19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12ARALIK2004PAZAR CUMHURİYET SAYFA DİZİ GÖRÜŞ ŞAHNAZ ÇAKIRALP Ne Olacak Bu 'AB' İşi? Türkçe ilk kez bir devletin anadili üzyıllar boyu sünnüş Rönesans ve Aydınlanma dönemi deneyimlerinden çok iyi bilindiği gibi, devrimlerin gereksindiği ideolojilerin ürehlebılmesi öncelikle o halkın dilınin geliştirilmesini zorunlu kılmakta, dillerin geliştirilebilmesi ise, konuşulan dilin aynı zamanda yazı ve eğitim dılı haline de getirilmesıyle mümkün olabılmektedır ancak. Nitekim Fransız De\Tİmı'nın temel ılkelerinden bin de, halkın eğitimi devletin ana görevı yapılırken, halkın anadilinın de ulus devletin anadılı haline getirilmesi olmuşrur. bu nedenle Görüldüğü gibi, anadıl ile edebiyat arasında, olmazsa olmaz bır nedensonuç ilışkısı vardır. Yani, dilı devlet aracılığıyla geliştirilmemiş bir toplumun gelişmiş bir edebıyatından söz edilemeyeceği gibi, bir dilin gelıştirilmesi de ancak yazılı edebiyatla gerçekleştırilebilmektedir. Oysa, 1876 Kanunu Esası'nin 18. maddesınde güya "Osmardı devietinin resmi dili Türkçedir'' dıye \ azılı ise de, Türkçe daha sonraki tanhlerde de Osmanlı Imparatorluğu'nun eğitim ve kültür dılı olarak kullanılmamıştır kesinlikle 1860'lardan ıtibaren bir avuç genç edebiyatçının çabasıyla gelıştınlmeye çalışılan dılın edebıyatı da, kuşkusuz Cumhunyet devrimlerine yanıt verebilecek Y bir düzeye ulaşamamış, sınırlı kalmıştır doğal olarak. Nitekim, Şevket Süreyya Aydemir de, 1932 yılmda yayımlanmış"lnkılâp ve Kadro" adlı kitabının ikinci basbsına yazdığı önsözde, "tstiklâl Savaşı'nı bir inkılâbın (devrimiıı) başlaması, yerieşmesi ve derinleşmesi takip edecekti. Bu inkıiâp ise, ancak bir fîkir sistemine davanarak yürüyebilirdi. Kahramanların eserini aydınlar, nazariyedler (düşünürler), hatta sanatkâriar tamamlamahvdı. tşte bu otmadL Yani. inküâbımız kendi devrinde, kendi akışı içinde önderlerini, kahramaniannı yaratü, fakat yorumculannı, nazariyecilerini vermedi. lnkılâbımızın sade fîkir sLstenıi değiL, edebiyaü da yoktu" demektedır. Pll devrlmi Nitekim, Mustafa Kemal de olağanüstü bir entelektüel önseziyle, Cumhuriyefı kurar kurmaz Türkçeyı ilk kez bir devletin anadili yapıp eğitim ve kültür dili haline getirirken, bızce hıç kuşku yok ki Tanzimat edebiyatrnın bir an önce devTİmlerin gereksindiği düzeye kavuşturulabilmesi amacıyla da kunımsal çalışmalarla dil devrimıni de başlatmıştır hemen. Ilgınçtir, Yahya Kemal. Ahmet Haşim. Nâzım Hikmet gibi genç şairler de, şiiri nesirde arayan bu kısır edebiyat anlayışına karşı kendiliklerinden savaş açmışlardır aynı günlerde. Bilindiği gibi bu devrimlerle de Türkçe, on on beş yıl gibi çok kısa bir süre içinde Yahya Kemal ve Nâzım Hikmet'in yani sıra Reşat Nuri, Memduh Şevket, Sabahattin Ali, Sait Faik, Orhan Veli, Oktay Rifat. Melih Cevdet vb. gibi daha nice uluslararası değerde usta yetıştırmış bir edebiyat dili haline getirilmişitr daha 1930'larda... Bu nedenle, bir uç beyliğınin kısa sürede bır ımparatorluk haline dönmesuıi sağlayan Osmanlı kültürünün temelinde 1420'lerden itibaren oluşturulan Osmanlıca ile Osmanlı Divan şiirinin; laik Cumhuriyetimizın temelinde de, Fransız Devrimi'nin rüzgânnın oluşturduğu Tanzimat edebiyatınm hızla bir modern edebiyat haline dönmesini kısa sürede başarmış Atatürk'ün dil devriminin Türkçesinin ve çağdaş Türk edebiyatınm yattığından da kesinlikle kuşku duyulmasa gerektir galiba. Dolayısıyla, bugün içinde bulunduğumuz toplumsal sorunlan tam kavrayabilmemiz için de, öncellikle edebiyatımızı ıyı incelememız, hatta XX. yüzyıldaki serüvenini "1950 öncesi ve sonrasT diye ikiye ayırarak ele almamız gerekıyor galiba? Ezan Arapçalaştınldı e acıdır ki, aydınlanmızın 1950 seçimlenni ve Demokrat Parti iktidaruu yeterince irdelediklerini söyleyebilmek de hâlâ olanaksızdır, gördüğümüz kadanyla. Ömeğin, demokrasiye geçişimizin başlangıç tarihi kabul ettiğimiz, çoğu aydınımızca bugün de "beyaz devrim" olarak nitelenen 14 Mayıs 1950 seçimleri, gerçekten salt kendi özgül koşullanmızın ürünü, bize özgü bir siyasal olay mıdır acaba? Demokrat Parti nin daha birinci yılında CHP tek parti ıktıdanna bile rahmet okutacak bir faşist yönetim kurması, aydınlanmızca yaygın biçımde saflildığı gibi, 1946'dan itibaren neredeyse bütün halkın "demokrasi" çığlıklan atarak ardından koştuğu Adnan Menderes" ın ve Celal Bayar'ın diktatör kişiliklerinden mi kaynaklanmıştır gerçekten17 Örneğin. seçimlerin hemen ardından, ilk hükümet programrnda açıkianan "devletin iktisadi sahalardan çekileceği ve devlet fabrikalannın özel girişimcilere devredileceğr karan. gerçekten 1921 Terdekı ilk Iktısat Bakanlığı sırasmda "Biz devlet sosyafctiviz,devietsosyaizmiyapacağE"dıyen. 1933'lerde de gene tktisat Bakanlığı sırasmda devletçilik ilkesinı yaşama geçirtip ilk 5 yıllık planı uygulayan Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile yıllarca CHP'nin sözcülüğünü yapmış Başbakan Menderes ve öteki DP yönetıcilennce mi alınmıştır, yoksa kapitalıst Batı'nın ikinci Dünya Savaşı sonrası koşullannda Türkiye için de zorunlu kıldığı bir ilke midir? İktidara gelen Adnan Menderes, Meclis'te 'Siz isterseniz hilafeti bile getirebilirsiniz' demişti N Teokratlk islam devletl kurmak Gene, seçimlerden daha 4 ay sonra Eylül 1950"de anayasaya rağmen Meclis'e haber bile verilmeden "Kore'ye asker gönderümesi". 1951 'de acele "Yabancı SerI mavc Kanunu" çıkanlması. 1952'de NATO'ya girilmesı; Yabancı Sermaye Yasasrnın, tanmla ticareti yabancı sermayeye kapatıp, kâr transferleI rinı sınırlaması yüzünden Amerikalılann Randall adında birıne, kâr transferlenni sınırsız : hale getırecek ve bütün alanlan ya, bancı sermayeye açacak şekilde ha| zırlattıklan taslağa göre 1954'te de "Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanui mT adıyla değiştirilmesi; aynı yıl Amerikan petrol şirketlerinin, avukatlan Max Ball'a hazırlattığı taslağın"Petrol KanumT olarak kabul edilmesi vb. gerçekten DP yöneticilerinin iktidara gelir gelmez ulusal endişelerle düzenledikleri. istençlerinin ürünü yasalar mıdır? tlginçtir. aynı anda laik Cumhuriyetin yerine bir teokratik tslam devleti kurmak amacıyla birtakım gerici girişimlerde de bulunmaktadırlar sanki. Örneğin. seçimin hemen ardından 17 Haziran 1950'de ezanı yenien Arapçalaştırmışlardır. Sonra da resmi yazışma dilini ve devlet kuruluşlannın adlanru tekrar Osmanlıcalaştırarak, dil devriminı kösteklemeye kalkışmışlardır hemen. Unlü 195152 Tevkifatı'yla bütün ilerici aydınlan komünist olmakla suçlayıp toplatarak hapishanelere tıktınrken de, hem daha 1952 ders yılı başında 7 imam hatip okulunu eğitime açmışlar, hem de devlet yardımıyla her mahalleye yaphrdıklan camilerle Kuran kurslannın sayısını hızla arttırmışlardır. Daha sonra da, bir yandan güvenlik güçlerinin kanatlan altında kurulmuş "KomünizmleMücadele Dernekteri" aracılığıyla ülkede sözcüğün tam anlamıyla bir terör estirip, bir yandan da Saidi Nursi'nin, öteki tarikat şeyhlerinin ellerinı öpüp sırtlannı sıvazlayarak, Nurcu, Nakşibendi, Biberi, Cerrahi, Ticani vb. gibi şeriatçı tarikatlann yeniden gün yüzüne çıkmasını ve hızla palazlanmasını sağlamışlardır. Menderes, "Haftzai beşer nisyan ile maluldür" diyerek. "Siz isterseniz hilafeti bile getirebiHrsmiz" gibi söylevlerbileçekrniştir Meclis'te. Kuşkusuz, girişimlerin iç politikada oy açısından karşılaştırılabilmesi elbette olanaksızdır. L 1950 seçimlennde CHP 69, DP de 408 milletvekilliği kazanmışken 1954 seçimlennde CHP'nın milletvekili sayısı 31 'e düşmüş, DP'ninki ise 488'e çıkmışur. DP'nin bu başansında elbette uygulanan gerici politikalann önemli bir katkısı bulunsa gerektir Bilindiği gibi, çok paritili düzene geçileceği de ilk olarak, Hiroşima ve Nagazaki'ye atom bombası atılmasından iki buçuk üç ay önce, yani henüz savaş sürerken 1945 yılındaki 19 Mayıs törenleri sırasmda açıklanmıştır tsmet Paşa tarafindan. Ilginçtir, bu açıklama üzerine acele kurulan Milli Kalkınma Partisi'nin sanki kendiliğinden kapanması sağlanıp, Türkiye Sosyalist Partisi ile Türkiye Sosyalist Emekçi Köylü Partisi de polise kapattınlırken, tsmet Paşa laik düzenin korunacağına dair söz alarak Celal Bayar'ı DP'yi kurmakla görevlendirmiş, hatta ola ki Meclis'in tıpkı Amerikan Senatosu gibi sadece Cumhuriyetçilerle Demokratlardan oluşması için de kurulacak partinin adını bile birlikte saptamıştır. Nitekim, laik düzenin korunacağı hem DP'nin tüzüğünde vardu, hem de ilk hükümet programmda yinelenmiştir. Insanın adeta başı dönüyor. Her kafadan bir ses çıkıyor. Ne kadar da çok şey söylenip yazılıyor. Saat başı değişik bir haber. Taslaklar bir, iki, üç; hepsi de değişik. Herkes bir şeyler istiyor Güney Kıbns, Yunanistan, Fransa, Avusturya Ya geçmişten, ya bugünden, Türkiye'den bir şekilde hesabı olanlar gün bugündür hesabıyla bunu 17 Aralık'tan öncetahsil etmeye bakıyorlar. Netahsil edersek kâr misali. Neyse 5 gün kaldı. 17 Aralık'ta neyin olduğunu, neyin olmadığını hep birlikte göreceğiz. Sade bir vatandaş olarak bu işin nasıl bu denli kanmaşık hale geldiğini anlamış değilim. Anlamakta da zorluk çekiyorum. Mesele şu değil mi? Yanlışım veya eksiğim varsa birileri beni uyarsın. Türkiye AB'ye girmek istiyor, AB de Türkiye'yi almak istiyor. AB şunlan yaparsan seni alınm demiş. Koşullannı söylemiş ve Türkiye de bunlan yapmış, yerine getirmiş. Eee şimdi? Bir yığın ek koşullar; şunu da yap, bunu da yap. Bakıyorsunuz Türkiye asla bunlan yerine getiremez. Bunlann çoğu da Türkiye'nin kırmızı çizgileri. Kıbns, açık uç, özel statü, kalıcı kısıtlamalar vs. Zaten yerine getirmeye kalksa onurumuzdan tutun da kendimize güvenimiz ve inancımız dahil birçok şeyimizi kaybedeceğiz. • •• Benim gibi işin uzmanı olmayan sade vatandaş şöyle düşünüyor: AB Türkiye'yi içine, işine geliyorsaalacak, gelmiyorsa almayacak. Bu, bu kadar net. Biz, bize her denileni yapsak da, yapmasak da adamlar almayacaksa almayacaklar. Bu durumda biz desek ki siz bize, "Her ülkeye uyguladığımız koşulları yerine getirirseniz sizi alacağız" demediniz mi? O halde buyurun sözünüzü yerine getirin. Eğer bana farklı muamele yaparsanız ben bu talebimden vazgeçerim ve hem de kesin olarak vazgeçerim. Böyle söylesek diyorum. Evet, bu gibi sözleri söylüyoruz da ama bu söylediğimizi yapacağımıza kendimiz de inanmıyoruz. Onlar da inanmıyoriar. Çünkü o kadar iştahlı, o kadar arzulu görünüyoruz ki. Bu görüntümüzle adamlar gittikçe daha çok şişiyoriar ve şiştikçe de üzerimize üzerimize geliyorlar. • •• En küçük bir alışverişte bile satıcı da, alıcı da birbiıierine taktik uygular, blöf çekerler. Bunları gören olur, göremeyen olur. Çok istekli, arzulu görünen taraf daima zarariı çıkar. Bu AB meselesinde de AB bize taktik uyguluyor, blöfleri sık sık kullanryor, ama ne yazık ki bizim birtaktiğimiz fılan yok, blöfümüz ise hiç yok. AB nasılsa kaybedeceğim bir şey yok, ben ne kadar taktik uygular, blöf çeker ve ne kadar ödün alırsam, Türkiye'yi kapımın eşiğinde, biryerleregitmesinefırsat vermeden ne kadar tutabilirsem kârdır hesabı yapıyor. Gerçekten kaybedecekleri bir şey yok. Çünkü zaten bizi kabullenmişler. Oysa aksine biz taktikler uygulasak, blöf çeksek onlar btöflerimizi görecek durumda değiller. Tabii, bunlan yaparken ne derece risk almakta olduklannı da hissettirsek. Nelerin olabileceğini bir parça ihsas ettirsek. Onların, bunlan bizim bir blöfümüz gibi görseler bile riski veya riskleri göze alabilmeleri mümkün mü? Alabilselerdi hiç ortada bir 17 Aralık tarihi olur muydu? Ama biz iç siyaset nedeniyle asla böyle bir şey yapamıyoruz. Hep yalvar yakar durumunda oluyoruz. Eğer 17 Aralık, bizim için hüsranla sonuçlanırsa; bu, pazaıiıktaki iç siyaset zaafımızın eseri olacaktır. İşin diğer ilginç yani ise biz nasıl AB ile yatıp kalkıyorsak, tüm Avrupa da Türkiye ile yatıp kalkıyor... Kamuoylan da dahil herkes Türkiye'yi konuşuyor. Bu da gösteriyor ki Türkiye tüm Avrupa için çok önemli bir ülkedir, göz ardı edilmesi mümkün olmayan bir ülkedir. Bu derece tartışılan, üzerinde konuşulan bir ülkenin AB'nin dışında tutulması olası değildir. Bizim onlara ihtiyacımız var. Ama onların bize daha çok ihtiyaçlan var, hele 11 Eylül'den sonra daha başka şekillenmeye başlayan bir dünyada. Onlar, AB'ye tam üye olduğunda Türkiye'nin birliğin en güçlü üyesi olabilme olasılığını da göz ardı edemiyoriar. Bu nedenle de kalben istemiyoriar bizi. Ama mantıklan buna karşı çıkıyor. ••• önümüzde daha beş gün var. Bu beş günde neler olacak, neler bitecek hep birlikte izleyeceğiz. Ünlü bir büyüğümüzün bir sözü var: "Siyasette 24 saat bile çok önemlidir." Bu beş günü en iyi şekilde değerlendirmek zorundayız. Çağdaş uygariık trenine binmeliyiz. Ama Sayın Cumhurbaşkanımızın deyişiyle bu trene onurumuzla binmeliyiz. Aksi takdirde birçok şeyi kaybedebiliriz. scakiralpCo mynetcom • •• 'Batıblasma dinsellestirildi' D aha 1950'lenn ilk günlerinden itibaren başlayan bu şeriatçı girişimler, gerçekten CFIP döneminde bakanlık, başbakanlık. parti sözcülüğü yapmış DP yöneticileruıin, üstelik kişiliklerini ve verdikleri sözleri yadsımak pahasına istençleriyle aldıklan kararlann ürünleri midir, yoksa yeni dünya düzeninin gereği olarak Türkiye'nin de acele bir din devleti haline dönüştüriiİmesi için dış güçlerce mi acaba planlanıp dolaylı yöntemlerle uygulamaya konulmuştur, doğrusu, Amerikalı yöneticilerin son günlerde "Türkiye içjn bir ıtamh tslam devleti modeti" düşündüklerini sık sık yinelemelerine bakjlacak olursa, bu şenatçı girişimlerin dış güçlerce gerçekleştirildiğinden de galiba kuşku duyulmasa gerektir. Nitekim Niyazi Berkes de, "Bancıhk, Ulusçulukve Toplumsal Devrimler*' adlı kitabında, "Baühlaşma'" kavramının Amerikalılarca yozlaştınlıp duTselleştirmeyı ıçerecek şekilde yeni bir anlam değişikliğine uğratıldığrna, yani dinselleştirmenin de artık Baühlaşma kavTamıyla çelişmediğıne işaret ederek, "Baulılar Atatürk dönemini Bancıİık düşmanlığı. Menderes dönemini ise Badcıhk sevgisi dönemi olarak anlarlar. Onun için gericüik düşünüşünün mutlaka Baücıhk karsrtı ve Banhlaşma düşmanı olduğunu sannıak nasü yanbşsa, Atatürkçülüğü de sırf Baocüık ve Bauülaşma sanmak y^nhştjr" diye yazmaktadır. Hâlâ demokrarik düzene geçişimizin başlangıç tarihi kabul ettiğimiz ve "beyaz devrim" olarak adlandırdığımız 14 Mayıs 1950 seçimleri ile DP dönemi üzerinde de, hiç kuşku yok ki, sil baştan düşünmemiz gerekmektedir. Çünkü. daha ilk günden başlayan "ezanm Arapçalaşnnhnaa, dilin yeniden Osmanhcalaşünlmasv her mahalleye yeni bir camiyapOnlarakKıırankursuveknam hatip okuhı savısının hızla çoğamhnası'' gibi devleti dinselleştirmeye yönelık şeriatçı girişimleri, aynı süreçteki "devletçiliği sona erdirmek için serbest pazar ekonomisini acele uygulamaya sokmakülkeninbümnzenginlikleriniv'abancılaracömertçe açmak, Memetçiği emperyafizmin emrine sunmak, köy enstitüİerini kapatmak, besleme basın v'aratmak" vb. uygulamalardan soyutlayıp, salt yöneticilerin zayıf kişiliklerinden kaynaklanmış oy endışesınin ürünü fırsatçı polıtıkalarmış gibi değerlendirmek, kesinlikle gerçekçi bir yaklaşım sayümasa gerektir. Aceleaöstermelik demokrasi G erçekten, 14 Mayıs 1950 seçimleri üe Demokrat Parti olayını, insanlık tarihinde bir benzeri daha bulunmayan şu Soguk Savaş olgusundan soyutlayarak değeriendirebilmek ne denli olanaklıdır acaba? Ama ne yazık ki. gördüğümüz kadanyla, yalnız DP ve 14 Mayıs seçimleri de değil, 1946 yılmda çok partili düzene aniden geçişimizin îsmet Paşa'nın demokrasi havarisi kişiliğinden kaynaklandığı konusunda da aydınlanmızm şuncacık kuşkusu yoktur. Oysa, İsmet Paşa'nm çok partili düzene geçileceğini henüz İkinci Dünya Savaşı sürerken 1945 yılmdaki 19 Mayıs Bayramı konuşmasında açıklamış olması bile, gerçeği aydınlatmaya yetse gerektir. Çünkü, bilindiği gibi Türkiye bütün savaş boyunca, gizli veya açık hep Almanya'dan yana bir politika izlemiştir. Normandiya çıkarmasıyla artık savaşuı sonu gözükünce de, hemen çok partili düzene geçileceği açıklanmış ve TBMM'nin de sanki tıpkı Amerikan Senatosu gibi yalnız Cumhuriyetçiler ve Demokratlardan oluşması için, kurulmuş üç parti acele kapattırüıp. CHP milletvekillerine Demokrat Parti adlı bir parti kurdurtularak acele seçim yapılmıştır. Hemen ardından da, IMF'ye ortak olabilmek için, Türk Lirası'nın değeri 7 Eylül 1946'da dolara karşı % 117 düşürülerek başMirulmuştur. Yani. Amerikalı politikacı Bernard Baruchun 1947 yılmda Senato'da yaptığı bir konuşmada "SoğukSavaş" olarak adlandırdığı bu sinsi savaşın, IMF'ye almdığımız 11 Mart 1947'den itibaren ülkemizde de bütün şiddetiyle yaşandığrndan gerçekten kuşku duyulmasa gerektir. Hemen ertesi günü 12 Mart 1947'de de Truman Doktrini kapsamına alınıp, 200 milyon dolarhkyardunlaödüllendirilmiştir Türkiye. Ve hemen ertesi günden itibaren de IMF ve Dünya Bankası uzmanlan ülkemize doluşmaya başlamışlardır. Baker adında bir Dünya Bankası uzmanı da. 15 Mayıs 1951 günü Ankara'ya gelerek 1948'den itibaren ülkemizde cirit atan bu uzmanlann "yaptıklan incelemelere göre acele kalkmmakzorunda oMuğumuzu. hazırladıklan kalkmma plamna göre de Dünya Bankası aracıhğryla 300 milyon dolar borç almamız gerektiğmi" tebliğ ederek, Bayar'a bir "kalkmma plam"nı sunmuştur. Bu 300 milyon dolar borçla da 1953 yılında tam 30 bin traktör alınmıştır Amerika'dan. 1 ALİ ATEŞ (1959) Dopdoluyuz, seninle dertleşmeyi konuşmayı, yüzünü görmeyi, sesini duymayı ve sende sayamayacağınuz kadar çok insanca duygularaı tadını ve sıcaklığını ne çok özlemişiz oysaki.... Ve sen bizler için Her şeye HAZIR Her şeye karşı OLABÎLEN Her şeye karşı KOYABÎLEN Onurlu, mert, DELİKANLI kişüiğinle her daim aramızdasın, seninleyiz. Ölümsüzlüğünün yüdönumlerinde KARDEŞLERİN, YEĞENLERİN, SENİ SEVENLER SURECEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle