25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12ŞUBAT 2004 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA GENÇ SES Anadolu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Engin Ataç mali özerklik ve ticarileşme tartışmalarına açıklık getirdi 'Kaynaklar özgürce kullanılmalı' A nadolu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Engin Ataç: Siyasi iktidar kaynakta kısıtlamaya giderse, üniversiteler çalışamaz hale gelir. B rof. Dr. Engin Ataç: Üniversiteler için hangi finansman modelini benimserseniz benimseyin, verilen kaynakla- rın özgürce kullanılması gerekir. NESLİHAN ONAT Rektör Prof. Dr. Engin Ataç, bilimsel özgürtük içis mali özerkliğe ihtiyaç duyulduğunu söyledi. YÖK Yasa Taslağı'na ilişkin belirsizlikler sürerken, Anadolu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Engin Ataç, üniversitelerin mali özerkliğe ihtiyacı olduğunu savunarak " Siyasi iktidar, genelgelerle, yasalarla üniversitelere verilen kaynağın kullaıumını sınırlandınyorsa veya zoriaştınyorsa o zaman mali özerkükten söz etmek mümkün değüdir" dedi. Ataç, üniversitelerde bılımsel özgürlük ve akademik özerklikten söz edebılmek ıçın mali özerkliğin olması gerektiğini belirterek, mali özerklikle ticarileşmenin birbirine kanştınlmasmın yanhş olduğunu söyledi. Üniversitelerin paralı veya parasız olmasının mali özerklikle ilgisi olmadığını ifade eden Ataç, bu karann siyasi iktidar tarafuıdan verileceğini kaydetti. Ataç, yükseköğretim kurumunun iki türlü finansman modeli olduğunu anlatarak şöyle konuştu: "Yürütme organı, yükseköğretim öğrencisinin devlete olan mafiyetinin belH bir miktannı ben öğrenciden alacağım der ya da öğrenciden hiç para almayacağım ama bu parayı üniversitelere kamu kaynaklanndan tahsis edeceğinı der. Tahsis edilen para>ı üniversitelerin özgürce kullanabilme yetkisidir mali özerklik Ancak hangi finansman modelini benimserseniz benimseyin ünh ersitelerin verilen kaynaklan özgürce kullanabilmeleri gerekir. Eğer siyasi iktidar hem öğrencüerden harç almazsa hem de üniversiteler için gerekH olan kaynağı tahsis etmezse ya da tahsis etmiş olduğu kaynakta belli kısıtlamalara giderse işte o zaman üniversitelerin eli kolu bağlanmış olur ve çalışamaz hale gelir." Ünıversıtelere verilen kamu kaynağının çok ciddı bir şekilde denetlenmesi gerektiğini de vurgulayan Ataç, "MaH özerklik parayı özgürce ama yasalara uygun olarak, kamu kaynaklannın verimüligine dikkat ederek harcamayı gerektirir" dedi. Cam ustaları Anadohrcla yetişecek • Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Cam Bölümü, beş öğrenci ile eğitimine başlayacak. EMEL ASLANTAŞ Ülkemizde, güzel sanatlar Fakültelerinin 'seramik- cam bölümlenndeki cam öğretisinin yeterli olmayışını ve eksikliği güzel sanatlar fakültesinde kurulan Cam Bölümü ile gideriliyor. Bu şekilde cam sanatının tüm tekniklennin, ülkemizde bilimsel olarak öğretilmesi için de bir yapılanmaya gidiliyor. Cam Bölümü'nün kurulma amacmın, cam tasanmcısı yetiştirerek öğrencilerin ileride cam endüstrisindeki işletmelerde, tasarımcı olarak çalışmalannı sağlayabilmek olduğunu açıklayan Cam Bölüm Başkanı Yard. Doç. Ekrem Kula."Hedefimiz; öğrencilerin kendi tasarun ve sanatsal birikimleriyle kflçük cam atöryeleri oluşrurabilmeleri, estetik ve sanatsal değer taşıyan tasanmlar hazırlayarak işletmelerde hedef Idtleye yöneük işler yapabUmeteridir" dedi. Atölyenın çok iyi bir teknik donanımla kurulduğunun altını çizen Kula, "Atölyemiz; 100 kg. kapasiteli günlük ergitme tanlo, üd tane trommeL, bir soğutmafirun,bir cam taeykel firuu(Patede Verre), üç tane füzyon finnı, büyük ebath mimari cam nnnı, sulu kesim, cam delme, bant zunpara ve polisaj makinelerinin yam sıra el aletleriyle desteklenmektedir" dedi. Bölüm kapsamındakl dersler Dört yılhk eğıtım programında \enlecek olan; cam temel sanat eğitımi, cam sanat tarihi, cam teknolojisi, geleneksel ve endüstriyel cam dekorlan, cam şekillendirme teknikleri, artistik cam tasanmı, endüstnyel ve mimari cam tasanmı, cam heykel, cam teknik resmı ve cam resım derslerinin yanı sıra sulu kesim, parlatma. polisaj, delme gıbı çalışma alanlannın da bulunduğuna değinen Kula, sözlerine şöyle devam ettı: "Boncuk yapımı, Pate de Verre, füzyon, şaloma soguk cam, endüstriyel cam tasanmlannda Paşabahçe grubundan cam ustası Yusuf Görmüş ve ekibi, cam sanatçısı Nasuf Cömert uygulamalı derslerde öğrencilerie birlikte çahşacaklar. Aynca cam heykel konusunda uluslararası değişim programında eğitim gören kişilerden de yararlanma imkânı olacakür." 1%1 yılında Türkişçi ve mühendislertarafuıdan üretilen ilkotomobil 'Devrüıı . rCDD Müzesi'ndesergileniyor. Bir 'Devrim y hikâyesi ALAADDIN PAKSOY H azıran 1961de. Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, tamamen yerli üretim olan bir otomobil yapılmasını ister ve bu görev De\ let Demir Yollan'nın Eskişehir'deki fabrikasına verilir. Yüksek Mühendis Emin Bozoğlu yönetimindeki ekip, otomobıli 29 Ekim törenlerine yetiştirmek zorundadır... Nihayet ekim ayı ortalannda bej renkli ilk otomobil teste hazırdır. 2 numaralı siyah Devrim'e son kat boyası 28 Ekim gecesi trende, Ankara'ya giderken vurulur. Buharlı lokomotiflerden kıvılcım sıçrayabileceğinden otomobillerin depolan boşalhlmış, manevra yapabilmeleri için birkaç litre benzin koyulmuştur. Meclis'in önüne gelındiğinde hemen 1. otomobile benzin konulur, bu sırada Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel Meclis'in önüne gelir. Şans bu ya, Cemal Paşa, Anıtkabir'e gitmek için 2. otomobile binmiştir. 100 metre gittikten sonra De\rim durur. Cemal Paşa direksiyondaki Yüksek Mühendis Rıfat Serdaroğlu'na "Ne oluyor?" diye sorar. Serdaroğlu "Paşam, benzin bitti" der. Ve Paşa, bunu duyunca o ünlü sözünü söyler: "Garp kafasi>la otomobil yapoıuz, ama Şark kafasıy la benzin koymayı unuttunuz." Dört De\Tİm otomobilinden bugün sadece biri hayatta ve Eskişehir TÜLOMSAŞ Fabrikası'nda ziyaretçüerini bekliyor. Eskîşehir'de 67 yıllık bîr başmakiııist Canlı sinema tarihi Ilyas Cankılıç: Yağmurlu havada ayakkabıları kirlenen bir seyirci sinemaya çoraplarıyla girdi, pınlpınl halıların bulunduğufuayenin kirlenmesine gönlü el vermemişti. G.BAHARÜNAL E skişehir her dönemde sinema salonlan açı- suıdan çok zengin bir kent tarihine sahip. Ne var kı 1970'li yıllarm ortalann- dan itibaren, televizyon ya- yınlannın ülke bütününe ya- yılması ile birlikte sinema salonlarının azaldığı gö- rdlmekte. Ancak salonlann en az olduğu dönemde bile en az 6-7 salona sahip bir kent olma özelliğini de sür- dürmüş Eskişehir. Sinema ve sinema izleme kültürü yoğun olan kentte bir de 60 yılı aşkın canlı si- nema tarihi diyebileceğimiz başmakinist yaşıyor. 1936 yılında film makinistliğine başlayan llyas Cankılıç, 1950 yılında başmakinistlik ehliyeti almış. Cankılıç 1940 yılında bu işe başlar- ken yaşadığı o dönemi şöyle anlatıyor: "O zamanlar sine- ma sessizdi. Kullandığımız aletler çok ilkeldi Filmlerde ses sorunu yaşıyorduk daha sonra plakla ses verildi ama o da ohnadı çünkü senkron tutmuyordu. 1940 yılından sonra filmler orijinal geldi ve Türkçe dublaj yapılmaya başlandı. 1952 gibi normal sesli fîlmler gelmeye başla- dı." îlyas Cankılıç "ın makinist- liğe başlaması da oldukça il- ginç. Ağabeyinin Yeni Sine- ma'da büfe çalıştırdığı sıra- larda sinemaya gidip gelir- ken bu ışe başladığını söyle- yen Cankılıç, o yıllarda bu ışin okulunun, ustasının ol- madığını, kendi kendini ye- tiştirmek zorunda kaldığını belirtiyor ve başmakinist ol- duğu yıllarda bir başka baş- makinist olmaması nedeniyle yeni yetişen makinistlere kendisınin ehliyet verdiğini sözlerine ekliyor. Cankılıç'ın o yıllara ilişkin birçok anısı var. Eskişehir'de 14 yazlık 12 kapalı sinema- mn bulunduğu dönemlerde üç boyutlu fiîmlerin geldiği- ne tanık olmuş. Ankara'da bile gösterime giremeyen bu filmler izleyiciler tarafından polaroid gözlüklerle izlenir- miş. Bu gözlükler ızleyicile- re ücretli olarak verilip sine- ma çıkışında geri alınırmış. Film izleme kültürü hak- kında da söyleyecek çok şey- leri var Cankılıç'ın. 1950'li 6O'lı yıllarda insanlann sine- maya en güzel giysilerıyle gittiklerini, film izlemenın başlı başına bir yaşam kültü- rü olduğunu belirtiyor. Can- kılıç o dönem yaşadığı ilginç bir olayı şöyle aktarıyor: "Yağmurlu havada iyice ısla- nan ve ayakkabdan kirlenen bir sinema seyircisi sinemaya ayakkabılannı çıkanp çorap- lanyla girdi, pınl pınl halıla- nn bulunduğu fuayenin kir- lenmesine gönlü el vermemiş- ti, o sinema salonunu sanki evi gibi temiz tutmaya özen gösteren seyircilerden yalnız- ca biriydi". Cankılıç o yıllarda sinema- ya ilgirün çok yoğun olduğu- 1936 yıhnda film makinist- liğine başlayan İhas Can- kılıç yaklaşik 25 yıldır tele- vizyon tamirciliği yapıyor. nu ve özellikle pazartesi gü- nü olan halk matineleri için bir hafta önceden biletlerin tükendiğini anlatıyor, bilet fiyatlannın halkm satın alma gücü oranında olduğunu ve bugünkü biletlerin çok pahalı olduğunu da belirtiyor 1940'h 50'li yıllarda çeki- len yerli filmlere özlemini dile getiren Cankılıç, Muh- sin Ertuğrul'un yönetip Ca- hide Sonku'nun başrolünde oynadığı "Batakh Damın Kı- zı Aysel" filmini anımsatı- yor. Operetlerin sinemaya uyarlandığı yıllan da hatır- latan Cankılıç, Hazım Kör- mükçü'nün "Karım Beni Aldatırsa" filmini yabancı opera uyarlamalanndan da 'Tosca'yı çok beğendiğini, bu filmlerin seyirci tarafuı- dan büyük ilgiyle izlendiği- ni \oirguluyor. Cankılıç, tek- nik zorluklardan söz açıyor ve bugünkü makinistlerin daha şanslı olduğunu söylü- yor ve ekliyor "Bir film bir- kaç sinemada dolaştıktan sonra bize gelirdi. Geldiğinde de görüntü kalitesi bozubnuş olurdu. Şimdi filmlerin bir- çok kopyası olduğu için böyle sıkınnlan yok". Cankılıç'ın renkli yaşamı bir de belgesele konu olmuş. Anadolu Üniversitesi tleti- şim Bilimleri Fakültesi öğre- tim üyelerinden belgeselci yönetmen Nazmi Ulutak'ın 1992 tarihinde çektigi 'Baş- makinist' adlı belgesel Can- kılıç'ın kişiliğinde sinema ta- rihimizin izlerini yansıtıyor. Ateşoğlu: starlık budur { ^Popstan seçecek ilgi çok, bilgiyok' NESLİHAN ONAT "W" T~ lasik müzik eğitimcileri, Türkiye'nin bir 1 ^ popstara ihtiyacı olmadığını ve popstar A. m^anşmacılannın bazı insanlar tarafından kullanıldığını savundu. Ankara Devlet Opera ve Balesi Genel Müdür Yardımcısı Bülent Ateşoğlu ile Anadolu Üni- versitesi Devlet Konservatuan Müzik Bölümü Müdür Yardımcısı Yard. Doç. Serla Balkarlı Can, müziğin popüler kültür ürünü olarak yeni- den üretimini Popstar yanşması örneğinde de- ğerlendirdi. Ateşoğlu, Türkiye'nin bir numaralı sorunu- nun kültürel eksiklik olduğuna dikkat çe- kerek,"Bu \ansma bi- zim evinıize kadar girdigine göre ldm bi- lir daha nerelere ula- şıyordur? Yaşar Ke- mal'i kaç kişi tanır? Bayhan dedigimiz za- man kaç kişi tanır?" dedi. tsmet Inö- nû'nün "Namussuz- lar kadar namuslula- nn da cesareo olması gerekir" sözüne ahfta bulunan Ateşoğlu, kendi- lenne de düşen görevler bulunduğunu belirte- rek 25 yıldır ulaştığı kişi sayısının, Popstar ya- nşmasının iki ayda ulaştığının ancak yüzde beşi olduğunu söyledi. Ateşoğlu, bu durumun işin ticaret mantığıyla yapılmasından kaynaklandı- ğını ifade etti. Yanşmaya kaulan kişileri suçla- madığını belirten Ateşoğlu, jürinin hiç müzik eğitimi almamış birisini, karşılannda bir sanatçı varmış gibi eleştirmesini komik bulduğunu söyledi. Ateşoğlu, seçilen 12-13 kişinin ticari bir şekilde allanıp pullanıp insanlara elma şeke- ri gibi sunulduğunu ileri sürdü. 'Kutumuza kapanıp çalışmışız. popu onlara bıralanışız' Ateşoğlu, Popstar yanşmasına gösterilen yo- ğun ilginin devletin ve eğitimcilerin pop müziği önemsememesinden kaynaklandığını anlatarak "Pop müzikle mi uğraşacağız dKerek meydanı onlara bıraknuşız, biz kendi kapalı kutunuızda dünya çapında şeyler üretmişiz ama popüler müzikte kendimizi ön plana çıkannayı isteme- mişiz" dedi. Medyanın yarattığı starın gerçek star olmadığını vurgula- yan Ateşoğlu, şunları söyledi: "Leyla Gencer, Yaşar Kemal starsa, on- lan med>'a nu star yapü? Hatta öyie anlar oluyor ki, devlet bile bazı sanat- çüara karş, duruyor, bü- ^ ^ tun dunya karşı duruyor. Ama o adam >ine starhğmı kendi kendine orta- ya çıkarüyor. Starhk budur." Pop müzik akılda kolav kalıyor 1 Yard. Doç. Serla Balkarlı Can da, Türk halkı- nın Popstar yanşmasının birincisini seçecek il- giye sahip olduğunu ancak o bilgiye sahip ol- madığını söyledi. "Beş notalık melodiden oluşan parçalann ses- lendirüdiği popstar yanşmasuıda müzik adına bir yaraüm yok" diyen Can, melodi yapısının az sayıda notadan oluşmasmın zihinde kalıcıhk sağladığını, tekrar edilebilen parçalann da po- püler hale geldiğini anlattı. Ezgilerin nasıl meydana geldiğiyle ve armo- nik yapılanyla ilgilenilmediğine dikkat çeken Can, bir eserin sanatsal değerini altyapısının oluşturduğunu vurgulayarak, "Popüler müziğin melodik yapısı 3-5 notadan fazla değiT dedi. Türkiye'nin yeni bir popstara ihtiyacı olmadığı- na işaret eden Can, şöyle konuştu: "Böyle bir yanşma ounasa da zaten her gün yeni bir şarkıcı ortaya çıkıyor. Bir de bu arka- daşlar kendilerine sanatçı drvorlar. Sanatçı ola- bihnek için üretmek lazım. Ortaya çıkan ürü- nün bazı evrensel değerlere sahip olması lazun. Türk pop müziği dedigimiz zaman benim akb- ma MFÖ, Sezen Aksu geliyor. Özellikle MFÖ'nün belli armonik kahplar içerisinde ya- pümış eserleri vanhr. Popstar >anşmasında ses- İendirilen şarkılann çoğu pop müzik olmanın ötesinde arabesk ve fantezi müzik özelliği taşı- yor." Can, popüler müziğin geçici bir müzik türü olmasından dolayı konservatuarlarda pop mü- zik eğitimi verilmesinin de zaman kaybından başka bir şey olmayacağını sözlerine ekledi. Bu sayfayı Anadolu Üniversitesi tletişim Bilimleri Fakültesi Basın Yayın Bölümü öğrencileri haznianuşar. A. Deniz HAZAR, Murat ATİKEL, Emel ASLANTAŞ, Alaaddin E PAKSOY, G. Bahar ÜNAL, Neslihan ONAT, Kenan ŞENER gençsesTa anadolu.edu.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle