23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
4QR*LK 2002 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA INCELEME Nâzım Hikmet, en az bilinen yönleriyle gazeteci Karaveli'nin kaleminden bir kez daha sevenleriyle buluşuyor Başı dikbir Türk'ünbelgeseli o,'rnan Karaveli, doğumunun yüzüncü yılında 'Tanıdığım Nâzım Hikmet' taşıyan kitabıyla Nâzım 'ın yaşamöyküsünün bilinmeyen dönemlerine ışık tutuyor. Bir belgesel niteliği taşıyan kitapta şairin kendi ağzından özeUidegençlikyıllarına ilişkin öyküleryer alıyor. Karaveli'nin kitabı Nâzım Hikmet 'in yurtseverliğini ve Türkiye sevdasını bir kez daha gözler önüne seriyor. MtVASEİLKNLIR 2.1 Mayıj devriminden birkaç hafta sonra Vfoskova'da düzenlenen "Uhıslararası Doğubifimciler Kongresi"ne Turkne'den de başkar.lı£ını Prof.Dr. Fahir tz'ın yapnğı bir heyet de davet edilir. Heyette >er alan bilım adamlanyla birlikte üç dış politika yazan gazeteci de Moskova'ya gider: Ulus Gazetesi'nden Prof. Ahmet Şükrü Esmer, Milliyet gazetesinden Omer Sami Coşar ve Milliyet gazetesinden Orhan Karaveli. Kongreye davetliler arasında Nâzım Hikmet de vardır. Nâzım Hikmet "in kongreye gelmesi ve Türk heyetıne dostluk göstermesi. heyet üyelennden kımi sözde bilim adamlannı kızdınr. Ancak gazeteci Orhan Karaveli, Moskova'da geçirdığı 15 gün süresince neredeyse tüm zamanınını Nâzım Hikmet ve yakın arkadaşı Türkolog Ekber Babayev'le geçirir. Orhan Karaveli, o sırada yakın dostluk kurduğu Nâzım'la günler boyu yaptığı konuşmalan, "Tanıdığını Nâzun Hikmet" adlı kitapta topladı. Moskova sohbetleri Pergamon Yayınevi'nden çıkan kitap, altı bölümden oluşuyor. Nâzım'ın doğumu ve soyağacı ile başlayan kitap, okul yıllan, şainn işgal altmdakı tstanbul'da çete reisliğinden vazgeçip Mılli Mücadeleye katılma amacıyla Anadolu'ya geçişi ve Mustafa Kemal'le tanışmasıyla sürüyor. Ankara'dan muallim olarak Bolu'ya tayin olan ve ordan Batum ve Moskova'ya geçen Nâzım'ın Türkiye'ye ilk dönüşü ve son ginşinin anlatıldığı bölümden sonra otuz beş yıla hüküm giymesi ve Türkiye'den kaçışıyla noktalanıyor. Orhan Karaveli, Nâzım'ın yaşamöyküsü ve düşüncelerini kaynaklara dayanarak anlatırken, yer yer araya girip Moskova'da yaptığı sohbetlerde yönelttiği sorular karşısında Nâzım'ın verdiği yanıtlan kendi ağzından aktanyor. Karaveli'nin bu kitabında yer alan Nâzım'ın anlatımlan ve yaşanan kimi olaylar, onun nasıl bir yurtsever olduğunu ve memleket hasretiyle nasıl da yanıp kavrulduğunu bir kez daha gözler önüne sergiliyor. oskovada 1960yılında düzenlenen 'Uluslararası Doğubilimciler Kongresi 'ne katılan Türk heyetinde yer alan Karaveli, 15 gün boyunca yanından hiç ayrılmadığı Nâzım Hikmet'le olan sohbetlerini topladığı kitabında, şairin yaşamöyküsü ve düşüncelerini kaynaklara dayanarak anlatıyor. Kitapta en göze çarpan özellik, ünlü şairi yakıp kavuran memleket hasreti... Mustafa Kemal Atatürk'le tamşacağmı büyükteyzesinin eşinden öğrenen Nâznn Hikmet, haberi duyduğunda sevinçten kulaklanna inanamaz. Mustafa KemaPle tanışınaAnkara'ya geldiğinde annesinin teyzesinin eşi olan tsmail Fazıl Paşa, Nâzım'ı arkadaşı Vâlâ ile birlikte evine yemeğe davet eder. Yemek sırasında Nâzım'a dönen Paşa, 'Yarm Mecüs'e geKn sizi Paşa HazretJeri'ne takdim edeceğim' dediğinde sevinçten kulaklanna inanamaz. Nâzım, Mustafa Kemal'le ilk tamşmasını Orhan Karaveli'ye şöyle anlatıyor: "BeHrlenen saatte Meclis'teydik. tsmail Fazıl, Paşa'nın beklediğini söyleyince, girişteki koridorun üzerinde buİunan küçük bir odaya aldılar. Biraz sonra kapıda görünen Paşa ayaküsrü kısa bir sohbetten sonra bizi peşine takarak, koridorun sonunda büyükçe bir odaya götürdü. Pencerelere yakın bir yerde Mustafa Kemal ayakta durmuş; hepsinin de mebus olduğunu sandığım yedi seldz kişi üe konuşuyorlardı. Çoğunun başı açıkü. ama içlerinde birkaç da sankh vanfa. Orta bo\ lu olan Paşa, bu adamlann arasında gene de hemen göze çarpıyordu. Ankara'nın koşullan düşünüldüğünde inanılmaz derecede şık ve zarifü. Camlardan süzülüp sanki tam da başının üzerine vuran güneşin ışıklanyla Udnci bir güneş gibi pariryordu. Kahn sayıhnayacak bir sesle, sakin sakin konuşuyor ve etranndakikr tek kelimesini kaçırmamak istercesine dikkatle dinliyordu. Kendimi bir an büyülenmiş gibi hissettim Gözlerimi, yıüardır hayalimde yaşatûğnn bu adamdan ayıranuyordum. tsmail Fazıl Paşa, Reis Paşa'ya doğru yürüdü. Vâlâ ik ben de bir admı gerisinden.Mustafa Kemal, AH Fuat Paşa'nın yaşlı babasmı görünce konuşmasını kesti ve kendisini dikkatle dinleyenlere: -Müsaadenizle_.dedikten sonra, samimi bir saygı beslediği hemen belM olan tsmail Fazd Paşa'ya yöneldL Paşa da aynı saygüı tavuia: -Size geçen gün sözünü ettiğiın 'fstanbullu genç şairleri' takdim ederim diyere konuştu. lnebolu'dan Ankara'ya benüz ulaşölar. -Sağolsunlar_ Hoş gelmişler™ Memnun okhmu. Sıra bana geKnce bütün cesaretimi topladım ve karşımda, o yaşa kadar benzerini görmediğim bu arkaya doğnı özenle taranmış san saçlann süslediği defici mavi gözlerin ta içine bakarak: 'Ben Istanbullu değilim Paşam!..' dedim. Göldü: 'Yaaa! Peki nerelismız?' 'Selanikli! Sizingibi!..' dedim.' Demek ki, Hemşehnyız!' 'Bundan gurur duyuyorum Paşam...' Birden ciddileşti: 'Güzel şiirler yazdığtnızı söyledı bana Paşa Hazretleri. Mevzulu şiirler mi bunlar?' Cevap verdim: 'Umumiyetle öyleler...' 'Umumiyetle yetmez! Şu sıralar yahıız mevzulu şiirler yazmalısınız. Memleketin buna ihtiyacı var...' Sohbetimiz tahnıinimden daha güzel bir mecraya girmeye başlamış, heyecanım da biraz yaüşmışn. Ona -en azuıdan- bir şiirimi okumaya kararnydım hemen oracıkta. İçimden. hangisını okusam acaba?" diye geçirmeye başlamışönı bile. 'tsmail Fazıl Paşa'nın yakını olmanın bıze sağladığı fevkalade imkânı akkıhca kullanmalıyız!..' diye düşünürken,sivil bir görevti yaklaşarak başıyla selamladığı Mustafa Kemal'e bir kâğrt uzatü. Londra Konferansı öncesi Meclis'te heyecanh tarüşmalann yaşandığı günleridL Herhalde, önemli ve acil bir haber olmahydı bu. Paşa. nazik bir gülümsemeyle ayrümak zorunda olduğunu belK etti. tsmail Fazıl Paşa'ya '.. Tekrar görüşelım, Paşa Hazretlen' dedL ' Şaır gençlerden desteğinizi esırgemeyiniz lütfen!..' Mustafa Kemal'le aramdaki bu ilk ve son konuşma böylece, tam da samimi bir sohbete dönüşürken noktalanrvermiştL. Büyük bir üzüntü ile Yâlâ'ya usulca "Bızdekı şansa bak!' dediğimi haorlrvorum." Öldüğüme değil buraya gömmelerine yananm Nâzrnı, 3 Haziran 1963 günü bir kalp kn- zi sonucu ölünceye dek hep arayış içinde oldu. Bir yerde sürekli kalamayışının ne- denı de sanınm buydu. 61 yaşına gelmiş- tı ve hâlâ anyordu! Neyi mi? Belki açık- ça söylemiyordu, ama şiirinden, öylesine belli oluyordu ki! O Türkiye'yi anyordu. Türk insanını anyordu. Aynı dili konuş- tuğu Ahmet'leri, Mehmet'leri, Ayşe'leri anyordu. Anyordu ve biz bir çaresini bulup ona "Gel be Nâzun...Gel buraya...Bak Anado- lu'n seni beküyor._" dıyemiyorduk. Tam tersine canını kurtarma telaşıyla taparca- sına sevdıği yurdunu terk etmeye ittiğimiz adamı, bir de yurttaşhktan çıkanyorduk. O Nâzım ki, bir ağabey / kardeş, bir ba- ba ' oğul sıcaklığında gelişen dostluğu- muzu bozmaya yeltenen bir Rus kadmını: "..Sen her şeye burnunu sokma! Biz iki Türk burada birbirimizi bulmuşuz. Araya Idmseyi sokmayız. Yabancdan bu işlere ka- nşürmayız. Günü ve yeri gehnce aramız- daki anlaşmazhklan unutur, sıkünuş yunı- ruk gibi olunız. Türklük için, Türk vatam için..." diye tersliyor... O Nâzım Hikmet ki, 15 Ağustos 1960 günü Sovyet Banş Komitesi merkezinde "TürkHeyeti'' için düzenlenen toplantıda Genel Sekreter Mihail Kotof ve ünlü Rus Türkolog Prof. Miller'le iki Türk gazete- ci (Ömer Sami Coşar ve ben) arasında Kars, Ardahan, Boğazlann birlikte kont- rolü üzerine patlak veren şıddetli tartış- maya katıhyor ve Rus 'ev sahiplerinin' Nâzım, Moskova'da 1960'ta düzenlenen Banş Komitesi Merkezi'nde, boğazlann kontrolü üzerinde yapüan tarttşmada Türkiye'yi sonuna kadar savunmuştu. gözlerınin içine baka baka şunlan söylü- yordu: "™Burada Türkhemin topraklan konu- şuluyor. Her Türk gibi ben de, her gram Türk toprağının Türklere ait olduğuna ka- niyim. Vücudumdaki yirmi kilo kanı bir gram Türk toprağı için dökme>e hazmmJ" Aynı günün akşamı her zamanki gibi birlikte gittiğimiz Gürcü lokantasının özel bölümünde birkaç saat önce yaşadığı he- yecanın etkisiyle olacak, pek iyi görün- müyordu ve hasta yüreğinın bir oyun ede- ceğinden korkuyorduk. Meraklandığımı- zı anlamıştı. Kocaman kolunu omuzuma atarak: -Boş verin, dedi. Bu yürek 'manda gö- nündendir'. Hem duracaksa şimdi dursun. Sizlerle beraberken. Sizlerin yanında ken- dimi tstanbul'da hissederken™ Veeklemiş- ti kanımızı dondururcasma: -Öldüğüme yanmam da, nasıl olsa er geç öleceğiz, buralarda gömerler ona \ananm_. Halen Rusva'da bulunan şairin meza- rmm çok sevdiği ülkesine dönmesi yo- lundald taröşmalar bitmek bUmiyor. REFERANSI ŞÜRLERÎ OLDU Çete reisliğinden MilliMücadeleye Bir grup arkadaşıyla birlikte Bahriye Mektebı'nden ılışkisi kesilen Nâzım Hikmet ve arkadaşlan, işgal altındaki tstanbul'da, sansürden nasılsa geçebilmış 'Anadolu haberieri'ni heyecanla ızlıyor ve müthiş etkilenıyor. Bir yandan Fuat Köprülü, Halil Nihat, Celal Sahir gıbı, dönemın duyarlı aydınlanyla ahbaplık kurmaya çalışırken, bir yandan da 17-18 yaşın delikanlıhğıyla bir çete kurmuş, hava karannca daha çok gaynmüslimlerüı oturduğu Beyoğlu'nda düşman bayraklannı, özellikle de Yunan bayraklannı yırtıp çöpe atmakla meşguldür. Arada bir de, sarhoş işgal askerlerinın Türk kadınlanna musallat olduğunu gördüklerınde, bunlan kıstınp patakladıklannı anlatan Hikmet, Ankara'ya geçıp Millı Mücadele saflanna katılma karanna yol açan gelişmeyi şöyle aktanyor. "Bir gün Tophane civannda Erzûıcanh bir finncuişgalaskerlerini nasıl Help!..help!..' diye bağırarak kaçınüğımızı görmüş olacak ki bizifinnuıdasakladı, kamınuzı doyurdu ve dedi Id: '..Bakın çocuklanmî tşgal ku^'eti askerlerini cezalandırmak, sizın gibi okumuş gençlerin değıl bizlerin işimizdir. Böyle sokaklarda düşman asken kovalamakla bir yere varamazsınız. Bir de yakalanırsanız hepınıze yazık olur. Bakın, Mustafa Kemal Paşa kelle koltukta birşeyler yapmaya çahşıyor Anadolu'da. Neden ona katılmıyorsunuz?..' Amca, demiştim.. Bizim de amacımız bu. Ama bu işin yolunu >t>rdamını bflmiyonız. Ancak duygulanmı ve isyanımı şüre dökmek geHyor etimden. Fınncı çok uyanık biriydi anlaşüan. 'Şiir' sözünü duyunca yerinden doğruldu: 'Bu ış tamam, o halde, dedi. Ankara yazdıklannı muhakkak ızlıyordur. Sen şıirlerine de\am et. Onlar senı bulurlar!..' Erzincanb nnncının bu sözleri sö>1emesinden bir süre sonra Alemdar gazetesi beninı Kırk Haramilenn Esıri' şiirimi yayımladı ve Ankara'nın adamlan çok geçmeden beni bulup niyetimi öğrendOer ve birkaç gün içinde hazır olmamı bildirdiler" Nâzım Hikmet ve Vâlâ Nurettın bir grup Ankara yolcusuyla birlikte pamuk balyalan yüklü bir tekneyle tnebolu'ya doğru yola çıkar. Pamuk balyalannın altında cephaneliklerden kaçınlan silahlann gizlendiği 'Banduma' benzeri köhne bir gemiyle înebolu'ya geçen Nâzım Hikmet ve diğer yolcular Ankara'dan kabul edilecekleriru belirten haberi beklerler. Nihayet o haber gelir. Kendilenyle birlikte tnebolu'ya gelen Faruk Nafiz ve Yusuf Ziya îstanbul'a geri gönderilirken Nâzım ve Vâlâ Ankara'ya çağnlır. Naznn'm kaakuğı Moskova'daki Uluslararası Dogubiümciler Kongresi'nde Türkiye'den bir hevet de yer almıştL 27 MAYIS'A NÂZIM DESTEĞ1 Yüzüğünü Ha&ne J ye bağışlamak istedi Prof. Dr. Fahir İz kitaba yazdığı önsözde Nâzun'la 1960 yılında Moskova'daki karşılaşmalannda yaşanan ilgınç bir olayı da anlatıyor. 1960 yılının Ağustos ayında Moskova'da toplanan "LTuslararasıDoğubflimcüerKongresrne Türkiye'den de Prof. Dr. Fahir tz başkanhğına bir heyet katıhyor Heyette kitabın yazan Orhan Karaveli de gazeteci olarak yer alıyor. 27 Mayıs Devrimı'nın üzerinden henüz birkaç hafta geçmiştir. Hükümet bir kampanya başlatmış ve vatandaşlann nişan yüzüklerini bağışlamalan çağnsında bulunmuştur. Bu kampanya Nâzım ın kulağına kadar gitmiştir. Nâzun'uı, yurtseverliğını ve Türkiye'ye olan sevdasını bir kez daha belgeleyen bu olayı Fahir tz şöyle anlatıyor: "Kongre süresince dünyanm her yanmdan gehniş 'oryantalıstler' tebüğlerini okuyup tarüşmaya açtılar. Toplantmm flginç yanlarından biri de, o tarihlerde Moskova'da yaşamakta olan Hikmet'in, kongre çahşmalanna kaülması\dL Ne var ki, şairin ortahkta 'görünmesi' bile kimi heyet üyesi arkadaşlanmızı sinirlendirmeye yeth ordu. Dünyanın her yanından gelmiş bilginler önünde Türk heyetinin bir skandal ile sarsılmasmdan korkuyordum. O sırada Türkiye'de bir kampanya başlanbnış ve herkes nişan yüzüğünü Hazine'ye yardım amacıyla de\lete bağışlamışü. Nâzım Hikmet de duymuş olmah kl kendi parmağmdaki yüzüğü Ankara'\'a ulaşnnlmak üzere bana vermek istediğini söyledL Onun bu göişuni, yanımda bulunan heyet üyesi kimi arkadaşlanfena haldekızdırdı ve açıkça ' ..almaLalma!..' diye bağırma>a başladılar. Çok güç durumda kalmışnm. tster istemez, '...Nâzım Bey, sözünü ettiğiniz kampanya çoktan kapandı. Yurda dönüşte yüzüğünüzü teslim edecek bir makam bulamayabılirim!-.' demeye mecbur oJdum."
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle