Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 6 HAZİRAN 2001 ÇARŞAMBA
14 KULTUR kulturfa cumhuriyet.com.tr
Z
y Rollerin her türlüsünü seven Anthony Quinn'in yaşamı zengin bir dev masaldı
orba'ınn yüreği durdu
Oynamak
yaşamaktır
/
nsani nedenlerle emekten yanaydım. An-
ti-faşist ve anti-naziydim, çünkü onlar ırk
ve milliyet üstünlüğünö savunuyorlardı.
• Benim için oynamak yaşamaktır. ...Yaşa-
mayı seviyonım, bu yüzden yaşıyorum. Oyna-
mayı seviyorum. bu yüzden oynuyorum. Can-
lıhğımı korumam gerek.
• Aktör olmaktan utanıyorum. Dünyada en
utanç verici meslek. Sürekli olarak reddedil-
meyle karşı karşıyasınız ve gergedan gibi bir
deriye sahip olmaltsımz.
• Elimde olsa. herkesi bir bisiklete bindirir-
dim. Dünyayı çınlçıplak soyar ve her insanı ken-
di haline bırakırdım. Düşünün; bir yer ki ora-
da herkesin ne kadar ilerleyeceği bacaklannın
gücü ve de içindeki ateşe bağlı. Gezintiye çık-
manın değeri sadece ulaşılacak noktanın uzak-
lığına göre ölçülen, hiçbir sosyal konumun söz
konusu olmadığı bir yer! Ah, ne güzel olurdu
bu dünya!
• Hangi bayın tırmansam işte bu sonuncu-
su, dedim içimden; her bir köşeyi dönerken yo-
lun kıvrıldığı yerde gizli saklı şeyler bunula-
bilir diye düşündöm. Sırada ne varsa onu yap-
tım. Yedim. Güldüm. Babamın cenazesini göm-
düra. Çahştım. Çocuklan okulda topladım.
Rollerimı ezberledim. Düzüştüm. Resim yap-
tım. Tekrar güldüm. Çığlık attım... Sürekli de-
vinim durumunda olmahyız. Yoksa dengemiz
ahüst olur, sinirlerimiz gerilir.
• Peki benim için en sarp yokuş hangisi? Aşk.
O bir savaşım sayılmaz. Çıplak bir bedene kol-
lannızla sanlmanm yetersizliği, her şeyin al-
tında yatan o açlığın verdiği acı ve orgazmın
ardından derin bir uykuya dalmadan başka ne
var ki onda? Bu sonuncusu ölüm gibi bir şey;
arzulananla korkulanın arasmda geçirdiğimiz
bir mola. Gerçekten de ölüm, özlenen bir uy-
kudan başka nedir ki?
Sanatının
mesajı yoktu
~W% en, dünyayı parmak uçlanmla algıla-
r £ nm. Fırçalar, kalemler ve keskiler, par-
JLM mak uçlanm olmadan bana hiçbir şey
söyiemezler... Çizgi işlerine karşı bende büyük
bir yetenek var, dokunmak, aigüamak ya da du-
yumsamak.. benim için bunlann hepsi aynı şey.
• Filmlerimdeki kızlarm kalbini fethetmek-
ten vazgeçmiş, bu kez tüm ülkelerin sevgisini
kazanmaya başiamıştım. Sonunda, rolümün dı-
şında kazanabileceğün hiçbir şey kalmamtşü, bir
de sadece mesleğin verdiği tatmin duygusu... Bir
sinema oyuncusu için yaşlanmak kadar berbat
bir şey olaraaz. Sinemayı birtakım yeni yeni
şeyleryaparak kenara itebilirsem, beni asla yaş-
landıramayacagını düşündüm ve böylece resim
yapmaya başladım.
• Sanatıma yüklediğim belli bir mesaj yok-
tu; tek derdim onu sürdürmektir. Sadece var oî-
maya çalışıyorum.
• Yaşamm boyunca, birbirinden harika öğret-
menler, büyük sanatçslar, dünya çapında yazar-
lar çevremden biç eksik olmadı.
• Sahnede, bambaşka bir insan oluyordum.
Tüm düş kınklıklanmdan kurtuluyor, tek başı-
ma var olabiüyordum. Dışarda yaşarken karşt-
laştığım insanın da\Tanış özgürlüğünü kısıtla-
yan şeyler beni hiç mi hiç etkilemiyordu. Bubam-
başka bir şeydi, ama bir anlamda her şeydi. Va-
iz ya da mimarolmayacaksam belki de akîörolur-
dum.
•Yaşamın belli başlı iki trajedyası varBiri
insanın yaptığı hatalar. ötekisi hiç değişmeyen
zaman tüneli. Herkes hata yapar ve yaşlanır.
CUMHURCANBAZOĞLU
Herkesin yaşamı belirli ölçülerde bir ro-
man dolduracak kadar ilginç ya da nefes ke-
secek kadarheyecanlı biravantür fdmdir; ama
Anthony Quinn'inki birkaç cilde sığmaya-
cak kadar zengin, peş peşe çekilecek devam
fihnlerini dolduracak kadar benzersiz dev
masaldı.
Pazar gecesi Boston'da 86 yaşında ölen
Quinn, kalbinden rahatsızdı ve 1996'da by-
pass geçirmişti. Ancak hasta olması onun
'gençgibryaşamasınıengellememiş, 1997'de
13. çocuğu doğmuştu. Rakamlar, bu masa-
lın ne derece renkli olduğunu şöyle belgeli-
yor: Yaşammm altmış üç yılı Hollywood ve
Broadway'de oyunculukla geçti. 320 filmde
oynadı ve bir kez (Korsan-Buccaneer-1958)
kameranın ardında yönetmenliği denedi.
Kariyeri ödüDerie fazla sfislenmedi
Altı adaylıktan iki Oscar heykelcıği (Viva
Zapata - EKa Kazan - 1953, Yaşama Tutku-
su - Vîncent MinneDi - 1957) kazandı. Ev-
lendiği üç eşinden ve üç sevgilisinden 13
çocuğu oldu. ABD ve Avrupa'daki beş evin-
de bu geniş ailenin bireyleriyle sürekli bir ara-
da olmaya çalıştı.
Son derece yetenekli karakter oyunculann-
dan biri olmasına karşın fazla ödüllerle süs-
lenemedi kariyeri. Daha çok yan rollerde ba-
şarılıydı ve yapılan bir hesaba göre onun rol
aldığı 46 filmdeki başrol oyunculan (28 er-
kek, 18 kadın) Oscar'a uzanmıştı.
Anthony Rudolfo Oxaca Quinn. Meksika'da
bağımsızlık savaşına katılmış bir Irlandalı ka-
meraman baba ile Meksikalı annenin çocu-
ğu olarak21 Nisan 1915'teMeksika'nınbir
köyünde doğmuştu.
'Arzu TramvayT ile gelen büyûk başan
Savaşan babanın, oğlunun doğduğundan ha-
beri olmamıştı; annesi El Paso'nun yoksul
mahallelerinde oradan buradan odun topla-
yarak Anthony'i büyütmeye uğraşırken anı-
lannda anlattığı üzere, daha bir buçuk yaşın-
da annesine yardımcı olarak çahşmaya baş-
lamıştı. Savaştan sonra Kalifomiya'ya göç
edip orada tutunmaya çalışmışlar ve dört yıl
kadar derme çarma kulübelerde yaşamışlar-
dı. Quinn, bın bir işe girip çıktıktan sonra
Frank LJoyd VVright'ın yanında mimarlık
öğrenimi görmüş, hocası kendini iyi ifade ede-
bilmesi için kekemeliğini yenmek zorunda
olduğunu söylemişti. Dilinden ameliyat ol-
duktan sonra oyunculuk okuluna da yazılıp
hitap yeteneğini geliştirmeyi denemişti. O dö-
nem tiyatroda temizlikçi olarak çalışıyordu
ve hastalanan birinin yerine sahneye çıkanl-
masıyla görkemli kariyer başlıyordu.
1937'de Maceralar Kralı-The Paisman'le
Holrywood'da ilk önemli rolünde gözükmüş.
Içi fikır fikır kjvMYftn, yaşama
sanbnışAtaüsZort»Vı-
tiyatrodVda oynadı.' . »
bir yıl sonra da filmin yönetmeni Cecillle B.
De Mille'in evlatlığı Katfaerine ile evlenmiş-
ti. Dört çocuktan sonra Katherine ile 1965 'te
boşanmışlardı. Kayınpederinin yönetmen ol-
ması Quinn'in işine pek yaramamıştı; 4O'lı
yıllan genelde Cheyenne ya da Meksikalı rol-
lerinde, at üzerinde geçirmişti.
Yirmi filmden sonra şansını Broadvvay
sahnesinde denemiş, özellikle Kowalski'nin
Arzu Tramvayı'ndaki rolüyle büyük başan
kazanmıştı. Quinn, Avrupa sinemasına da
yakın durmuş, Feüîni'yle Sonsuz Sokaklar-
La Strada'da işbirliği yapmıştı. Beyazperde-
deki adamlan genelde kötü tiplerdi, ama
bunlara büyük ustalıkla inandıncı yorumlar
getirerek dünya çapında ünlenmeyi başardı.
Bol okuyan, gitar ve klarnet çalan, heykel-
tıraşlığı deneyen, ressamlığıyla dikkat çe-
ken Quinn, resimleriyle iyi paralar kazanmış-
tı. Sattığı ilk resmı Douglas Fairbanks'ın
portresiydi ve bu yapıt için Fairbanks'tan 12
dolar almıştı.
Zorba'dan çok etküenmişti
Ingilizce aşk anlamına gelen love kelime-
sini hiç sevmediğini. onlann söylediği gibi
bir kadınla bir oyunun ya da bir malın aynı
şekilde sevilemeyeceğini belirtmişti. Yaşa-
mına bırçok kadın girmesini, karşı cinse duy-
duğu hayranlıkla açıklamış ve onlarla tanı-
şırken yaşadığı heyecanı hiçbir şeye değiş-
meyeceğini itiraf etmişti. Sağlık-
lı aileler kuramasa da çocuklanna
büyük önem vermiş, "Erkeğin gö-
revi,çocukyetiştirmekveonlarai>i
bir baba olmaktır" demiştı.
Tobtoy.Onasis,MarkoPok),Stra-
divario,HazretiHamzagıbı bırçok
ünlü karakteri canlandırmış, an-
cak aralannda seçim yapmak iste-
memişti; çünkü söylediğine göre
hiçbiri tam anlamıyla ona yakın de-
ğildi. Zorba'dan çok etkilenmiş,
ama asla onun kadar çıkarcı bir
adaın olamayacağmı belirtmişti.
1965 yapımı Zorba (Kazancakis'ın
romanı) onun için çok önemliydi
ve 1983 te aynı karakteri sahnede
de yorumlamıştı.
Quinn'in oyunculuğunun bu de-
rece sevilmesinde, uç noktalar ara-
smda kolaylıkla dolaşmasmın pa-
yı büyüktü; aniden patlayan duy-
gusallık ya da çocuksu çıkışlar-
dan sonra birden silik kişiliklere ge-
çebilen bir ustaydı o. Son filmi
Oriundi'de, Brezilya'ya göç etmiş
93 yaşındakı bir ttalyanı canlandır-
rmştı.
Yaşamın iki trajedisi vardı: hatalar ve hiç değişmeyen zaman tüneli
Sadece var olmaya çalışıyordu
Mimar olmayı kafama
koyduğumda, insanoğ-
lunun ev ve şömine ko-
nusundaki alışkanlıklannı da de-
ğiştirmeyi tasarladım. Çoğu insan
nasıl bir evde oturulacağını bil-
miyor. Nedense bütün evler birbi-
rine benzer. Nedenini hiç düşün-
meyiz. Bu nasıl bir saplantı! Om-
rümüzü hep aynı kutunun içinde
geçümek! Yaşamımızı tek birevin
içinde sürdürmek zorunda mıyız?
Once mimann binayı insanlann
bedensel boyutlanna göre değil,
ruhsal boyutlanna göre inşa etme-
si gerektiğini kavradım. Bunu da
benim yol göstericım, çağının Mic-
hdangelo'su sayılan Frank Lloyd
VVright'tan ögrendim.
'Her şeyim şansa bağh'
• Öğrenciler Nod Covrard'ın
'Hay Fever' adlı piyesini oynama-
ya hazırlanıyorlardı. Ben haybe-
den geçinen, alttarafi bir kapıcıy-
dım. LangHargravc adındaki uzun
bacaklı bir arkadaşın oyunun ga-
lasından birkaç gün önce ateşi yük-
selinceye kadar benim sahne ça-
lışmalanm hiç ciddiye alınmadı.
Ona Simon rolü verilmişti; ama bu
dunımda oyuna çıkamazdı. Sah-
nedeki yoğun çalışmalanna tanık
olan yönetmen Max Pollock, Miss
Hamüle görüştükten sonra aynı ro-
lü bana vermeye karar verdı.
Bu beni çok heyecanlandırdı,
ama korkmadım. Kimileyin o ro-
lü ele geçirdiğimde gösterdiğim yü-
rekliliği bir daha asla göstereme-
yeceğimi düşündüğüm olmuştur.
Ama onun hiç de yüreklilik işi ol-
madığını ancak şimdi anhyorum.
Bende cahillik mi ararsın? Her şe-
yim şansa bağlı.Oyunculuk be-
nim için sadece bir araçtı, böyle
olunca da kusursuz Ingilizi oyna-
mayı hemen kabul ettim.
• John Barrymore'u sahnede
canlandıımak, bir ölümsüzün iki
ayağını bir pabuca sokarak yürü-
meye çahşması gibi bir şey... Ken-
dimi tümüyle yetişmiş bir aktör
olarak düşünmesem de bana böy-
le bir rol verilmiş olması içimde
bir minnet duygusu oluşmasına
neden oldu. Bufirsatlahavadan pa-
ra kazanmış olacaktım. İşi kabul
ettim, çünkü paraya gereksinimim
vardı. Hangi sıfatla yapımcının
karannı sorgulayacaktım? Ölüm-
cül hasta olan babaannem kanser-
den yatıyordu ve dağ gibi yığılmış
ilaç faruralan beni bekliyordu.
Kızkardeşim Stella dans dersleri-
ne devam etmekte ısrarlıydı. Ne de
olsa aılemızinyüdızı o olacakö. Bir
de cam siliciyle evlenip giden an-
nem vardı. İki kızın tek gelir kay-
nağı bendim. Bu emanet işten,
okul ücretimi karşılamış olması-
nın dışında, elime beş para bile
geçmeyecekti. Bu yüzden çoğu
geceler araba parkçıbğı, garsonluk
ya da kent merkezindeki showro-
om'larda yerleri parlatma gıbı ış-
lerde çahşıyordum. Bir ara yer si-
licilikte kimse benimle yanşamaz-
dı. Öyle ki arabalar sildiğim yer-
lere ayna gibi yansırdı.
• Bir filmden ötekine atlarken
umudum şu berbat günlerden ka-
zasız belasız kurtulup güzel bir
firsat yakalamaktı. Iğneyle kuyu
kazar gibi kendıme bir yer, bir
kimlik edinebilmeliydim. Bu da
ancak başkalannm aşuı çabala-
nyla gerçekleşebilirdi. Bunu tek
başıma başaramazdım.
Brando ile olan iç çekişme
• EKa Kazan'ın ilk kez sahne-
ye koyduğu, TennesseeVMllams'ın
Stanley Kowalski rolünü Markm
Brando'nun üstlendiğı 'Arzu
Tramvayı' adlı pıyesi oynanıyor-
du. O sıralar çok hırslı bir yaratık-
tım; Brando ile benim eleştirmen-
lerin ilgisini kazanma savaşımı
verdiğimiz kanısmdaydım.
• ...Kazan oyuntumeye çıktığın-
da Stanley rolünü bana vermeyi dü-
şünecekti... Bendeki değişiklik
çok önemliydi ve çok başanlı gi-
diyordu; uzun süredir ilk kez, oyun-
culuk hem coşturuyor, hem de ha-
fiften umutlandınyordu. Holly-
wood'dayken, sadece ganster ve
Şalyapin'e borçlu
F
yodor Şahy'apin saye-
sinde,benim aktörlük
kariyerrmi derinden
etkileyecek olan ünlü karakter
oyuncusu, yönetmen ve öğ-
retmen MichadCheknov'u ta-
nıdım. Katherine bana konuş-
mayı öğretmiş olabilirdi, Msa.
PoUock sahnede nasıl duraca-
ğımı, konuşma metinlerini
yükseksesk nasıl okuyacağı-
mı öğretmiş olabilirdi, ama
bana nasıl oynayacağıını öğ-
reten Michael Chekhov oldu.
Gücüme güç katmayı, ne yap-
tığunı anlamadan önce rolümü
yaşatmayı bana o öğretti. Bu
yüzden sonsuza dek ona ve
dolayısıyla da Şalyapin'e ken-
dimi borçlu hissetmişimdir.
• Dünyarun en büyük ak-
törleri, sırasrnda ufak tefek
rolleri geri çevirmişlerdir. Bu
bizim istesek de kaçınamaya-
cağımız işin başka bir cilve-
si. Hepimiz bu rol reddetme-
lerimizi taşlar gibi biriktirir ve
zamanı geldiğinde onlan fır-
lattr firlatır atanz. Ceplerim
hâlâ tıka basa o taşlarla do-
ludur.
• Madem ki Hollywood be-
ni kabul etmek niyetinde de-
ğildi, ben de o firsatı Broad-
way'e verirdim... Benhn için,
kendimi yeniden keşfedebüe-
ceğim harika bir dönem baş-
hyordu. O güne kadar elliyi
aşkm fihnde rol almıştım ve
otuz iki yaşındaydım. Ben en
tepede işe başlamahydım. Ti-
yatro beni kabul ederse şimdi
ederdi, yoksa asla kabul et-
mezdi.
Meksikah haydut rollerine çıkabi-
liyordum; ama New York'ta her şey
olabilirdim.
• Marlon Brando'yla, onun hiç
karşıhk vermedığı sürekli bir ıç
çekişme içinde olduğumu düşünü-
yorum. Sürüp giden bir kıskanç-
hk sanıyorum. Tannm, ondaki ye-
teneğin bende de olmasını ne çok
isterdim! Ondaki o aldırmazlık!
Şu günlerde, benim ünümle onun-
kıni, benim gösterdiğim gelişmey-
le onunkini kıyaslıyorum da onun
düzeyine ulaşamadığımı anhyo-
rum.
• Elia Kazan, beni Stanley Ko-
walski rolünde ne kadar beğen-
miş olmalı ki Viva Zapata filmın-
de bana Marlon Brando'nun kar-
deşi rolünü önerdi...
• La Strada beni yardımcı er-
kek oyuncu konumundan çıkanp
uluslararası bir üne kavuşturdu.
Filmdeki payımı elimde rutabil-
miş olsaydun beni çok da zengin
edebilirdi.
'Odülü siz kazamnalıydınjz'
• Arabistanh Lavvrence'ın yapı-
mı sırasında birbiri peşi sıra talih-
sizlikleryaşandı. Sonunda, David
Lean tam yedı Akademı Ödülü
kazanan unutuhnaz bir film orta-
ya çıkardı; ama oraya nasıl ulaşıl-
dığını kimse bilemez.
• Zorba o yıl en iyi film dahil
altı dalda Oscar'a aday gösterildi,
bense en iyi erkek oyuncu dalın-
da ikinci kez aday gösteriliyor-
dum; ama sonuçta puan farkıyla
My Fair Lady'de oynayan Rex
Harrison'a yenik düştüm. Harri-
son, büyük bir alçakgönüllülükle,
ödül töreninden sonraki kabul şö-
leninde yanıma kadar geldi ve hey-
keli önümde duran masanın üze-
rinebıraktı. "Biz yirmi müyondo-
larhk bir fılm j'apnk". dedi, "Siz
iseycdi>üz eüi büı dotarbkbir film
yaptuuz. Bunu asıl siz kazanmahy-
dınız".
(Anthony Quinn 'in 'Tek Kişilik
Tango' adlı kitabından alınmışhr.
Inkılap Yayınevi. 1995)
DEFNE GOLGESİ
TURGAY FÎŞEKÇİ
Balkanlar
Daha yüz yıl önce Balkanlar ülkemizin neredey-
seyansıydı. Üsküp'ten Saraybosna'ya, Filibe'den
Larissa'ya pek çok kentte nüfusun çoğunluğu-
nu Türkçe konuşanlar oluşturuyordu.
Balkan ve 1. Dünya Savaşı'yla birlikte bu böl-
gelerden çekilirken sanki anılarımızı da göç san-
dıklannın içine gömdük. Balkanlar, çok uzağı-
mızda, sanki hiç bağımızın olmadığı coğrafya
parçalarına dönüştü.
Günümüzde ise bir yandan küreselleşme sü-
reci, öte yandan neredeyse bütün Balkan ülke-
lerinin geleceklerini Avrupa Birliği'nde görmele-
ri, Balkanlarla kültürel yakınlığımızın yollarının ye-
niden açılacağını gösteriyor.
Meriç'i geçene dek hep merak etmiştim, öte-
si nasıl bir yer diye. Meriç'in ötesi de berisinden
pek farklı değilmiş oysa. Aynı doğa, aynı insan-
lar, benzer yaşam kültürlerı...
Istanbul Teknik Üniversitesı öğretim üyelerin-
den Prof. Dr. Nur Akın'ın Balkanlar'da Osmanlı
Dönemi Konutlan (Literatür Yayıncılık) adlı çahş-
ması, hem verdiği ilginç bilgılerle hem de çok sa-
yıda renkli fotoğraf ve çizimlerle Balkanlar'daki
kültür kalıtımızın önemli bir unsuru olan yapılan
inceliyor.
Bir mimarlık yapıtının çok ötesinde bir çalışmay-
la karşı karşıyayız. Tarih, coğrafya, toplumbilim
vb. alanlardaki kaynakların da derlenip yorumlan-
masıyla Balkanlar'ın geçmişi çok boyutlu olarak
seriliyor önümüze.
Osmanlılar döneminde Balkanlar'ın toplumsal-
ekonomik yapısı, yönetim düzeni, nüfus dağılı-
mı, kültürel hayat, din-dil çeşitliliği ve kentlerin ge-
lişimi... Bu konularda, geniş kaynaklara ulaşılıp
buralardan derlenen bilgiler bütün açıklığı ve çar-
pıcılığı ile sunuluyor okurlara.
Sonra ülke ülke inceleniyor bu bilgiler. Yanı sı-
ra kent kent dolaşılıp çekilmiş fotoğraflar, yapıl-
mış çizimlerle zenginleşiyor anlatım. Tanıdık so-
kaklarda, mahallelerde, kentlerde dolaşıyorsu-
nuz kıtap boyunca.
Balkanlarla tanışıklığımız yalnızca benzer yapı-
larla sınırlı değil. Bir de dilimız var, oralarda yaşa-
mayı sürdüren. Televizyonlarda Kosova'nın, Ma-
kedonya'nın köylennde pınl pınl birTürkçe'yle ko-
nuşanlan görüp duydukça heyecan duymamak
olası mı?
Yabancı bir arkadaşım, Türkiye'de kalış süre-
sini doldurmuş, sınır dışına çıkıp yeniden dönme-
si gerekmiş. En yakın gördüğü Yunanistan'a git-
miş. Sınırı geçtikten sonra küçük bir kasabada
konaklayacak. Bir kahveye gırmiş, Ingilizce bilen
var mı diye sormuş, yok. Fransızca, yok. Alman-
ca, yok. Son bir umutla Türkçe diye sormuş, ora-
daki herkes, "Evet, elbette biliriz" deyince şaşıp
kalmış.
Geçen hafta Nâzım Hıkmet Vakfı'ndaydım, bir
telefon geldi. Yunanistan'ın Halkida Belediye-
si'nden anyorlardı. 2002'deki Nâzım Hikmet'in
yüzüncü doğum yılı nedeniyle kent tiyatrosu onun
bir oyununu Türkçe olarak oynamak istiyormuş.
Nedeni ise kentlerinde Türkçe konuşan çok sa-
yıda insanın olması...
Dilimizin Balkanlar'daki varlığı yalnızca konuş-
ma dili olarak da kalmadı. Yerel gazeteler, dergi-
ler yayımlandı, edebiyat ürünleri verildı.
Necati Zekeriya, llhami Emin, Fahri Kaya,
Nusret Dişu Ülkü, ürünleri ülkemızde de yayım-
lanan, Türkçe yazan Makedon şairler. Fahri Ka-
ya, Eski Yugoslavya'da Çağdaş Türk Şiiri Anto-
lojisi (Cem Yayınevi, 1992) adlı bir de seçki ya-
yımlamıştı.
Balkanlar'da yedi yüz yıllık bir geçmişimiz var,
geleceğin sınırsız dünyasında ise birlikte yaşaya-
cağımız kardeş bahçeleri.
Kiüleri Meksika'ya dökülecek
• Kültür Servisi - ABDde geçen pazar günü
solunum yetmezliğinden ölen Anthony
Quinn'in küllerini, çocukluğunu fakirlik içinde
geçirdiği Meksika'nın kuzeymdeki Chihuahua
eyaletinin kurak kanyonlanna dökülmesini
istediğinı bildirildi. Quınn'in bu arzusunu,
ailesıyle geçen Nisan'da Chihuahua'ya ziyareti
sırasında dile getirdiği belirtildi. Quinn
ailesinin, ünlü aktörün cenaze törenini ABD'de
yapması bekleniyor.
Janet Jackson yasaklandı
• StNGAPUR (AA) - Janet Jackson'm son
albümü 'All For You', Singapur'da yasaklandı.
Yasaklamaya gerekçe olarak, şarkılardan
birinin sözlerinin 'fazla açık' olması
gösterildi. Singapur yetkilileri, daha önce de
Janet Jackson'm "The Velvet Rope' adlı
albümünü de yasaklamışlardı. Müzik
firması EM1, albümün Singapur'da
satılabilmesi amacıyla sorun yaratan şarkıyı
çıkarmak için şarkıcıyı ikna etmeye
çahşacağını bildirdi.
K Ü L T Ü R İ Ç İ Z İ K
K Â M İ L M A S A R A C I
' r r