18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA Üniversiteler Bilim Prof. Dr. Mülazını YILDIRIM Gazi üni TıP Fp 9 0 niversitelerin görevleri; ması hem bfli U eğitim-öğretim yapmak, liğin gereğidir. bilim üretmek, ürettiği bilgiyi öğrencilere ve hal- ka aktarmak, kamu ku- rumlanna ve özel sektö- CUMHURİYET 19 ŞUBAT 2001 PAZARTESİ re danışmanhk yapmaktır. Bugün üni- versiteler, bu görevlerinden hangileri- ni ve ne oranda yapmaktadır? Bımu, ûniversite yöneticileri ve öğretim üye- leri kendilerine sormalıdır. Çağımıza, bilgi çağı denilmektedir. Oysa her çağ kendi içindebilim çağuhr. Ham bilgiyi kim üretirse önder (lider) devlet odur. Bu, geçmişte de böyleydi, bugün de böyledir. Durum böyle olunca; önder devlet olmak için üniversitelere büyük görev düşmektedir. Bu bağlamda üniversite- ler, ülkeyi geleceğe hazırlayan en önem- li kurumlardır. Bir ülkenin üniversite- leri, çağdaş bilim düzeyine yükselme- mişse, o ülkenin sadece üniversiteleri değil, ülke de geri kalmış demektir. Ge- ri kalmaktan da kurtulması zordur. Ancak üniversitelerin yukanda be- lirttiğimiz görevlerini yapabilmeleri için öncelikle ûniversite kimliğine sa- hip olmalan gerekir. "Üniversiter'' kim- likten yoksun durumda, adı üniversite olsa bıle "üniversite'' değildir. Sağlam bir öğretim kadrosu olma- dan sağlam bir üniversiteden söz edi- lemez. Bir üniversitenin büyüklügü, öğretim üyelerinin tek tek büyüklügü ve büimsel etkinliğiyle doğru orantıh- dır. Başka bir anlatımla, nicellik değil nitellik önemlidir. Bu nedenle nitelliği yüksek öğretim üyelerini üniversitele- re kazandırmak, üniversitede olanlan- nın da üniversitelerden aynlmalanm önlemek gerekir. Üniversiteler öğrencilerine sadece bilim öğreterek görevlerini yapmış sa- yılmazlar. Bilimle birlikte, insan olma- yı, yurt sevgisini ve sorumluluklaruu bü- melerini öğretmesi gerekir. Bütün öğ- retim üyelerinin bu duygular içinde ol- :nWyuHsever- Öğretim üyelen, çaliştıkları kurumu kendi mülkleri gibi sahiplenmelidir. Böylece, hem kurumu korurlar hem de işlerinden keyif alacaklanndan, mutlu ve başanh olurlar. Tersi durumda yapı- lan iş, angarya olarak algılarur, öğretim üyesi verimli ve mutlu olamaz. Öğretim üyesinin işinde başanh ve mutlu olabilmesi için iki koşul gerek- lidir. Biri almış olduğu ücret, öbürü bi- limsel araştırma yapmaktjr. Bugün üniversitelerimizde bu ko- şullann olduğunu söylemek zordur. Bunlar olmadan da üniversiteden faz- la bir şey beklenemez. Ekonomik öz- gürlüğü ohnayan bir öğretim üyesi- nin bilimsel özgürlüğünün ohnası ola- sı değildir. Bilimsel özgürlüğü ohna- yan öğretim üyesi de yöneticilerin dü- men suyundan giden, kendi öz düşün- celerini söylemekten korkan, güdüm- lü, üniversite ve bilimsel yaşamdan uzak bir kişiliğe bürünür. Ve artık öğ- retim üyesi niteliğini yitirmiştir. Bu nitelikteki öğretim üyesinin de Ata- türk'ün istediği "irfanı hür, fikri hür, vkdam hür" özgür gençliğı yetiştirme- si olanaksızdır. Üniversitelerin kimliklerine kavuşa- bilmesi için bu iki sorun kısa sürede çö- zülmehdir. Bunlardan birincisini hükü- met çözecektir. Bu konuda başta cum- hurbaşkam olmak üzere konuyla ilgi- li pek çok yöneticnin olumlu görüş bil- dirmesine karşın, ciddi bir adun atıl- mamıştır. Öcinci sorunu bizzat öğretim üyeleri çözmelidir. Ikinci sorun birincisinden önce çözülmelidir. Bugün üniversiteler- de bihmsel çalışma değil sadece yayın yapılmaktadır. Bilimsel çalışma baş- kadır, yayın yapmak başkadır. Her ya- yın bihmsel çalışma anlamına gehnez. Dileğimiz, ekonomik sorunlan çö- zühnüş, her alanda bilimsel çalışmala- n fişkırmış bir üniversite görmektir. V l L C r O R U İ Ş L J b j R [email protected] Kasaba Kültürü HüsnüA.GOKSEL T ürkiye'de bugün, toplum- sal huzur, toplumsal refah, toplumsal mutluluk oldu- ğuna içtenlikle inanan ak- h başında bir insan var mı- dır, bilemiyorum. Hergün, her yerde, parlamentoda, medyada, sem- pozyumlarda, iş dünyasında, evlerde, so- kaklarda bunlann olmadığı konuşuluyor. Herkesin bildiği olaylar büyüteç altma konup bir sorumlu, bir suçlu aranıyor. Cumhuriyetin en ciddi, en güvenilir, en saygın kurumlannı karşı karşıya getiren bir bunahmdan geçiyor Türkiye. "Tepe- devctabandabunahm" sürüp gidiyor. Yö- netici smıflar, eskisi gibi yönetmek ola- nağmdan yoksun, yetkisiz ve yeteneksiz görünüyorlar ve genellikle de suç onlara yükleniyor. Görünürde gerçek bu ımiş gibi. Oysa!.. Evet, oysa!.. Bir trafik kazasmı alalım. Otobüs şa- rampole yuvarlanıyor. Şu kadar ölü, şu ka- dar yaralı. Araştırma, inceleme, kazanın nedenı sürücü hatası olarak saptanıyor. Sü- rücü bir insandır. Evet, hatalı bir insan- dır. Ama suçu, sorumluluğu yalmz onun omuzlanna yüklemek yüzeysel, ucuz bir yargı olmuyormu? Asıl suç, o insanda de- ğil, o insanı "o insan" yapan koşullarda aranırsa kazanm asıl nedeni ve çözüm yollan da anlaşılmış, bulunmuş obnaz mı? Türkiye'nin "tepesinde ve tabanında süren bunahmnT kökenine erişmek ıçın 250 yıl geriye gitmek gerekiyor. O yıllar büyük Fransız Devrimi'nin hazırlık yıl- landır. Voitaire, Marat, Diderot, Rousse- au, d'AIambert devrimi hazn-layan. ola- cağını gören, ama olduğunu göremeyen fıkir mimarlandır. Fransa'da okuma yaz- ma oranı erkeklerde yüzde 47'nin üstün- de, kaduılarda yüzde 27'ye varmıştır o günlerde. Tek iletişım aracı gazeteler, ki- taplar ve elbet "ansüdopedi''dir. Fransa okur, okur, okur... YazarlarBastüle'ehap- sedilirken Hollanda'da, Isviçre'de, Avig- non'da basılan kıtaplar kaçak olarak Fran- sa'ya girer, elden ele dolaşır. Ekonomik ve siyasal koşullann da oluşması ile dev- rim önlenemez noktaya gehniştir artık. Büyük Fransız Devrimi, "monarşi ve feodal aristokrasiT> ye karşı bir burjuva devnmıdir. Devrimin beyni büyük bur- juva, itici gücü ise "köylü ve kücükbur- juva"dır. Başlangıçta tek amaçta birleş- miş olan bu üç katman, devrim süreci içinde kendi yaranna yeni yönler arayı- şına geçti. Büyük burjuva palazlandı, bü- yük sermaye sınıfi oluşmaya başladı. Bü- yük sermaye küçük burjuvayı zayıflattı, küçülttü. Köylerde yeni toprak zenginle- ri egemen olmaya başladı. Sanayi devri- mi büyük burjuvayı daha zengin, küçük burjuvayı daha fakir yaptı. Fakir köylü, tariadan fabrikaya geçerken fakir küçük burjuvayı da yanına aldı. Böylece prole- tarya mozaiği oluştu. Şehırlere göç baş- ladı. Göç edenler kültürlenni de birlikte götürüyorlardı elbet. Devrim, toplumun siyasal, ekonomik birçok yapısını altüst ettıği halde kültür- de aynı etkiyi gösteremez. Çünkü kültür devrimlerie değil, evnmle değişir. Dev- rim, evrime ancak olumlu ya da olumsuz yeni bir ivme getirebılir. Kültür evrimi- ni hızlandıran tek etmen, çağın gerçek- lerini ve koşullannı yakalayan, planlı, akılcı eğitimdir. Büyük Fransız Devrimi monarşiye kar- şı ıdi ve o yıllann Avrupası'nda tüm dev- letlerde monarşi vardı. Varlıklannı koru- mak için cumhuriyet ordularma karşı si- lahlandılar. Ne var ki ufak tefek ulusal özelükler dışında tüm Avrupa aynı sosyal yapıya sa- hipti. Hepsinde monarşi vardı, feodal aris- tokrasi vardı, büyük burjuva vardı, küçük burjuva vardı, köylü vardı. Ve en önem- lisi, hepsi Hıristiyan idi, Hıristiyan kül- türüne sahipti. Devrim, Fransa içinde kar- şıdevnmlerle, gel-gıtlerle kesintilere uğ- ramakla beraber, sonunda devrim ruhu canlı kaldı, yıllar içinde tüm Avrupa'ya yayılarak bugün Batı uygarlığı, Batı dü- şünüşü, Batı kültürü adlan altmda topla- nan çağcıl uygarlığm ekseni oldu. îtfcTgüç yoksunhığu Osmanlı Imparatoriugu ise Avrupa mo- narşilenne benzemiyordu. Evet, monar- şi vardı, fakat feodal aristokrasi yoktu. Bü- yük burjuva da yoktu. Küçük burjuva ve köylü vardı. En önemlisi de Müslüman- dı, tslam kültüründe idi. Koşullan oluş- mamış toplumda, Hıristiyan bir üDceden gelen devnm filızlenemezdi. Fakatyıllar içinde Fransız Devrimi serpintilerini Os- manhtopraldannadayoDadLBüyük bur- juva ohnadığı için onun işle\1ni küçük burjuva aydınıyüklendi Küçük burjuva- nın \v köylünün itici gücü ohnadığı için bu işlev de küçük burjuva aydmına düş- tü ve devrim, Tanzimat'la, Jön Türtder- le. İttihat ve Terakki De Osmanh toprak- lanna da geldi. Bu bir avuç küçük burju- va aydınının getırdığı Fransız Devrimı, Os- manh'ya küçük burjuva kültürü, başka bir deyişle kasaba kültürü olarak geliyordu. "Kasaba Kültürü" deyimi ile hiçbir hor- layıcı ya da küçültücü amacım olmadı- ğını özellikle belirtmek isterim. Kasaba kültürü kasabada yaşayanlann kültürü anlamına gehnez. En büyük bir kentin en ayrıcalıklı yerinde, en parlak koşullar içinde yaşayan bınnin kültürü kasaba kül- türü olabileceği gibi, en küçük bir kasa- banın en küçük bu- işyerinde çalışan bi- rinin de çağcıl ileri birkültürde ohnası şa- şılacak bir şey değildir. Ya da Columbia Üniversıtesi'nde yıllarca ders veren bir Türk profesör, kasaba kültüriinun dar çemberini kıramamış olabileceği gibi, küçücük bir kasabamn bir iUcokul öğret- meni bu çemberi çoktan kırmış olabilir. Türkiye'nin bugün tepede ve tabanda bu- nalıma düşmüş olmasını, kasaba kültü- rünü genelde aşamamış ohnasma bağla- mak sanınm yanlış olmaz. Böylece so- rumluluğu ve suçluluğu kişilere indirge- mekten sıynlıp olayın kökenine de inil- miş olunur. Kültür bir yaşam biçimi, davranış bi- çimidir. tnsanın yürüyüşünden, oturu- şundan, konuşmasmdan, el kol hareket- lerinden, tepkilerinden, her türlü davra- nışından belli olur. Parlamento kürsüsün- den üniversite kürsüsüne, bürokrasimn tepesinden sokaktaki adama kadar insan- lanmızı bu açıdan incelersek kaçının ka- saba kültürü çemberini kırabildiği orta- ya çıkar. Bizim büyük burjuva patronla- nndan kaçmın kasaba kültüründen kur- tulduğunu söyleyebıliriz?.. Ya medya!.. Şu televizyonlarm kültür evrimine katia- sı nedir? Gazetelerin sadece manşetleri- ne bakmak bile yetmez mi kültürümüzün hangi düzeyde olduğunu göstermeye? Anlı şanlı köşe yazarlanmızın kaçı kasa- ba kültüriinun dar çemberini kırabilmiş görünüyor? Marı ve Engeis, 1848'de kaleme al- dıklan "Komünist Manifesto"da küçük burjuvayı "tuüıcuveütopyacı" olarakta- nımhyorlar. Elh' Fransız parlamenterinin, yaklaşan belediye seçimlerinde seçmen- lerine yem olarak sunduklan oyuna ge- len altmış beş milyonluk koca Türkiye'de tüm kurum ve kuruluşlar kalktı kalktı oturdu, kasaba kültürü ile, küçük burju- va duyariılığı ile. Fransa'da üç yüz bin Tür- kiye Cumhuriyeti vatandaşı, Türkiye'de yüz binlerce işsiz insan olduğu gerçeği- ni görmezden gelerek önenlen, uygula- nan önlemlerTürkiye'ye ne getirdi, ne ge- nrir? Türkiye'den ne götürdü, ne götürür? Hesaplandı mı acaba? Türkiye Cumhu- riyeti'ne yaraşan davranış, sorunlann dev- letler hukukunun ağırbaşlılığı ve bılimin ışığında çağın gerçekleri ve çağm kültür düzeyinde ele ahnması değil midir? Bu- rada en önemli, en büyük sorumluluk da herhaMe Türkiye Büyük Millet Mccüsiile Turkiwünrv«rsiteterine düşmektedir. Ça- ğuı gerçeklerine ve çağcıl kültüre erişmek için gerekti ivme kaynaklan bu iki Cum- huriyet kurumudur. Tek tek tüm parla- menterierin, tek tek tüm üniversite öğre- tim üyelerinin bu sorumluluk vegörev bt- undnde ohnalan Türkiye'yi kasaba kül- türü çemberinden kurtanp çağcü. uygar dûnyanın \'azgeçümez bir üyesi yapabilir ancak. Deprem ve Zorunlu Sigorta Av. Muazzez ÇÖKTELEK B üindıği gibi, 25.11.1999 tarih, 587 sayılı Zorunlu Deprem Sigortası'na ilişkin kamın hükmünde kararname, 27 Ey- lül 1999 tarihli Resmi Gaze- te'nin 23919 (mükerrer) sayısında yayım- landı. Karamamenin 19. maddesi uyarın- ca sigorta yapma ve yaphrma zorunlulu- ğu, yayım tanhinden 9 ay sonra, yani 27 Eylül 2000 tarihinde, devletin afetlerle il- güi mevzuattan kaynaklanan yükümlü- lüklerinı düzenleyen 11. maddesinin 2. fıkrası olan "9. madde gereğince cari bir zorunlu deprem sigortası bulunmayanlar ve sigorta kapsamında karsüanacak za- rarlar için ve doğal afeöerte ilgüi mevzuat çerçevesinde hak sahibi olamaziar" biçı- mindekı düzenlemenın ise yayından 15 ay sonra, yani 27 Şubat 2001 tarihinde yü- rürlüğe gireceği hüküm altına alındı. Bu KHK'nin amacım düzenleyen 1. maddesi aynen şöyledir: "Bu KHK'nin amaa, meydana gelecek deprem afeti so- nucu bina maüklerinin ya da intifa hakkı sahiplerinin. binalann zivaya da hasarlan- ması nedeniyle uğra\ acaklan zararlannm karşdanmasmı sağlainakla zorunlu deprem sigortasıv^pannalannaflişkinusulv«esas- lan beüriemektedir." 2. maddesi ise "KapsanT başhğı altın- da hangi binalann bu sigortaya tabi ola- cağını açıklamaktadır. KHK'nin 4. maddesi, Doğal Afet Si- gortalan Kurumu, kısaca DASK diye anıl- maya başlanan değişik yapıda bir kurum oluşturulmasını düzenlemekte, 5,6, 7 ve 8. maddeleri ise bu kurum ile kurumu yö- netecek kurulun çalışma biçimlen ile gö- revlerini düzenlemektedir. Hemen belirtmek gerekir ki; söz konu- su KHK çerçevesinde oluşturulan sigorta sözleşmesını (pohçe), sigorta hukukuna iliş- kin temel kavramlar çerçevesinde, tipüc bir sözleşme diye değerlendirmek müm- kün değildir Açık söylemek gerekirse, hiç değilse bu konuda sigorta hukukçula- n arasında görüş aynhğı olacağını, en azrn- dan "Bu nasıl bir sigorta akdidir" diye dü- şünmeyen ya da duruma tereddütle yak- laşmayan hukukçunun olacağını sanmı- yorum. Çünkü gerek genel sartlar, gerek KHK'nin içeriği, gerek DASK'ın tuhaf (neredeyse anlaşıhnaz) yapısı ve gerekse sözleşmenin biçimi, sigortanın ilkeleri ile bağdaşır nitelikte değildir. Tek bir örnek verecek olursak; bu düzenlemeye göre söz konusu zorunlu poliçeyi yaptuınayan bir kişinin, eğer özel deprem sigortası yaptı- racak olursa, bina depremde hasar gördü- ğünde, ancak zorunlu sigorta güvencesi- nin (teminatının) üzerinde kalan tutar için talepte bulunabıleceği anlaşılmaktadır. Ne var ki, asıl üzerinde durulması ge- reken husus, bu düzenlemeye başka seçe- nek ohnadığı için başvurulduğunu söyle- mek, daha da acısı bunu savunmaktır. Söz konusu KHK ile oluşturulan man- tığın temeline indiğimizde, bu ulusu yö- neten anlayışın ne denli acımasız olduğu ortadadır. 17 Ağustos'tabinlerce insan ya- şamını yitirmış, on binlerce konut hasargör- müştür. Bu doğa olayını yaşamak, bucoğ- rafyanın insanı için kaçınılmaz gözük- mektedir. O halde yöneten iradenin ilk işi, bu ko- nu için şimdiden hazu-hk yapmak ve kuş- kusuz gelecek için bir fon yaratmak ohna-, hdrr. Bu fonun oluşumuna, konut sahibi olmuş kışilerin ciddi katkısı ve bilincini kat- mak da istenebilir kuşkusuz. Ancak yöne- ten irade, toplumda neredeyse hiç olma- yan bir bilincin üzerine bu ağır yükümlü- lüğü devredemez. Buna hakkı yoktur. Toplumumuzda sigorta bOinci yokluk mertebesindedir. Ülkemizde yangın sigor- tası yüzde 5, zorunlu trafık sigortası ise an- cak yüzde 40 dolayında gerçekleşebihnış- tir. Ûçûncü kişılenn zararlannı kapsayan zorunlu trafik sigortası onlarca yıldır uy- gulanrnaya çahşıldığı halde vanlan nokta budur. Üstelik zorunlu deprem sigortası- nı savunan Sigorta Şirketlen Birlığı Baş- kanı da bu durumu açıkça belırtmış ve zo- runlu deprem sigortası ile ilgilı talebin ilk yıllar için fazla oluşmayacağı yolundaki görüşünü basına açıklamıştır. Hal böyle iken yöneten irade, KHK'nin 9/2 maddesi ile pohçe yaptırma mükelle- fiyetine uymayanlan otomatik olarak do- ğal afetlerle ilgüi mevzuat çerçevesinde hak sahibi blmamakta, sigorta yaptıranlan da, 17. maddesi ile kurum kaynaklannın ye- tersiz kalması durumunda, yani hasann beklenenın üstünde olması ve bunun ku- rumun kaynaklannı ve temin edilen koru- ma miktarlannı aşması durumunda orta- ya çıkan zaran ancak belirli bır oran da- hilınde ödeyeceğinı belüterek yükümlü- lükten kaçuıabıleceğini hüküm altına al- maktadiT. Bu uygulamada ne sosyal dev- let ve ne de hukuk devleti anlayışının ese- ri dahi bulunmamaktadır. Sonuç olarak deprem olgusunun ülke- mizdeki boyutu karşısında "sorumlulu- ğundevrine" (devretmeye) ilişkin bu yak- laşım bir çözüm olamaz. Sigorta bflinci ohnayan bir toplumun bireylerine çözüm olarak sigorta düzenlemesi sunulamaz. Eğerfon toplamakistenivorsa >çsigorta bu fonu yaratmak için bir v öntem olarak kıü- lanılacakise hiç değilse sigortavı \^>gmlaş- nrma pothikası üretihnelidir. Ûygulama sadece gayrimenkul ahm saonu için tapu- da işkaı yapacak olanlar ile sjnıriı tutul- mamalıdir. Başka bazı ışlemler bakımm- dan da konu ele alınabılır ya da toplumda zaten bir vergi şeklinde değerlendırilen bu ûygulama, gerçekten de vena olarak ah- nabilir Amaç bir an önce fon oluşnrmak ise bu fonun hangi yollardan oluşaca|ı üzerinde ciddi ciddi düşünülmelidir. Yoksa bir KHK veyayasa ile sorumluluğun bireylere dev- ri, buna uymayanlann cezalaıdınhnası, yönetieilerin sorumluluk anlayışlanndaki "şahfla" olarak yerini almaya rrahkûm ola- caktır. Deprem bölgelerimizde bu sigor- tayı yaptıranlann sayılan basında açıklan- dı. Milyonlarca kişinin yaşadğı kentler- de sadece birkaç bin kişinin zoıunlu sigor- ta yaptırmış ohnası hakkında acaba so- rumluiar ne düşünmektedirler Konunxın, bir kanun hükmünde kararnane ile çö- zümlenebileceğıni ve devletia üzerinde yük olarak kahnamasmı çözürs olarak gö- ren yöoeten irade, bu karann ehm sontıç- lannı belki de bir deprem olrradan anla- mayacaktır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle