23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 17 MAYIS 2001 PERŞEMBE 14 LJJ\ kuttur@cumhuriyetcom.tr Tutucu Islami çevreleri çileden çıkarabilecek yan belgesel ve kurmaca bir yol filmi A fganistan'da iç savaşta yitirilen sadece canlar değil. Makmalbaf'a göre on milyon Afgan kadını da 'görüntüsünü' yitirmiş, 'görülmüyorlar.' 'Görüntüsünü yitirmiş' bir toplumu anlatmak kolay değil. Çarşaflannın altında kimliklerini saklayan ve belki de kimliklerini artık anımsamayan kadınlann öyküsü bu. Makmalbaf la Kandahar SeferiVECDİSAYAR CANNES-Iran sineması, 54. Can- nes Film Festivali'nde son yıllann- daki yükselışine yakışan bir çizgi sergiledi. Yanşmalı bölümde, Mob- sen Makmalbaf, tutucu lslami çev- releri çileden çıkarabilecek bir yol fil- nn,"Kandahar Seferi" (SafareGhan- dehar) ile, yanşma dışı resmi prog- ramda ise 'Attm Palmiye'li bir usta Abbas Kiarostami'nin Uganda'da gerçekleştirdiği başarılı belgesel "ABC Afrika" yer alıyor. 'Eleştir- menler HaftasTnda da, Seyyed Reza Mir-Karimi'nin "Ayışığının Alün- da" (Zire noure mah) adlı fılmı gös- teriliyor. Kiarostami sinemasınm etkilerini taşıyan Mir- Karimi'nin filmi, genç bir Kuran okulu öğrencisinin 'mol- h'lık vasfi kazanma sürecinde başın- dan geçenleri anlatıyor. Tıpkı Mak* malbaf ın fılminde olduğu gibi, oto- riteleri rahatsız edebilecek sahneler var filmde de. Politik temalan doğ- rudan ele almak yerine, genellikle simgesel bir anlatımı yeğleyen Mak- malbaf ise, filmine mekân olarak Iran değil de Afganistan'ı seçerek sansürü delmeyi başarmış. Çarşafin altmdaki insan llk dönem fılmlerinden birini, "Bi- sikletçi r> yı de Afganıstan'da çeken Makmalbaf, bu kez Afganistan'ın temel sorunlan olan savaş, yoksul- luk ve kadının tutsaklığı gibi konu- lara eğiliyor. Ama, elbette sinema- sınm özelhklennden yani fotoğrafa verdiği önemden ve simgesel anla- tımdan taviz vermeksizin. Çöl üzerindeki birhelikopterden çe- kilen görüntülerle başlıyorfilm.Çöl- de koşturan tahta bacaklı erkekler helikopterin peşinden koşturuyor. Sonra, gökyüzûnde süzülen paraşüt- ler ve bu paraşütlere bağh takma ba- caklan görüntülüyor kamera. Film sii- resince birkaç kez izlediğimiz bu gö- rüntülerAfganistan 'da yaşanan sefa- leti ve umutsuzluğu sımgeliyor. Gökyüzünden -yani Batfdan- ge- lecek takma bacaklann peşınde koş- turan bu insanlann fotoğrafına ekle- nen bir başka karanlık tablo da, ls- lam toplumundaki kadının (Mak- malbaf bunu Afgan toplumu olarak anlatıyor elbette) konumunu anlatı- yor. Çarşaflannın (daha doğru bir ifadeyle 'Çador'lannın) altında kim- liklerini saklayan ve belki de kimlik- lerini artık anımsamayan kadınlann öyküsü bu. "Kandahar Seferi" esas olarak ka- dmı odak noktasına almış. Birerkek toplumunda her türlü haktan mahrum olarak yaşamaya mahkûm edilen ka- dının. Makmalbaf, filmi gerçekkş- tirmeden önce, Afganistan üzerine ciddi bir araştırma yapmış. İç savaş nedeni ile altı milyon insanın göç et- mek zorunda kaldığı (bunlardan iki buçuk milyonu Iran'a gitmiş) bu top- lum, savaşta iki buçuk milyon insa- nını yitirmiş. Ama yitirilen sadece canlar değil. Makmalbaf'a göre on milyon Afgan kadını da 'görüntü- sünü' yitirmiş. "Görülnıüyorlaıf Ve. Makmalbaf ın deyişi ile "görüntü- sünü yitirmiş." bir toplumu anlatmak kolay değil. Filmin başrolünü Kanada'ya göç etmiş Afgan asıllı bir gazeteci olan Nilüfer Pazira üstlenmiş. Filmin ha- reket noktasım da Pazira'nın Mak- malbaf'a anlattığı bir gerçek öykü oluşturuyor. Pazira, bir gün Afga- nistan'daki bir kız arkadaşından bir mektup alır. Genç kız, yaşamdan tüm umudunu kesmiştir ve yakm bir za- manda gerçekleşecek güneş tutulması sırasında intihar ede- ceğini yazmaktadır Kana- da'daki arkadaşına. Pazira, derhal ülkesine gidip arkada- şını bulmaya karar verir. Ay- nı zamanda da, Makmalbaf ı arayarak kendisi ile birlikte gelmesini ve bu buluşmayı fılme al- masını ister. Makmalbaf, bu öykü- yü tam bir belgesel olarak değil kur- maca olarak beyazperdeye aktarma- ya karar verir ve Pazira'dan kendi rolünü üstlenmesini ister. Tek bir de- ğişiklik yapacaktır: Afganistan'daki kızı Pazira'nın arkadaşı olarak değil, kız kardeşı olarak yerleştirecektir öyküsüne. Öykü dediysem, uzun boylu bir öyküsü yok "Kandahar Seferi"nin. Pazira'nın yol boyunca karşılaştığı güçlükleri, tanıdığı insanlan anlatı- yor. Ve, kardeşi ile buluşamadan bi- tiyor film. Umut, henüz ufukta gö- rünmüyor çünkü. Filmde, gerçek mekânları, gerçek insanlan kullanmış Makmalbaf. Genç kadının karşılaştığı Amerikalı zen- ci (tslamcılarla birlikte Ruslara kar- şı savaşmak için Afganistan'a gelmiş, Taliban'ın cinayetlerini gördükten sonra, orada kalarak insanlara sağ- bk hizmeti vermeye karar ver- miş bir gönüllü), Polonyah Kızılhaç ekibi, sakat Afgan- lar hepsi kendilerinı oynuyor. Mekân olarak Afganistan çöl- lerinde ve Iran'm Afgan smı- nna yakın yörelerinde çek- miş filmıni. Elbette, bin bir zorluk altında, kimi zaman kimliği- nı gizleyerek tamamlamış çekimle- ri. Farklı tepkiler kaçınümaz Içerik açısından Batı dünyasmda büyük ilgi ve destek görmesi kaçı- nılmaz olan filme ilişkin tek kuşku- muz, bu konulara duyarlı olan Batı izleyicisinin biraz 'hümanist', biraz da 'egzotik' olarak nitelendirilebile- cek ilgısine fazlaca sığınması. Mak- malbaf'm tanıdığımız yalm sinema- sınm yerini 'manipülatif bir süıema almış bu kez. Filme farklı tepkilerin gelmesi kaçınılmaz. Bazılan, Mak- malbaf'ı politik eleştirisi nedeni ile övgülere boğarken diğerleri ele al- dığı temayı 'kuDanma' biçiminin ah- laka sığmadığını savunacak. Ama, ge- ne de Makmalbaf'ın sinemasal ye- teneğinın göstergeleri mevcut bu ya- n belgesel, yan kurmaca filmde. Sırf bu nedenle bile savunmak olası ''Kan- dahar SeferF'ni. Makmalbaf'ın Batı'ya yönelttiği eleştiriyı ise haklı bulmamak müm- kün değil: "Afganistan'da binlerce insan sakat kalıp. miryonlarcası ölür- ken Ugisiz kalan Batı'nın inıha edi- len Buda heykellerinegösterdiği du- yarühğa ne demeü?" 'Nı Michael Haneke'nin Altın Palmiye için yarışan filmi cinsel sapkınlık üzerine örotik bir piyanistCANNES (REUTERS) - Dört yıl önce Cannes se- yircisini nedensiz şiddet hakkındaki bir filmiyle sar- san Avusturyalı yönetmen Michael Haneke, bu yıl cin- sel sapkınlık ile ilgili filmiyle Altın Palmiye için ya- nşıyor. 'Piyanist'te Isabelk Huppert, soğuk, duygusal yönden bastınlmış bir karakter olan Erika'yı oynuyor. Cinselhğini marazi bir röntgenciliğe ve kendini yara- lamaya indirgemiş bir piyano öğretmeni Erika. Erika. zorba tavırlı, alkolik annesiyle, yaşamdan ve sevgiden yalıtılmış bir biçimde yaşıyor. Ta ki, Viyana Konser- vatuvan'ndaki zeki ve yakışıklı öğrencisi onu baştan çıkarmaya karar verene dek. Haneke, "Onun hasta <ri- duğunu düşünmüyorum, bence nörotik biri. O, belli bir toplumun sonucu" dıyor. 'Piyanist'te Huppert'in cinsel organını yaralama sah- nesi dahil pek çok açık sahne bulunuyor. Huppert bu sahneler için şöyle diyor: "Bu sahneleri çekmek sorun obnadı... Tehükeli ve bilinmeyen topraklarda gezer gi- bi hissetmedik kendimizi. Ama bu her sahneyi de ke- yifle çektiğuniz anlamına geunez." Erika, VValter'dan kendisine sadistçe davranmasıru ve kamçılamasını isteyen mazoşist bir karakter. Ah- lak bozukluğu Haneke'nin yapıtla- nna yabancı değil. 1997'de, iki psikopat adamın bir çifte ve çocuklanna yaptığı işken- celeri anlattığı filmi 'Funny Games' de Can- nes'dagösterilmısti. Hup- pert, 'FunmGames'de- ki eş rolünü geri çevir- miş, çünkü rolün çok yoğun bir benimseme gerektirdiğıni ve bun- dan sonra gerçek ha- yata dönmenin zor ol- duğunu düşünmüş. "Funny Games'de oy- nayacak cesaretim yok- tu" diyor Huppert. Michael Haneke oyuncuları Isabelle Huppert ve Annie Girardot ile.H *>-* Mauro Bolognini, İtalyan sinemasının en önemli yönetmenlerindendi 6 Mvıdu diPli bir sinema ozanıydı İtalyan komedisi ile post-veni gerçekçilik arasında yer arayan 'iyi filmler'le İtalya'nın dünü ve bugününü anlatmanın peşindeydi. CUMHUR CANBAZOĞLU Beş yıldır ağır bir hastalıkla savaşan İtalyan si- nemasının en önemli yönetmenlerinden Mauro Bolognini pazartesi günü Roma'daki evinde ya- şamını yitirdi. Bizim sinemaseverlerin son olarak 20. Ulusla- rarası tstanbul Film Festivali'nde 'Aa Aşk'ını (II Bell'Antonio) izledikleri Bolognini, özellikle İtal- yan edebiyatma çok yakındı ve görkemli kariye- rinin neredeyse tamamma yakm bölümünde ünlü yazarlann yapıtlannı beyazperdede yorumlama- ya çalışmıştı. Tam bir sinema ozaniydı ama, televizyonda da Moravia, Stendhal gibi isimlerin yapıtlanyla iyi işler ortaya koydu. Onunki, melodram ile mutlu- luk arasında gidip gelen, italyan komedisi ile post- yeni gerçekçilik arasında yer arayan 'muthı bir dil- di'. Toscano bölgesinde yetişmesinin ve mimar- lık eğitiminin armağan ettıği estetik tatla son de- rece rafine, sıcak, yumuşak görüntüler yakaladı Bo- lognini. Sadık görüntü yönetmeni Ennio Guanü- eri'nin de bu başanda payı büyüktü. italyan eleş- tırmenlerin bir bölümü ise onunla ilgili yazılann- da bu görsel zenginliğin, yönetmenin edebiyatla ılişkısını çoğu zaman yaraladığını, estetik arayı- şın uyarlamalan boğduğunu belirtmişlerdi. 1923 Pistoia doğumluydu Bolognini; mimarlık okuduktan sonra Roma'daki Centro Sperimenta- le di Cinematografia'da sinema serüvenine başla- mış ve 194O'lı yıllarda Luigi Zampa'nın. Fransız Jean Deiannoy, Yves AUegret'nin asistanı olmuş- tu. llk filmi 1953 tarihli 'Ci Troviamo In Galle- ria"ydı;eleştirmenlerindikkatini ise 'LaNotteBra- va' ve 'Una Giornata Balorda'yla çekmişti. Paso- lini'den ve Moravia'dan büyük destek almıştı; bu dostluk diğer yapıtlarda da sürdü gitti. llk ses getiren yapıtı 1960'ta yönettiği 'D Befl'An- tonio'ydu. VRaÛano Brancati'nin başyapıtından Pasolini'nin senaryolaştırdığı film Bolognini'yle beraber MarceDo Mastroianni ve Oaudia Cartö- nale'e de uluslararası alanda başarı kazandıran film olmuştu. Ardından ItaloSvevo'nun 'Seniüta'sı (1961) ile Moravia'nm 'Agostino'su (1962) geldi. 70'li yıllarda ise yaratıcılığını daha fazla zorlaya- rak Italya'nın sosyal, politik öykülenne eğilmiş- ti. Bu dönem Vasco Pratolini'nin 'Metello'su ile başladı, 'Fatti di Gente Perbene'yle (Büyük Bur- juva-1974) devam etti ve 1978'deki 'Dove Vai in Vacanza'yla sona erdi. Seksenli yıllarda ise sine- ma setlerinde pek görülmedi Bolognini. Üç film çekti: Isabelle Huppert la 'La Signora DeUe Ca- meüe". Laura Antonelli'yle 'La Venexiana' ve LJv Ulhnan'la 'Mosca Addio'. Son sinema yapıtı ise uluslararası bir oyuncu kadrosuyla yaptığı 'La VII- laDelVenerdi'ydi(1992). Uzun sinema kariyerinde hiçbir zaman moda- lann tuzağına düşmedi Bolognini. Uzun bir hazır- lık döneminden sonra sete gelip kısa sürede çek- tiği iyi filmler'le ttalya'nın dünü ve bugününü an- latmanın peşindeydi. Bir toplantıda sinema eleş- . tirmenlerine söyledikleri, onunla ilgili yazılarda sürekli kullanıldı: "Merak etmeyin, nen kendimi sizden fazla fazla eJeştiriyorum." IŞILDAK VE YELPAZE ATtLLA BİRKİYE Yazı Özgürlüktür! Yazı özgürlüktür; yazdıkça kendinizi özgür du- yumsarsınız. Hele alanınız "edebiyat" ise, yara- tım süresince ne kadar çok sancıJar çekseniz de, yazdıkça özgürieşirsiniz. özgürleşirsiniz, çünkü yazdıkça kendinizi bir varlık olarak gerçekleştirebileceğiniz en yüksek düzeyde gerçekleştirmişsinizdir. Kendinizi gerçekleştırebildiğiniz ölçüde de öz- gürsünüzdür. (Aşk gibi...) Biraz varoluşsal bir felsefe yatsa da derinlik- lerinde, yazının varlık olarak sizi 'Tcursariaştırdı- ğı kesindir. Çünkü yazıyı yazan, şiiri yazan, ro- manı yazan vb. "s/z"sinizdir. Sözcüklere hükmedersiniz. Istediğiniz gibi on- lan "kullanır"sınız. Zaman zaman oynar, bozar, değiştirirsiniz. Sözcüklerin oluşturduğu gerçeklige de hükme- dersiniz. Yarattığınız gerçeklikte olup bitenlere, bu gerçekliğin içinde yer alan kişilere hükmeder- siniz. Onlann varlık alanlarını istediğiniz gibi çtzersi- niz, ruhsal durumlannı istediğiniz gibi "yazarsı- nız". (Bazen sözcükler de isyan eder, ama...) Çoğu zaman, içinizin sıkıldığı günlerde, dö- nemlerde -illa aşk acısı çekmeniz gerekmez, "kriz" dönemlerinde de insanın içi sıkılır, buna- lır-, yazı bir "kurtuluş"tur. Alıp sizi "ütopya "ya, özgürlük ülkesine götü- rür. Bazen de işler karışır; bir tek satır bile yazmak istemezsiniz. Gözünüz hiçbirini, yazının o büyü- lü gerçekliğini bile görmek istemez. Zihninizdeki yazacağınız onlarca konu birden yok olmuştur sanki. Belleğinizi zorlar, hiçbirini anımsayamazsınız! Belki de yalnızca yürümek, uzaklaşmak gere- kir. Olup bitenden uzaklaşmak; alıp başını uzak- lara gitmek. Dogaya dönmek... Belki de haklı olan, yaklaşık iki yüz elli yıl ka- dar önce, uygariığın "dehşetengiz durvmu" DU düzeye gelmemişken "doğaya dönelim" çağn- sı yapan ve felsefesinı bu çağn üzerinde oluştu- ran romantik J.J. Rousseau'dur. Bu çağn, zaman zaman bizim edebiyatımızda da görülür. ömeğin Sabahattin AJi'nin o görkem- li romanı Kuyucaklı Yusuf'ta bu çağn, bir alt me- tin olarak okunur. Romanın yayımlanışından yıllar sonra, -başka bir yazar- Berna Moran da bunun attını çizmiş- tir (Jürk Romanına Eleştirel Bir Bakış, ikinci cilt). (En iyisi, görmemek, duymamak.. ama nasıl?) Yazı, felsefi anlamda her ne kadar özgürtüğü imliyorsada, kültürtarihimizedönüp baktığımız- da tersi durumlarla çok sık karşılaşınz. Birçok yazanmız -birçok "sayısı" aslında hoş- görülü bir sayıdır-, "yazı" yüzünden özgürlükle- rinden olmuştur. Yazdıklanndan dolayı, yarattık- lanndan dolayı hapisierde sürünmüş, vaşamla- nnı yitirmiştir. Nâzım Hikmet şiir krtaplanndan dolayı hapis- te yatmamıştır, ama yıllarca yatmasının ana ne- deni, çoğumuzun bildiği gibi yazdıklan, yarattık- landır. Kimi de "yazrdan dolayı yaşamını yitirmiştir. Sabahattin Ali'nin öldürülüşü, bunun en tipik ve en acı örneğidir. Yazının u var1ık"sa\ nedenine ters düşse de bu tuhaf durum, bizde çok kanıksanmış olup günü- müze kadar kesintisiz bir biçimde sürüp gelmiş- tir! Her ne kadar yazının "özgürlük" olduğuna yü- rekten inansanız da, bazen tek bir satır yazmak istemezsiniz... ömeğin yedi ayını dolduran, elli dört kişinin ya- şamını yitirdiği ölüm oruçlannın sürdüğü şu gün- lerde olduğu gibi, içinizden yazı yazmak gelmez. Dahası kimsenin kılı kıpırdamıyorsa, bizi yöne- tenlerin kılı kıpırdamıyorsa, "ülke yönetimi"nde söz sahibi olmanın haklı gerekçelerini sıralayan "medya "nın umurunda değilse, içinizden tek bir satır yazmak gelmez. Urgup Karikatur Yarışması • Kühür Servisi - Kapadokya Urgüp Karikatur Yanşması'nın ilki bu yıl düzenleniyor. Tüm karikatürcülere açık olan yanşmaya gönderilecek karikatürlerde çizim tekniği serbest. 25x35 cm. kâğıda çizilecek karikatürlerin en geç 5 Haziran 2001 tarihine kadar 'Kapadokya Karikatür Yanşması' Ürgüp Belediyesi, Ürgüp-Nevşehir adresine elden ya da posta ile ulaştmlmış olması gerekiyor. Seçici kurulu Doğan Hızlan, Şakir Eczacıbaşı, Semih Balcıoğlu, Kamil Masaracı ve Belediye Başkanı Bekir Ödemiş'ten oluşan yanşmanın karikatürleri Ürgüp Belediyesi tarafmdan bir kitapta toplanacak ve her yıl 15 Haziran tarihinde Ürgüp'te sergilenecek. (Bilgi için tel: 384 341 70 76, e-mail: urgupbelediyesi@superonline.com) İZDT'de görev degişikflği I İ Z M İ R (AA) - Sezonu bu ay başında Topuzlu' oyununun Balıkesir turnesi ile kapatan Izmir Devlet Tiyatrosu, yeni sezona görev değişikliği ile girecek. İZDT Müdürü Mustafa Şekercioğlu, kendi isteği ile görevden aynlarak Ankara'ya dönerken yerine Metin Oyman atandı. Oyman 22 yıldan bu yana İZDT'de sanatçı ve yönetmen olarak görev almış aynı zamanda 1983-1988 yıllan arasında müdür yardımcılığı görevini de üstlenmişti. Metin Oyman, 'Yüzyüze', 'Çil Horoz' ve 'Susuz Yaz' oyunlannın yönetmenliğini de yaptı. Karadeniz Orkestrası Trakya'da • KüHür Servisi - Prof. Dr. Saim Akçıl yönetiminde Tekfen Karadeniz Solistleri'nce 19 Mayıs etkinlilderi çerçevesinde bugün Istanbul / Tatilya'da saat 19.30'da, yann Edirne'de Türkan Sabancı Kültür Merkezı'nde saat 20.00'de , 19 Mayıs'ta Tekirdağ'da Belediye Kültür Salonu'nda saat 17.30'da, 20 Mayıs'ta Iş Sanat Kültür Merkezi'nde saat 20.00'de bir dizi Bahar Konseri gerçekleştirilecek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle