Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 4MART2001 PAZAR
12 PAZAR KONUGU
Öğretim üyesi Prof. Dr. Ibrahitn Kaboğlu, devletin tepesinde çıkan hukuk krizinin nedenlerini değerlendirdi
SORUN1982 ANAYASASI
19'
insan
hakları
eğitimi
-Nasıl?
- Bunun için de iyi bir insan haklan egi-
timi gerekiyor. Bu, sadece okul çocuklany-
la sınırlı tutulmamalı. tnsan haklan eğitimi,
özellikle insan haklan ihlalleri konumunda
bulunanlara verilmelidir.
Haklar kavramının insanla çatışık olma-
dığını. özgürlüğün insandan kaynaklanan
bir değer olduğu bilincini kabul ettirebil-
mek için yaygınlaştırümış bir insan haklan
eğitiminden başka çaremiz yok. Bunun için
tabii ki eğitim sıstemımizın akılcıl temelle-
re dayanması önkoşuldur. Aksi halde zaten
insan haklan eğitimini yaygınlaştırmanuz
zor olur.
lleriye bir adım daha atalım. Ortaklaşa
olarak hepimizin yararlanması, saygı duy-
ması gereken özgürlökler alanmı kabul et-
meliyiz. Bu, yaşama hakkı, işkence yasağı,
düşünce özgüriuğü, inanç özgürlüğü gibi...
Herkesin her yerde ve her zaman yarar-
lanması gereken özgürlükler kategorisini
Türkiye'de aynmsız kurma yönünde genel
bir çaba göstermeliyiz. Bunu asgari olarak
sağlayabilirsek hiç kimseye zarar gelmeye-
ceğini. bundan öncelikle insanımızm ve
sonra da ülkemizin yararlanacağı bilincini
iyice içimize sindirmeliyiz.
Bundan, hak ve özgüriuklerin aşamalan-
masını söylemek istemiyorum. Bakın, de-
mokrasi ve özgürlük kavramının her zaman,
her yerde. her tûrlü davranışı meşru kılacak
bir kılıf olarak kullanılması, madalyonun
öbür yüzü. Bu yanılgıya da kesinlikle dûş-
memeliyiz. Bizde, özellikle medyada son
yıllarda sıkça kullanılan bir kavram var. Ka-'
musallık ya da kamusal alan...
iyi de artık özel alan, kamusal alan, dev-
let ya da resmi alan diye kavramlar var. Bu
aynmlan yapmadan kamusallık kavramını
her tûrlü davranışı meşru kıhcı bir kavram
olarak kabtıl edebilir mryiz? Hak ve özgür-
lûkler açısından demokraside mekân ve öz-
gürlükler kavramını da yerli yerine oturt-
malıyız.
Örneğin, kamusal mekânda özgüriuklerin
paylaşunı vardır. Orada karşı tarafin özgür-
lüğüne de saygı gösterme söz konusudur.
Resmi mekân devlet mekânı ise özgürlüğün
azaldığı, ama yetkilerin öne çıktığı mekân-
- Burada da her zamanyapttğımızgibisap-
la samanı birbirine mi kanştınyoruz?
- Evet. Bakın, mıllervekiline sosyaL mali
ayncalıklar tanmmıştır. Bundan amaç para
güçlerinin sultası altına girmesini önlemektir,
görevini daha özgürce yapmasını sağlamak-
hr. Ona dokunulmazhk, muhaliflerinin oyunu-
na gebnemesi için tanınmıştır. Ülke sorunla-
nnı çok rahat tartışabilsin, temsil ettiği kitle-
leri en iyi biçimde temsil etsin diye söz söy-
leme özgürlüğü tanınmıştır. Bütün bunlar,
milletvekilinin kendisine değil, statüye tanı-
nan ayncalıklardır. Burada kendi özgürlük
alanı azahyor, ama kitleleri özgürleştirici mis-
yonu öne çıkıyor. Bizde yapılan hata bu yet-
kinin bireysel özgürlük olarak algılanmasıdır.
Devlet kademelerinde tırmandıkça özgürlü-
ğün genişlediği zehabına kapılınıyor. Sadece
milletvekillerinin değil, bakan olanlann bile
Çankaya'da o krizi çıkarabümiş olmalan bi-
raz da demokraside özgürlükler ve mekânlar
düğümünün onlar tarafından bilinemiyor ya
da bilinmek istenmiyor olmasından kaynak-
lanmıştır. Ülkeyi yönetenler ve yasa yapanla-
rin da bütün bu kavramlan iyi özümsemeleri
gerekir. Türkiye'de insan haklanna saygıh te-
mel kurallan onlar koyacaklardır. Ikinci aşa-
ma mevzuattır. Mevzuaü insan onurunu zede-
leyen kurallardan başlayarak aklımızın, ulus-
lararası hukuk kurallanna çağdaş hukuk dev-
letine tamamen yabancı düşen anti-liberal ku-
rallardan anndırmamız gerekir.
- Hal böyleyken Türkiye'nin Avrupah ola-
bilme şansı nedir?
- Zihinlerimizde, belleklerimizde, uygula-
mada bu kargaşaya, kavram karmaşasına de-
vam ettiğimiz sürece kesinlikle AB kural-
lanna uyamayız. AB'nin kriterlerini çok iyi
tahlil etmeliyiz.
Bu kriterierin, kendi gereksinimlerimizle,
kendi ulusal beklentilerimizle örtüşüp örtüş-
mediğini iyi algılamalıyız. Benim saptamama
göre AB'nin bize sunduğu kriterler 1920'ler-
de bizim ulusal dınamiklerimizle attığımız
temellerin birer çağdaş biçimidir. .
LEYLA TAVŞANOĞLU Devletin tepesinde bir hukuk kavgası veriliyor. Hukuksuzluk isteyenlerle hukuk isteyenlerin mücadelesinde hukuka
saygıh taraflar kazanacak gibi görünüyor. Türkiye 'nin artık karanhk, yoz, yolsuzluğu kendilerine amaç edinmiş odaklarından silkinip kendini
toparlamasının zamanı geldi de geçiyor bile. Saygınlığımızı yeniden kazanmah; çağdaş, demokratik bir hukuk devleti blma yolunda hızlı
adımlar atmahyız. Işte, Anayasa Hukuku öğretim üyesi Prof. Dr. tbrahim Kaboğlu yla konuşurken "Acaba bu bir düş olarak mı kalacak?
Yoksa ulaşmamız gereken hedeflere ulaşma
becerisini gösterebilecek miyiz? Yolda
ayağımıza bir çelmeyiyip kazaya mı
uğrayacağız" diye de için için
kaygılanıyoruz. Prof. Kaboğlu da içimizin bu
kaygısını gidermeye hiç yaramayacak olan
şu sözleri söylüyor: "1982 Anayasası 'nın
serbest bıraktığı iktisadi alan pekâlâ devlet
krizi çıkarabilecek güçte kişileri oraya
yerleştirebiliyor. Öteyandan sivil toplum
kuruluşları, ülkesi için çırpınan yurttaşlar
topluluğu, aydınlar, çalışanlar oralara çok az
girebiliyorlar."
PORTRE / PROF. DR tBRAHİM KABOĞLU
1950, Artvin doğumlu. Yükseköğrenimini Ankara Üniversüesi
Hukuk Fakültesi 'nde bitirdl Fransa 'nın Limoges
Üntversitesi'nde doktora yapti. Gazi, Dicle ve Marmara
üniversitelerinde öğretim üyeliğinde bûlundu. Şimdiki halde
Marmara ÜniversitesiHukuk Fakültesi'nde Anayasa Hukuku
öğretim üyesi veÂnabilim Dalı Başkanı olarakgörevyaptyor.
Fransa 'nın Paris 12, Paris Rene Descartes ve Bordeaux
Montesquieu üniversitelerinde konukprofesör olarak dersler
veriyor. Sivil toplum kuruluşlarında gönüüü olarak görev
yaptyor. tstanbul Barosu İnsan Haklan Merkezi Başkanlığı ve
îstanbul İnsan Haklan tl Kurulu üyeliği bunlardan birkaçu
- Devletin en tepesinde bir hukuk kavgası veriliyor. Siz bu kav-
ganın neden koptuğunu düşünüyorsunuz?
- Devletin tepesinde kopan hukuk kavgası toplumumuzun gide-
rek içine sürüklendiği hukuksuzluk ortamından kaynaklanıyor. Her
ne kadar bir anayasamız var ise de anayasanın bir hukuk devletin-
de kurmak durumunda olduğu dengeler bu anayasada yok. 1921
Anayasası Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kurdu. Bundan 40 yıl
sonra 1961 Anayasası'nın hukuk devletini kurduğunu söyleyebili-
riz. Aradan geçen 40 yıl sonra Türkiye, Ankara'da, yetkiyle dona-
ülmış, asluıda hiç kavga etmemelen gereken kişilerin kavgalanna
tanık olmakta, bu bir kriz olarak takdim edilmektedir. Hatta knzın
bas aktörleri olan kişilerin bunu "devlet krizi'' olarak nitelemeleri
söz konusu. Acaba bu, gercekten bir devlet krizi mi,rejimkrizi mi,
hükümet krizi mi? Yoksa bu, kişilerin yarattığı kriz mi? Bunu ya-
nıtlayabilmek için hukuku önemlı bir kalkış noktası olarak alma-
mız İazım. Türkiye'nin çağdaşlaşma sürecinde hep dönüm nokta-
lan var.
- Bunlar hangüeri?
- Aslında hep bir ileriye gidişin arayışı söz konusu. Bunda da
1920'lerin çok özel bir yeri var. Ama ben ileriye gidişin arayışını
Tanzimat'a kadar da götürebilirim. Ama Türkiye Cumhuriyeti'nin
bir hukuk devleti olarak tamamlanması 1961 Anayasası'ylaolmuş-
tur. 1920'ler de, 1960'lar da ulusaldır.. iç dinanüklerin, ulusal güc-
lerin eseridır. 1961 Anayasası hukuku, devlet içindeki güç denge-
lerini, yani yasama, yürütme, yargıyı pekiştirmiştir. Örneğin yargı
bağımsızdır. Üniversiteler özerktir. Yürütme, yargının denetimi al-
ündadır. Yasama, Anayasa Mahkemesi'nce denetlenir. Türkiye'de
Anayasa Mahkemesi kurulabilmişse bu 1961 Anayasası sayesin-
dedir. Yoksa 20. yüzyJda Anayasa Mahkemelen kurulması kolay
değildi. Dolayısıyla Cumhuriyet'in kuruluşundan yaklaşık 40 yıl
sonra yapılan ikinci anayasa belki Cumhunyet'in özlediği çağdaş-
laşma projesınin ileriye atilan bir adımıydı. Fakat bilinen nedenler-
le biz bu ileriye atilan adımlan geriye götürdük. Bunu 1971 'de yap-
tık, 1982'de tümüyle ortadan
kaldırdık. Bugün yaşanan dev-
let krizinin en başta gelen nede-
ni 1982'nin koyduğu hukuk sıs-
temidir.
1982 Anayasası
- Peki, bunda kişilerin payı
yokmu?
- Sanıyorum, bu devlet krizi
mi, yoksa kişilerin kotardığı bir
kriz mi sorusuna böylece daha
kolay yanıt verebiliriz. 1982
Anayasası, ad olarak "demok-
rank hukukdevleti" dedı, »erk-
ler aynhğı" dedı. Fakat 1982
Anayasası, 1961 Anayasasf nın
kurdugu devletin klasik üç erki
arasındaki dengeyi, yürütme le-
hine tamamıyla değiştırdı. Bu-
nu yaparken özellikle yürütme-
yi öne çıkardı, yasamayı ikinci
plana irti, yargıyı en arkaya gö-
türdü. 1982 Anayasası ikı vites-
lı bir hukuk sisteminı öngördü.
Yani, önü açılan hukuk sistemi
ve önü kapatılan hukuk sistemi.
Önü kapatılan hukuk sistemi geçici 15. madde kapsamına giren ya-
salar topluluğu. Yani Demekler Kanunu, Sendikalar Kanunu, Top-
lantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu, Siyasi Partiler Kanunu... Tü-
rkiye'de demokratik sistemın temel çekırdeğını oluşturan, çoğulcu
toplum düzeninin sağlıklı bir biçimde kurulmasını sağlayan alanın
bir baknna bloke edilmesi, bu... Ama öte yandan, aradan geçen dö-
nem içinde Türkiye'de belli bir ekonomik yapının oluşması yönün-
deki kanunlar 1982 Anayasası dönemindeki yasama faaliyetlerine
damgasını vuran alanlardır.
- Peki bunun sonuçlan ne oldu?
-1982 Anayasası, bir bakıma, demokratik toplum düzeni ve öz-
gürlükçü sistemin gehşim ortam ve koşullannı yaratıcı alanı bloke
etri; öte yandan parasal gücün serbestliğini ya da sermayenin, ulu-
sal ve uluslararası alanda hareketini hep teşvik edici mevzuat hü-
kümleri geliştirdi. tktisadi liberalizm alanı öne çıkü; hatta kutsan-
ma noktasına kadar çıkn.
-Acaba ekonomik liberalizm Türk insanı tarafından serbestbir
soygun düzeni olarak mı algüandı?
- Bu çok güzel bir soru. Çünkü bu alanı denetleme ve düzenle-
me biçiminden o yöne doğru bir kayış kaçınılmaz oldu. İfade öz-
güriüğüne kadar siyasi liberalizm alanı çok sıkı tutulurken ekono-
mik liberalizm alanı çok gevşek bırakıldı. Oysa üyesi olmak iste-
dığimız AB ülkelennde iktisadi alan çok sıkı bir denetime tabi tu-
tulur. Bizdeyse siyasal liberalizm çok sıkı tutuluyor, ama ekono-
mik liberalizm hep gevşek bırakılıyor. Kayınhyor, göz yumuluyor,
kişiyle eşya, çevre, mal, para ilişkisine hep öncelik tanuıdı. Böyle
olunca toplumsal değerler de hep bu dönemde oluştu. Yani para gü-
cüne dayalı değerler...
-Acaba devlethazinesiyle kendikişiselhazinemizi interaktifmi
sandık?
- Devleti yöneten güçlerle iktisadi güçler arasuıda kesin bir ay-
nm çizgisi bırakılmayınca o zaman oralarda da iç içe geçmeler ol-
du. Bakıyorsunuz, özgürlükler düzenince özel gırişımciler özgür-
lüğü ve onun uzantüan var. Ama özel girişım özgürlüğüyle elde edi-
lebilecek iktisadi liberalizmle bağlanhh özgürlükler var. Diyelim
bir çimento fabrikası sahibi var. Bu kişi kolayca bankacılık sektö-
rüne atlayabiliyor. Üçüncü yıl bir gazete satin alabiliyor. Dördün-
cü ya da beşinci yıl bir televizyon kanalı sahibi oluyor. Altıncı ya
da yedinci yıl bir üniversite kuruyor. Bütün bunlar farklı özgürlük
kategorisi olarak düzenlenmiş bulunuyor. Bütün bunlann ayn ay-
n, yapılanmalan, amaçlan, hedefleri, özneleri, kitleleri, farklı dü-
zenlemeleri gerekli kılıyor. Bu örneğini verdiğim sektörlerden bi-
rinden öbürüne geçişin ülkemizde ne kadar kolay olduğunu göster-
mek istedim. Oysa, bizim hukuk sistemimizi üzerine inşa etmeye
çalıştığmıız AB üyesi ülkelerin öne çıkardığı kaygı bir özgürlük
içinde tekelin önlenmesidir. Örneğin, AB üyesi ülkelerde bir basuı
kuruluşunda bir patron ancak yüzde 10-15 arası bir sermaye oranı
elde edebilir.
Ama bizde bırakın tek özgürlük alanında tekel kuralının geçerii
ohnasuu, bütün özgüriükler arası tekel söz konusu. Para gücünün
serbest dolaşımı sonucu elde edilen özgürlüklerde bir kişi beş yü-
da beş ayn özgürlüğün öznesi olabiliyor. Yani bu kişi bir tür özgür-
lüklerarası tekel oluşturabiliyor.
Hazlne klmln hazinesl?
Ülkemizde, belirttiğiniz olgu ortaya çıkmışsa o zaman acaba Ha-
zine kimin hazinesi oluyor. Devletin ya da ulusun Hazinesi mi,
yoksa dolaylı, kamu bankalan yoluyla işadamlannın özgürlükler
arası tekeli oluşturarak el atabildikleri Hazine mi? Ya da o patron-
lann, işadamlannın, milletvekili ya da bakan olarak oralara birta-
kım kişileri gönderip kolayca söz konusu yerleri yönlendirebildik-
leri alan mı? En tepedeki krize gelecek olursak... Bu krizi çıkaran
aktörlere baktığımiz zaman bir kere krizin anatomisi var. Yani kri-
zi oluşturan ortam ve sözler nelerdir? Ve bu kriz miydi? Öcincisi,
bu sözlerden hareketle kamuoyuna "devlet kria" biçiminde bir
deklarasyonun yapıhnış ohnası söz konusudur. Kamuoyuna bir
devlet krizi olduğu yönünde beyanda bulunan politik şahsiyetlerle
ıkıişadı liberalizm alanındakı güçlü kuruluşlarla, güçlü şahsiyetler
arasındaki ilışki göz önüne almdığmda şöyle bir tablo oluşuyor:
1982 Anayasası'nın serbest buaktığı iktisadi alan "pekâlâ dev-
letkriziçıkarabilecek güçte ktşüeri oraya yerieştirebfliyor.'' Öte yan-
dan sivil toplum kuruluşlan, ülkesi için çupınan yurttaşlar toplu-
luğu, aydınlar, çalışanlar, oralara çok az girebiliyorlar. Çünkü ora-
da siyasal liberalizm alanı söz konusudur.
Temizllk Isteğl
- Clkemiz artık biryolsuzluklar cennetigörûnümünde. Yasalar
uygulamaya konulmuyor. Sizce bunun çıkısyolu nedir?
- Bu son hafta yaşadığımız kriz sırasında yurttaş sormacalann-
dan hareketle yanıtlanabilir. Yurttaşlann tümünde bir temizlik is-
teği, ciddi bir umutsuzluk duygusu var. Ortahğın kirliüği yurttaş-
lan çok fena kaygılandmyor. Onlar, bunun altematifini hukukla te-
mizlenebilirlik olarak görüyorlar. Bence çıkış yolu Türkiye'de hu-
kuku tesis etmektir. Yani, hukuk devletinin ortaya çıkış amacuıda
olduğu gibi yönetilenleri de tıpkı yönetenler gibi hukuk önünde eşit
kıhnaknr. Yani, yönetenlerin de hukuk tarafından yönetildiği bir ül-
kede ancak hukuk devleti kurulabilir.
- Şaibeli olduklan söylenen birtakım parti liderleri hakkında
Meclis soruşturmaian açdıyor. Bunlar göz göre göre yine Mec-
üs He aklanıyoriar. İsimleriyolsuzluk iddialanna kanşmışparti li-
derleriya da milletvekillerinin aklanma yeriyasama organı olan
TBMMmi, yoksa bağımsız yargı organlan mı olmah?
- Hiç kuşkusuz aklanma yeri bağımsız yargı organı olmah. Fa-
kat erkler aynlığı çerçevesinde şunun da kabul edilmesi gerekir:
TBMM bir yasal denetim organıdır. Parlamenter sistemin temel
taşı hükümetin Mechs'e güven duyması olduğu gibi, Mechs'in de
denetim yapmasıdır. Aslolan Meclis'in denetim mekanizmasını ha-
rekete geçirebiknesidir.
Ondan sonra yargı devreye girer. Ama bizde Meclis bu denetimi
başlatma işlevini haiekete geçiremiyor. Bunun nedeni de Türkiye'de
siyasal yapmın düğümlenmiş ohnasıdn". Böylece de Meclis yürüt-
menın yönlendirmesi alnndadır. Yürütme de, yürütmeyi oluşturan
koalisyon partilerinin hderlerinin yönlendirmesindedir. Parlamen-
to içi demokrasi olmayınca Meclis bu dengesiz ortamda görev ya-
pamıyor. Yapamadığı için yargı organmuı aklaması gereken kişiler
"Meclis tarafindan aklanmts otayor".
- Peki, bu bir aklama mı?
- Tabii ki aklama değil. Bu asluıda bir kaparmadır. Bu, kapatılan
kişi ya da grubun yaranna değil, zarannadır. Siyasetçi gercekten
temiz olduğuna inanıyorsa bunun hesabını yargı önünde verip ora-
da aklanması gerekir. Burada da 1982 Anayasası'nın erkler arası
kurdugu dengesizliği trdelemeden soruna sağhklı bir yanıt veril-
mesi kolay değildir.
- Bazı medya patronlan göz göre göre bankalannı hortumlu-
yorlar. Ama hâlâsahibi olduklangruplannın başında kalabiliyor-
lar. Siyasiler Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi'ni çökertiyorlar, hal-
kı sefalete sürüklüyoriar, ama hâlâ kohuklannı koruyorlar. Bü-
tün buyapüanlar insanlann daha iyiyaşama hakkuun ihlali de-
ğil mi? Buna karşın negibi biryapünm uygulanabilir?
- Hiç kuşkusuz daha iyi yaşam koşullan öncelikle eşitsizliklerin
giderilmesiyle kurulabilir. Ancak, eşitsizlik bazan yasal, anayasal
çerçevede ortaya çıkabilir. Çünkü olanak,firsateşitsizliğini tümüy-
le ortadan kaldırmak mümkün değildir. Önemli olan yasalar çerçe-
vesinde kurumlann ve kurallarm işleyişini sağlamaknr.
Sizin değindiğiniz konu ise firsat ve olanak eşıtsızlıgınin adeta
hukukun bu amaç için kullanıldığı. Yani hukuk bilinçli olarak fir-
sat ve olanak eşitsizliğinin yaratılması yönünde oluştunılmuş bu-
lunuyor. Dikkat edilirse, sözünü ettığinız her iki alan, yani siyaset
ve medya, birbirine bağlı iki alan.
- Yani onlar da interaküf...
- Evet Sizin sözünü etu'ğiniz devletin tepesinde patlak veren kriz,
denetimden duyulan rahatsızlıktan çıktı. Bakınız, 1982 Anayasası
kunümasım kayıt altına almasına rağmen (daha iyi ve hangi amaç-
la kurulduğu ayn bir sorun ama) Devlet Denetleme Kurulu, Cum-
hurbaşkanı'nın düğmeye basmasıyla yargı
ve ordu dışında her alanda denetim yapa-
bilen bir kuruluştur. Ama örneğin, Susur-
luk olaymda Devlet Denetleme Kurulu'nun
harekete geçmesi için düğmeye basdmadı.
Yargıya müdahale
Zamantn Cumhurbaşkanı, onun için eleş-
tırildiginde şöyle bir gerekçe öne sürmüş-
tü: "îş yargıya mtikaletmiştir. Yargıya mü-
dahaleohır.''
Ama tam tersiydi. Hatta bunu söyleme-
ye çalıştık. Yarguun daha sağlıklı karar ve-
rebilmesı için bu birim delil toplama, olup
biteni bağımsız bir biçimde araşürma, or-
taya koyma işlevini görebilirdi. Ama yap-
madı. Dolayısıyla, bugün Cumhurbaşkanı
bunu yaptnca denetim üzerine denetim ola-
rak algılandı. Bu bence gerçekten temiz, si-
vil toplum istiyorsak rahatsızlık yaratma-
malı.. aksine bu tür iyi, hukuku hâkim kıl-
maya çalışan, yurttaşm özlemlerine yanıt
aramayı amaçlayan birimleri geliştınnemiz
gerekir.
Dünyada olduğu gibi Türkiye'de de yar-
gıyı bağunsız kılmahyız. Ama artık yargı
da tek başına hukuksal sorunlara çözüm
UR - ctkisiz kalıyor. Teknolojik gelişmeler çok hızlı. Bilişim-
dekı gibi... Ama benim bu söyledıklenm sizin sorduğunuz soru kar-
şısında biraz lüks kaldı. Çünkü biz kapitalist sistemin klasik kurum-
lanndan biri olan bankacılığı bile hukuk kurallanna uygun bıçimin-
de çalıştıramıyoruz.
- Ben konuyu insan haklanna getirmek istiyorum. tnsan hak-
lan ihlalleriyaygın. Hâlâfaili meçhul cinayetler işleniyor. En son
örneğini DiyarbaJar Emniyet Müdürü Gaffar Okkan 'ın öldürül-
mesiolaymdagördükSüopideikiHADEP'liden hâlâsesyok. Tür-
kiye'nin insan haklanna saygıh bir ülke olabilmesi için szce ne
yapümah?
- Öncelikle, Türkiye'nin insan haklanna saygılı bir ülke olabil-
mesi için biraz önce değindiğim, farklı sektörlerdeki özgirlükler
arasında çarpıklığuı giderümesi gerekir. Bir kere ekonomiksektö-
rün kurallara tabi olacağını bilmemiz gerekir. Çağımızda öz«ürlük-
lerin bölümlendiğini,' her özgürlüğün ayn bir hukuki rejimtin ol-
duğunu hepimiz çok iyi kabullenmeliyiz. Çağdaş, insan halian te-
mehne dayanan toplumun birtakım temel değerleri vazgeçilnez ola-
rak ortaklaşa bir biçimde kabullendiğını, paylaşnğını bellekenmı-
ze çok iyi yerleştirmeliyiz. Bu, hangi düşünce ve inançta olırsa ol-
sun, bir kimseye kötü muamele yapılamayacağı, eziyet, işkeıce ya-
pılamayacağı demektir. Yani yaşama hakkı diye kutsal bir hdc var-
du~. Hiç kimse bu hakka dokunamaz.
Dokunduğu zaman devletiyle toplumuyla ona dokunanl«nn or-
taya çıkanhnası için seferber olunur. Öncelikle bunu kabulenme-
miz gerekiyor. Bizde, insan haklan ve demokrasi kültürümüde bir
eksildik var. tnsan haklanna saygılı bir toplum ve devlet kırabil-
mek için toplumca özgürlüğe duyarlı ohnak, eşitsizlikten râatsız
olmak lazımdır.
Bir de haklılığı açüdanamayan eşitsizlikten rahatsız olndıyız.
Dikkat edilirse, toplumumuzda özgürlüğe karşı bir duyarsızık var.
Özgürlük ihlallenne karşı duyarsızhk, ama öte yandan da ne^dey-
se eşitsizlikten zevk duymak belli kesimlerde görülüyor.
Esitsizliği kabullenmenin yani sıra eşitsizliği yaratanlarafcrhay-
ranlık duygusu var. Bir de eşitsizliğin hakhlaştmhnası söz knusu.
Sanıyorum, bunlan altüst etmemiz gerekiyor.