23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
15EYLUL2000CUMA CUMHURİYET SAYFA 20. YILINDA 12 EYLUL J2 EyiüVünfinansimıOSMAN ÇUTSAY Ney ı değiştireceğı sorulabılir. 1980 yıhnda do- ğan çocuklar. Evren-Özal Türkiyesı'nin yarathğı ağır hava sonrasında kendilerini milliyetçiliğe, köktendıncılığe. boş % ermişliğe, pek az da dağla- ra vuruyorlar. Eylül çocuklan, bugün genellikle, o yıllarda 20'li yaşlannı süren anne ve babalanna gûç veren umutlann. sol ve özgürleştirici bir dün- yamn admı bile duymak istemiyorlar. Bir eğilim olarak sormuyorlar Bu durumu hemen değiştirmek belki mümkün değil. Ama doğruluğu tartışılmayan birçok açık- lamanın. \eniden ve Frenkçe bir tabirle, "büyüteç aiona alınmasT mümkün. 20 yıl önceye dönüle- bılir... Dönüleb\lır ve şöyle başlanabılır 12 Eylül, doğ- rudan bir CIA senaryosu değildi. Yıllar ıçinde bu vurguyu destekleyecek herhangı bir kanıt ortaya konulamadı. Zaten gerek de yoktu. Ankara, ken- di senaryosunu kendi hazırlamıştı ve globalleşme masallan ıçinde kendine bir yol çizmıştı. Was- hıngton, bu gelişmeden memnundu. Ancak asıl önemlısi, Bonn"da, Sosyal Demok- rat Başbakan Heimut Schmidt ıle aralannda pek bir görüş aynlığı bulunmayan hberal Dışişleri Ba- kanı Hans-Dierrich Genscher'ın, bırlikte, 12 Ey- lül asken müdahalesın: "manen ve maddeten" des- teklemeleriydı. Bunu, asken çözümlen pek sev- dikleri içın yapmamışlar, doğrusu büyük ölçüde mecburkalmışlardı. Dünya değışiyorduve Bonn"a da bu görev düşmüştü. Schmidt ile Genscher ta- rafından temsıl edilen siyaset sınıfinın verdıği des- tek ve bunlann bır "başanya" ortak olduğunu söy- lemek, sadece bır saptama olarak algılanmahdır. 12 Eylül "onlar" açısından bir "başanydT. 12 Eylül, Türkiye'ye çok pahalıya mal oldu ve bu ağır maliyetin yaratıcılan sadece 5 general ve Turgut Özal değıldı kuşkusuz. Başka türlü de söy- lenebilir: "Aydınlar Dilekçesi", kabuğuna çeki- len, hatta yer yer de desteİc veren bir halka rağ- men ve onun adına, acaba sadece Kenan Evren'e mi kafa futmaktı? Bu dilekçe, Evren-Özal çürü- mesini destekleyen her kesıme ve her çevreye ve- rilmış bır insanlık muhtırası olarak da algılanamaz mı? Öyledir. Evren-Özal Türkiyesi, yani 12 Eylül, Türkiye ınsanını çürüten. kul ve köle olarak "idame-i ha- yatetmesinr amaçlayan bır siyasal projeydi. Ge- n ve gericiydi. Zenginler ıçın ve onlar adına uy- gulanıyordu. Türk ilencılığinden, modern Türki- ye'nın tüm atılımlanndan. Türk aydınından ade- ta tntikam ahyorlardı. Her yöntem kullanılarak "kullardan" oluşan bır "ihracat toplumıT yara- tılıyordu. Eğer, Bonn desteğı olmasaydı, 12 Eylül projesinın sonuna kadar yaşanabileceğmi gösteren veriler elde bulunmuvor. Darbenin hemen ertesi günü Batı basuu Özal'ın başbakan olacağını yaz- dı. Olaylar başka türlü gelişti. Ama Özal, iktidara gelir gelmez, Bonn Büyükelçisi Vfrhit Halefoğ- ta'nu Dışişleri Bakanı olarak yanına aldı. Döne- min VVashington Büyükelçisi'ni değil. Neden? Çünkü Federal Aİmanya, Türkiye'nin koruyu- cu meleğıydi ve girilen de yeni bir yoldu. "Ağır Amerikancr Özal'ın, Almanya'yı bu "mutemet" rolüyle erken fark ettiği söylenebilir. 12 Eylül ün yeniden ve yeni tezlerin ışığında tarhşırması, geçmişi kolayca açıkladığını düşûnen bakış açılanru rahatsız edebilir. Bir sosyal demok- rat iktidann, faşist nitelikli bir askeri darbeye tam destek yermesinin anlamı, herhalde çok basit de- ğildir Örneğin, "Eylül karanhğTnm finansörü Bonn, Türkıye'den kaçıp kendisine demokrasi adına sığınan binlerce mülteciye de kapılannı açı- yordu. Bu, bir çelişki değildi; bu, bir gereklilikti. Dünya, değişiyordu. 12 Eylül 1980: Bir Ankara senaryosuna Alman yardımı 12Eytölrejimi ülke üzerine iyke oturmuş bir siyasal ve ekonomik yapı obnasuıa rağmen. çok daha korkunç rakamlar karşısında bir hareket görülmedi. 1979 yıhnda ekonomi binde 2 oranında küçüJmüşfü, ama 20 yıl sonra ve sonuçlan nedeniyle hâlâ 12 EyüiTün sorumlu olduğu bir ekonomi, yüzde 6'va varan bir küçülme yaşıyordu. ! anşıkülkemanzaralan O rtada ağır bir knz vardı ve 11 Eylül 1980'de Türkiye'nin so- kaklannda ınsanlar, özellikle de sotcular "infaz edffiyordıT. Kesin ' ve> a kesine yakın rakamlar hâlâ yok, a- ma günde onlarca insan siyasi gerekçe- lerle yaşamıru yıtıriyordu. Bir kargaşa hüküm sürüyordu ve bundan çok daha fazlasına ınanılıyordu. Ekonomik ya- şam, özellikle de o, bu çöküntüden pa- yma düşenı almıştı. Aslmda sorun o\du: Ekonomi. Mec- lis"in hkanması ve > eni bir cumhurbaş- kanının bır türlü seçilememesi, ekono- mınin gereksinimleri karşısında çok da önemli değıldı. Denız bitmıştı ve bu, korkutuvordu. 12 Eylül darbecilerinin ve sonrakı restoratörlenn "reklam" ve- ya "propaganda"' filmlerinden yeterin- ce biliniyor, gerçek payı yok da değil. Akaryakıt. margarin ve birçok başka ürünü buimak mümkün değildi. Ülkenın ödemelerdengesi zıvanadan çıkmıştı. Izlenen fiyat politikası dışar- daki uzmanlara göre de yanlıştı. Ham- madde fıyatlan artarken nıhai ürünle- rin fıyatlannin artamaz oluşu üretimi durdnruyor. hatta geri çekiyor, mallar piyasadan kayboluyordu. Ekonomi 12 Eylül rejiminin. bir felaketi kor- kunç sonuçlanyla son anda önleyen kurtancı rolünü Türkiye insanının ve dış dünyadaki yöneten sıruflann aklına kazıması ıçın, bu tür abartılara ihtiyaç . duyduğu söylenebilir. Ama, aradan ge- çen yıllarda, 12 Eylül rejımi ülke üze- rine iyice oturmuş. bir siyasal ve ekono- mik yapı olmasına rağmen, çok daha korkunç rakamlar karşısında hiç de öy- le "berhangi bir hareket" görülmeme- si, eskilerin deyımıyle "şayan-ı havret- tir". Çünkü sadece şu bile, şaşırtıyor: 1979 yılında ekonomi bınde 2 oranın- da küçülmüştü, ama 20 yıl sonra ve so- nuçlan nedeniyle hâlâ 12 Eylül'ün so- rumlu olduğu bır ekonomi. yüzde 6'ya \aran bir küçülme yaşıyordu. Ülkede 1999 vıhna kadarkı silahlı çatışmalarda, hayatını kaybedenlerin ' sayısı ıse 20 ile 30 bin arasında değişi- yor. 1990'larda yüzde 60Tann altına in- meyen enflasyon, bir ara. örneğin > 1994'te, yüzde 100 sınınnı aşmıştı. Almarrya Başbakanı Schmidt, Türkiye ekonomisinin dünya kapitalist sistemi gereklerine uvdurulmasını istiyordu. Darbe gerekçesı olamadılar. Ama 12 Eylül öncesınde durum fark- lıydı. Türkiye"yı yakından izleyen mu- hafazakârbir Alman bilim adarnı, Prof. Werner Gumpel ıçın bütün bunlar 1980 itibanyla toplumsal bır kaosa ışaret edi- yordu ve bu görüş aynksı bır vurgu de- ğildi. Türkiye'nin, özellikle ekonomisini yeniden düzenleyip dünya kapitalist sis- temrnin gereklerine uyarlaması gereki- yordu. Iç pazann desteklenmesine yö- nelik ithal ikameci sanayileşme siyase- ti terk edilmeli, ihracata yönelik bir eko- nomik yapılanmaya geçilmeliydi. Prof. Gumperin dile getirdiği. dün- ya sisteminin zaten hesabmı yaptığı şeydi. Federal Almanya Başbakanı Hel- mut Schmidt de aynı görüşteydi. Zaten Schmidt böyle düşünmese, neden "Türki>'esorunıluluğu''na getinlen Fe- deral Maliye Bakanı Hans Matthöfer, Jacques de Laroaere'e, yani IMF'ye yazdığı 27 Mayıs 1980 tarihli mektu- bunda "Türkiye'nin içinde bulunduğu istisnai durumun istisnai önlemler ge- rektirdiği'' uyansmda bulunsun kı° Dünya sistemi ve Bonn için Ankara, giderek büyüyen bır SSCB tehdıdı al- tındaydı Afganistan'dakı Sovyet mü- dahalesi ve Iran'dakı belirsizlik. sırada Ankara'nın olduğu sanısını uyandın- yordu. VV'ashıngton ve Bonn ıçın, Tür- kiye Sosyalist bir seçeneğin ağına düş- mek üzereydi. Yüksek gümrük duvarları Ekonomi ve toplumsal yapılar, bir dönüşümün eşığinde, krize saplanıp kalmışlardı. 1960 ve 1970"lerinilkya- nsında Türkiye ekonomisı, 50Tı yılla- nn altyapı yatmmları üzennde şaşırtı- cı bır büyüme göstermıştı; ama artık sanayinın sınırlanna dayanmıştı. tthal ıkamecı sanayileşme modeli. yani daha önce dışardan alman dayanık- lı tüketım mallan başta olmak üzere yerlı sanayınin gelıştirilmesıne yönelik politıka sonucu, ıç pazar yüksek güm- rük duvarlanyla korunuyor, böylelikle de içerde bir sanayı sektörü büyüyordu. Bu. bir modeldı ve bu model çerçeve- sınde yabancı sermaye yaıınmlanna karşı olumsuz bır tavır alınmamışh. Hatta Türkiye'de yatınma giden yaban- cı sermaye de buradaki yerli sermaye gibı gümrük duvarlannm getirdiği avantajlardan yararlanabiliyordu. Türkiye'nin iç ticareti, bu model çer- çevesınde genişledi. Ancak teknoloji, üretim araçlan, yatırım mallan, ham- madde ve yan mamuller açısından açık bır bağımlılık sürüyordu. tthal ikamesı sayesinde nihai üretim artıyordu, ama biriken sorunlar, 70'lenn sonunda "De- niz bjtti!" diye bağıran bir sermaye sı- nıfını da beraberinde getırmişti. Iç pazar tıkanmıştı. Üretim realize edılemiyor, geniş yığınlann geliri ürü- nü ememıyordu. Bir dönüşüm krizi içi- ne gıren Türkiye ekonomisinin dış pa- zarlara açılması. bunun için de içerde bazı acı ilaçlara öncelik verilmesi gere- kıyordu. Türkiye, 50'lerdelö altyapı yatınmla- nrun üzerinde yükselen bir sanayileş- menın sınırlanndavdı. Model duvara dayanmıştı. Iç pazar bu model sayesin- de genişlemiş, yine aynı model nede- niyle çökmek üzereydi. Buna inanılı- yordu. Dışa fazlasıyla bağımlı bir mo- deldı bu. Teknoloji ve üretim araçlan başta olmak üzere Batı dünyasına bu bağımlılık, dış dünyanın önemini de arttınyordu. ittıalat ve dı; dflnya Ama hangi dış dünya? Herkesüı ak- lına önce ABD geliyordu. ABD gibi dış, ama çok uzak bir dünya mı, yoksa Avrupa gibi yine dış, ama çok yakın bir coğrafi parça mı? Onem arttı. Sanayvnin ithal ikamesi üzerinden, girdi ithaline bu bağımlılığı, bir dönüşüm noktasında da çok etkili oldu. "Dışana" adeta belirliyor ve *dö- nüşüm" istiyordu. Türkiye'deki sanayi üretimi, ithalat hacminin bir türeviydi. Doğru oranlı bir bağımlılık söz konusuydu. tthalat hac- mi arttıkça Türkiye'deki sınai üretim, sınai üretim arttıkça da ithalat hacmı artıyordu. tthalat, tüketım mallan sek- töründen, sanayi ve üretim mallan sek- törüne kaymıştı, ama bu, bağımlılığrn sonu anlamına gelmiyordu. 1980 yılındakı ekonomik yapı buy- du: tthalat ve dış alem, içerisi için "öffimcûl" önemdeydi. Ancak sorun ar- tık dışarda değil, içerdeydi. Kriz, üreti- mi ememeyen iç taleple yakından bağ- lantılıydı ve bu talebin daha da daraltıl- ması, ekonominin dışa açılması gerekı- yordu. Türkiye'yi, benzer konumdaki ülkelerden ayıran bir yan vardı. Brezil- ya, Meksika, Arjantin gibi ülkelerden farkhydı. Teknoloji transferi, yabancı doğrudan yatınmlar üzerinden değil, daha çok ortak yatınm veya patent ve lisans anlaşmalanyla sağlanıyordu. Büyük petrol krizi ve ham petrol fı- yatlanndaki patlama öncesinde, yani 1973 öncesinde, yan mamuller ve hammadde ıthalatı, toplam ithalatın yüzde 95-97'sine ulaşıyordu. Sadece bu oran bile sanayinin, dövizlerin ga- rantiye alınmasına ne denli bağımlı ol- duğunu gösteriyordu. Türk iş dûnyası için, döviz darboğazı, Türkiye'deki üretimin kesintiye uğramasırun ana ne- deniydi. SÜRECEK DUZYAZI ORHAN BİRGİT Gündemde CHP Var, Ama Nasıl? Türkiye'nin gündeminde bir siyasal partinin olma- sı, özellikle son seçimlerde parlamentoya girememiş CHP'nin olması, bu partide sorumluluk omuzlamış olanlara da, gönüldaşlanna da kuşkusuz mutluluk verir. Ama bir koşulla. Yani ülkenin gündeminin ilk sıra- sına yerleşen partinin, sorunlarla ilgili eleştirileri ve se- çenekli çözüm önerilerini de beraberinde getirmesi koşuluyla. Birkaç gündür, CHP yine gazeteterde ve televiz- yonlarda kendisinden ilk sıradaki haberlerde söz et- tirmeye başlamıştı. Dün, bu haberler Genel Baş- kan'la, onun kabinesi olarak da nitelendirilebilecek olan Merkez Yönetim Kurulu arasında çıkan anlaş- mazlık nedeniyle en üst sıralara doğru tırmandı. Bugünkü gazetelerde, sanınm birinci haber CHP olacak. Çünkü partinin kurultaydan sonra en yetkili organı olması gereken Parti Meclisi'nin, Genel Sek- reter'i dolaylı da olsa görevinden uzaklaştırdığı, da- hası Genel Başkan'a da açık seçik güvensizlik gös- terdiği için! CHP'nin bitmeyen hizip hikâyelerinden en sonun- cusunu, iki gündür gazeteler tefrika ediyor, televiz- yonlar haber bültenlerinde anlatıyorlar. En sonuncu hızip öyküsünün özetinin özeti, Genel Sekreter Tarhan Erdem'ın, kendisine verılen mısyo- nu ciddıye alarak, partı üye kütüğunü ağzı burnu ye- rinde bir duruma sokmak için çaba göstermesi ile başlar. Bu çaba sonunda, on dört ay önce göreve başladığı zaman 1.457.000 olan kayıtlı üye sayısının gerçekte 144.000 olarak düzeltılmesı gerektiği orta ya çıkar. Zaten CHP, 18 Nisan 1999 seçimlerine gerçekten parti kütüğünde kayıtlı olduklan görünen üyeleriyke girmiş, o üyeler sandık başına gidip oylarını kullan- mış olsalardı, bugün Deniz Baykal da, Ertuğrul Gû- nay da, Hasan Fehmi Güneş de, Mehmet Moğul- tay da milletvekili olarak TBMM'de CHP Grubu'nun yönetimini omuzlayacaklardı. Ama ne onlar, ne öteki adaylann tümü parlamen- toya giremedikleri için, birer eski milletvekili srfatıyta boş günlerini parti içi hizipleşmeye daha da zaman ayırarak geçirmeye başladılar. Böylece gün geldi, bir zamanlar vartıklan birbirlerine karşı hizipleri yönetmek olarak anılan bu isimlerin, bir araya gelerek genel merkez karşısında ortak strateji yürüttüklerı görüldü. Ortak stratejistler, parti tüzüğü taslağına son biçım- lemenin verilmesi için yapılan çalışmalarda güçbirli- ği halinde hareket ettiler. Yeni üye yazımlannda, ge- nel sekreterlik üye yazım bürosu hesaplanna göre 150 bini biraz aşması gereken gerçek üye sayısının 200 bin dolaylannda olmasının verdiği rahatsızlık, Içel örgütünde açığa çıktı. Genel Sekreter, sahtecilik kuşkusu ile kimi sorumlulann görevden alınmasını önerince, MKYK'de kendisini açıktan destekleyen Genel Başkan'a rağmen azınlıkta kaldı. Genel Başkan, azınlığın altındaki asıl buzdağının farkına varmadığı için, kendisiyle MKYK arasındakı uzlaşmazlığı Parti Meclisi'nde onarmayı önerdi ve MKYK üyelerinden istrîa ederek seçimlerini yenileme- lerini istedi. Tam aksi oldu. 6 üye Öymene "haytr" dedi ve sorun Parti Meclisi'ne aktarılınca, bu kez CHP yönetimi olgun bir Diyarbakır karpuzu gibi tam ortadan ikiye bölündü. öymen yandaşları 30, karşıt- lan 30 olarak partideki krizi dışa vurdular. Işin en acımasız yönü, yenilenen MKYK seçimle- rinde, CHP tarihinde ilk kez Genel Sekreter'in, yani partinin 2 numaralı adamının kulvar dışına atılması ile kendisini gösterdi. Istanbul'daki evini ve işini kapa- tarak başkente göçen ve 14 aylık görevi sırasında by- pass'lı kalbine bir de balon operasyonu yaptıran Er- dem, MKYK üyelerinin çoğunluğu ile birlikte Partı Meclisi'nde azınlıkta kaldığını gördü. Aslmda, dün yaptığı basın toplantısında Artan Öy men'in açık açık söylediği gibi sorun, kendisine gü- vensizlik besleyen Parti Meclisi ile Genel Başkan ara sında bir bunalıma dönüşmüştür. 30 Eylül'de tüzük değişikliği için toplantıya çağnlan kuruttay, o değişik- liğin sahibi Merkez Yönetim Kurulu'nun tasfiye edil- mesi nedeniyle, taslağı rafa kaldıracak ve Genel Baş- kan, Parti Meclisi seçimlerini yenileyecektir. Peki, olaylar nasıl bir gelişme gösterebilir? Olası bir sorunun yanıtı bana göre şöyle verilmeli- dir öymen, 30 Eylül'de uzak bir olasılık ile genel baş- kanlığı kazansa bile -ki bu, iç muhalefetin onu belir- li bir zamana kadar göstermelik genel başkan gibi gö- revde tutup, daha sonra savurup atması demektir- çevresi bugünkü Parti Mecilisi'nden daha acımasız hizipler ittifakı ile kuşatılacaktır. Ya da muhalefet önderlerinden bırisi, yine geçicı olarak Genel Başkanlık koltuğuna oturtulacak, hizip- lerin her birisi, asıl güç gösterisi için en elverişli za- manı kollama amacı ile alarm görevlerinı sürdürece- ği için CHP'nin gerçek gündemi yine o ezeli "sen- ben" kavgalan ile dolacaktır. Milli Eğitim'deki Truva Atian önceki günkü "Düz Yazı" ile ilgili olarak Milli Eği- tim Bakanı Metin Bostancıoğlu'nun görevlendirdi- ği bakanlıkTeftiş Kurulu Başkanı Cevdet Cengiz be- ni aradı ve yazımı bir suç duyurusu olarak değerien- direrek, Atatürk Teknik ve Endüstri Meslek Lise- si'ndeki olaya el koyduklannı bildirdi. Sevgili Bos- tanaoğlu'na teşekkür ederek, skandalın patlak ver- diği lisenin bulunduğu Altındağ Kaymakamlığı Ilçe Idare Kurulu'nun, Kaymakam Fahir Işıksız başkan- lığında aldığı 2000-34 sayı ve 15 Mayıs 2000 tarihli karanndan kendisini de haberti kılmakistiyorum. Ata- tûn\ Teknik ve Endüstri Meslek LJsesi'ndeki "Bizim Sesimiz" adlı okul bülteninde Atatürk'e sövme ve halkı cihada çağırma işlevleri, öyle anlaşılıyor ki sü- rekli bir görev haline getirilmiş. Zira bu aylık bültenin Şubat 2000 tarihli 18. sayısının 6 ve 7. sayfalannda, "cihada koş" mesajı ile "müfettiş" isimli fıkra yüzün- den bültenin genel yayın müdürü ve lise müdür yar- dımcısı Ercan AJpay ile yazı işleri müdürü Cavit Ağır haklannda "Atatürk'ün manevi şahsiyetine hakaret etmek, din kışkırtıcılığı yapmak"Xan dolayı Altındağ Kaymakamlığı'nca soruşturma izni verilmiş. Ankara ll Milli Eğitim Müdürlüğü müfettişlerinin ma- aş kesme, idari görevden alma gibi sözüm ona ce- zalandırmış görünerek durumu örtbas etmeye çalış- tıklan okulda, Atatürk'e sövmenin, din istismarcılığı- nın adeta olmazsa olmaz türünden bır ilk ders hali- ne sokulduğu anlaşılmıyor mu? Hem bu bir Teknik Endüstri Meslek üsesi mi, yoksa bir iletişim Lisesi mi ki, işi gücü bırakıp, başkent Ankara'nın ortasında saf öğrencilerin beyinlerini bülten yayınlama örtüsü altın- da düzenledikleri küfürnameler ile yıkamaya yöneli- yor, üstelik bu rezaletler karşılığında devletten bir de maaş alıyoriar. Sevgili Bostancıoğlu, başkentte kendi bakanlığı- na dört kilometre uzaktaki bu fesat yuvasını koruyan "dayılar çetesinin, MEB'nin öteki eğitim yuvalarına da sızmadığını söyleyebilir misiniz? Faks:0212-677 07 62 E-mail: obirgrrJe-kolay net
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle