22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA /Mı CUMHURİYET 16 OCAK 2001 SAU ^OLAYLAR VE GORUŞLER olay.gorus@cumhuriyet.com.tr YOK Yasası v^JJniversite-Yüksekokul Karmaşası Prof. Dr. Melİh B O Y D A K lst. Üni. OrmahFakûltesi Öğr Üyesi Y ÖK yasasıyla üniver- siteler ûzerinde ku- rulan baskılara ek olarak, cumhuriyet döneminde ulaşılan üniversite gelenekle- ri ve kazanımlan da altüst oldu. Köy Enstitüleri'nin kapanmasına neden olan gizli eller, sanıyorum akademik gelişmemizi de bir biçimde yavaşlat- maya çalıştılar. Bu yazıda YOK yasa- sının üniversitelerimizin ulusal alan- da kalkınma ve gelişimini, evTensel ve çağdaş gelişmeye katkısım azaltıcı yönlerindetı birisi ele alındı. Söz ko- nusu yasada biçimlenen ve toplumda hemen hiç tartışılmayan, üniversite- yüksekokul yapılanması, kanımca üni- versite öğretim elemanlanru, akade- mik düşünceden uzaklaştırarak, üni- versiteleri yûksekokullara dönüştüren ve aynı zamanda yüksekokullan da kalite kaybına sürükleyen gizli ve cid- di bir engel konumundadır. YÖKyasasmdankavnaldananohnn- suzuıklar: YÖK yasasında yükseköğ- retim; *milli eğitim sistemi icinde, or- taöğretirnedayahenazdörtyanyıhkap- tümü" olarak tanımlanmaktadır. Yük- seköğretim kurumlan olarak da bi- limsel özerkliğe ve kamu tüzelkişili- ğine sahip üniversiteler ile ileri tekno- loji enstitüleri ve bunlann bünyele- rinde yer alan fakülteler, enstitüler, yüksekokullar, konservatuvar, mes- lek yüksekokullan, uygulama ve araş- tırma merkezleri, bölürnlerve diğer bi- rimler sayılmaktadır. Yasa ile yükse- kokullann organizasyon ve yönetsel ba- kımlardan üniversitelere bağlanmış olması,bir dizi ciddi olumsuzluğa da kaynak oluşturmuştur. Universitelerin temei görevi, özet- le kuramsal (teorik) çalışmalara da ağırlık vererek, yüksek düzeyde, li- sans ve lisansüstü (yüksek lisans, dok- tora) eğitim-öğretimle planlayıcı ele- man yetiştirmek, bilimsel çahşma ve araştırma, yayın ve danışmanlık yap- mak, evrensel ve çağdaş gelişmeye katkıda bulunmak ve bilim dünyası- nın seçkin bir üyesi haline gelmektir. Üniversite öğretim elemanlannın be- lirli akademik unvanlan alabilmeleri de ancak yeterli bilimsel çahşmalar yapmalanyla mümkündür. Buna kar- şılık, yüksekokullar belirli meslekle- re yönelik ve uygulamaya dönük eği- tim-öğretime ağırlık veren dört yıllık, meslek yüksekokullan ise belirli mes- leklere yönelik ara insan gücü yetiş- tirmeyi amaçlayan ve dört yan yıllık uygulamah eğitim-öğretim sürdüren yükseköğretim kurumlandır. Yükse- kokullarda araştırma ve bilim üretme zorunluluğunun bulunmayışı, öğre- tim elemanlannın bilimsel çahşma yapmalannın kişisel isteğe bağlı olu- şu ve uygulamalı eğitün-öğretimin ge- nelde akademisyenler yerine, birikim- li uygulamacüar taraftndan yürütülme- si, yüksekokullan üniversitelerden ayı- ran en belirgin özelliklerdir. Iki kurum arasındaki bu temel fark- lıhklar, genelde başka ülkelerde ol- duğu gibi, universitelerin ve yükse- kokullann farklı kurumlar olarak ör- gütlenmelerini ve yönetilmelerini zo- runlu kılacak niteliktedir. Böyle bir yapılanma, üniversitelerle yükseko- kullar arasuıda gereken sağlıklı ilişki- lerin kurulmasına engel değildir. Oy- sa, YÖK yasası yüksekokullar için rektörlük veya dekanlıklara bağlı bir yapılanma öngörmüş olup, bu kurum- îann yönetimleri ile eğitim-öğretim- leri, genelde üniversite öğretim eleman- lan tarafmdan yürütülmektedir. Yük- sekokullann müdürleri, müdür yar- dımcılan, yüksekokul kurullan, yük- sekokul yönetim kurullan, yine belir- li kurallar içinde, üniversite öğretim üyelerinden seçümekte veya oluşmak- tadır. Bu nedenle çok sayıda üniver- site öğretim elemam, zamanlannın önemli bir bölümünü, üniversitedeki görevleri yerine, yüksekokullann yö- netim ve eğitim-öğretim işlerine ayır- mak zorunda kalmaktadır. Üniversite öğretim üyeleri ve araş- tınna görevlilerinin yüklendikleri bu ikincil görevler nedeniyle, üniversi- telerdeki eğitim-öğretim ve bilimsel ça- lışmalara gereken zamanı ayırmama- lan, üniversitelerde eğitim-öğretim ve bilimsel kaliteyi olumsuz yönde etki- lemekte, ulusal ve uluslararası alanda bilime katkı önemli düzeyde azalmak- tadır. Aynca, sistem bilimsel araştır- malan olumsuz yönde etkileyen ve öğretim üyeleri arasında eşitsizliğe yol açan bir yaklaşımla, sadece fazla ders veren öğretim üyelerine mali des- tek sağlamaktadır. Geçim sıkıntısı, bir kısım öğretim üyelerinde, bilimsel araştırma yapmaktan koparak yûkse- kokullara da yaygınlaşan ders verme- yi ön plana çıkarmaktadır. Bunlara ek olarak, görev YÖK yasası ile kendi- lerine verildiği için, üniversite yöne- ticileri üniversiteyi geliştirme veya üniversite içi yahut bazı toplumsal baskılar sonucu; altyapı, laboratuvar, atölye ve eleman yönüne özen gös- termeden, çok sayıda yüksekokul açıl- ması karan alabilmektedir. Bu eğilim yeni kurulan ve esasen öğretim elema- nı sıkıntısı çeken üniversitelerde de belirgin olarak görülmekte ve bu uni- versitelerin bilimsel açıdan gelişme- lerini daha da yavaşlatmaktadır. Cid- di bir araştırma ile üniversite öğretim elemanlannın, üniversite yerine yük- sekokullarda harcadığı zamanın ne denli ciddi boyutlara ulaşüğı ortaya ko- nabilecektir. Diğer taraftan, planlayı- cı eleman yetiştirmek için düşünce üreten üniversite öğretim üyelerinin, yüksekokullarda verdikleri derslerle, kaliteli uygulamacı yetiştirebilmede- ki etkinlikleri de kuşkuludur. Aslmda bunu beklememek de gerekir. Aksine, yüksekokullarda uygulamaya dönük olarak en etkin eğitim-öğretimi, yük- sekokullann kadrolannda yer alacak, genelde uygulamada bilgi birikimine sahip öğretim elemanlannın gerçek- leştirmesi daha gerçekçi yaklaşundır. Yüksekokullann yönetimlerinin de üniversitelerden bağlantısız olarak kendilerine bırakılması, akılcı bir yak- laşım olup, bu kurumlann etkinliğini ve gelişmesini hızlandırabilecektir. Hemen belirtmeliyim; ülkemizin yük- sekokul gereksinimi büyüktür ve yük- sekokullar da üniversiteler gibi, yük- seköğretimin güzide kurumlandır. Yanlış olan. YOK yasası ile getirilen sistemdir. Sistem bir yandan üniver- sitelerdeki eğitim-ögretim ve bilimsel çalışmalann kalitesini olumsuz yön- de etkilerken diğer yandan yükseko- kullann yönetsel etkinliği ile eğitim- öğretimdeki kalitesini de düşürmek- tedir. Öneriler: Yukanda açıklanan ne- denlerle, yüksekokullar universitele- rin bünyelerinden aynlmalı, kendi özerk yönetimlerine kavuşturulmah ve görevi koordinasyonla sınırlanma- sı gereken YÖK'e, bağımsız bir yük- sekokullar yapılanması içinde bağlan- malıdır. Yüksekokullar için bakanlık- lar ağırlıklı bir yapılanma da düşünü- lebilir. Yeni yüksekokullann açûması; yük- sekokullar yönetimi, Milli Eğitim Ba- kanlığı, ilgili bakanlık ve ilgili mes- lek kuruluşlarının temsilcilerinden oluşan organlarda kararlaştınlmahdır. Bu kararlar sosyal, ekonomik ve tek- nolojik gelişmelere koşut olarak, ilgi- li kurum ve kuruluşlann görüşleri çer- çevesinde oluşturulmahdır. Meslek li- seleri ile iyi bir eşgüdüm sağlanmalı- dır. Yönetsel aynlık ilkesine bağlı ka- lınarak, gerektiğinde yüksekokul bi- nalannın üniversite kampusu içinde ol- ması bir sakınca oluşturmayacaktır. Hatta aynı altyapı olanaklanndan (la- boratuvar, atölye vb.) birlikte yararla- nabilme olanağını sağlayacaktır. Üniversite öğretim elemanlannın yûksekokullara katkısı, yüksekokulla- nn kendi öğretim elemanlannı tamam- lamasına kadarye kısa süreli olarak dü- şûnülmelidir. Üniversitelerde üretilen yeni teknolojik bilgilerin uygulama- ya aktanlması için, üniversiteler ge- rektiğinde ilgili yüksekokul öğretim elemanlan için kurslar da düzenleye- bilir. Aynca, yüksekokul öğretim ele- manlannm bilimsel çahşma yapma zorunluluğu olmamakla birlikte, iste- yen yüksekokul öğretim elemanlan- na, üniversitelerde yüksek lisans ve doktora programlanna katılma yolu da daima açıktır. Sonuç; YÖK yasası ile üniversite- ler ve yüksekokullar büyük bir kan kaybuıa uğramıştır. Üniversite öğre- tim elemanlannı akademik düşünce- den uzaklaştıran, ûniversiteleri yûkse- kokullara dönüştüren ve yüksekokul- lan kalite kaybına sürükleyen YÖK ya- sasının ilgili maddeleri, zaman geçi- rilmeden değiştirilmelidir. Yükseko- kullar üniversite bünyesinden aynl- malı, yönetsel özerkliğe kavuşturulma- h ve görevi koordinasyonla sınırlan- dınlması gereken YÖK'e, bağımsız bir yüksekokullar yapılanması içinde bağ- lanmalı ya da bakanlıklar ağırlıklı bir yapılanma düşünülmelidir. Esasen YÖK yasasının tümü öncelikle ele ali- narak, demokratik anlayış içinde olum- suzluklann tamamı giderilmelidir. Av- rupa Birliği'ne katılmaya hazırlandı- ğımız bu dönemde, YÖK yasasının getirdiği sistemin, üniversite-yükse- kokul karmaşası dahil, fakültelerimi- zin Avrupa ûniversiteleri fakülteleriy- le eşdeğerliliğini geciktirecek bir yı- ğın engelle dolu olduğu unutulmama- hdır. EYET/HAYIR OKTAY AKBAL HerMasayaBb*Dansöz! TV'lerde görüyoruz... Her masada bir daureöz oy- natan çevrelervar! Dolarlan havalarasaçanlarvar! Paris'lerde, Savarona yatlannda trilyonluk düğün- leryapan görgüsüzier vari Bir giydiğini bir daha giy- meyenler, arabalannı yılda biryenileyenler; köpek, kedi mamalannı Avrupalardan getirtenler vaıi Da- ha neler neler var... YaöteyandaL 'Forum' dergisinden aldığım saytlara bir göz at- sakmı: Dünyada 3 milyar insanın günde 3 dolarla yaşa- dığını biliyor musunuz? Üç dolar, yani ayda 60 mil- yon lira!.. YaTürkiyemizde?.. Nüfusumuzun yüzde 18'i, yani 15 milyon yurt- taşımız açlık sınınnın attında bir parayla yaşama- sını sürdürüyor!.. Şu emekli aylıklanna bir göz atmak yeter. Işçi enieklilerinin en yüksek aylığı 150-200 milyon... Dev- let emeklileri de çok farklı degil. Yetmiş milyonluk bir ülkenin neredeyse yansı gereği gibi doymaz- sa, gereği gibi saglığına, çoluk çocuğunun bakı- mına, egitimıne gereken olanaklan sağiayamazsa bundan hepimiz utanç duymamalı mıyız? En baş- ta, her masada dansöz oynatanlar, masalan devi- rip ceket yakanlar!.. Eski takvimleri kanştırırken 1942-43 yılına ait bazı sayılarla karşılaştım: Türkiye Cumhuriyeti'nin o yıllardaki bütçesi 394 milyon 326 bin lira! Bunun 100 mityon lirası dış borçlara aynlmış, yani Düyûn- u Umumiye'nin yabancılara olan borcuna!.. Büt- çenin dörtte biri!.. Oysa Milli Savunma'ya, hem de o savaş yılla- nnda aynlan para 95 mityon! Maarif'e 28 milyon, Bayındırlık'a 20, TBMM'ye 4 milyon... Yaaylıklar!.. Orgeneral 431 lira alıyor. Albay 190, teğmen 67 lira. Birinci dereceden devlet memuru (örneğin bir profesör!) 421; 15. dereceden memur 33 lira!.. Tetefon abonelerinin yıllık ödentisi, 500 konuş- ma için 30 lira!.. Geçmiş zaman mı dediniz? Bir masal mı dedi- niz? Nasıl oldu da oralardan buraiara geldik diye : mi üzüldünüz? Beş yüz bin asker silah altındaydı, isavaş kapılanmızdaydı. öyleyken, genç Türkiye Cumnuriyeti, şimdikinden daha sağlam, dahagüç- lü, daha onuıiuydu... Gerçekleri saklamak olası mı? Türk halkının yüzde on beşi açlık sınınnda... Ama büyük kentlerde lüks villalarla oluşturulmuş koru- malı gettolardayaşayıp barlarda, gazinolarda, dü- ğünlerde dolarları havalara saçan, her masada dansöz oynatan insanlar kör müdür, sağır mıdır, her türtü duyarlıktan yoksun mudur?.. Ya, bütün bu eşit- sizliğe 'demokrasi' diye seyirci kalan, hatta 'bakın nasıl çağdaş olduk' diye sevinenler, bizler, sizler; basını, hükümeti, Meclis'i, aydınlan ile hepimiz sorumlu değil miyiz? Bilmem ne dersiniz? Gülersoy'a Yakışan Ödül Mnhsine HELtMOĞLU YAVUZ K ültür Bakanhğı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü bu yıl ÇeBk Gfi- lersoy'a verildi. Bu çok haklı ve yerinde seçim için seçiciler ku- rulunu kutlamak gerekir. ödül töreninin mayıs ayında, Fenerbahçe Parkı'nda halkın da katıhmıyla yapılması düşünülmek- tedir. Çelik Gülersoy, babasının asker olması ne- deniyle Hakkâri'de doğan bir çocuk, Istan- bul'a tutkun bir sevdah, öğrencilik yıllannda iş ortamına adım attığı Turing'i saygın bir ku- ruluş olarak günümûze kadar getiren bir 'Rö- nesans insanı' ve bir yaşam bilgesidir. Dost- luk çemberlerimiz, zaman denen sonsuzlu- ğunbir noktasında keşiştikten sonra, onunbir masal büyücüsü gibi sıhırlı değneğini dckun- durarak, nice Sinuıekri klşaneye' dönüştür- düğüne tanıklık ettım. Bu kâşanelerde otu- rurken, seçici olan pek çok insan gibi ben de bunca olumsuzluğa karşın, yine de dünyanın yaşanmaya değer olduğunu düşünûrûm. Ye- şil Ev'in bahçesindeki, yekpare mermerden ya- pılmış havuzun fiskiyesinden taşan su sesini dinleyip, hafiften çalan klasik müzik eşliğin- deki kuş sesleri arasında, önünüzdeki taze kahvenin dayanılmaz kokusuyla gözlerinizi ka- pattığınızda iyi ki yaşryorum 1 duygusu, içi- nizi baştan ayağa sanp, insanı esrikleştirir. Buradan çıktıktan sonra adım atacağmız so- kak cehennemini bile dûşûnemez hale gelir- siniz. Büyükada'daki Kültür Evi'nin bahçesin- de yapılan akşamüstü söyleşileri ise başka bir 'Haşim iklimi'dır. Bu güzel ortamlarda, kültür sanat olaylan- nuı yani sıra çokça da toplumsal sorunlar ko- nuşulur. Bunlann başında da, çocuklara ve gençlere venlen eğitimiıı kaîılesizHği W1W-" nun doğal sonucu olarak ortaya çıkan acına- sı toplum yozlaşması gelir elbette. En son Yeşil Ev'deki bayram görüşmemiz- de Çelik Bey, tam bir Aziz Nesiıı öyküsü ola- bilecek olan şu olayı anlattı: Yanında çalışan ve iyi bilgisayar kullanabilen Van Lisesi me- zunu bir gençle Büyükada'da giderlerken "Bak çocuğum, bu Troçki'nin kaldığı ev" demiş. Genç "TYoçkikiın" diye sormuş. Bunun üze- rine Çelik Bey'in "Hani Rus Devriıni oldu ya" diye sözüne başlamasıyla birlikte de ço- cuk bir telaş içinde "Rusya'da devrim mi ot- du" diye sormuş. tçinden bir "lahavle" çeken Çelik Bey, büyük bir sabırla "Telaş etme ev- ladnn,düngeceolmadı" deyip sözünü Staün e gerirmeye kalmadan, delikanlı bukez de "Sta- hn knn?" demesin mi. Ve Çelik Bey susmuş. Daha doğrusu bir adım sonra çocuğun Rus- ya da nedir diye sormasından korkarak, bu ce- halet karşısında, Fuzuli'nin deyişiyle "Me- yusu mahzunguşe-iuzktine" çekilmiş. Bu eği- tim trajedisi karşısında duyduğu hayret ve ûzüntü, Çelik Bey' in yûzünden okunuyordu. O anda onu ve Sami Bey'i (Karaören) daha fazla üzmemek için, liseler şöyle dursun, üni- versitenin edebiyat bölümündeki çoğu öğren- cinin, Çebov ve Sait Faik'ten bir öykü olsun okumadıklannı, en azından dört yıl lstan- bul'da okuduklan halde bir kez olsun bir ope- ra veya bale izlemediklerini, konser salonla- nnınyerlerinibilebilmediklerini.smıfta'Kü- çûk Prens'i sorunca "Tannnıyoruz, hangi vA- kenin prensi" dediklerini, onun bir kitap ol- duğunu söyleyip, okumalannı zorunlu kılın- ca da "Aman bu negüzel bir kitapmış, çok sev- dik, ama okumakta çok geç kalmışız" diyerek ellerinden bırakamadıklannı, bu çaresiz üni- versite öğrencilerini zaman zaman, tütün de- posundan bozma sınıflanndan alıp, dış dün- yadaki sanat ve kültür ortamlanna, yani gü- neşe ve ışığa çıkarmak için Don Kişot'ça gi- rişimlerde bulunulduğunda ise, 'müderris' bölüm başkanının "Dersyalnızca sınıfta yapı- hr, öğrencileri sınıfdışına çıkarmak dersi kay- natmaktır" gibi, çağdışılık simgesi 'veciz' sözlerinin, 'yedd' duvarlanna çarpıldığını söy- lemeyi, bu yazıya bıraktım. Çünkü bu bir bay- ram yemeğiydi ve her şeye karşın güzel şey- lerkonuşulup, Bacheşliğînde, duyabilene çok şey söyleyen, 'sessizüğin sesi' dinlenmelıydi. Hani Memduh Şevket EsendaL bir öyküsün- de "Ev Ona Yakışti" der ya... İyi ki varsınız Sevgili Çelik Gülersoy ve bu ödül size çok ya- kıştı... Nâzım ve Bedreddin Olayı... TC MALATYA ASLİYE 2. HUKUK HÂKİMLİĞl'NDEN Esas No: 2000/457 Davacı Burcu Sayüır (Aykut) vekili Av. Hatice Öz- çeker tarafından davalı Cesur Aykut aleyhine açmış ol- duğu evliliğin iptali da\asının yapılan açık dunışması sırasında verilen ara karan gereğince, Bütün aramalara rağmen tebliğe yarar açık adresi tespit edilemeyen davalı Cesur Aykut'a dava dilekçesi tebliğ edilemediğinden tebligatın ilanen yapılmasına, duruşmanın 30.01.2001 gunü saat 9.16'yabırakılması- na karar verildiğinden, HUMK'nun 509 ve 510'uncu maddeleri gereğince ibraz etmek istedikleri delilleri ile birlikte duruşmaya gelmediği takdirde aynca gıyap ka- ran tebliğ edilmeksizin duruşmanın gıyaplannda so- nuçlandınlacağı, dava dilekçesinin tebliği yerine geçer- li olmak üzere ilanen du>-urulur. 02.01.2001 Basın: 1045 Abdullah TEKİN Akdeniz Ümversitesi 1 402: Anadolu'da Moğolnoyanlannınnal seslerinin duyulmaya başladığı yıl. Bel- li ki genç Osmanlı devleti doğudan ge- len bir tehlike ile karşı karşıyadır. 1299 yüındaDomaniç yaylasına yerleşen Ka- yı topluluğu, kısa zamanda gelişip büyümüş ve 103 yıllık bir süreç çerçevesinde genç bir devlet olarak anılmaya başlamıştu-. Timur'un Anadolu'ya girmesiyle birlikte yağma dönemi başlar. Acımasız Moğol atlı- lan Anadolu'nun altını üstüne getirir. Üretim duşer, işlendirme (istıhdam) sorunu artar, eko- nomi bozulur. Moğollara karşı koyamayan Sultan Yıldınm Beyazıt'la beraber Osman- lı'nm devlet otoritesi de yok olur gider. Ana- dolu talanmı tamamlayan Moğollar, birbirle- riyle taht kavgası yapan dört kardeş bırakıp Asya steplerine geri dönerler. Osmanlı da *Fe*ret" (=fasıla-ı saltanat) söz- cüğüyle tanımlanan yönetime ara verme dö- nemi başlar. Bu aşamada Sükyman Rumeli, MehmetAmasya, tsaBalıkesir, Musaise Bur- sa yöresinde bulunuyordu. Birbiriyle ölûmü- ne vuruşan kardeşler mücadelesi 1413 yılına kadar sürer ve sadece Mehmet ayakta kahr. Os- manlı devletinin ikinci kurucusu olarak anı- lan Mehmet'in 8 yıl sürecek yönetimi başlar. Osmanlı devleti için çok önemli olmasına karşın fetret döneminin resmi tarihte fazla yer almadığı adeta geçiştirildiği bir tablo söz İco- nusudur. Resmi tarihinbu dönemi yansıtmak- tan kaçınmasınınnedenı, budönemde göze çar- pan sosyal içerikli bir halk ayaklanmasına bağlanmaktady. Nitekim kamuoyu bu dönemi Nâzım Hik- met" in "Şeyh Bedreddin Destam"nı okuyarak öğrenmiştir. Devletin yansıtmaktan çekindi- ği tarihsel gerçekleri öğrenmemizi sağlayan kişilere şükran borçlu olmalıyız. Nâzım Hik- met de bunlardan biridir. O, halkına ışığı sun- Öğretim Görevlisi muş gerçek bir aydındır. Nâzım'ın "Şejîı Bedreddin Destanı" kamu- oyu taranndan sıcak bir ilgiyle karşılanmasay- dı belki de bu önemli başkaldın hareketi bü- tün yönleriyle bilinmeyecek ya da yanlış ta- nıtüacaktı. Anadolu'da bu ve buna benzer da- ha nice gerçeklerin henüz aydınlığa çıkardma- dığı tablolar vardır. Orneğin Anadolu'da Osmanlı'ya karşı göz- lenen uzun erimli başkaldınlardan biri olan Çe- lali ayaklanmalan da resmi tarihte devlete yö- nelik tehlikeli yaklaşunlar olarak değer bul- muştur. Ekonomik yönlü bu başkaldınlar di- ne ve devlete yönelik hareketler olarak değer- lendirilmiş, yüz binlerce yoksul Anadolu in- sanı acımasız yöntemlerle yok edilmiş, so- nuç resmi tarihe bir başan belgesi olarak yan- sıtılmıştır. Anadolu'da sağlam birekonomik düzen ku- ramayan Osmanlı, ülkenin yeraltı ve yerüstü değerlerini Venedik'e, Ceneviz'e, kurda ku- şa yedirmiş, bu yüzden yoksullaşan halkının sürekli dirlik ve düzenlik kavgası vermesine neden olmuştur. Şeyh Bedreddin Destanı, salt tarihimizin önemli bir kesitine ışık tutmakla kalmaz, Nâ- zım Hikmet'in sanatında bir doruk ve döne- meç noktası olarak yansımasını sağlar. (Me- metFuat, Nâzım Hikmet. s. 189). Nitekim NunıDah Ataç 28 Kasım 1936 ta- rihli Son Posta'da "Ben Şeyh Bedreddin Des- tanı'ndald manzumeleri heyecandan sarsda- rakokudum" der (s.204). Nâzım, bu destanı günlerce, saatlerce yalnız kalarak gerçekleş- tirir. Yapıtın giriş kısmı dahil bazı bölümleri düz- yazı biçimindedir. "Darülfünun İlahiyat Fa- kültesi tarih-i kelam müderrisi Mehemmed Şerefeddin Efandinin 1925 (1341) senesinde Evkaf-ı îslamiye matbaasındabasılan Simav- ne Kadısı Oğlu Bedreddin isimli risalesini okuyordum." Önemli bir halk hareketinin önderi olan Şeyh Bedreddin. kardeşler mücadelesi aşa- mastnda Musa Çelebi'nin sorumlu ve yetkili bir devlet adamıydı. "Çetebi Sultan Mehmed kardeşlerine galebe ile vaziyete hâkim olunca ŞeyhBedreddin'i tznik'teikamete memur ey- lemiş idi." Bedreddin burada tamamladığı "Teshfl"in giriş kısmında, "Kalbimin içinde- td ateş tutuşuyor. Ve günden güne artıyor. O surette ki,kalbim demirdeolsaselabetine rağ- men eriyecek" diyordu. (Nâzım Hikmet. Şeyh Bedreddin Destanı. s.246). tşte Nâzım'ın Destanının giriş bölü- mü: Sedirde al yeşil, dal dal Bursa ipeklisi Duvarda mavi bir bahçe gibi Kütahyalı çi- nüer Gümûş ibriklerde şarap Bakır lengerlerde kızarmış kuzular nar idi. Öz kardeşi Musayı ok kirişiyle boğup Yani bir altın leğende kardeş karuyla aptest alarak Çelebi Sultan Mehmet tahta çıkmış hünkar idi. Çelebi hünkar idi amma Al-i Osman ülkesinde esen Bir kısırlık çığlığı, bir ölüm türkûsü ruzi- gâr idi. Yolcu yollarda topraksız insanın Ve insansız toprağın feryadını duyar idi. Çarşıda her lonca kesmiş kendi pirüıden ümidi tarumar idi. Velhasıl hünkar idi, timar idi, ruzigâr idi, ahu- zaridi. (s.251) Sadece olağanüstü seçkin bir destan olma- sı bir yana, Türk tarihirün gölgede tutuhnuş bir bölümüne ışık tutması açısından da büyük önem taşıyan "Şeyh Bedreddin Destanı"nı ya- zan Nâzım'ı doğumunun 99. yıldönümünde sevgi ve özlemle anıyoruz. PENCERE 1i, Tı,Tü,Tu... Ti nedir? Bir tür boru sesidir. Törenlerde borazanla verilen 'ti' sesinden son- ra herkes hazırola geçer. Ya 'tiye almak' nedir?.. Biriyle gırgır geçmek, alay etmek; birisini sara- kaya almaktır. Bir de sözcüğün sonuna eklenen 'ti' var; 'söy- lenti'öe olduğu gibi, Bilin ki, ti, tü, tı, tu gibi ekler hangi sözcüğün sonuna gelirse, anlamı olumsuz- laştmr; hayiriı çağnşımlara yol açmaz: Tiksinti.. Gıcırtı.. Çattrtı.. Boğuntu.. Saymakla bitmez: Tıkırtı, karartı, morartı, kızar- tı, cizırtı, kaşıntı, kesinti, kalıntı, sızıntı, çalıntı, söy- lenti.. , Söylenti ne?.. Gerçek olmayan şeylerin ağızdan ağıza yayıl- ması, bir tür dedikodu... Eskilerbunu bildiklerinden "Birşeyinşüyuu, vu- kuundan beterdir" demişler... Haltetmişler!.. Günümüzde her şey tersine döndü, bir şeyin 'şayi' olması, yani ağızdan ağıza yayılması, gerçek olmasa bile işe yanyor. Medyada pazarlanan sö- züm ona sanatçılann, artistlerin, mankenlerin aşk yaşamlanna ilişkin söylentiler reklam yerine geçi- yoriar; adından söz açılsın da nasıl açılırsa açılsın, piyasa değerin artıyor. Söylentinin 'f/'si, dedikodunun 'kodu'su ilgiyi gösteriyon moda deyimiyle 'reyting'\ vurguluyor. • "Eskiye rağbet olsa bitpazanna nur yağardı" derier; ama, medyamız bir değişti ki sormayın!.. Eskiden gazetelerde dedikodu köşeleri vardı; basının temel işlevi habervermekti.. Şimdi basının temel işlevi dedikodu yapmaya dö- nüştü; gazetelerde haber köşeleri var. Eskiden gazeteler kupon veririerdi.. Şimdi kupon alana gazete veriliyor. Eskiden gazeteler tabak çanak veririerdi.. Şimdi tabak çanak alana gazete veriliyor. Eskiden haber üzerine dedikodu yapılırdı.. Şimdi dedikodu üzerine haber yapılıyor. Eskiden gazetelerin pazariama şirketleri vardı.. Şimdi pazariama şirketlerinin gazeteleri var. Eskiden gazete haber demektL Şimdi dedikodu demek. • Bilgisayar çağında aşkın bile sanallaştığı vurgu- lanıyor... Bizim medyamız da sanal!.. Çok satışlı gazeteler, karbon kâğıdıyla kopyası çıkartılmış; "birbirinin aynısı" gibi!.. Günümüzün raconuyla söylersek, ceridelerimiz klonlama yo- luyla türetilmiş!.. Kocaman hurufat, mavi zemin üzerine dişi yazı!.. Çıplak kadınlı söylentilerie siya- sal dedikodulardan oluşan bir kocaman tomar; al birini vur ötekine... Kimisi yakınıyor - Medya tekelleşiyor!.. ' J ''' ^ • i Tekelleşme bir yana, tekleşiyor. "Türkiye garip bir ülke!.. Dedikodu üretimine bu kadar yatınm, dünya coğrafyasında bizden başka yerde var mıdır?.. Söylenti türetimi büyük boyda tabloit biçemine dönüşmüş!.. Ne yapmalı?.. Ağla- malı mı?.. Yakınmaiı mı?.. Tı'ye almalı!.. Tı, tı, tü, tu... Dünyanın en anlamlı adamıydı, kayığına bindi, yanına bir anlam aldı ve açıldı... AYSEL VEFAT 20. Yüzyıl Cumhuriyet dönemi mimarhğımızın en uzun soluklu koşucusu MİMAR-ARKİTEKT Dergisi kurucusu ve yayuıcısı, Tûrkiye Mimarlar Birliği yöneticisi, Mimarlar Odası ve Mimarlık Vakfi kuruculanndan, Odamız "Mesleğe Katkı" Ulusal Ödülü sahibi 440 sicil numaralı üyemiz ZEKİ SAYÂR'! (GSA-1928) 14 Ocak 2001 günü yitirdik. Cenazesi 16 Ocak 2001 Salı günü (bugün) Kadıköy Söğütlüçeşme Camii'nde kılınacak cenaze namazından sonra Karacaahmet Mezarlığı'nda toprağa verilecektir. Ailesine, meslek topluluğumuza ve dostlanna başsağlığı diliyonız. TMMOB MİMARLAR ODASI GENEL MERKEZI ADANA, ANKARA, ANTALYA, BALIKESlfc BURSA, ÇAISAKKALE, DEMZU, DtYARBAKIR, ESKIŞEHrR, GAZIANTEP, tSTANBUL, IZMIR, KAYSERL KONYA, MERSIN, ORDU, SAMSUN, TRABZON ŞUBELERİ • MÎMARLIK VAKFI ORDU 1. ASLtYE HUKUK (İŞ) MAHKEMESİ HÂKİMLİĞİ'NDEN Dosya No: 1999/526 Davacı Reşat Koç vekilleri Av. Haluk Çelıkel, Av. Halit Şahin tarafindan davalılar Özdilek Erdem ve SSK. Genel Müdürlüğü aleyhine açılan hizmet tespıti davası 3.11.2000 tarihinde karara çıkmış olup, davanın kabu- lüne karar verildiği, 710.000.-TL noksan harç ile dava- cı taranndan yapılan 41,700.000.-TL mahkeme masra- fının davalı Özdilek Erdem'den alınmasuıa kaıar veril- miş, verilen karar davalı SSK taranndan temyiz edildi- ğinden davalı Özdilek Erdem tüm aramalara rağmen bulunamadığından davalı Özdilek Erdem'e karar ve temyiz dilekçesinin davetiye yerine kaim olmak üzere ilanen tebliğ olunur. 24.12.2000 Basın: 1063
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle