17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 29 OCAK 2001 PAZARTESİ ÇfLAYLAR V E G O R U Ş L E R [email protected] T— La Mort de la France en Turquie'ARADABIR Av. AYDIN ERDOĞAN Düğme ve Yıpranan Siyasetçi Beyaz Enerji operasyonu, kamu ihalelerindeki yol- suzluklann bir bölümünün daha açığa çıkanlacağı ve sorumlulannın yargılanacağı umudunu doğumnuştur. Tartışma, yolsuzluk boyutu ve sorumlulan üzerinde yoğunlaştınlmalıdır. Enerji yatınmlan, ülkenin en bü- yük yatırımlandır. "Hangilehnde ne yapılmıştır?" Bu sorunun yanıtı mutlaka bulunmalıdır. Ne yazık ki, tar- tışma özünden saptınlmak istenmektedir. Enerji sek- törü en çok yatınm yapılan, bu nedenle yolsuzluk ve haksız kazanç peşinde koşanlann iştahını kabartan bir alandır. Basınayansıyan bilgilerciddi kanıtlann bu- lunduğunu göstermektedir. Bu da "temiz toplum, te- miz idare, temiz siyaset" özleminin "bir gün mutla- ka" gerçekleşeceği umudunu güçlendirmektedir. "Düğme" tartışması, soruşturmayı ve ortaya çıkan gerçeğin önemini gölgelemeye başlamıştır. "Düğme açıklaması", yersiz, anlamsız biraçıklamadır. Bu açık- lama üzerine Başbakan Sayın Bülent Ecevrt'in tep- kisi haklı olmakla birlikte orantılı değlldir. Sayın Mesut Yılmaz'ın "siyaset kurumunu savun- mak" adına söyledikleri, devam etmekte olan soruş- turma ve olaylann özünü gölgeler biçim ve içerikte- dir. "Siyaset kurumu" olarak tanımlanacak, üzerinde anlaşmaya vanlmış ortak bir kurum bulunmamakta- dır. Farklı siyasal kurumlar, farklı siyasal kişilik sahip- leri, farklı siyasal anlayışlar bulunmaktadır. Bu ne- denle Sayın Yılmaz, "siyaset kunımunun" savunucu- su olarak ortaya çıkarken tüm siyasetçileri savunan bir iş yapıyor görünse de gerçekte, kendisini, parti- sini ve benzer anlayışlarla siyaset yapanlan savunu- yor. Türkiye'de, siyasetçilerin halkın gözünde güven yi- tirdikleri bilinmektedir. Bunun nedeni, elbette ki siya- setçilerin tümünün davranışlan değildir. Değerlendir- meleryapılırken genellemeîere gidilmesi, dürüst, na- muslu siyasetçinin diğerierinden aynlmaması yanlış- tır. Herkes buna özen göstermelidir. Bu farkı kanıtlamak, dürüst, namuslu siyasetçile- rin görevi olduğu kadar, yorum, haber ve değerten- dirme yapanlann da görevidir. Yolsuzluk yapanlarla karşı çıkanlan, hırsızlığı, rüşveti hatta cinayetleri ya- panlarla karşı çıkanlan, bunlann açığa çıkanlması için uğraşanlarla üzerini örtmeye çalışanlan sırf "siyaset- çi" olduklan için ortak bir paydada toplamak doğru değildir. Bu tutum demokrasiye hizmet etmemekte- dir. Ancak kendilerine yapılan eleştirileri, geniş bir cepheyle karşılama gayreti içinde olan siyasetçiler, arada bir aynaya bakmalıdır. Siyasetçiye itibar kazan- dıracak olan da kaybettirecek olan da öncelikle siya- setçilerin kendi 'eytemleri'dir. Sayın Yılmaz, Çiller ve bakanlan, karşılıklı birbiri- ni yolsuzluk yapmakla suçladılar. Biri öbürüne, "sen yolsuzlukyaptın" dedi. Sayın Yılmaz'ın adlandırma- sına itibar edersek, "siyaset kurumu yolsuzluk yapı- yor" demekti. Sonra dönüp bu yolsuzluklan, diğer- lerinin katkılan ile "akladılar". Bu ve benzeri davra- nışiar, siyasetçilere saygınlık kazandırmadı. Sayın DemireJ'in aile fotoğrafı paramparça, kırk yıl- dır "siyasetin tepesinde" dolaşıyordu, siyasetteki ka- lıtının hali yürekler acısıdır. Bu itibarı kim yükseltebi- lir? örnekleri çoğaltmak mümkündür. Enerji Bakanı Sayın Cumhur Ersümer, "soruştu- rulan ıhalelerden habehnin olmadığını" söyleyebili- yor. Başında bulunduğu bakanlıktaki yolsuzluklar so- ruşturuiuyor, ciddi kanıtlar ortaya çıkıyor, ancak ken- disi haberdar olmuyor ve halen o makamda oturabi- liyor. Sayın Bakan, "Benim bakanhğımda ne oluyor?" diyemiyor. Aylarca hasırattı edilmiş olan bir dosyanın son anda yargıya gönderilmiş olması, Saym Ersürner'in görevini gereği gibi yaptığı anlamına gelir mi? Hak- lannda soruşturma yapılanlar, Enerji Bakanlığı'nın, Türkiye "enerji politikasını" oluşturan kararlan hazır- layan bürokratlardır. Alınan kararlar "siyasi" karartar- dırve "siyasi sorumluluk" doğurur. Sayın bakanın bu sorumluluğun bilinci içinde davrandığını söylemek güç görünmektedir. Siyasetçiler, bu tür durumlarda, yerinde, zamanında alacaklan doğru kararlarla itibar kazanır. "Siyaset kunımunun itiban" ve "düğme" tartış- malan ile yolsuzluklann üzerinin örtülmesine izin ve- rilmemelidir. TÜRK - İTALYAN DOSTLUK DERNEĞt ve ISTITUTOITALIANO DIOJLTURA Ocak Ayı Sohbet Toplantısında tstanbul Kültür Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof ÖZER SEZGÎN "Comhuriyet Dönemi Çoksesli Müziğimiz" konusunu örneklerle açıklamalı olarak sunacaktır. Kokteylli Sohbet Toplantısı 29 Ocak Pazartesi Saat:18.00 Circolo Roma Salomı, Tepebaşı, Meşrutiyet Cad. No:16i Beyoğlu Aramızdan ayrılışının 8. yılında O'nu saygı ve sevgiyle anryoruz. Suat Sezai GÜRÛ 29 Ocak 1954 - 29 Ocak 1993 TMMOB MAKİNA MÜHENDİSLERİ ODASI ÇefikGÜLERSOY umhuriyet ilk kez, bir yazıyı yabancı dilden bir başhkla ya- yımlıyor. Bunda yarar vardı. Fransa'nın kendi diünde bir "anımsatma".PiaTeLoti'nın, yine bunalraılı (buhranlı) bir dönemde yayımladığı yürekli kitabının, adı- nı kısaltarak ve günümüze uyarlayarak (yani "Sevg&iFransamız" deyimini çıkararak!) ya- pılmış. özel bir başhknr bu. ÖzeL Çünkü Tür- kiyemiz de, tarihinin en mutlu, en onurlu dö- nemi olan cumhuriyetinin, en zorlu dönemi- ni yaşamakta. BUeiim ki, dertü dönemi, önce Türkrye'nin kendi yeni altyapısı hazuiadı: Son 20-25 yılın ne kadar olumsuz iç koşullan varsa, yani ka- labalıklaşma, sağlıksız yerleşimleTe yığılma, eğitimsizlik, yanlış dış politikalar (Cezayir bağımsızlık savaşı oylamasında, emperyalist Fransa'nın yanında yer alışunız gibi), Avru- pa'ya yerleşen Türk nüfusunun, çevreleriyle hiç uyumsuz yaşamlan, durmadan dışandan borç isteyen (ve geçenlerde bunun bir "ödü- lünü" bile kabul eden) Türk ekonomisinin durumu gibi hastalıklar birike birike, bugün- leregeiindL Bugünlerintemelinde, bflefim ki,öncebiz ken- dimiz vanz! Bu iç yapıya, dış çemberin kendi koşullan da bir demir zırh geçjrdi: Önce ken- di dar ve pis seçim hesapian, başrolü oynu- yor. Sonra Tann bilir, kısa vadeb çıkarlan, ko- nuşuyordur Türkiye'den bekledikleri sipariş- lerin zaten gelmemesi (silah gibi "okkalı" alımlann ABD'ye gitmesi) gibi. Sonra yine belki, Türkiye içindeki birtakım hesapçıla- nn, bir kısım entellerin, güvencesini Batı'ya kullukta gören çevrelerin beyin yıkaması ile, her horlamaya karşı Türkiye'nin Avrupa Bir- liği kapısında beklemesini sürdüren sabnna bir çizgi çekilip artık umudunu kesmesi için bir ders verilmesi... gibi etkenler. Bunlar, ta- rihte benzeri olmayan, akıl dışı ve bilim dışı birkarara sürükledi Fransa'yı. Çok önemli, bek- lenmedik, olumlu gelişmeler olmazsa bu ka- rar, Fransa'nın Türkiye'de tükenişi anlamına gelir. Ama kesin olarak bilelim ki, önce Fransa ile sınırlı kalmayan, sonra rasüanüsal olmayan ve tek vüzlü-tek temelli hiç olmayan bir durum- la karşı karşıyayız. Avrupa küme'si karşısında, -ve kuşkusuz daha egemen- ikinci büyük odak olan ABD'ye gelince, bu "süper güç", Türkiye'nin kendi etki alanında kalması politikasnıı -tam bir bi- lardo ustası gibi, ıstakasını hangi topa dokun- durursa, onun hangi yuvarlaklan koşturaca- ğuu, Tannhaklaiçin çok iyi hesaplayarak-uy- guluyor. Bu geleneksel "patronumuz", iç ko- şullannın gündeme getirdiği bir Ermeni tasa- nsını, Başkanı'nı araya sokup engelleyerek Tür- kiye'nin yine gönlünü fethediyor ama, onun da eli, bir yerde bağlı. Başkan, Türkiye haklı ve masum olduğu için değil, ABD çıkarlan şu sırada onu gerek- tirdiği için, tasannın geri çekilmesinin altuıı çiziyor. Dış dünya, bu. Ve bu dünya ölçeği içinde, bunca "yalnız kalmış" bir ülke de, yok. "Izo- le" yer çok var ama, biz ne Ortadoğu'nun bozkır bir çöl kabilesiyiz, ne de Okyanus- ya'da bir pahniye ve hurma adasıyız. Avru- pa'nın hemen eşiğinde ve en kalabalık, bir Bal- kan-Kafkas-Ortadoğu devletiyiz. Bu ülkenin, 1930'lan yaşamış bizyaşb-ço- cuklannın, en kaygıhve en mutsuz kesimi ohış- turduğunuıualtını çizmek isterim. "Baştabü- tün dünyanuı saydığı başkomutan" marşımı- zın coşkulu, onurlu dizelerini anımsatarak, srrf bir duygusallık etmek -ve de onunla suç- lanmak- istemem. Ama II. Cihan Savaşı bit- tikten az sonra, yani daha dün, yeni Alman- ya ile personel gezilerine başlayan Türki- ye'nin, demiryolculannı Alman kentlerine yoUadığında, ekiplerimizin, ay-yıldızh bayrak- larla süslenmiş her garda, bando-mızıka ile kar- şılandığına tanık olmuş bizlerin,bugünleriya- şaması, kolay değiL Onudemek istiyorüm. Pekiyi, ne yapmalı? Önce, "ne yapmama- h" sorusuna bir karşılık arayalım: Bize zarar- h, hatta bize yararsız ve her halde ilkel görün- tülü her davranıştan uzak durmalıyız. Boykotlarda, kendi çıkarlarımız iyi hesap- lanmah. ^ÖflteylekaDapzararla oturmak", ken- di atasözümüzdür. Bir üniversitemizin ace- leyle aldığı karardaki gibi, Fransızca eğitimi kaldnmak, en akıl dışı bir iştir. Fransız kûl- türü, bugûnkü pis politikacılannın tekelinde değildir, evrenseldir. Hatta Fransa ile baş et- mek, düıni iyi öğrenmekten geçer. TV'lerimi- zin yansıttığı ve ne anlama geldiğini anlaya- madığım davullu-zurnalı oyunlar ise, ilkelli- ğin şahıdır. "Ne yapmalı" sorusunun karşıhğt ise, çok uzun bir liste olur. Sosyal ve ekonomik yapı- mızdald bürün çarpıldıklann birer birer dû- zdülmesine koyuhnakdiye de özetlenebilır. Son mali operasyonlann, umut verici tek gelişme olduğunu bilelim. Bilmemiz -ve uymamız- gereken en sağ- lam doğru, bir ülkenin dış poütikasının da^iç bünyenin sağhkhğmdan aynlamavacagıdır. Ül- kelerinvücudu ve görüntüsû,dış prestijinin de temelini oluşturur. Bu genel çerçeve içinde özel bir konu, Fran- sa'nrn son tavnnda ön planda görüntü veren "Ermeni krymu" konusunda yapacaklanmız- dır. Cumhuriyet'te yıllar önce yazdığnn gibi (8.7.1995) devletimiz, bu işte, bence baştan be- ri yanhş bir poihıka izledi: "Ermeni smkın- mıyoktur!" Türkiye'nin bu iddiasına karşı her seferin- de Batı TV'leri, ekranlara karşıtlar taşıdı ve kendi kamuoylannm beynini, tek yanlı yıka- dı. Bu inkâr politikası yerine, şöyle bir tezi sa- vunsaydık, rahatederdik: Rebeka'nm, borcu- nu dert eden kocası Moız'i rahatlatmak üze- re pencereyi açıp Mişon'a, "Sana borcumuz var, ama ödeyemeyeceğiz!'' diye seslenmesi gibi: ""-' 1) Ermeni soykınmı, yer-yer olmuş olabilir. 2) Kıyımı ve olaylan başlatan, Ermeni çete- leridir. 3) Onlan kuDanan, Çarlık Rusyası'dır. Günümüzde kim, Çarlık Rusyası'nı savunu- yorsa, üstlensin. 4) Olaylar ortalık güllük gü- lıstanlık iken değil, bir Cihan Savaşı'nm için- de geçmtştir. Hangidevtet, helesavaşiçmde, ken- disine çekılen birhançeri, bir buket çiçekle kar- şılar? Tarihte böyle bir örnek var mı? 5) Ci- han Savaşı'nda sadece şu kadar Ermeni ölmek- le kalmadı, Osmanh'mn geri kalanı, yani Türk'ü, Arnavut'u, Boşnak'ı, Arap'ı, Çer- kes'i, .-mflyonlarca genç de, gûnahsız olarak öldû. îktidardaki cunta, Sankamış'ta 80 bin gen- ci de, kara gömdü. 6) Savaş suçlusu saydık- lannızı, Avrupa'da taİar-takır zaten öldürdü- nüz. 7) En önemlisi, biz, Türkiye Cumhuriye- ti'yiz. Imparatorluğu tasfiye ettik, hanedanı da sürdük, ve o defterleri kapatük. Fransa Ihti- lali aym şeyi -fazlası ile- yapmadı mı? Böyle bir savunma için vakit geç değil. Bizden Id- mi entellerin akhna uyup arşhieri açmak ve "olduydu-olmadrydT tartışmasma girmek, "batakhğa davetiye çıkarmak" olur. Bunun yerine, yukanda başlıklannı sırala- dığım konulann günceDiğini koruyan birka- çında, bilimsel kanıtlar üretmek ve bunu ya- parken, özellikk Baü'nın kendi kaynaklarma dayanmak, yapılması gereken en gerekli ve "en uygar" işlerdendir. Bu tür ciddi tarih araştırmalan, Fransa'ya, çıkarlan gerektirdiğinde Türkiye'ye nasıl dost- luk ettiğini de anrmsatabilir: Isriklal Savaşımızın, daha başında, Ankara'ya el uzatıp îngiltere ve Yunanistan'ı nasıl orta- da bıraktığı gibi. Üstelik o zaman Ermeni olaylan çok daha taze idi! Batı'nm tümüne karşı, söylenebilecek söz- lerden biri de, şu olabilin Pis hesaplannızı bi- raz bir yana b^akıp sizin de ne yapalım ki üs- tünde yaşadığnıız gezegenin, geleceğine bak- sanız? Tarihinde ilk kez, New York sallandı. Neler oluyor acaba. Atatürk'ün Dış Politikası ve Diplomasisi DOÇ. Dr. Hasret Ç O M A K Hukukçu, Ekonomist, Uluslararası llişkiler Uzmanı A tatürk'ün dış politika- sının temel niteliği ger- çekçi olmasıdır. Kur- tuluş Savaşı sırasında Ulusal Ant'ta ifadesi- ni bulan hedefler gerçekçi bir bi- çimde çizihniş ve bu hedef tespitin- de aşınlığa kaçıhnamıştır. Bu ilke- den hareketle Atatürk'ün dış politi- kası hiçbir zaman, Pan-lslamizm, Pan-Türkizm ve Turancılık akımla- nna yönelik olmamıştır. "Başka ülkelerin içişlerine kanşd- maması"na özen göstermek Ata- türk dönemi dış politikasımn ana il- kesi ohnuştur. Atatürk, Kurtuluş Savaşı'na atıl- dığı dönemde egemenliği ve eşitli- ği, dış politikasımn temel hükümle- ri saymıştır. Egemenlik ve eşitlik il- kelerine şiddetle bağlı kalmıştır. Atatürk döneminde yapılan bü- tün antlaşmalar "tarafsızhk", "sal- dınnazhk", "dosthık", "iyikomşu- luk", ve "işbirliği'', niteliğindedir. tki blokun ortaya çıktığı 1930'larda Türkiye'yi çıkar çatışmalan ve blok- laşmalardan uzak tutmaya özen gös- termiştir. Atatürk stratejide olduğu kadar taktikte de başanlı bir liderdir. Karşılaştığı sorunlann hepsiyle değil, bir öncelik sırasını esas ala- rak çözümleme yoluna gitmiştir. Er- zurum Kongresi sırasında çağdaş bir cumhuriyeti oluşturma karann- da olduğu halde bunu hemen ilan et- memiştir. Sorunlan kendisinin sap- tadığı bir öncelik sırasına göre ele almıştır. Koşullann olgunlaşmasını beklemeden ve milletin desteğini elde etmeden köklü yapısal değişik- liğe gitmemiş, bu nedenle başan şansını azaltmamıştır. Bu yaklaşı- mıyla Mustafa Kemal Atatürk, Ana- dolu hareketi karşısında aykm bir- leşmelere neden olmamış, gereksiz yere düşmanca tavır alınmasını en- gellemiştir. Milli Mücadele'nin esasını oluş- turan Anadolu hareketi, hedeflerin iyi belirlenmesini sağlamış ve bu amaçlar gerçekleştiği takdirde sa- vaşa son verihnek suretiyle düşman ile banşçı girişimlere açık olduğu- nu büdirmiştir. Atatürk kendine öz- gü diplomasisinde kişisel girişimle- rin yaranna inanmış ve bu girişim- lerin ülkeler arasındaki dostluğu ge- liştireceği düşüncesi ile hareket et- miştir. Bu görüşünü 28 Ekim 1937'de Ankara'yı ziyaret eden Rumen Baş- bakanı Tataresku'ya "Doğrudan doğruya görüşmek, ülkeleri ilgilen- diren sorunlann çözümünde en et- küiyoldur" demek suretiyle göster- miştir. ilk dünya savaşından sonra- ki dönemde birbirine zıt rejimleri banndıran uluslararası sistemde, re- jim farkı gözetmeyerek dostluklar kurmayı hedeflemiş ve bu ilkeyi "çağdaş diplomasinin" bir "başan koşulu" olarak kabul etmiştir. Atatürk, diplomaside tarih bilgi- sinin önemini çok iyi anlamış, bu alanda çok araştırma yapmış ve geç- mişteki olaylardan gerekli dersleri çı- karabilmiştir. Bu yeteneğiyle geçmi- şi çok iyi bildiği gibi, bugünü de çok iyi kavrayabihniş ve aynı za- manda geleceğe ilişkin öngörebilme, önceden planlama ve kestirebilme (tahmin edebilme) becerisini ortaya koymuştur. Ozellikle Kurtuluş Savaşı döne- minde, uluslararası sistemi doğru biçimde algılaması ve değerlendire- bihnesi, bugünü çok iyi kavradığı- nı göstermektedir. 27 - 29 Kasım 1932'de ABD'li general Mc Art- hur'la Ankara'da yaptığı görüşme sırasında, daha henüz ufukta gözük- meyen Ücinci Dünya Savaşı ile ilgi- li yaptığı tahminler, özellüde gele- ceği isabetle görebildiğini ortaya koyan önemh bir ömektir. Bu görüş- mede Atatürk, Almanya'da 1933 'ten sonra iç siyasal gelişmelerin olabi- leceğini, ikinci Dünya Savaşı'nm 1940-46 yıllan arasında gerçekle- şebileceğini, Italya'nın savaşta ba- şanlı olamayacağını, Almanya'nın yine ABD'nin müdahalesi ile yeni- leceğini ve savaş sonunda en kârlı çıkacak ülkenin Sovyet Rusya ola- bileceğini vurgulamıştır. Atatürk diplomasisinin temel bir özelliği güvenilirliktir. Ozellikle Kurtuluş Savaşı'nda Ulusal Ant'ın öngördüğü hedeflerin dışında bir amaç taşımamış ve harekâtı bu ama- ca yönelterek güvenilirliğini dün- yaya kabul ettirmiştir. 1930'lu yıl- lann ortalannda dünyada silahlı gü- ce başvurmanın yaygınlaştığı bir dö- nemde Atatürk bu yola yönelmemiş ve ülkesinin haklı isteklerini dile ge- tirirken güvenilirliğini ortaya koymuş ve uluslararası sistemde destek top- layabilme becerisini göstermiştir. Ozellikle dış politikanın kişilere bağ- lı olmaksızın devamlılığım vurgula- mış ve diplomaside böylece güve- nilirliğin değerini ortaya koymuş- tur. Yunanistan Başbakanı Metak- sas'ın 19 Ekim 1937'de Ankara'yı ziyareti sırasında kendisine söylemiş olduğu şu sözlerle bu ilkesini doğ- rulatmıştır: "thşkilerimiz gefişmişken şu nok- tayısizesöyiemekisliyorum: Celal Ba- yar ile çahşmannz, şimdiye kadar Is- met tnönü ileolan çahşmalanmızdan hiç farklı olacakdeğUdir. Celal Bayar ve lsmet Inönü birdir; yani bürün in- küap arkadaşlanm arasında samimi bir mesaj arkadaşhğı vardır ve bu bizde âdettir, tabüdir. Bizim takip et- tiğimizsistemdeşahsnıdeğişmesi, işin değişmesi demek değildir. İç ve dış politikamızın esaslan çok önceden tesph edilmiş bir programa tabüdir. Görev başına gelen her arkadaş, ay- nı programı devam ettirir." Atatürk dış politikasında önce "kendi gücüne dayanma" fakat ge- rektiğinde "ittifaldara girebilme''yi esas almıştır. Kurtuluş Savaşı'nı baş- latırken içinde bulunduğu çok ağır koşullarda bile kendi gücüne dayan- mayı esas almış ve Türk milletini bu yolda seferber ermeye çalışmıştır. Halkına inanan ve güvenen bir lider olmuştur. Uluslararası alanda kendi gücüne dayanmayan ve bunu kanıt- layamayan ülkelerin yaşama hakkı- na sahip bulunamayacaklannı gör- müştür. Atatürk kendi gücüne dayanmayı esas alırken gerektiğinde ittifaldara girilmesine de karşı çıkmamıştır. Ozellikle devletin çıkarlannı ilgi- lendirdiğinde ittifaklara girihnesini benimsemiştir. Ancak burada asıl olan ülkenin "kendi gücünü" arttı- rabihnesidir. Kendi gücüne dayan- maya öncelik veren bir devlet, bir it- tifak içinde ezilmekten de kurtula- caktır. Atatürk, güçlü ve dınamik kişili- ğinin sonucu olarak etkin (aktiO bir politika izlemiş ve bu politikasında maceralardan kaçmmıştır. ozellik- le Kurtuluş Savaşı sırasında ve 1936 Montreıu Boğazlar Sözkşmesi ön- cesinde Türkiye'nin davasım, etkin diplomasi uygulayarak dünyaya du- yurmuştur. Uluslararası alanda ve bölgesel işbirliğine katıhnayı etkin dış politikasımn bir gereği olarak uygulamıştır. Silahsızlanma görüş- melerine ve 1928 tarihli KeDog Pak- ü'na katılması önemli gelişmeler- dir. Aynı zamanda 1934 tarihli "Bal- kan AntantT ve 1937 tarihli "Sada- bat Paktı'nda" öncü rolü üstlenme- si bölgesel işbirliği konusundaki gi- rişimlerini ortaya koymaktadrr. Atatürk dünya toplumunu tek bir aile olarak görmüş ve bürün ulusla- n bu ailenin bireyleri olarak değer- lendirmiştir. Herhangi bir ülkenin sorunlannın, bürün insanlığın soru- nu gibi değerlendirilmesi gerektiği inancını her zaman taşımıştır. Gele- ceği öngörme yeteneğinin bir sonu- cu olarak sömürge dünyasının yakın bir gelecekte bağımsızlık kazana- cağını ve Anadolu'daki mücadelenin bürün sömürge altındaki uluslara "önderük'' edeceğini söylemiştir. Türk devletinin ulusal yapısmı güçlendirmek için Türklük bilinci- ni geliştirmiş; genel olarak kültür ve özel olarak da tarih ve dil konu- lanna çok önem vermiştir. Atatürk her alanda tam bağımsız- hğın gerçekleştirilmesini ve onun özenle korunmasını temel hedef al- mıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında gü- düm fîkrine şiddetle karşı çıkmış ve Türkiye'nin bağımsızlığını titizlik- le korumaya yönelik bir politika iz- lemiştir. Bağımsızlığm korunması için Lozan Banş Antlaşması görüş- melerinde çok akılcı ve kararh bir diplomatik mücadele vermiştir. Ant- laşmanın öngördüğü dengenin ko- runması konusunda da onurlu bir dış politika ızlemıştır. "Yurttabanş dünyada banş" ılkesı banşa verdi- ği değerin önemli bir ifadesidir. Dün- yada gerçek banşın kurulması te- mel özlemi olmuştur. Çağdaş bir Türkiye yaratmak ve modernleşmek için uygarlığa yö- nelmiştir. Türkiye'ye Batı'da oldu- ğu gibi uygar bir yapı kazandırma- run kaçınılmaz bir hedef olduğunu ve uygarlaşmanın da çağm bir ge- reği ve bir yaşam felsefesi olduğu- nu kabul etmiştir. Bu yüzden "mo- dernlesme" ve "çağdaşlaşma", Ata- türk Türkiyesi'nin temel dış politi- kasını oluşturmuştur. Çağdaşlaşmanm ve modernleş- menin bir gereği olarak devletin yö- netim biçimini "demokrarikrejim'' esaslanna oturtmuş ve böylelikle Türk insanuıın demokratik kişiliği ile devletin yönetim biçimi arasın- da bir uyum sağlamıştır. Modern Türkiye'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Türk ulu- sunun çağdaş dünya uluslan ailesi- ne girebilmesi ve uluslararası toplu- mun bir üyesi olabihnesi için dış po- litikasınm temel hedefleri olarak "bagımsızhğın korunması'', "uygar- laşma", "çağdaşlaşma", "yurtta ba- nş dünyada banş" ve "hukuka bag- hhk" ilkelerini benimsemiştir; böy- lece ülkemize aklı, bilimi ve aydın- lanmayı getirmiştir. Anayasa Mahkemesi M. Mete GÖKTÜRK Cumhuriyet Savcısı ç Biryürek de sizin katkınızla çarpsın! TÜRKKALPVAKFI 19 Mayıs Cd. No: 8 Şişli/İSTANBUL Te/: (ü 212) 212 07 07 (pbx) Faks: (0 212) 212 68 35 ağdaş, demokratik hukuk devleti ol- ma amacınm en büyük güvencelerin- den birisi olarak tasarlanmış ve oluş- turuhnuş birkurumdurAnayasa Mah- kemesi. Rejimin varlığını koruyabihnesi, onun aynı noktada durması ile değil; gelişmesi, çağa ayak uydurabilmesi ile sağlanabilir. Bu nedenle do- ğal olarak Anayasa Mahkemesi, demokrasiyi geliştirmeye yönelik atılacak her adımın arka- suıda olmalıdır. Bilindiği gibi seçme ve seçilme hakkının ya- şama geçirihnesinin aynlmaz bir parçası olan ^iyasal parti olarak örgütlenme ve bu partiler içinde siyasal eylemler sürdürme hakkı, de- mokrasilerin en temel kurumlanndan birisidir. Anayasamıza göre de "Siyasal partiler demok- rasinin vazgeçttmez unsurlandır". Basit gerek- çelerle siyasal partileri kapatmak, demokrasi- nin bu vazgeçilmez öğelerinden (unsurlanndan) kolayca vazgeçmek, başka bir deyişle demok- rasiden vazgeçmek anlamına gelir. Böyle bir uygulamaya yol açabilecek yasa ve anayasa hükümlerinin varlığı bir demokrasi ayıbıdır. Bu ayıbı ortadan kaldmnaya yönelik her girişimi en başta destekleyecek ve alkışla- yacak kurum, konumu gereği demokratik hu- kuk devletini ve özgürlükçü demokratik reji- mi koruma işlevini üstlenmiş olan Anayasa Mahkemesi olmalıdır. Oysa siyasal parti kapat- manın zorlaştınhnasına ilişkin anayasa deği- şikliği tasansına karşı bu mahkemenin sergi- lediği tavu-, bu konuda alışılmamış bir biçem- le (üslupla) yaptığı 23 Ocak 2001 tarihli gaze- telerde ve TV'de yer alan basın duyurusu ile hükümete verdiği ültimatom, bunun tam tersi- nin düşünüldüğünü göstermiştir. Her ne kadar tepkiler üzerine daha sonra ya- pılan açıklamalarda, "Biz yalnızca parti kapat- mak için mahkeme üyelerinin 2/3 çoğunhığu- nun oyunun aranması hükmüne karşı çıktık. Bu, mahkemenin işlemez duruma düşmesi sonucu- nu doğuracakbir değişiklikolacakur" diye agız değiştirihniş ise de bu pek inandmcı olmamış- tır. Şöyle ki: Basın duyurusundan önce hükü- met yetkilileri ile Anayasa Mahkemesi temsil- cileri arasında bu konu ile ilgili görüşmeler ya- pıldığı, görüş birliği sağlanarak değişildik ta- sansının yeniden gözden geçirilmek üzere ge- ri çekildiği bilinmektedir. Buna karşın yine de son günlerin modasına uyarak bir basın duyu- rusu ile hükümete ültimatom verme gereği du- yulmasındaki gerçek amacın yalnızca değişik- lik tasansında yer alan uygulamada sorun ya- ratabilecek karar için 2/3 çoğunluk koşulu ge- tirilmesi gibi teknik bir konuya dikkat çek- mekle sınırlı olmadığını, yürürlükteki uygula- manın aynen sürdürülmesi isteği olduğunu gös- termiştir. "Parti kapatma yetkimizi suuriandmnayın, yoksa rejim gider" diye hükümete ültimatom verip basın duyurusu yapan Anayasa Mahke- mesi'nin sayın üyeleri bu durumuyla koruma- ya çalıştıklan rejimin aduun gerçek ve çağdaş anlamda bir demokrasi olmadığının farkında- dırlar sanıyorum. Bir gazetede "postmodern muhura" diye ta- nımlanan bu basın açıklaması, bir anlamda yar- gının, yasama görevine müdahalesi niteliği ta- şrması yanmda, Anayasa Mahkemesi 'nin şu anda elinde bulunan bir parti kapatma davasıy- la ilgili "ihsas-ı rey" olarak yorumlanmaya da açıktır. Konunun asıl üzücü ve şaşırtıcı olan yani ise bu bildiri ile Anayasa Mahkemesi'nde egernen olduğunu gördüğümüz kabul edilemez bir an- layışın varlığına tanık olmamız, demokrasinin gelişmesini engelleyen güçler safında ne yazık ki Anayasa Mahkemesi'nin de yer aldığını öğ- renmemiz ohnuştur.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle