16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 MAYIS 2001 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI [email protected] Yeni Kaledonyalı İsmail' ile 'sazlı' reggaeBir yanda seçeneksizlikten bunalan dünya gençliğinin saf düşünce ve başkaldın duygulannı yönlendiren bir cins "tarikat" ve çok yönlü felsefesi, öte yanda kalipsoyla rock-pop arası bir ritmin egemen olduğu müzikal açıdan yorumcusunu olduğu kadar dinleyicisini de serbest bırakan bir mûzik türü. Bir yanda Paris banliyölerinin parçalanmış aile çocuklannı bağnna bastığı sosyal ûrünlerinden hasü olmuş hassas ve isyam kaçışta arayan bir genç, öte yanda aklı erip gücü yettiği andan itibaren "tiberal küreselleşmenin" çürûtemediği bir Pasifik Okyanusu adasının dağ köylerinde "sazh temiz" bir hayata kaçış rüyası... Işte "tsmafl" Hugh-Lufenden'in 35 yıllık hayat hikâyesinin özeti. "İsmail", adının Araplar veya Afrikalılar gibi "tsmael" yazılmasını bile istemiyor. "İDede Türkçe olacak", diyor. Adını, 15 yaşında sokak arkadaşlannın taktığı ve tek gerçek "ismi" diye benimseyen "IsmaiTm doğumunda veya kökeninde uzaktan yakından Tûrkiye ile hiçbir bağlantısı yok. Sonralan da Tûrkiye'yi hayatında bir defa görmûş. Baba tarafindan aktanlan Fenikelilik ve tngilizlik iddialan maviş maviş bakan şehla gözlerinde bir ihtimal ciddiyet bulurken Fransız annesi ona en büyük katkıyı (ve fedakârhğı) daha 4 yaşındayken kendisine piyano alarak yapmış. Önceleri Tunus'ta (5- 12 yaş arası), daha sonra Paris'üı orta halli banhyölerinden Montreuil'de babasızlığına ilaveten sokağuı cazibesi, ancak çok kültürlü mûziklerin ninnisiyle büyüyen tsmail, mahallesindeki îranlı Kürtlerden ilk kez "Saz"ın tımsını duyduğunda 12 yaşındaymış. "Bir garip ilahi 'tıru'ydı adeta benim için. Bûyüdüğümde bu akti çalacağım", demiş kendi kendine. ismail 17-18 yaşında okul, toplum, aile kınntısı ne varsa etrafinda hepsini terk eder. Henüz anayurdunu tanımadığı, ama çoktan vurulduğu "bağJaması" ile "çılgın kalabahktan uzak"laşabilmek için fantezilerini süsleyen bir başka dünyaya kaçacaktır. Kendince hedef koyduğu Tahiti'ye giderken yolda Fransız OÎmhuriyeti'nin Denizler Ötesi PARİS A UĞUR HÜKÜM Topraklan'ndan (DOM-TOM), yani son kalan sömürgelerinden nikel zengini Yeni Kaledonya Adası'na uğrar. Turizm nedeniyle çoktan "evrensel pazannerdemlerini" (!) sahiplenmiş Tahiti'nin yanında Pasifik Okyanusu'nun sade adası, bağımsızhk mücadelesi veren Yeni Kaledonya, "baldr cennet" gözükür gözüne. Ütopyaya dayalı bile olsa "haklı davalann", sıkıştıklan "Demirperdeti" engellerden kurtulduktan sonra büyülerini tamamen yitirdiği bir dünyada hayatı bir anda anlam kazanır. Ancak sorunlu yıllanndan beri taşıdığı, etine tırnağına işlemiş reggae müziğiyle iç içe geçmiş, uyuşturucu destekli bir de "tarikaü" vardır: Rastafaricilik. Birkaç gün sonra ölümünün 20. yılında (11 Mayıs 1981) anılacak reggae müziğinin efsanevi kişiliği, gerçekten de çok önemli bir sanatçı olan Jamaikalı Bob Marley'in dûnyaya mal ettiği dinsel/mezhepsel ağırlıklı bir hareketin adı Rastafaricilik. 1930'lu yıllarda "Afirika'ya Dönüş" düşüncesiyle gün ışığına çıkan hareket, kendine mesih olarak, yeni adıyla Etiyopya, eskiden Habeşistan diye tanıdığımız Afrika ülkesindeki bir prensi seçer. "Prens", yani "Ras Tafari Makannen", "Demirperdekr" destekli bir "askeri devrimk" devrilene kadar Kral L Hafle Selasiye namıyla Etiyopya'da hüküm sürer. tnanca göre siyahlar, "Günahlan nedeniyie beyazlara kölelik etmek zorunda bıraküan en hakiki Yahudilerdir." Tüm tek tannlı din ve kitaplan esas alan bu "Kara Mistisizm", Batılı tıbbi tedavi, doğum kontrolü gibi bazı bilünsel yöntemlerin yani sıra çok sayıda büyücülük uygulamasını da reddeder. Gündelik hayata giyim-kuşam, saç-baş-sakal ve yeme-içme kısıtlaması gibi yerine- yöresine, hatta devri-zamanına göre değişen bir dizi kurallar koyar. 6O'lı yıllarda siyasal hatta militan nitelikli bir tavırla Batı dünyasına isyan eden Jamaikalı reggaecileri, Türkçe altyazılı Fransızca ve Flamanca hayatlar Yeni kurulan Belçika Türk Kültûr ve Sanat Vakfi'nın düzenlediği Brüksel Tiyatro günlerinde Oğuz And ustanın Huysuz Ihtiyar'ını yine başka bir ustanın, Müşfık Kenter'in yorumuyla izlerken oyunda Oğuz Ağabey'in ABD Denver ziyaretı bölümünde biraz da kendimizi gördük. Türklere aşın önyargılarla yaklaşan Amerikalüara karşı Oğuz Ağabey, ziyaretinin üçüncü gününden itibaren birden milliyetçi kesiliyor, neredeyse parmaklanyla kurt işareti yapası geliyor içinden! Safdil Amerikalılar kimle dans ettiklerinin farkında olmadıklan için bilgisizlikleri ortaya seriliyor ve ağızlannın payını bir gûzel alıyorlar. Anavatanla öylesine yakından ilgiliyiz ki Türkiye'de gök gûrlerse Avrupalı Türkler ıslanıyor. Brüksel ve Türklerin yoğun olduğu kentlerde ücretsiz dağıtılan derginin ilk sayısı "Sizrn derginiz çıktL Admı siz koyun" başlığıyla yayunlandı. Bu ilk sayıda yayuı yönetmeni Ender DurueL, bakın neler diyor: "Anavatan Türkiye'de oiop bitenkri nasü olsa hepimiz çanak anteıüer aracüığryia Türk teievizyon kanallanndan w basından iztiyonız. Ancak Belçika'daki televizyon ve yazıh basuu birçoğumuz iztemiyoruz. Böyle otunca da içinde yaşadığımız bu ülkedeki getişmelerden ve bizkri Sgüendiren haberierden uzak — — katayonız. Amacumz bu ülkede oianlan sizlere duyurmak." Beiçika'daki "Türkçe aKyanh Fransızca ve Flamanca hayatianmız", (belkı de Oğuz Aral'ın vurguladığı önyargı ve dışlamalara tepkiden kaynaklanan milliyetçilikten olsa gerek), kahvehanelerde ve gettolardaki evlerimizde çanak antenle Türkiye'ye odaklaşırken televoleci Türk medyasının bağımlısı haline gelen yurttaşlanmıza, içinde yaşadüdan toplumda olup bitenleri duyurmak ne gariptir ki Türk çeyerel radyolara ve dergilere düşüyor. Brüksel'de pazar ve pazartesi günleri yayımlanan "FM KıışağT ile pazar günleri yayın yapan "Turkuaz" Türkçe radyo programlan bu bağlamda belki de önemli bir işlevi yerine getiriyor. Bu iki yayından Turkuaz en eski ve soluklu olanı. 1987'deLeyta Ertorun gazeteciliğe hevesli bir üniversite öğrencisiyken başhyor Turkuaz. Yayın çizgisinden ödün vermeden radyo programını sürdürebilmek için öğrenci harçılığı yetmediği zamanlarda kitaplannı -yüreği parçalanarak- satıp radyo aidatı ödediği olmuş Leyla'nın. Çanak antenlerin yaşamımızı henüz istila etmediği Turkuaz'ın ilk BRÜKSEL yıllannda bir saat Türkiye haberleri aktanrmış Leyla. Günümüzde ise çanak anten furyası sonunda ağırlık Belçika haberlerine kaymış. Çoğunlukla bir konuğu oluyor Leyla'nın. Ya bir uzman ya bir sanatçı. tşte birkaç ünlü örnek: Belçika senatörü Meryem Kaçar, ADD Genel Başkan Yardnncısı Prof. Dr. Özer Ozankaya, Şükriye Tutkun ve Brüksel Akdeniz Film Festivali jürisinde yer alan sinema yazan Mehmet Başutçu, "Müzik, haber, konuk dengesini rvi ayarlayıp beUibirdüzeyikoruyarakflgi odağı ohnayı sürdürmek istediklerini" belirten Ertorun, "İstek programı obnadığDU, ancak suurh da olsa istekkre yerventikkrini" söylüyor. Dileğimiz Ender Duruerin dergi girişiminin de Turkuaz gibi uzun soluklu olması. Amacı, halka yakmlığı, içtenliği, amatör, ruhu ve çoksesliliğiyle beğeni toplayan derginin gelecek sayılarda daha da gelişeceğini düşünüyorum. Üstelik bu ekibin Brüksel'de -mali nedenlerle artık yayunlanmayan- Anadolu gibi başanh bir dergi deneyimini gözlemleme firsatı oldu. De Morgen (Ayfer Erkııl) ve De Standaard (Veti Yüksd) ve VTM (Faruk Özgûneş) gibi TV kanallannda çahşan gençleri arasından çıkaran ikinci ve üçüncü kuşaklaruı Fransızca ve Flamanca yayınlan izlemeleri — — ^ — gerekmezmi? Beiçika'daki Türklerin hangi haber daha çok ilgisini çeker dersiniz? 66 kilometre sahili bulunan ve AB'nin bu konudaki en tutucu ülkesi olan Belçika'da sonunda Bredene'de 250 metre uzunluğundaki çıplaklar kampı kurulabileceği açıklamasına turizm beldelerinden destek geldiği mi? DSP kurultayuıda Sema Pişkinsüt'ün anasından emdiği sütün buraundan gelmesi mi veya Brüksel Bölgesi Parlamentosu'nda yüzde 20 Flaman kontenjanı ve belediyelerde en az bir Flaman encümen öngören mini-costa anlaşması mı? FB-GS arasındaki şampiyonluk mücadelesi mi yoksa Anderlecht-Club Brugge arasuıdaki mücadele mi?Bu konulan Belçika Türkleri hangi kaynaktan öğrenecek dersiniz? Belçika medyasından mı, Avrupa'da yayıinlanan Türkçe gazetelerden mi, yoksa Leyla'nın radyosu ya da Ender'in dergisinden mi? Korkanm Fransızca ve Flamanca hayatlarımızın haberlerini yine Türkçe kaynaklardan öğreneceğiz. Tabii ki çanak antenle aldığımız Türk TV yayuılanndan firsat bulabilirsek! (eniincutkuvahoo.com) ERDtNÇ UTKU Başkan Bush eğleniyor ABD Başkanı George W. Bush, önceki gün Beyaz Saray'da Meksikah dansçılann gösterisini izkdL Gösteriyiçok beğenen Bush, dansçı kadmlan öperek kutiadL Meksika'nm Cinco de Mayo Bayramı önceki gün VVashington'daki Beyaz Saray'da da kutlandL Kuüamaya, yüzkrce Meksikah ve ABD'K konuk katıkü. Cinco de Mayo Bayramı, Meksika ordusunun 1862'de,PueUa savaşmda Fransız ordusunu yenmesi şerefîne ilan edilmiştL (REUTERS) bir güzel "serbest pazar ekonomisine" entegre eden Sam amcanm piyadeleri reggae müziğini de rock&roll salçasıyla dünyanın en iyi türleri arasına sokar. Ama aradan geçen yıllarda reggae müziği ve felsefesi yer yer geçmişten biraz farklı biçimde banşçıl bir başkaldmnın (her ne kadar uyuşturucu tehlikesinin getirdiği uyuşukluk ve kayıtsızlık gibi bir riski içerse de) ifadesi, simgesi obnaya başlar. Işte Fransa varoş ve banliyölerinde ismail gibi gençleri yakalayan öz buradadır.21 yaşuıda, cura ve Anadolu bağlamasının Fransa'da yaşayan büyük üstadı TaHp Ozkanla tanışan İsmail, 5 yıl ondan saz dersleri alır. "Saz beni sihirli değnek değmişçesine değiştirdi. Reggaeyle kendimden geçerken Anadolu türküsü ve sazla kafanu, ruhumu buldum. Her türlü uyuşturucuyla ilişkimi radikal bir biçimde kestim. Reggae ile sazı birieştirince sanki yerle gögü bütünleştirmiş gibi oldum." İsmail cahilliginin ve duygusallığımn etkisiyle farkına varmadan bir ara başka uçlara uçar gibi oldu. Fransız aşın sağının (Milliyetçi Cephe Hareketi gibi) derin Fransa'ya mal olan ırkçı fikirlerine karşı "Dünya tarihini Türkler yazmışür, tüm Avrupah halklar Orta Asyah Türkkrden türeme.J' gibi tepki argümanlar kullanmış. Kişilik ve mücadelesine hayran olduğu "Cengiz Han" isminin Fransızca telafuzu ve "reggae" müziğinin atası "ska" türünün adından hareketle, bugüne kadar çıkarttığı 3 albümünü kaydettiği topluluğa "Skhan" adını koymuş. ismaiPin yapımcı, besteci, düzenlemeci, yazı ve sesiyle yorumcu olarak ürettiği albümlerin başlığı herhalde okura daha somut bir fıkir verir: "Oriental Ska / Türkü Reggae", "More Reggae / Oriental Reggae", "Saz Jamalica", "Tribute to Saz." Ilkbahar ve yaz aylannda Skhan grubuyla Fransa ve Paris'te 30 civannda konser veren ismail'in Yeni Kaledonyalı kimliğiyle hem Türkiye hem de Pasifik Okyanusu'nun bu acılı adası için kendince katkılannı şöyle bir örnekle noktalayalım. Senenin 3-4 ayı Yeni Kaledonya'da yaşayan genç sanatçı, diğer aylannı şimdilik Bordeaux'da geçiriyor. Bu kentteki yerel kuruluşlann desteğiyle 16-17 Haziran'da 24 saat sürecek Kanak-Türk Dayanışma ve Tamtım Günü'nün motoru "Sazlı Oryantal Reggae" olacak. Yeni Kaledonyalı İsmail, / , ^ heyecanla Türkiye'den gelecek ilk konser ve yapım önerilerini bekliyor... Orada mısınız? Londra'da 1 Mayıs ve 'emekçi'lerYaşı 15,taş çatlasa 16'ydı. Bu ülkedeki yasalar uyannca bakkala gitse, belki sigara bile alamayabılırdı. Uzun sarı saçlanm, zenci olmadığı halde zenciler gibi karmaşık düğümlü biçimde örmüş. son birkaç aydır yıkanmadığı anlaşılan bu saç yığını arasına, kesinlikle çöplükten yürütme renkli kâğıtlardan yapıhmş çiçekler yerleştirmişti. Üzerindeki 3 ya da 4 kat giysiyi, (yeminle söylüyorum) ya 15 yıl yıkanmadan giymiş ya da bir çöplüğün yanından geçerken aparmıştı. Amaç, polis kameralarına görüntüsü her kaydedildiğinde, teker teker bunlan üzerinden çıkanp tespit edilmekten kurtulmaktı. Oxford Caddesi ile Regent Caddesi'nin kesiştiği Oxford Circus adlı meydanda bulunan ünlü bir spor giyün mağazasının önünde bir yandan bira içip bir yandan çüguıca dans ediyordu. Arada bir de ayıp olmasın diye "Kahrolsun çokuluslu şirkeder, hırsızlar! Çocuklann ahn terini sömürüyorsunuz" anlamına gelen sloganı, avazı çıktığı kadar bağınyordu. Dost başa, düşman ayağa... Önce başına bakmıştım zaten.. Düşman degildim, ama bu sloganı duyar duymaz, ayağuıa baktığımda dehşete düştüm. Çünkü ayağında, tam da önünde bağırdığı ve küfrettiği markanın ürettiği ayakkabı vardı. Birinci kutu bira bitip ikinci kutuyu açtığında, zaten bunu da ayağından çıkanp yağan yağmura ve çamura aldırmadan yalınayak dansa devam etti. Arkadaşlan da üç aşağı beş yukan aynı giysiler, aynı tavırlar içinde, "~~ aynı havadaydı. Hemen hepsi, aynı marka ayakkabı ve kimileri rakip marka eşofman giymişti. Arada bir kapitalizme ve IMF'ye karşı bağınlan sloganlara katılıyorlar, ama ne dediklerinin pek farkında olmadıklarını belli eder, bir izlenim veriyorlardı. Onlar için önemli olan, "dışanda" bir günün tadını LONDRA çıkarmaktı. 0 gün, 1 Mayıs için bu ülkede resmi tatil olmamasına rağmen okulda olmalan gerektiği gerçeğini bir kenara bırakırsak, ne için burada olduklannın onlar için pek önemi yok gibiydi. Maksat, bira, "duman" ve eğlencenin tadını çıkarmaktı. Bir başka ve daha yaşlıca (20-25 yaş gibi) grup, kendinden geçmiş, ellerindeki tahta parçalannı, bira şişelerini ZAFER v e ^Ş 1 " 1 ARAPKtRLİ POİısm üzerine ve dükkânlann ^ " ~ ~ " camlanna atarak kapitalizmi protesto ediyorlardı. Bir tanesi, bir köşede haber merkezi ile konuşan gazeteciyi gözüne kestirdi. Gazeteciye doğru seğirtti, sarhoş haliyle son bir hamle yaptı ve gazetecinin elindeki cep telefonunu kapıverdi. "Ne güzel telefon bu böyte.. Ver benim olsun abiciğimJ" diye sıntarak. Biraz debelenme ve mücadele ile telefonu yine geriye kapnrdı. Küfürle kanşık bir kahkaha atıverdi ve yere yığıldı. 0 da kapitalizmi kendi çapında, doyasıya protesto etmişti. Bir başka grubun ellerinde, uzunca bir tül perdenin üzerine işlenmiş çiçek ve böcek resimleri vardı. "Sanaşma seviş* yazmışlardı, annelerinden, babalanndan ödünç alınmış sloganı kullanarak. Onlar da akşama kadar dans ettiler, içtiler, arada bir de gerçekten seviştiler. Hem de sağanak yağmura ve yerdeki su birikintilerine aldırmadan. Küçük bir grup, atlı polislerin atlan tarafindan üretılen dışkılan bir naylon torbaya doldurarak imal ettikleri "bomba"yı, çevik kuvvetin üzerine atarak kapitalizme güçlü bir darbe indiriyordu. Bir başkası, civar binalardan birinin balkonundan polislerin üzerine "küçük* hacetini gidererek IMF, Dünya Bankası'ndan öcünü alıyordu. Kapitalizm, artık iyice protesto edilmişti. "Yeter" artık. Zaten polis, sabahtan akşama kadar, meydandaki kitleyi adeta azgın hayvanlar gibi, bir çitin arkasında hapsetmiş, zaman zaman bu kez kendileri azgın hayvanlar gibi davranarak coplamış, kalkanlarla kafalanna vurmuş, ağız burun kırmış ve hatta meydandan aynlmalanna izin bile ', vermemışti. Üstelik, sürekli yapılan anonslarla, "yasadjşı" eylem yapmakla suçlanmışlar, dağılmalan istenmişti. Akşam olup da saatîer 10'u gösterdiğinde, bu zincirlerden kurtulan ve içkiden "sağ" kalabilenler, başka caddelerdeki dükkânlann camlanna yöneldiler ve "kapitalizmi tuztebazettfleı? Oh be! Artık rahatlamışlardı. Kimdi bunlar? Emeğin bayramını kutlayan işçi sınıfı mı? Gazeteci, tüm bunlara katlanıp tam 15 saat çalıştığı meydanda kendisinden başka, fazla sayıda "emekçi'' görememişti de... Bir akşamüstü ne fısıldar yaşam. Gölgelerin uzadığı zamana bayılmm. Kimi rakı burcuna giren güneşten söz eder o anlar için, kimi de renklerin koyulaşmasına tutulur kalır. Bir burca girmiştir güneş, orası kesin. lster özlem burcu deyin, ister rakı. Türkiye'de akşamüstleri çok hızlı geçiyor. Hazırlıklı olmayanı gafıl avlayabiliyor. Burada, bu kuzey ülkesinde gölgeler uzayıp duruyor. Mevsim o mevsimse, yani yaz başı ve sonbahar öncesi, üstelik havalar iyi gidiyorsa, kesin başınız derde girecektir uzayan gölgelerle. Yıllar öncesini, annemi düşünüyorum. Okuldan eve alacakaranlıkta dönerdim. Bizim daireye yaklaştığımda kulağuna ut sesi ve annemin en sevdiği şarkı gelirdi: "Ben küskünüm feleğe_" Ancak yıllar sonra bilincine vardım, benim kapıyı açıp içeri girdiğim andan itibaren büyünün bozulduğunun. Annem salonun köşesindeki ve kesinlikle eğreti oturduğu koltuktan kalkar, lambalann o an gerekli olanlanm yakar ve akşamüstüne noktayı koyardı. Şimdi geriye dönüş mümkün olsa, kapıya sırtımı dayar, kitaplanmı yanıma koyar ve kapıcınm şaşkın bakışlan altmda her okul dönüşü dinlerdim onu. Kuzeyde ilkbahar gecikiyor. Benim göçmen kuşlar geldiler ama. Bu kış hafıf geçtiği için çoğu zaten yan konaklayıp dönmüş. "Türk güvercini" denilen kumrular da burada. Güney Isveç'te turnalar hem gelmelerini hem de aşk öncesi yaptıklan geleneksel dansı tamamladılar. Oralarda işler yolunda yani. Günler ^ — ^ ~ uzamaya başladı, akşamüstüler de. Şimdi tam zamanıdır; oturup, bitmeyen iki iş arası dalıp, neyi nasıl yapsaydım ne olurdu diye düşünmenin. Suçludur akşamüstüler, insam dürttükleri, anılarda birkaç dakikaya sığan, ama gayet uzun yolculuklara çıkardıklan için. Ya biz suçsuz muyuz? Ya da suçlu olup olmadığımızı ille de o sırada aklımıza getirdiğimiz için... Yıllar önce buraya beni ziyaret için gelen bir çocukluk arkadaşım, Stockholm'ün yeşil ve mavi evreninde gezerken bana sormuştu: "Bunca yeşile ve maviye nasü auştm?" ^ _ ^ ^ _ ^ Sen bir Ankaralı olarak, iye eklememe centibnenliğini göstermişti. Ne yanıt verdiğimi arumsamıyorum. Ne tahmin etsem yanlış olur. Ama bu soruya epey kafam takılmıştı. Çünkü aynı soru —^——— biraz daha geliştirilerek başka konularda da sorulabilirdi. Ben uzayan gölgelerimi seviyorum. O zamanlar geçmişi ve bugünü aynı zamanda yaşıyorum. Hele varsa o anda rahatsız etmeden telefon edebileceğim bir dost, zevkim daha da artıyor. Bana kalrrsa ve hele görüşümü sorarsanız, uzayan gölgeler sırasında, STOCKHOLMK GÜRHAN UÇKAN eğer dolmuş kuyruğunda, fazla mesaide değilseniz, kendinize birkaç dakika ayınn. Türkiye güney ülkesi. Gölge dediğin zıp diye uçar geçer ve >erini zifiri karanlığa bırakır. O gizemli an, kendinizle baş başa olun. Her gün değil, arada bir, olduğu kadar. Neler yapmak istediğinizi, neleri neden yapmadığıruzı düşünün, şöyle birkaç dakikacıL Bu önerdiklerim o kadar güç değil. Ya burada, en uyduruk akşamüstüEÛn iki saat sürdüğü -yazm, kışm değil hiç kuşkusuz- ülkede bendeniz ne \apıyor? Yapamadıklannı size öneriyor! Yine de Sevgili SaitFaik'in "Hşşt, hişşt"lerini, bu küreselleşme çılgınlığına karşı aynı dalgadan yayın yapan bizlerin duyabihnesi gereL Belki o zaman, bir akşamüstü dalıp gittiğinizde, yaşamın kulağmızine fısıldadığını duyabiürsiniz. Bu bakımdan, akşamüstlerini harcamayın! Firsat olursa iki telde benim için atın!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle