlann üçte ikisine yakınını,
bakmakla yükümlü olduğu hastalara vermekte-
dir. Her ne kadar yüzde 10-20 ilaca katkı payı alı-
yor veya maaşından kesiyorsa da kamu kuruluş-
lan KDV uygulamasından zararlı çıkmaktadır.
İlacın en büyük alıcısı devlet olduğundan,
ilaçta KDV oranının düşürülmesi ile devlet
tasarruf edecektir.
Ülke
Adı
Ingiltere
Isveç
Avusturya(1)
Irlanda (3)
Fransa (2)
Isviçre
Ispanya
Portekiz
Hollanda
Belçika
Yunanistan
Finlandiya
Italya
TÜRKİYE
Sonuç
Standart
KDV Oranı
17.5
25
20
21
20.6
7.5
16 •
17
17.5
21
18
22
20
18
İlaçta KDV
0
0
0-20
0-21
2.1-5.5
2.3
4
5
6
6
8
8
10
18
Sonuç
Bu nedenle, ilaçlarda KDV oranının, öncelikle
temel gereksinim maddelerinde olduğu gibi,
yüzde 8'e indirilmesi ve giderek uygulanan en
düşük KDV olan yüzde 1 'e çekilmesi uygun ola-
caktır.
(1) Sağlık sigortalannca ödenen ilaçlarda KDV ora-
nı yüzde O'dır.
(2) Gen ödemesı yapılan ilaçlarda KDV oranı yüzde
2.1, geri ödemesi yapılmayan ilaçlarda yüzde 5.5'tir.
(3) Oral yolla kullanılan ilaçlarda KDV oranı yüzde
0, diğer ilaçlarda yüzde 21 'dir.
(4) 13.12.1999 ıtibanyla.
Not: Türi<iye tarafımızdan eklenmiştir.
Kaynak: The European Federation of Pharmace-
utical Industhes Association, www.ieis.org.tr
CUMHURİYET KİTAP KULÜBÜ
ŞUBAT AYIETKhÜKLERİ(i)
Cumartesi Söyleşileri
"Terör ve Ruhbilimsel
Çözümlemesi"
PiHlf.DP. EMRE KOIMGAR
(7 Şubat 2004 Cumartesi Saat: 15.00)
Kitap İmzası: Prof. Dr. Emre KONGAR
Yer : Cumhuriyet Kitap Kulübü
(Fransız Konsolosluğu'nun Yanı)
İstiklal Cad. Zambak Sok. No: 4 D: 1-2
Beyoğlu/İstanbul
EtkintiUer Koop-C tarafından düzenlenmektedir.
Ccretsiz ve herkese açıktır.
Kafeteryamız Pazar dahıl ber gûn saat: 10.00 - 21.00 arası açıktır.
Memleket meseleleri ile ilgilenenlerin
yeni internet adresi
inadina.com