17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 21 OCAK 2001 PAZAR OLAYLAR V E G O R U Ş L E R [email protected] Ulus OlmataînsanlıkUlküsü Prof. Dr. Bedia AKARSU Değerli hocam Macit Gökberk 'in gerçekleşi anısına... A ydınlanma felsefe- sini, Türk düşünce dünyasma bütün yönleriyle tanıtan, kavramlannm an- lamlannı ve Türkçe karşılıklannı dilimize yerleştıren çok değerli hocam Macit Gökberk"in bir görüşünü anımsatarak başlamak is- tiyorum yazıma. Kendisiyle yaptığı- mız bir 'söyleşi'de şunlan söylüyor- du Gökberk: "HegeTin bir 'tarihsel ulus' kavramıvar.HegePegöretinin (Geist) geüşroesinin. her dönem için öngördüğü birtakım düşünceleri, birtakım kurumlan geliştirmek, bd- h bir ulusa düşer. Bu ulusa da Hegel 'tanhsel ulus' diyor. tşte bu anlayı- şj, ben bir külrür çevresine aktanyo- rum. Yani diyorum ki, Ban kültür çev- resmin, insanhktarihiiçmde böyle bir misyonu var, böyle bir görevi var. Kendisinin geliştirdiği ilkeleri, bü- tün insanlığa yayma, mal etme, bü- tün insanhkölçüsündegenişletıııe di- yebiliriz bu göreve." (1). Ne var ki Batı kültür dünyası ay- dınlanma ile getirdıği "insanhk ül- küsünü" yayma görevini bir yerden sonra sürdürmek istemedi. 20. yüz- yılın ilk yansında çok kötü olaylar yaşandı bütün dünyada. Hitler'in, MussoJininın insanlık ülküsüyle uz- laşmaz, insanlığa aykm tutumlan, ar- kasından Ikinci Dünya Savaşı, atom bombası olaylan vb gibi. 20. yüzyı- lın ikincı yansmdan sonra hem dü- şünce dünyasında hem politika ala- nında yaşanan insanhk ülküsü ile bağdaşmaztutumlar. Son 30-35 yıl- dan beri de kımi düşünürler. yazar- lar aydınlanma felsefesine karşı çık- maya başladılar. Aydınlanma düşün- cesi ve ilkeleri ile sanayi devriminı iletişim devrimin- den geçerelteilgi çağına girmiş olan Batı dünyası son 20-25 yıldan beri, serbest piyasa, devletin küçülmesi gi- bi önerilerle, yeni bir sömürgecilik- ten başka bir şey olmayan globa- lizm (küreselleşme) dönemini baş- latmıştır. Çokuluslu şirketlerin yö- netiminde bir düzenin herkese re- fah getireceği inancını dünyaya ya- yarak henüz gelişmemiş ülkelerin kendi kültürlerini korumalan öneri- liyor. Böylece dünya yine sömür- gen kapitalist ülkelerin tekeline gir- miş oluyor. lşte kapitalizmin bu emperyaüst gj- dişini 80 yıl önce gören ve ona yer- yüzünde ilk kez başkaldıran Ata- türk olmuştur. Türk Devrimi ile bir- likte Türk tarihinde yeni bir dönem açıldığı gibi dünya tarihinde de ye- ni bir çağ açılıyordu. Atatürk, dün- yanın gidişini o zamandan sezmiş, getirdiği ve uyguladığı ilkelerinin bir bütün oluşturduğu tutarh siste- mi ile 20. yüzyıhn başındaTürk ulu- sunu bütün dünya ülkelerine örnek bir ulus olarak sunmuştu. lşte ben Av- rupa'nın 20. yüzyıldaki ve günü- müzdeki tutumuna bakarak ve bu görevini unutmuş olduğunu göre- rek daha önce de yazdığım gibi (2) Gökberk'in yukanda andığım söz- lerine şunu eklemek istiyorum: Bu görevi, "tarihsel ulus" olma görevi- ni 1920'li yıllarda Atatürk'ün ön- derliğinde gerçekleştirdiği Türk Dev- nmi ile Türk ulusu üstlenmişti. Ama ne yazık ki Atatürk'ün ölü- münden sonra bu görevi sürdüre- medik. 15 yıl gibi kısa bir sürede başardığımız işleri, sonraki ilk 7-8 yıl dışında, yürütmesini bilemedik. Dünyada kazanmış olduğumuz onur- lu itıbanmızı, güttüğümüz yanlış po- litikalar sonucu koruyamadık. Bu- gün içine düştüğümüz durum seksen yıl öncesinden çok farklı değil. 1930'larda, 40'larda itibarh bir ül- ke idik. 1950'de su yüzüne çıkan karşı-devrim harekeri ile bozulma- lar, yozlaşmalar olmasıyla yitirir gi- bi olduğumuz itibanmızı, darbeler- le hiç benzerliği olmayan, halkın, gençlerin ve askerlerin bilinçli tutu- muyla yapılan 1960 hareketi ve 1961 Anayasası ile yeniden kazandık. Ve Avrupa 1963 'te bizi içine ahnak üze- re davet etti. Çünkü o günlerde Tür- kiye Cumhuriyeti 1961 Anayasa- sı'nı uygulayan ve yeniden Ata- türk'ün kurduğu Cumhuriyet ilkele- rine dönmüş olan ve o yolda ilerle- yen güçlü bir ülkeydi. Ama "Bu anayasa ile devlet yöne- tilmez" diyenler işte Türkiye'yi bu- günkü duruma getirenlerdir. Bugün eski Ahnan Başbakanı H. Schmidt'ın "Türldye'yeadavhksta- tüsüverümesiyanhşü.HattaSevrsı- rasmda Türkrye'nin bölünmemiş ol- ması da hatadır" dıyebilmesi karşı- sında doğru dürüst bir tepki bile gös- teremiyoruz ve Avrupa kapılannda bekletilmeye katlanabiliyoruz. (Ger- çi Schmidt'in böyle bir şeyi söyle- yebilmesi onun ırkçılığını ve insan haklannı tanımadığını gösteriyor ve aynca bilgisizliğini de; çünkü Sevr sırasında Türkiye'nin bölünmemiş ol- masını hata olarak gösteriyor. Oysa Sevr'de Türkiye'yi bölmek istedi- ler, ama Sevr'i kabul etmedi de Lo- zan'ı yaptı Türkiye. Bir şeyi daha anımsatmalı bu zata: Hitler 1933'te yönetimi ele aldığı zaman yaptığı ilk iş Sevr'in Almanya için karşılı- ğı olan Versay'ı yırtmak oldu ve "Mustafa Kemal'in 15 yıl önce yap- üğuu ben ancak şimdi yapabiliyo- rum" dedi. Biraz da bu tutumu ile kendini Ahnanlara o denli sevdire- bilmişti Hitler.) Neden bu durumlara geldik? Onu- rumuzu da mı yitirdik? Artık kendi kendimizle hesaplaşmanın zamanı gelmedi mi? O parlak Atatürk dö- neminden sonra bu noktaya gelme- mizin nedenlerini Avrupalılann ve komşulanmızın bize düşman oldu- ğu gibi sığ bir düşünce ile açıklama- ya kalkmayahm. Her toplumda Schmidt gibi, Kohlgibi çiğ kişiler ol- duğunu da kabul edelim. Aslmda uluslararası ilişkilerde ne dostluk vardır ne de düşmanlık. Bunu bir türlü kavrayamadık. Her ulus, her devlet karşısındakilerle belli ilişki- ler içindedir; kimi zaman dosttur, kimi zaman çıkarlan çatışır; politi- ka da diplomasi de burada başlar. Siz kuvvetli iseniz karşınızdaki si- ze dosttur, güçsüzseniz sizı ezmeye bakar. Ne yazık ki insanlık henüz tam anlamıyla insan olmamıştır. An- cak kişisel bencilliklerin kötü gö- rüldüğü gibi ulusal bencilliklerin de kötü görüleceği gün dünyada tam bir banş sağlanabilir, çıkar bağlan- nın yerini dostluk bağlan alır ve dün- ya birliği ancak o zaman kurulabi- îir. (Bu görüş Atatürk'ün görüşü- dür) (3). Avrupalı insanla bizim in- sanımız belli bir açıdan bakıldıkta epeyce farklı görünüyor. Bizım in- sanlanmız çoğunlukla güçsüzden yanadır. Oysa Avrupalı güçlüden ya- na olmuştur her alanda, kişi olarak da ulus, devlet olarak da. Burada herhangi bir değerleme yapmıyo- rum; gereği de yok, çünkü baktığı- mız açıya ve duruma göre değişebi- lir yargılanmız. Peki ne yapmalı? Avrupa ile iliş- ki kurmak zorunda olduğumuza ve Avrupa Birliği'ne girmek istedığimi- ze göre onlann kuralına göre hare- ket etmeli, kısaca kendimizi güçlen- dırmeye bakmalıyız. Nasıl? Önce kendimizle hesaplaşarak: Şu son 50 yıl içinde dünya inanılmaz boyut- larda gelişti. Bilim geometrik hızla ilerliyor. Biz ne kattık 50 yıldan be- ri dünya kültürüne: Bilim, sanat, fel- sefe alanında? Bağımsız düşünme- yi, hatta yalnızca düşünmeyi öğre- tebildik mi çocuklanmıza; olaylar karşısında özgürce tavır almalannı öğretebildik mi? Eğitim sistemimi- zi ezberden kurtarabildik mi? 1983 yılına kadar bir kültür dılı durumu- na getırdiğimiz Türkçemizin o gün- den bugüne (Türk Dil Kurumu'nun yok sayılıp ortadan kaldınlmasıyla) yozlaşmaya başladığını görebildik mi? Kısaca herhangi bir alanda bir şey yaratabildik mi? Aydınlanma devrimimizden yüz çevirmekle her şeyin bozulduğunu, dille birlikte ah- lak alanında da çöküşün başladığı- nı görebiliyor muyuz? Hiç kimse kendini de, başkalannı da aldatma- ya kalkmasın, 1930'lu yıllara dön- memizden başka yolu yok kurtulu- şumuzun; yeniden eğitim seferber- liği, dil seferberliği, ekonomi sefer- berliği yapmamızdan başka yolu yok. Bu düşüncelerin 70 yıl öncesin- de kaldığını söyleyenler, Atatürk'ün "tarihin gidişini sezen", ileriyi gören ve ılensı ıçın önen sunan bir dâhi ol- duğunu göremeyenlerdir. IMF reçe- teleri ile kalkman bir ulus görülme- di şimdiye dek yeryüzünde; kalkınır gibi görünenler de kısa bir süre son- ra çöküveriyorlar. Türkiye gerçeklerine uygun tek yolun, ne sosyalizm, ne liberalizm, yahuzca Atatürk'ün "Türkiye'nin gerçeklerine ve gereksinimlerine uy- gun" olarak çizdiği yol olduğunu anlamamız zamanı gehnedi mi ar- tık? Atatürk yolunun bütün insanlık için doğru yol olduğunu bizden ön- ce dünya anlayacaktır günü gelince, belki o zaman biz de uyanınz. (1) Gökberk 'e Armağan, TDK, 1983, s.8. (2) B. Akarsu, Globalleşen Dün- ya ve TürkAvdmlanma Devrimi, Bi- lanço 1923-1998, TÜBA, II, 1. cilt, s.l95vd. (3) Akarsu, aynı yazı. Fransa ile ilkokulda tanış- tım. Annem kapının önünde bırakıp grttığinde karşımda- _ _ _ ki kara cüppeli, upuzun sa- kallı adam anlamadığım bir dilde bir şeyler söylüyordu. Gülerek elimden tuttu, beni bir büyük odaya götürdü. Orda daha yaşh biri vardı, o da sa- kallı, upuzun kara cüppeli!.. Neredeydim, kimlerdi bunlar? Attı yedi yaşlarındaydım... Şehza- debaşı'ndaki evimızde kedi yavru- lanmı bırakmıştım. Beyazıt Meyda- nı'ndan geçmiş, Gedikpaşa yokuşun- dan düşe kalka inmiş, Kumkapı'ya gelmiştik. Sırtımda çanta, içinde ki- tap defter. Başımda 'AS'yazılı bir kas- ket. Yöremden geçen çocuklar ise bere giymişlerdi, ben kasket. Bir düşte gıbiydim. Bir anda kopanlmış- tım bir şeylerden... Yaşama başlı- yordum, ama nasıl bir yaşama. Yırmi çccuk vardı sınıfta Bir de ka- ra kuru bir kadın. Matmazel diyor- lardı! O da bilmediğim dilde bir şey- ler anlatıyordu. öğretmenmiş!.. Ar- ka straya oturdum. Yanımdakinin adı Jozef. önümdekinin de Mişel, Kir- kor. Karatahtaya asılmış bir koca- man resim. Mavi, beyaz, kırmızı bay- raklann sallandığı bir sokak resmi. Sonradan anladım, Paris'ten bir ün- lü sokakmış! O bayraklar da Fransa bayrağı! Daha ilk ytlda Türkçe konuşmayı yasak ettiler. Bir tahta parçasını el- den ele dolaştınyor, kim Türkçe bir söz söyterse, eline tutuşturuyorduk! Korkmuştum, ürkmüştüm, anlama- dığım bir dilde konuşan sakallı adam- EVET/HAYIR OKTAY AKBAL Iki Ayrı Fransa! lardan!.. Daha ilk dinlenme süresin- de arka kapıdan kaçmıştım. Bırakırlar mı? Yakapaça ertesi sa- bah yine okuldaydım. Fransız ilko- kulunun o kocaman beton yapısın- da Kitaplarda da hep o mavi-beyaz- kırmızı bayrak. Yavaş yavaş sevme- ye başlamıştım, özellıkle unlü yazar- lardan alınmış parçalan!.. Ikinci bir dil olmuştu Fransızca o küçük çocuk için... Sevmemek olası mı? O, her bi- ri beni yepyeni bir dünyaya çağıran yazılan, şiirleri... Fransa'yı, Fransız dilini, edebiya- tını, yaşam biçimini o küçük yaşta sevmiştim. Dünyaya o dilın yazarta- nnın gözüyle bakıyordum. Bir düş, bir hayal çocuk kafamı biçimlendi- riyordu. O gün bugün Fransız dıline ve edebiyatına sevgim sürdü geldi. İnsanlık dünyasma özgürlüğün, in- sanlığın öncülüğünü yapan bu ulu- sa saygım sürekli artıyordu. Ne za- mana kadar?.. Gerçekleri anlamaya başlayıncaya!.. İnsanlık, uygarlık!.. Fransa bu gü- zel duygulann, düşünlerin öncüsü mü? Çocukluktakı aldatmacadan geç uyandım belki... Bütün o kitap- larda yer alan masalsı öykülerin dün- yayı, insanlan yanıltan bir aldatma- ca olduğunu sonunda anladım. Fran- sa da, ötekiler gibi bir sömürgendi. Afrikalılan, Asyalılan ken- di dilini öğreterek köle- _ leştiren bir bencil, birçı- karcı... Savaşlarda bile _ öne sürdüğü hep kara- derililerdi. Çin Hindi'nde, "Fransa Afrikası" diye adlandırdıklan koskoca töpraklarda, edebiyatı, sanatı ile kan- dırdığı mityonlan sömürmekti amaç... Ikinci Dünya Savaşı'nda Paris iş- gal edildiğinde ülkemin bir parçası Nazilerin eline geçmiş gibi üzüldü- ğümü; dört yıl sonra kurtuluşunda na- sıl sevinç duyduğumu nasıl yadsrya- bilirim? Benim gibi, Fransız devri- minin temel ilkelerini benimsemiş, bu ülkelerin dünya için önemini kav- ramış olanlann da bû duygulan pay- laştığını biltyorum... Ama yanılmıştık! Fransa bize hep ömek gösterildi, her şeyimizde etkin oldu, ama hiç- bir zaman sömürgeci niteliğinden vazgeçmedı. Son günlerde Fransız Parlamentosu'nda ellı milletvekilinin oylanyla sözde "Ermeni soykınmı" konusunda bir karar alınması içim- deki o eskimiş, bayatlamış, yine de kendini duyuran dostluğu, sevgiyi yerte bir etti. Sanatçılann, edebiyat- çılarm, düşünürlerin Fransası başka, sömürgen, çıkarcı Fransa çok daha başka! Ne yazık ki şimdi karşımızda bu Fransa var. Bu iki "Fransa"y\ birbirinden ayır- mak, dostu dost düşmanı düşman bilmek artık kaçınılmaz olmuştur. Babac'lann, Gide'lerin, Aragon'larn, Moli'ere'lerin, Descartes'lann Fran- sası ile sömürgeci, çıkarcı Fransa'yı birbirinden aytrmasını artk bilmeliyiz. Sarsmak Uzerine VedatGUNVOL Geçenlerde birgün, odam- da şöyle bir geziye çıkayım dedim, ekmi kitaprafinaatın- ca u Gûli>w'mGezfleri" çık- ükısmetime. HasanÂli Yû- cel dönemınin, toplumsal yergi içerikli klasiklerinden biriydi bu. Swift'in, 64 yıl- lık kısa yaşamına sığdırdığı bir sürii yapıtta olduğu gıbı, bu yapıtında da değışmez bir amaç güttüğünû, bunun da okuyanlan tedirgin etmek olduğunu öğreniyoruz. 1725'te kitabımn yayunlan- ması dolayısı ile dostu, ün- lü sanatçı AJeıander Pope'a yazdığı bir mektupta şöyle diyor: "Amacım insanlan oyalamak değiL rahatlannı kaçırmakür." Yapıtın başkı- şisi Gûlivçr, sanal ve dûşsel ülkelere yaptığı yolculuklar aracüığryla dönemın lngilız toplumuna eleştinler yönel- tiyor. Buna bakarak şöyle diyesim gelıyor: tnsanlan oyalamak amacıyla kaleme alınan tûm yapıtlar, ister öy- kü, ister roman, ıster anı ol- sun tûm yapıtlar, beş para etmez ûninlerdir. Biz de insanlan oyalamak yerine, sarsmak, rahatlannı kaçırmak yolunda en başa- nlı yazar Aziz Nesin olmuş- tur. însanlann rahatını ka- çırmanın ereği nedir dersi- niz? Rahaü kaçan insan, her şeydeh önce düşûnmeye, ak- hnı kullanmaya adımını atan insandır. Rahaü yerinde olan insan düşünmek istemez. yalnız tedirgin olan insan düşünür, Hanya'yı Konya'yı anlamak ister. Peki bir top- lumda, insanlann rahatını kaçırarak onlan düşûnmeye zorlayan kim olabilir, aydın ° kışilerden başka? Evet, ay- dın insanın, ama gerçekten aydının görevi, düşünmeyen tnsanlan, rahatlannı kaçıra- rak kafalannı ışletmeye zor- lamaktır. BernardStaw'a bakdırsa, "Ingüiz, valmz rahaü kaçü- ğı zaman ahlakh olduğunu düşünür." Düşünmek, akluı buyru- ğuna girmektir. Onlü fılo- zof Spinoza'ya bakdırsa, "En güçlü, en bağunstz insan ak- hn buvruğuna giren insan- dm" Bugün dünya nüfusunun yüzde sekseni, ilkel durum- da, egınmsiz, yanı aklını kul- lanmasını bılmeyen insan- lardan oluşmaktadır. İnsan- lık fçin utanılası bir durum. Hadi gelin, Ingiliz fılozo- fu Stuart .MüTe kulak vere- lim ve onunla birhkte şu söz- lerle gûnah çıkaralım diyo- rum. "Memnun bir domuz olmaktansa, memnun ol- mayan bir insan olmak yeğ- dir.'' iyı mı? PENCERE Bu Aşk Bizim de Romanımız... Tilda'nın havayaçizilen incecik izdüşümü, daha ilk görüşünde Yaşar'ın enine boyuna kocaman gövdesinin yanı sıra belleğime yazıldı; bilmem ki hangi yıldı?.. Insana bakarken bakmayan gözleri, hep içine dö- nük duruşu, uzun düz saçlan, sade giyinişi, ince yüz çizgileriyle daha o yıllarda ne istedığini bilen bir ıstenç yumağıydı Tilda; onu hep Göğceli'yle birlikte gördüm; Beyoğlu'nda bir lokantada, Pariste bir kahvede, Basınköy'deki evinde, bir dost mec- lisinde; çekingen değil, çekik... • Tılda'yı başka nerede gördüm?.. Yıl 1971.. Selimiye'nin avlusu.. Üç zarif kadın, silahlı görevlilerin gözetiminde bir kapalı asken araçtan iniyoriar: Magdi (Magdalena Rufer Eyuboğlu), Tilda (Mathilda Kemal Göğceli), Azra(Erhat). Maltepe Tutukevi'nden Selimiye Kışlası'na yar- gılanmak için getirilmişler... Bir başka kapalı aracın penceresinden tutuklu- lan izliyor, belleğime yazıyorum. • Tilda, Yaşar'ın her şeyi idi. Koca yazann bir ömür boyu süren sevdasının ro- manı 1923 Devrimi'nde anlamını bulur. Yoksa nasıl buluşabilirlerdi?.. Devrimdi çöpçatan... Yaşar Kemal, Kadirli'den kopup okumak için Adana'ya gelmişti; edebiyat öğretmenimiz, şair Arif Nihat Asya ile birlikte kafayı çekip bizim evin kapısını çalarfardı; Çukurova'ya sürülmüş sakınca- lı Abidin Dino sanki geleceğin büyük yazanna ye- ni ufuklar açmak için oralardaydı • Halka doğru.. Köye doğru.. 1923 Devrimi, Aydınlanma'nın hamurunu kent- te ve köyde yoğurmaya çalışıyordu, paşa çocuk- lanyla halk çocuklan, Köy Enstitüleri sürecinde edebiyat, sanat, bilim harmanında buluşuyorlardı. Görenektır, Osmanlı padişahının baştabibi, ku- şaklar boyu Yahudi doktoriardan atanmıştır. Tilda'nın büyük babası, Ikinci Abdülhamrt'in baştabibi Jak Mandil Paşa idi. Torun cumhuriyet devrimiyle özdeşleşti; edebi- yatta "roman türü" Aydınlanma Devrimi'nin ürü- nüdün Tilda ile Yaşar'ın sevdası da Aydınlanma'nın romanıdır. • Adana Eri<ek üsesi "Müstemleke Bölümü" öğ- rencisı Yaşar Kemal'i Adana'da tanıyan Abidin'in abisi, paşa çocuğu Arif Dino, Göğceli'yi Nadir Nadi'ye yolladı; büyük yazann ilk röportajlan 1950'le- rin ilk yıllannda Cumhuriyet'te yayımlanınca herke- sin parmağı ağzında kaldı. Tilda ile Yaşar bu ortamda buluştular. lyi kı buluştular. 2O¥ıci yüzyılın ikinci yansını kapsayan aşkın ta- rihsel içeriği, bu güzel sevdanın yanm yüzyıllık bir romana dönüşmesinde sanatsal mayasını tuttur- du. Peki, ben 1971 'de Sabahattin Eyuboğlu'nun eşi piyanist Magdi'yi, Yaşar Kemal'in eşi çevirmen Til- da'yı ve yazarAzra Erhat'ı kapalı askeri araçtan inen tutuklular olarak görmedim mı?.. Gördüm... 1923 Devrimi rayından çıkıp karşıdevrim maka- sına girdiği için gördüm. 20'nci yüzyılda Türkiye, her iki süreci de iç içe yaşadı.. Veyaşryor.. Bu bizim romanımız. ODUL TORENI Hollywood'da 7 Altın Küre7 Heyecanı! 2000'in En lyi Fllmleri, Oyuncuları, Yönetmenleri, TV Dizileri Seçiliyor... www.ntvmsnbc.com SPOR BELGESEL DIZI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle