19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18 ŞUBAT 2001 PAZAR O L A Y L A R V E G O R U Ş L E R [email protected] Doğmak... Kâmİl A K S O Y Tekstil Mühendisi, Araştırmacı S özcükler, bizim uzun- ca bir geçmişimizi, yaşantımızı, kültürü- müzü, inançlanmızı, gelenek ve görenekle- rimizi, tüm nesnel ve tinsel (maddi ve manevi) varlığı- mızı anlatır. "Doğ", eski "tog/toğ" sözcüğü, kök olarak "oluş, ortaya geliş, ya- raûş. yükseliş ve gelişim" anlamı- nı karşılar. Kimı türevlerini ele alırsak: "Doğuş, doğum, tohum" sözcüklerinin, bir oluş, ortaya çık- ma, yaratma, belinneyi, "ışiğa gei- me"yi anlattığmı görürüz. Bu "ışı- ğa geliş", daha sonra soyut bir an- lamla kişilikteki en önemli öncül niteliği "doğruluk" sözcüğü altın- dakavramlaştırmıştır. "Doğa", ışı- ğın eriştiğı yüzeydir. "Doğrultu" ise yönelim ve eylemi karşılamak- tadır. En eski Türk geleneklerinde var- lıklar, inanç gereği, yeryüzüne ışık- la gelir. Dolayısıyla Türkler, olu- şun, yaradıhşın nedeni saymışlar ışığı ve güneşin doğduğu yöne de "doğu" demişlerdir. Kişinin, yaşamında etkili ola- madığı tek olgu, kendi bedensel doğumudur. Burada bedensel doğuşla, tüm canlı varlıklann doğumunu dile getirmiş oluyoruz. Ancak, bir ağa- cın ortaya çıkması, bir hayvanın yeryüzüne gözlerini açmasıyla ki- şioğlunun yaradılışı aynı şeyler midir? • Kişi salt bedensel mi doğar? • Kişinin doğuşunun gereği ne- dir? • Kişinin "varoluşu" nedir? Anaksimendros'a göre, ''varo- luş'', kişinin tannsal ve ilksel kö- kenden kopması sonucu ortaya ge- len bir "yitiklik''tir. (Tektannlı din- lerdekı "Tann'dan geldik, ölümk yenkkn Tann'ya dönüyoruz" dü- şüncesi ve tasavvuftaki "Hâldm-t haküd" salt gerçek'e, yetkinliğe ulaşma yolu bu düşünün benzeşi- mine örnektir.) Aziz Augustinus'un başlıca soru- nu, Tann'nın bilgisine ulasmak- tır. Bu bilgi, kişiye kendi varlığı- nın boyutlanm tanıma olanağı ve- recektir. Demek ki varoluş "bü- gPlenmek ve kendi boyutunun kapsamını anlamakla "bilgeJik''e erişmektir. Descartes, "Düşünüyorum, dü- şûndûğüm ölçüde vanm" demek- le, düşünen varlık olarak kendi va- roluşunu da öne sürüyordu: "Ben, düşünen özden ya da tinden başka bir şey değyün" demek ıstiyordu. Demek ki Descartes'da varoluş, ancak düşünebilme yetisiyle olu- şan bir olguydu. Leibnitz'e göre, varhk bütünüy- le "etkmük" demektir. Her özlük, varolmaya belli bir eğilim duyar; kendisinde var olan öz-değeri, yet- kinliğiyle orantıh bir güçle var et- meye çahşır. Özellikle Tann, salt yetkinlik olarak, var olmaya en bü- yük eğilirni duyar vedolayısrylazo- runlu olarak vardır. Bu sonsuz öz- değer: "Salt gerçek"tir. Hegel'de varoluş terimi, yalnız- ca dış nedensizlik içinde değil "özün nedeni sonucu doğmuş" ola- rak ele alınan varhğı belirtir. Sartre'da, ınsan kendi yazgısını kendi özgür istenciyle yaraür. "ln- sanm özgürlüğü, kendisine yapı- lanlara karşı takındığı tutumda gtdidir." Bilinçli olarak ve sorumluluğu bütünüyle kendisine ait olarak dav- ranır, seçer, bağlanır. Ve bu seçim, tüm toplumu bağlar: "Temelde, ol- mak istediğimiz bireyi yarabrken bu arada obnası gerektiğini bekle- diğimiz kişinin bir imgesini de ya- ratmış oluyoruz." "Kişi bir seçim yapmalda yükümlüdüıf Duyunç'lu (vicdanlı) olmak varoluş nedeni- dir. Seçmeme özgürlüğü diye bir şey yoktur: Kişi bağlanımlıdır. Çe- kimserlik de bir "seçnn''dir. Ancak seçimsizlik,birkişilikyoksunluğu- dur. "Varohış,özden öncegeür" "Özü kavrayan varoluştur." Tann ya da yazgı diye bir şey varolmadığına göre, bireyin öznelliğini ve "ey- tem"ini göz önünde tutmayı öngö- rür. Kişi yahuzcavardn-,yaİnız ken- di kavradığı biçimde değil, obnak istediği biçimde de vardır ve ken- dini varoluştan sonra kavradığına, bu varoluşa yönelik bir atılımla kendini ortaya koyduğuna göre, "tnsan kendini ne yaparsa ondan başka bir şey değüdir". Eylem, varoluşçuluğun en yeni yorumlanndan binsi olmasına kar- şın insanlık geçmişinin en ilkel bi- çiminde benimsenen bir olgu ol- muştur. Örneğin, eski Türkler ve Kızılderililerde, bedensel olarak doğan çocuğa ancak gözle görünür bir eyleminden sonra ad verilmiş ve kişinin gerçek doğumunun ey- leminden sonra gerçekleştiğine ina- nılmıştır. Şöyle bir bakıldığında, kişi, il- kin "yeryüzü ve Tann''ya yönelik genel düşün dizgeleri oluşturmak- la işe koyuldu, daha sonra adı olan, adı ile anılan "birey" kavramından toplumsal "ben"i çıkardı. "Ben"e sorumluluk boyutu yükkdL Bunu Sartre, şöyle tanımlryor: Var ol- mak, yeryüzünde olmak, bir öteld "için olmak"tır. öyleyse, Varoluş- çuluk, ber şeyden önce, öteki in- sanlarm ne olduklan ile ilgilenen varhk olması bakmundan insam toplumsal sorumhıluğa çağıran an- laksal bir balaş açısı, bir "insancıl- uk" hümanizma'dır. Yukanda sayılan düşünce akım- lannı belirli başat sözcüklerde toplamak gerekirse: "Salt gerçek, bilgi, bilgeBk, düşünmek, etldnhk. seçim, eylem, yetkinlik, sorumlu- luk, tophımsallık, abiâk, duyunç" ana başlıklanrruz bunlardn-. Buna göre: • Salt gerçek, duymak, düşün- mek, bilgilenmek; bUgilendikce et- küıleşmek, bilgeleşmek, eykmleş- mek ve bu yolu seçmektir. • Salt gerçek, doğmakür; doğ- mak, kendini var etmektir; bir so- rumlulukve görev için varolduğu- nun duyuncuna varmakbr; böyle- ce inanç ve tutarnbkla yetkinlik ve erişkinlik kazanmakür. • Doğmak, aydın olmakür. Ay- dın olmak, tüm biçkilerden anna- rak aklını kullanma yiirpkliKgini gösterip topluma karşı sorumlu- luk taşryarak öngörü ile özgürce düşünce üreten, önderiik biünciy- le ürettiğini yiğitçe yayan, özünden vererek yaydığım kendi ldşüiğuıde uygulayan erdemB kişi olmakbr. • Aydın olmak, entelektüeDikle aydmhğm ayırdında ohnak demek- tir. Çünkü kendisi için bitmek dür- tüsünü benliğinde tutkuya dönüş- tünnek, beOd bilmeyi sağlar, an- cak sorumluluk, tophımsallık, et- kinlikve eylemhtik ayağmdan yok- sun entelektüeller olsa olsa topal aydınlanhr. Topal aydnı doğamaz, doğmamalıdır! Çünkü aydm ol- mak, zora soyunmakbr. Buna göre, bugün ülkemizde "bilmiyorum, görmüyorum, duy- muyorum" biçiminde kendini gös- teren "neme gerek" tutumu, ay- dınlık bir yana, bir kişilik yadsıma- sıdır. O kişiler, var değildirler. Yok- sul, yoksun, verimsizdirler... Ancak "efendi"dirler! Yunus, bunu kendine özgü yaluı anlatı- mıyla: "Düsizkrhaberini/Kulak- sız dinleyesi / EHlsiz kulaksız sözûn / Can gerek anlayası" dörtlüğüyle dile getiriyor. Kuşkusuz ikiyüzlü ilkesiz dav- ranışlarla kişi doğmayacaktır. Do- ğuş, insanlık yaranna üst üste ko- yulan yapıtaşlandır. Doğmak, ev- rensel kişilik zincirine sıkı sıkıya bağlanmaktır. Doğmak, dürüstlük, kişisel bü- tünlük, iç tutarlılık, alçakgönüllü- lük, hoşgörü, yüreklilik, tüzese- verlik, yalınlık gibi evrensel kişi- lik ilkeleriyle yapı yapmaknr. "\îr- bk" bir gerçekliği olmak demek- tir, değerli olmak demektir, göze görünür, elle tutulur olmak demek- tir. Hegel'e göre "Varhk, sonsuz bir oluş demektir". Bu sonsuz doğu- ma en güzel örnek, Atatürk'ün kurtuluşçu Türk aydın düşünce- sinde doğup ezilmiş uluslara ön- der olmasıdır. Spartaküs, 2200 yıl önce köle- lerin sızılı yüreğinde doğdu. Tam 2100 yıl sonra ise ezilmişlerin kal- kışma bayrağıyla yine önder oldu. "Ben ldtaplanmı yaratmadan, kitaplanm beni yarattı" derken Montaigne, bir kıtap yazmanın öz- sorgulama, insanlara yararlı olma, yiğitçe düşünüp yayma, kısaca adam olmaktan geçtiğini anlatmak istemiştir sanınm. Yaşar Kemal"tnce Memedn i ile doğdu. Kopernik, yıldızlan yer yu- varlığının merkezinden kurtardığı için yıldızlaştı. Oysa kişiler, doğanlar, varolan- lar, kendince yaptıklan, yapıtla- nyla yaşıyorlar; doğuyorlar. Ber- kant hâlâ "Samanyolu"yla belle- ğimizde. "Thesmgingintheraine'' Jane Kelly'yi doğurdu. Oysa Şili, Salvador Allende ile öldü. Roma Neron'la. Marx "Kapital"iyle ya- şıyor, ancak "komünizm" ölü doğ- du. Doğmak, gelışmek ve değişmek- tir. Doğmak inanmakrır, kişiyi ya- şatan güç, güzelliğe, iyiliğe duy- duğu derin inançtır. lnancın yok ol- ması çökmek demektir. Doğmak, korukluktanergin^biçkkilikten kahpçıhktan yeniliğe, duyarsızhk- tan sorumluluğa, korkakhktan yi- ğhüğe, bencfflikten özveriye, bilisiz- Kkten bügeUğe, dogmacıhktan ger- çekçUiğe giden tutarh bir erdem ve kendini aşma yoludur, diyor ve tüm doğumlann altında olan salt ger- çeği, "sevgi''yi dile getirmek ge- rektiğine inanıyorum. EVET/HAYIR OKTAY AKBAL Atatüpk'ü de Soydular! Her yefde, her alanda soygun var! Cumhuriyet ta- rihinde böytesi yaşanmamıştı. Şimdi nereye el atsan birpisliğedeğiyor... MeühCevctetAnday'ınşiirinianım- samamak elde değil: "Sofalar, evler, apartımanlar kokuyor, kıt'alar ko- kuyorl Çürûdükçe kokuyor/ Duymuyormusunuz ko- kuyor I Kokuyor, kokuyor, kokuyor, kokuyor." 0 pis koku her yerden çıkıyor! "Hayvan" adı takıl- mayan skandal yok!.. Gözaltına alınmayan, tutuklan- mayan, adalet önüne sürüklenmeyen bürokrat yok gi- bi... Işadamlan, hatta gazetecıler, polrtıkacılar... Her alan, her örgüt, her daire, her sektör kuşkular altın- da. "Bal tutan parmakyalar" diye boşuna mı demiş atalanmızL En olmayacakyerterden deçıkıyoro pis koku... Ti- yatrolar bile vurgun yeri oldu! Şimdi de, geçen gün yazdığım gibi, 12 Eylül'cü MGK'ce yaratılan bir dev- tet dairesi niteliğindeki TDK kurulundan!.. 1983'ten bu yana 1982 Anayasası'na göre oluşturulan sahteTürk Dil Kurumu'nun saymanı ile veznedan üç trilyonu ce- be atmış, sonra da o parayla batiar, lokantalar, gazi- nolar kurup köşeyi dönmüşler... Çaiınan Atatürk'ün parasıdır... ölümünden bir ay önce hazıriayıp imzaladığı vasiyetname ayaklar al- tına alınmıştı. Önce bunu söylemeli! Türkiye'de hiç- bir insanın vasiyetine ters düşen bir iş yapılamaz. Ama, Atatürk vasiyet etmiş, Türkiye İş Bankası'nda- ki hisse senetlerinin yıllık gelirini Dil ve Tarih kurum- lanna bırakmış... Ama, çok ama çok Atatürkçü görü- nen sayın paşalanmız bu vasiyeti yok saymışlar, ken- dilerine göre yeni kurumlar oluşturmuşlar, bunlan da daha üst bir kuruluşa, ADTYK'ye bağlamışlar. Aradan yirmi yıl geçmiş, atamayla gelenlerTürk dili alanında hemen hiçbir yararlı çalışma yapmadıklan gibi, Ata- türk'ün parasının da onun bunun elinde harcanma- sına ses çıkarmamışlar!.. Türk Dil Kurumu yönetiminde on yıldan çok görev yapan bir kişi olarak Atatürk'ün TDK'sinin başına ge- lenlerin tanığıyım. Önce CHP el koymak istemiştir bu gelire!.. Atatürk, CHP'yi bu gelirin çıplak sahibi yap- mış, ama paraya el koymaması, bu paranın belli ki- şilere, Dil ve Tarih kurumlanna verilmesi koşuluyla... Ama Ecevit başkanlığındaki CHP iki kez bu geliri sa- hiplenmeye kalkışmış, iş adalete gidince de bu giri- şiminde başansız kalmıştır. öteden beri Türk dilinin düşmanlan, Osmanlıcacı- lar, gericiler, Atatürk karşıtlan ne yapıp edip TDK'yi yok etmek özleminde olmuşlardır. Bu amaçlanna ne yazık ki 12 Eylül'de ulaştılar. önce kuruma iki müfet- tiş gönderip hesaplan incelettirdiler. Herhangi bir ak- saklık çıksa bütün yönetim kurulunu adalete verecek- lerdi. Ama Genel Yazman Cahit Kûlebi büyük bir özenle kurumun tüm belgelerini, dosyalannı, hesap- lannı müfettişlere açtı. En küçük bir kusur çıkmadı. Müfettişter Külebi'ye teşekkür ederek aynldılar... Ama kimin aklına gelirdi sahte kurumculann Ata- türk'ün parasına bile el koyacaklan. O parayla bar- lar, gazinolar açacaklan!.. Peki bir soru: Sorumlu ya da suçlu yalnızca kurumun saymanı ile veznedan mı? Ya başkan olan profesörler, ya yönetim kurulunaata- narak yıllardır kurumda egemenliklerini sürdüren ki- şiler?.. Sahte kurumun bağlı otduğu ADTYK'nin baş- kanı, üyeleri; bu yüksek kurumun tepesindeki baş- bakanlık, başbakan?.. Artık bu ülkede Atatürk'ün parası da soyguncular- ca ele geçirilip barların, otellerin kurulmasında har- canmışsa diyecek ne kalır?.. Ama derseniz ki, Ata- türk'ün bıraktığı vasiyetini ayaklar altına alıp çiğne- yen bir ülkede bu soyguna neden şaşmalı?.. Evet, dostlar, sevgili Anday boşuna yazmamış: "Çürûdükçe kokuyor I Duymuyor musunuz kokuyor I Kokuyor, kokuyor, kokuyor, kokuyor." Tartışma: Türkiye'nin Dünyadaki Yeri Üzerine Doç.Dr.YıkhzS£RT£L E vet. Eroi Mani- sah'mn görüşle- rinekanhyorum: "_ABD'ye karşı direnç ve başkakhn rüzgârla- n hem az gelişmiş hem de geiişmiş dünyadan es- meye başladL" Manisalı, bu direni- şin başında Rusya, Ja- ponya ve Avrupa'yı gö- rüyor. "Putin ile bera- ber Rusya, çok kutuphı bir dünya poUtikasına kaydı" diyor. Biz ekle- yelim: Bu hedefe doğ- ru Putin, 1.300 milyar nüfuslu Çin ile anlaş- mazlıklannı yendi, eko- nomik, stratejik anlaş- malara yöneldi. AB, Amerikan hegemonya- sı tehlikesini görerek uzun zamandan beri kendi bağımsız asker- sel gücünü güçlendir- meye, dolann karşısına bir Avrupa parası çıkar- maya çahşıyor. Peki, dünyada deği- şen bu güç dengeleri içinde Türkiye'nin yeri ne olacak? Manisalı şöyle diyor: «ABD'ye karpAB'ye 'hem de tek yanlı ba- ğımir konumundakibir Türkiye'nin önünde" manevra alanı olamaz- dı. AB'nin içinde olma- yan, AB'nin mandası durumuna gelen bir Tür- kiye, ulusal çıkarlannı, bu yeni dengeler içinde kesinlüde koruyamaz- dı. "Bu dar koridordan tek çıkış yolu kamuşür: Daha bağımsız bir kim- Kkk Avrasya içinde yer ahnak. Baü ile olduğu kadar Doğu ile de eko- nomik, sryasal ve askeri flişkiler kurarak içinde bulunduğumuzbölgede çıkartannuzı korumak." (Cumhuriyet, 10 Ocak 2000). Bugünkü konjonktür- de, Avrasya deyince bu- nu Orta Asya ve Orta- doğu'yla sınırlandırma- mak, Japonya, Çin gibi bugünkü kutuplaşmada önemli yerleri bulunan güçleri göz önünde tut- mak gerekir. Büyük bir hızla gelişen, ticarette ABD'ye meydan oku- yan ve elinde atom silah- lan bulunduran Çin'e bugün Batı için bir teh- üke olarak baİahyor. Çin Cumhurbaşkanı Jiang Zemin'ın, Türkiye'ye geldiği vakit Cumhur- başkanı Demirel'e söy- lediklerini anuns^yahm: "Türkiye Atatürk' ûn ülkesL Bir ûlkenin ken- di gücüne dayanarak ltallfinmn<ı nnpmlidir. Türkiye kendi ayaklan üzerinde durabÛmehV Çin her ne kadar Ba- ü'ya açıldıysa da koru- macılıktan vazgeçme- di, yabancı yatınmlan devlet plan ve denetimi altına aldı. Bu yolla Ba- tı'nuı tekniğini öğren- di. Değisik biçimler alan özelleştirmeler de sınır- h ve devlet katkılanyla oldu. En önemlisi, Çin IMF'den aldığı borçla- n ödedi ve topraklanna bir Cottareffi sokmadı. Japonya, Güney Kore ve bazı öbür Asya ül- keleri de devlet dene- timli karma ekonomi sistemleriyle geliştiler. Asya kaplanlanmn hiç- biri, borç yüzünden ba- ğımlı duruma düşmedi. Türkiye "bağunsız" bir kimlikle Avrasya içinde bir yer alacaksa, herhalde bu, Mosko- va'yla Washington ara- sında bir rekabet alanı- na dönüşmüş olan Orta Asya cumhuriyetlerin- den çok, Doğu Asya'da- ki büyük güçler arasın- da olacak. ABD'de ba- ğımlı durumda olacak- tık, Avrasya'da olmaya- cağız. Ancak orada Baö'ya, (özellikle ABD'ye) kar- şı bir direnış hareketi başlamış durumda. Ba- tı'ya karşı kendi kültür ve ekonomilerini koru- mak için bir "Asya Eko- nomikDireniş Derneği'' kurmaya yönelmiş du- rumdalar. Samuel Huntington'a göre, Asyalılar Batılı- laşma sürecinin artık bittıği kanısındalar. On- larca, şimdiye kadar Ba- tı 'yı örnek almış olan Meksika, Şili, Türkiye, eski Sovyet cumhuri- yetleri gibi ülkeler, As- ya modeline dönmeli- ler.. Anglosakson mo- deli yanm yüzyıldan be- ri uygulanıyor ve başa- nlı olamıyor... Bu görüşü savunan- lara göre, Japonya ve öbür Asya ülkeleri, bir "PasinkKüreseneşme" ya da "Asya KüreseDeş- mesi'' yolunu tutmalı ve Yeni Dünya Düzeni'ne yeni bir biçim vermeli- dirler (Samuel P. Hun- tington, "Uygarhklann Çatişmasıve Dünya Dü- zeninin Yeniden Yapd- s. 104). Hem Doğu hem de Batı ile ekonomik, si- yasal ve askersel ilişki- ler fıkri çok güzel de bu büyük güçler arasında bu işi nasıl gerçekleşti- receğiz? Asya direni- yor, Rusya direniyor, AB direniyor. Ya Türki- ye? Her gün zengin eko- nomik varlıklannı, ulu- sal bağımsızlığını satı- yor. IMF karşısmda el pençe divan durmuş, "para!" diyor. Askeri üslerini ABD'ye kaptırmış, Or- tadoğu'da çıkacak ola- sı bir savaşta onun ya- nında ohnaya hazırla- nıyor. Avrasya'da, AB 'de veya herhangi bir devletler gruplaşmasın- da onurlu bir yer alabil- memiz için önce bağım- sızlığımızı ön plana al- mamız gerekmiyor mu? PENCERE 0 Bir Canavar... Çalışma odamda kitaplan gazeteleri kanştınrken bir gazete kesiği elime geçti; eski bir "Pencere"ydi bu; okumaya başladım: "Yeni Dünya Düzeni nedir?.. Yeryüzünde egemenleşen bu düzen birkaç kalın çizgiyle nasıl vurgulanabilir. 1) Dünya tek pazardır. 2) Sosyal devlet ölmüştür. 3) Ulus devlet aşılmıştır. 4) Devlet küçülmelidir. 5) Devletin yerine şirketier, holdingler, karteller geçmiştir. 6) Sermaye özgürdür. 7) Emek bağımlıdır." • Yazı sürüyon "Kendi içinde tutariı görünen biryapıdır bu; çün- kü tek pazarda serbest rekabet üzerine bir düzen kurulacaksa, hiç kimse sosyal devletin maliyetini ödeyemez. Neden?.. Çünkü emeği alabildiğine sömûren ve sosyal gü- venliği düşünmeyen egemenler, dünya pazannda ra- kip tanımaztar. Ürünlenn maliyetıne birde sosyal dev- letin girdisini eklerseniz, malı daha pahalıya satmak zorunda kalırsınız. Ulus devlet neden ölmüştür?.. Çünkü devletin yeni rolü, uluslararası sermayeye sınırsız özgüriük tanımak, ama, emeği ulusal sınır- lar içine hapsetmektir. Devlet neden küçülecektir?.. Sosyalgörevlerinden ve ekonomikişlevinden vaz- geçince devlet küçülecektir. Kaprtalızmin doruğundakı sayısı belli ÇUŞ (Çok Uluslu Şirket), dünyayı tek pazar gibi çekip çevir- dikçe, düzen yerine oturacaktır. Teknolojik devrim- de bilgisayartaşmayla iletişimin ışık hızına ulaşma- sı 'Yeni Dünya Düzeni'ndeyeryuvarfagvr» tekpaza- ra dönüştürüyor. Sanayi devrimiyle köylülüknasıl or- tadan kalkıyorsa, endüstri üretiminde robotlaşmay- la işçi sınıfı küçülüyor, hizmet kesimi ağıriık kazanı- yor. Yeni Dünya Düzeni'nin şakaya gelir yanı yok\.. Ne var ki 1.5 milyan açiık sınınnda yaşayan, an- cak yanm milyan ileri endüstri toplumu yapısına ulaşmış dünyamızda YDDyeni sömürgecilik gibi bir şey..." • Yazı bu köşede yaklaşık beş yıl önce yayımlanmış; yeni sömürgeciltğin içyüzü, aradan geçen sürede, da- ha çarpıcı biçimde ortaya döküldü; dünya egemen- lerinin doruklannda bile tartışılmaya başlandı. Ancak YDD'nin ya da "küreselleşme"n\n ekono- mik içerigi tartışılırken, bir sorun gözden kaçtı. Nedir o?.. Hukuk!.. Insanlığa "Yeni Dünya Düzeni"n\ dayatan ege- men gücün bir de hukuku olmayacak mı?.. Eski çağlar dünyasında suttanlann ve krallann buy- ruklanna dayanan "güç hukuku" geçerliydi; egeme- nin iki dudağı arasından çıkacak emirte savaş baş- lardı; son yüzyılda devletler hukuku gelişti. Bugün neoluyor?.. Yeryüzünün yeni Sezar'ı 2'nci Bush emir veriyor; Irak bombalanıyor; savaşın ve saldınnın kaynağı ege- menin emnnden gayn bir şey değil!.. Birleşmiş Milletler örgütü yok. Devletler hukuku yok... • 1991 'deki Körfez Savaşı'nda Irak'ta doğan bebek şimdi lOyaşında.. Zavallı çocuk!.. Insanoğlu daha senin yaşamını düşünebilecek kadar uygar değil... ; O bir canavar!.. M NÂZIM HİKMET KÜLTÜR VE SANAT VAKFI SÖYLEŞİ: NÂZEVf HİKMET'tN YURTTAŞLIK HAKKI Konuşmacılar tllıan Selçuk Âtilla Coşkun 22Şubat2001 Perşembe saat 18.30 Nâzım Hikmet Vakfı Küttür Merkezi Sıraselviler Cad. No: 48 Kat: 1 Taksim Tek&Faks (212) 252 6314 -15 İLAN T.C. StNCAN SULH HUKUK HÂKİMLİĞt'NDEN EsasNo: 2000/918 Davacı ASKl Genel Müdürlüp vckili Av. Neşe Engin taranndan davalı M.Ç. Mah. Pençeli Sk. Sen- cer Koop. A Blok 4/4 Sincan'da oturan Adlan Bay- raktar aleyhine açılan alacak davasının yapılan açık yargılaması sırasında alınan ara karar uyannca, Davacı ASKl Genel Müdürlüğü tarafindan 70.603.000.-TL kaçak bedelin tahsıli hakkında asa- ğıda adresi yazalı şahıs hakkında dava açıldığı, adre- sine çıkanlan dava dilekçesi ile dunışma gününü bildiren tebligat bila ikmal ıade edilmış, zabıta ma- rifetiyle de yapılan araşürmada adresi tespit edile- mediğinden davetiyenin ilanen tebliğine karar veril- miştir. Karar gereğince duruşma gûnü olan 16/03/2001 tarihinde saat 10.40'ta davalının mahkememizde bizzat hazır bulunması veya kendisinı bir şekilde temsil ettirmesini aksi takdirde dnruşmanın HMUK'mın 509.510. maddeleri gereğince gıyabın- da devam edeceği ve hüküm verileceği tebligat ye- rine kaim olmak ûzere ilanen tebliğ olunur. Basın: 8815 numara «ı ŞTUBKCELL K U m r ı e ı «
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle