18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 AĞUSTOS 2001 ÇARŞAMBA DIZI Borçlayaşamanın ağır bedelinigeniş halkyığınlan ödemeye devam ediyor a nasdgeldik? / ktidara 1950'de gelen Demokrat parti, 'dış yardım', özellikle Amerikan 'yardımı' ile kalkınma politikasına geçti. Otuz yıllık bir liberal politika sonucunda dünya sermayesine (sınai ve mali) bağımlı bir ekonomik büyüme sağlandı. Bu tür 'kalkınma', sadece ağır bir ekonomik bunalım yaratmakla kalmadı, aynı zamanda bir 'yeraltı ekonomisi'nin doğmasına da yol açtı. Döviz, uyuştunıcu ve silah kaçakçılığı uluslararası boyutlara ulaştı. Yeraltı ekonomisi uluslararası mafya ile ilişkiler kurdu. "Tüıidye'nin krizden çıkması için ekonomik alryapısını güçlendir- mesi gerekir. Borç ödemek için alı- nan dış borçlaria krizden çıkılamaz. Tûrkiye'nin kendi kaynaklanna. gûcüne dayanması gerekir. l lusla- rarası sermayenin geçerti olduğu tüm alanlarda ülkemiz egemenlik haklanndan vazgeçiyor. Devlet kendi kendini yok ediyor. Omurga- hux, kaburgalan teker teker alını- yor. Siyasetin ekonomik kararlara kartşmaması diye bir şey olmaz. O zaman Türkiye"nin kendi kararla- nnı kim verecek? Türkiye tanma, küçük esnafa destek için kaynak aramabdır." (Cumhuriyet, 13 Ma- yis2001.) Yukandaki sözler, eski Bankacı- lık Düzenleme ve Denetleme Ku- rulu Başkanı Zekeriya Temizel'e aittir. Ne yazık ki böy lesine ağır bir krizyaşıyoruz. Ekonomiyi ve ülke- yi yönetenler, bir çözüm yolu ara- yacak yerde, Dünya Bankası ile IMF'ye daha çok teslim oluyor, ekonomiyi batınyor, 1923'tekurul- muş olan bağımsız cumhuriyeti tam anlamda bir uydu devlet hali- ne getiriyor. Borçla yaşamanın ağır bedelini geniş halk yığınlanna öde- tiyor. Bir çıkış yolu var mı sorusu- nu yanıtlamadan önce, buraya na- sıl gediğimizi anlamak gerek. Liberal bagımlılık poiltlkasına geçiş Türkiye Cumhuriyeti, Ikinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar devletçi, korumacı bir politika güt- tü. Mustafa Kemal. "Kendi gücü- müze dayanarak kalkmacağız. Ge- rekirse borç da alabiliriz. Ama hiç- bir zaman kölelik koşullanyia de- ğil" demişti (Izmir Iktisat Kongre- si, 1923). Bu planlı ve güdümlü karma ekonomi politikasıyla dev- let, verdiği krediler ve kurduğu alt- yapıyla özel teşebbüse destek olu- yordu. Bu yolla tanm ekonomisin- den sanayi üretimine geçişin temel- leri atıldı. Devlet gelişmekte olan sanayii dış rekabetten ve emperya- lizmin müdahalelerinden korudu. Sanayi, kuruluş yıllannda, hemen de sıfır noktasındayken 1933 'te sa- nayi kuruluşlannın sayısı 1087'ye çıktı. Bunlann yüzde 85'i hafif. yüzde 15'i ağır sanayi kuruluşu i- di. 1945'te Tûrkiye'nin ticaret faz- lası 93 milyon TL idi. Osmanlı borçlan ödendiği gibi, önemli bir borçlanmaya da gidilmemiş, Türk parasımn değeri korunmuştu. Dışa- nda, paramızın değeri olduğu gibi. devletimizin de saygmhğı vardı. Atatürk'ün önderliğinde bir ba- ğımsızlık savaşı vermiş ve bağım- sız, kalkınan bir ülke olarak, em- peryalizmin boyunduruğu altında ezilen ülkelere bir örnek sayılıyor- duk. Oeçlş neler getirdi? 195O'de iktidara gelen Demokrat parti, "dışyardım", özellikle Ame- rikan "vardımr ile kalkınma poli- tikasına geçti. Otuz yıllık bir libe- ral politika sonucunda dünya ser- mayesine (sınai ve mali) bağımlı bir ekonomik büyüme sağlandı. Bu tür "kalkınma*\ sadece ağır bir ekonomik bunalım yaratmakla kalmadı, aynı zamanda bir "yeral- ü ekonomisi"nin doğmasına da yol açtı. Döviz, uyuştunıcu ve silah ka- çakçılığı uluslararası boyutlara u- laştı. Yeraltı ekonomisi uluslarara- sı mafya ile ilişkiler kurdu. Bakan- lıklar düzeyinde rüşvetler, vergi ka- çakçılığı, ticari anlaşmalarda yasa- dışı işlemler artık günlük olaylar- dan sayılmayabaşlandı. Bu neden- le 50'li yıllardan bu yana yer alan toplumsal, ekonomik yozlaşmayı sadece bunalım olarak adlandır- mak yeterli değildir. Bu, değişik aşamalardan geçen bir "çöküş"tür. - Ellili yıllarda. tanmda kapita- listleşmenin başlamasıyla köylü- nün topraksızlaşması; bir yandan Bir alternatif varmı? Bunalım, direniş, çıkar yol Doç Dr. Yıldız SERTEL rürkiye 60'lı yıllarda sanayileşiyor ve sermaye hacmi büyüyordu. Ancak özel sektörün büyük bir bölümü hâlâ - ticarete ve küçük sanayiye yatınm yapıyordu. Sermaye dağıhyor ve hacmine oranla birikim oranı düşük kalıyordu. Devlet bankalan, bu sanayiye, verimli olup olmadıklarına bakmadan ucuz kredi sağlıyordu. Bu kredilere dayanarak, az sermaye ile geniş yatınm •- . yapmak gelenek haline gelmişti. Ne var ki bu krediler sadece devlet bankalarından değil, aynı zamanda dışandan geliyordu. Altmışh yıllarda dışanya bağfa bir sanayfleşme sonucu, büyüme bunabmı içine düşüldü. Verii-yabancı sermayenin birleşmesiyle kuruian sanayiin çoğu 'montaj sanayii' idL makineleşme sonucu el emeği ge- reksinimi azahrken öte yandan il- kel metotlar yüzünden toprağın kı- sırlaşması, köyden kente bir göç akımı yarattı. Bu, toplumsal bir ya- pı değişikliği ile beraber bir de bu- nalım getirdi. Sınıf yapısında deği- şikliği ve vahşi kentleşmeyi bera- berinde getiren bu olaya yapısal bu- nalım diyoruz. Büyüme bunalımı . - Altmışlı yıllarda tümüyle dışa- nya bağlı bir sanayileşme sonucu, bir büyüme bunalımı içine düşüldü. Bu sanayileşme; yatınmlar için iç ve dış kredilere dayanıyor, üretim araçlanndan başlayarak yedek par- çalanttı, hammaddesini dışandan getiriyordu. Patentlerini dışandan satın ahyordu. Vcrti-yabancıserma- yenin birleşmesiyle kuruian bu sa- nayiin birçoğu "montaj sanayii" i- dL Böylece ithalata bağuıüı bir sa- nayi yapısı ortaya çıktı. Bunun so- nucu olarak da sanayideld büyüme kalkuımayı sağlamakşöyle dursun, içeriden dışanya bir değer akışına yol açtı. Tüm dövizrezervlerinieri- ten bu sanayileşme, geKşmiş dünya- ya bağunlıhğı arttırdı. Ticari denge- yi ve ödemeler dengesini altüst ettL Türkiye'vi dünya piyasalanndan gittikçe daha yüksek faizle borç al- maya yöneltti Yozlasmıs kapitalist gellsme / ' ' Sermaye birikimine değil de ran- ta dayanarak oluşturulan bu sana- yileşme, bir tip "yozlaşmış kapita- list geüşme" idi. Bu vahşi kapita- lizm, IMF ve Dünya Bankası'nın ezici koşullan altında işlemektey- di. Onlann önerileri ile art arda ya- pılan devalüasyonlar sonucu, ithal edilen mallann fiyatlan yükselte- mekte, sonuç olarak sanayiin mali- yeti ve fiyatlar artmaktaydı. Böy- lece enflasyonu körükleyen bir sa- nayileşme sürecine girilmişti. Ay- nı zamanda aşın ithalatın yarattığı döviz kıtlığı sanayi üretiminin za- manla sekteye uğramasına, üreti- min azalmasına ve hatta durgunlu- ğa yol açtı. Bu da yüksek oranda iş- sizlik getirdi. Dünya Bankası'ndan alınan kredilerin bir bölümü kırsal kesimin makineleştirilmesine ay- nlrruştı. Dünya Bankası'nın dilin- de "ihracat kredüeri" olan bu borç- larla Amerikan CutterPiller firma- sından traktörler alınıyor, yedek parça noksanı kullanılamayan bu traktörlerin bazılan traktör mezar- lıklannda çürüyordu. Bu tip sana- yileşme ve makineleşmeyle ekono- mi büyümüyor, borç yükü artıyor, döviz bunalımı, enflasyon ve işsiz- lik bir arada yaşanıyordu. Ranta dayanan bağımlı kapitallstleşme Bizde, kapitalizm de bize benze- di. Batı ülkelerinin 19. yüzyılda ka- pitalizme geçmesi, makineleşme- nin sağladığı sermaye birikimi ile oldu. Türkiye'de ise,kapitalizme, herhangi bir sermaye binkimi sağ- lanmadan geçildi. Yatınmlar, üre- timde biriken sermaye ile değil, alı- nan borçlar ve Merkez Banka- sı'nda basılan paralarla yapıldı. Ta- nmda ve sanayide kapitalizmin ge- lişmesi bu çüirük temellere dayan- dı. Daha 1953'te yatınmlar için fi- nansman ve hammadde kıtlığı so- runlan ortaya çıktı. Kredi açan dev- letler borçlann ödenmesini isteme- ye başlamışlardı bile. Sanayiin ge- reksinimlerini ithal edemeyecek duruma gelindiğinden. daha 1955'te sanayi, kapasitesinin altın- da çahşmaya başladı. Devlet Plan- lama Teşkilatı'nın bir raporuna gö- re, 1963 'te sanayiin çalışma kapa- sitesi yüzde 60'tı. (Ekonomi Baka- nı Kemal Kurdaş'ın beyanatı, Va- Tan, 24 Mart 1964.) Pıs kaynaklar 1950-1960 arasmdaki yıllar, "Marshall yardımı" ve "Truman doktrini" olarak adlandınlan dış kaynaklardan gelen krediler ve pa- ra emisyonlanyla kalkınma yılla- nydı. Senatör Gruening'in Ameri- kan Kongresi'ne verdiği raporda belirttiği gibi, "Amerikan yann- mı"nın yüzde 68.8'i Türkiye'ye mal ihracını sağlıyordu. Bu yardı- mın yüzde 19.8'iTürkiye'yehubu- bat ihracı yoluyla yapılmıştı. 1951 'de Türkiye NATO'ya girdik- ten sonra, bu "yardımm" önemli bir kısmını askeri malzeme ihracı oluşturdu. (Senatör Gruening'in Amerikan Senatosu'na Raporu, Cumhuriyet, 1 Ekim 1963.) Sermaye birikimini sağlayacak uzun vadeli yatınmlar yapılmadı. Özellikle özel sermaye yatınmlan, tekstil, kimya gibi kısa vadede kâr getirecek hafif sanayie yapıldı. Milli gelirden yatınmlara aynlan para yüzde 15'i geçmiyor, sanayi köyden şehre göçen işsizleri eme- mediği gibi, bol miktarda işçi çıka- rıyordu. Devlet, özel ve yabancı sermayenin kurduğu şirketler ye- terli bir gelişme sağlayamıyordu. Ancak bu zayıf sanayi, üretim araç ve diğer ihtiyaçlannı dışandan al- dığı için 1960'ta Tûrkiye'nin itha- latının yüzde 56'sını emiyordu. Bu tarihte 149 milyon dolara ulaşan ti- caret açığı bundan sonra hep arttı. YARIN: Serbest piyasa ekonomisi ve bunalım AVRUPA'DAN GURAY OZ Küresel Paylaşım Savaşları Cenova'da G-8 zirvesine karşı yapılan yüz bin- lik protesto gösterileri ve gösteriler sırasında ca- rabinerilertn öldürdüğü italyan delikanlısı ile ilgili yayınlar ve "eleştiriler" devam ediyor. Eleştirilerin amacı, kaçınılmaz tartışmayı savuşturmaktır. Iki bloku birbirinden ayırabiliriz. Sosyal demokratiar ve Yeşiller merkeze doğru yürüyüşlerini hemen hemen tamamlamış bulunuyorlar. Yalnızca kitle- lerinin merkeze doğru yürüyüşe katılıp katılmadı- ğını bilemiyorlar. Bu nedenle de arada bir "zengin- likler daha iyi paylaşılmalı, üçüncü dünyanın da hakkını vermek gerek, protesto gösterileri banş- çı olduğu sürece dikkate alınmalı" gibi cümleleri navaya savuruyorlar. Sık şık kendi aralannda ka- yıkçı dövüşü de yaparlar. Örneğin, Alman Dışişle- ri Bakanı Yeşil Joschka Fischer, küreselleşme protestolarını "bayatlamış antikapitalizm" olarak nitelendirirken 68 devrimcisi Daniel J. Bendrt, "Bizim hareketimizde de bayatlamış antikapita- lizm vardı, yine de önemli olan, dünyadaki zen- ginliğin daha adaletli dağıtılmasıdır" diyerek du- rumu kurtarmayı deniyor. Muhafazakâr ve sağcı blok ise sertliğin savunul- masından yanadır. Her iki blokun ortak fikri, küre- selleşmenin kaçınılmazlığı ve hiçbir gücün bu gi- dişi, kapitalizmin bu "çağdaş" gelişimini önleye- meyeceği şeklinde özetlenebilir. • • • Küreselleşme karşıtlannı, daha doğru bir ifade ile "Yeni Dünya Düzeni" muhaliflerini, yenilik düş- manı, barbar, holigan ilan edenler Cenova'daki yüz binlik gösterilenn de arka planındaki gerçek- leri gizlemeye özen gösterdiler. Cenova'daki gös- terilerin en önemli özelliği, uluslararası, yani küre- sel olması, sürekliliği, modern haberleşme araç- lannı kullanarak örgütlenmesi ve salt sokak gös- terilerinden ibaret olmaması idi. Cenova, üç gün boyunca çok sayıda foruma, ciddi tartışmaya, ve- rimli bilgi alışverişine tanık oldu. Ama yeni dünya düzeni karşıtı hareket şimdilik güçsüzdür. Güç- suzlüğünün temel nedeni, hemen hemen tüm sol partılerin, sosyal demokrasinin, merkeze, bayat- lamış ve yeniden boyanmış liberalizme, YDD'ye teslim olması, yoksullaşan kitlelerin ise siyasal boşluğun henüz farkına varamamış olmasıdır. So- lun paradıgmasını yeniden kurmakta zorlanması ve YDD düşünürlerinin, ideolojik üstünlüğü ebedi olarak ele geçirdiklerini sürekli ve etkin bir biçim- de propaganda etmelen de güçsüzlüğün bir baş- ka nedenidir. • • • v - • '•••"-'- Amatarih, kitap sayfası değil, canlı; her gün ye- ni birşeylerekleniyortarihin hikâyelerine. Yaşadı- ğımız günlerin hikâyeleri ise tarihin ivmesinin art- tığını gösteriyor. llerleme, ilerlemeye ayak uydura- bilenle yola devam ediyor. Geçmışin kimi hikâye- leri tekrar ediyor. Tekrar ve tekrann tekran da de- vam ediyor. Dünya hep paylaşıldı, başka biçimde, başka araçlaria, başka kılıklaria, ama hep payla- şıldı. Bu paylaşım savaşı şimdi de gündemi ısıtı- yor. Yaşadığımız günlerin şu hikâyesine kulak ve- rin: DerSpiegel'in bu hafta, yüksek rütbeli bir Alman subayına dayanarak bildirdiğine göre, Kosova'da bulunan çokuluslu KFOR karargâhında işler iyi git- miyor. Haberde, önemli bilgilervedeğerlendirme- ler konusunda Amerikalılarla Avrupalılar arasında zaman zaman ciddileşen bir kavgadan söz edili- yor. Derginin aktardığı kadanyla Amerikalılar, po- litik olarak önem taşıyan konularda uluslararası biriiğin geri kalanına karşı ingilizlerle birlik içinde hareket ediyorlar. Der Spiegel'deki habere kaynak- lık ettiği anlaşılan ve Alman Savunma Bakanlığı'na ivedi bir mektup gonderen KFOR karargâhındaki üst rütbeli subay, Amerikalıları gizli belge ve bilgi- leri manipüle etmekle suçluyor. Avrupalı müttefık- ler önemli bilgilerden mahrum bırakılıyoriarmış. Mektup "Artık US/UK ile bilgi alışverişiyapmaya- cağım" diye devam ediyor. Haberin başiığını da yazalım ve konu özetlenmış olsun: "Amerika blo- ke ediyor". Eskiden de çok önemliydi, ama küreselleşme çağında paylaşım savaşlan özellikle enformasyon alanında düğümleniyor. Amerika bloke ediyor. Pe- ki ama neden? Kosova'da neyi paylaşamıyorlar ki? Balkanlar'ı mı? . . -.- e-posta: cumhuriyet^ t-online.de 1973 ile 1977 arasında Türkiye ödeme kabiliyetini çok aşan ölçülerde borç aldı Borçla kalkıııma6O'h yıllarda Türkiye sanayileşiyor ve sermaye hacmi büyüyor- du. Ancak özel sektörün büyük birbölümü hâlâ ticarete ve küçük sanayie yatınm yapıyordu. Böylece sermaye dağüıyor ve hacmi- ne oranla birikim oranı düşük kabyordu. Devlet bankalan, bu sa- nayie, verimli olup olmadıklarınabakmadan ucuz kredi sağlıyor- du. Bu kredilere dayanarak, az sermaye ile geniş yatınm yapmak gelenek haline gelmişti. Ne var ki bu krediler sadece devlet ban- kalanndan değil. aym zamanda dışandan geliyordu: 1958'de 358 milyon doiarhk bir kredi alabilmek için hükümet IMFile"istikrarprograını" imzaladLBuanlaşmayla Türkiye, ka- mu finansmanlannı azahmayı, fiyat kontrollerinin kaldınlması- nı, paranın değerini bir dolara karşı 2.00 TEden 9.00 TL'ye çıka- ran bir devalüasyonu ve ithal mallan için bir ticaret serbestisi ta- rumayı kabul etti. Devalüasyon, yabancı sermaye yannmlanm hız- landırdı. 1960 askeri darbesinden sonra. planlı ekonomiyle, gelir dağdımındaki adaletsizliği azaltmak hedeflenirken bir taraftan da sanayileşmeye hız verildi. Yerli-yabancı sermayenin ortak yatı- mnlanyla ağır sanayi geliştirildi. Holdingler kunıldu. îç pazarda tekelleşme küçük sanayiin ve esnafin aleyhine oldu. Devalüasyon, ithalatı azaltmadığı gibi, ithalata dayanarak ge- lişen sanayiin maliyet fıyatlannı yükseltti. enflasyonu körükledi. Milli Birlik Komitesi fiyatlan ve ithalatı kontrol altına aldı, bu da bazı sektörlen durgunluğa sürükledi. 1962'de IMF ile Dünya Ban- kası'nın kurduğu konsorsiyum, verilen 340 milyon dolar kredi- nin çokuluslu şirketlerin, özel sektörün projelerine aynlmasını sağladı. Devlet projeleri akim kaldı. İthal ıkamesi projeleri sonuç vermedi. 1968'de dış ticaret açığı 262 milyon dolara ulaştı. Üre- tim araçlan itiıalatının getirdiğı bu kriz yeni kredflere yol açte 1968'de 397 mtyon doJaf, 1970'te 950 milyön dolar. Buna'karşılık Türk hükümeti IMF'nin yüzde 66 devalüasyon teklifini kabul et- ti. Aynca bu kredi kısa vadeli ve yüksek faizli bir krediydi. Butarihlerde, arnkkrediler Amerikan ürünlerine pazaraçmak- la beraber, dünya bankalanna kâr sağlamak hedefıyle veriliyor- du. 1973 ile 1977 arasında Türkiye ödeme kabiliyetini çok aşan öîçülerde borç aldı. 1967 ile 1977'de borç veren bankalar dış ti- caret açığını kapatmak için 7 milyar dolar kredi verdüer. (Kemal Derviş ve S. Robinson - Türkiye'de Döviz Bunalımı Üzerine Bir înceleme, DünyaBankası Ofıs Memorandumu, 19 Haziran 1979.) Tûrkiye'nin dış borcu. 1977'de 13 milyar dolara ulaşmışn. Döviz rezervleri tükenmiş, bütçe açığı 52 mih/ar TL. enflasyon yüzde 48 oranındaydı. O güne göre bunlar korkunç rakamlardır. IMF, * Adalet, Selamet, Milliyetçi Hareket partilerinden oluşan üçlü ko- alisyonun borç taleplerini reddetti. Yüzde 25 devaifiasyon üzerin- de ısrar etti. 1976 Jamaika toplantısmdan sonra IMF, borç alacak ülkelerin kredibilitesini ölçmek ve yeşil ışık yakmak rolünü üst- lendi, kredi koşullan da zorlaştınldı: Dışa açik bir liberal elamo- vaiüasyt>n), faiz oranlannın yükseltümesi, kamu harcamalannm azaltüması. ücretkrin düşük turulmasıve yabancı sermayenin teş- \iki, borç almak için kabulü kaçınılmaz koşuüardır. Doğurduğu korkunç sonuçlara ve bütün eleştınlere bakmayarak IMF'nin hâ- lâ bütün borç isteyen ülkelere sunduğu reçete budur. 1978'de, "ffiz sosyanst programlara borç venneviz" diyerek IME, Ecevit hükümetine yeşil ışık yakmayı reddetmiştir. Hükü- met bir süre direndikten sonra, sanayiin durmasmı göze almadı- ğı için yüzde 40 devalüasyonu kabul etmış, dolann değeri 25 TL'ye çıkmıştır. IMF buna rağmen kredi vermeyince, 1979'da ıkinci bir devalüasyon yapdmış, yüzde 88 oranında devalüasyon- la dolann değeri 47 TL'ye çıkmıştır. Buna karşıhk OECD'den ve Dünya Bankası'ndan 1.00 milyar dolar kredi alınmışhr.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle