25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA I CUMHURİYET 28 AĞUSTOS 2000 PAZARTESİ /OLAYLAR V E G O R U Ş L E R olay.gorus@cumhuriyet.com.tr Depremin Yıldönümünden Gözlemler Prof. Dr. Tûrkan SAYLAN ÇYDD Genei Başkam D epremin yıldönümûn- çalışan siyasetçilerin, huKÜmetin, hele de ekranlara yansıyan görüntüler, haykınşlar, tepkıler, hakaretler, agff eleştiriler alabildiğine iç karartıcı ve umutsuz- luğa götûrûcüydü. Sanki bir yıldır, ne devlet, ne ordu, ne yerel yönetimler ne de gönüllü kuruluşlar hiçbir şey yap- mamış, her şey olduğu gibi deprem vur- gununa uğramışlann üzerinde bırakılmış- tı. Benim gibi, pek çok insan da, sanı- nm aynı duygulara ve çelişkiye kapıldı bir anda ve depremin derin yaralar aç- tığı o ilk gûnlere gitti! Belki de yıldö- nümü olması ve böylesine büyük anma etkınliklerine girişilmesi, aradaki biryı- h silip bellekleri başa getirdi. Algılayıp değerlendirmesi güç bir dunım bu! Depremzedelerin, yitirdikleri canla- nna, kayıplanna, sakatlıklanna karşın, yine de bilinçle, hırsla ayakta kalabilme- İeri, yaşanan psikolojik bunaltmlara kar- şın yaşamda kalan bireylerine güç ver- meye çabalanıaJan kolay değil. Kendi- lerini koyuvermemeleri için bu hırsı ve öfkeyi taşımalan ve bundan beslenme- leri gerekiyor. Depremin ardından yaşanan ilk şok ve karmaşadan sonra, büyük bir gayretle iş- lerinin başında olan, gece gündüz çaba- layan yöneticilerie çözümler üretmeye hele örnek bir kurtarma^jpuıp kurma, servis haTiriama örneği veren Mehmet- çikkrin çabalan asla unutulamaz. Kanımca depremzedeleri, geçen za- man içinde en çok yaralayan, sonrasın- da yaşadıklan acılar ve olumsuzlukla- nn yanında, depremin öncesindeki al- danlmışlıklanydı. Evet, en çok da bu- nakızıyorlardı... Küçücükbirikimleriy- le ucuza aldıklan, emeklılığı ya da yaz günlerini geçirmeyi düşledikleri, kira- sını zar zor verip bir lokma ekmek pa- rasına yaşamlannı sürdürdükleri evle- ri, kendilerine, çoluk çocuklanna, kom- şulanna mezar olmuştu. Bunun suçlu- su devletti onlarca. Evet, onlann birçoğu da suçluydu, kendi yaptırdıklan, satın aldıklan ya da kiraladıklan inşaatlarda nitelik arama- mışlardı, "herkes böyle yapıyor" diye- rek, en az demir kullanan, deniz kumuy- la harç yapan yapsatçılan yeğlemiş, "bi- şkJkolrnaz!" demişlerdi. Yine de, ken- dilerine, altı sağlam olmayan bu arazi- yi pazarlayanlan, onay veren devleti, yerel yönetimleri suçluyorlardı, haklı olarak. 17 Ağustos'ta, deprem sonrası olum- suzluklara, deprem öncesi aldanlmış- lıklan da ekleniyor, işte bu nedenle öf- ke katmerleniyordu. Şöyle ya da böyle, her kesimin elin- den geleni yapnğını varsayarak bugüne gelindi, ancak bundan sonra çok daha çetin ve ciddi günler bizi, devleti, hükü- meti, yöneticileri, siyasetçileri ve tüm so- rumlulan bekliyor; artık, "zamanla" sözcüğünün ardına sıperlenmek olana- gı kalmadı, hemen, şimdi, yeni atıhm ve karariarla bu buruk ve öfkeli halkımızı biraz olsun ferahlatmahyız. Insanlanmız, depremde uğradıklan felaket karşısında, devletin, siyasetçi- lerin ve yöneticilerin yeterli duyariılığı gösteremedikleri kamsına vanp alana koşan 'Stvfl Tophun örgüüeri'ni ger- çek kurtancı olarak görme yanılgısına kapıldılar ve sıyasetçilere karşı güven yi- tirdilerse, bu çelişki ve yanılgıyı düzelt- mek, bu düzeltmeyi eyleme dönüştür- mek gerekir, hem de ivedilikle, hiç za- man yitırmeden. Öncelikle, devletin, sıradan işlerin büyük yoğunluğuna karşın, vatandaşın her sorusunu yanıtlayacak, derdini din- leyecek, STK'lerle, gönüllülerle, sos- yal hizmet uzmanlanyla desteklenecek "damsma" birimlerini canlandırması gerekmektedir. Burada, belli günlerde he- kimler, psikologlar, hukukçular, hatta mimar-mühendisler yurttaşlara gerçek- ten yol gösterici, çözüm önerici ve uy- gulayıcı olarak hizmet vermelidirler; onlan büyük paralarla, onanm, güçlen- dirme ve hasar raporu değiştirme çık- mazlanna sokanlarm elinden kurtarmak gerekir. Ozellikle kayıplarla, molozlann ara- sında paramparça olup izi kalmamış ev- latlannı arayanlarla, gerçekten bir psi- kolog duyariılığı ve bir iz sürücü ciddi- yetiyle ilgilenecek, bu çok ama çok zor dönemin, "aagerçeğin kabul ediiebfldi- ği" döneme geçişmesine dek bu hizme- ti verecek bir "Kayıplar Bürosu'' oluş- turulmalıdır. Deprem vurgununa uğramışlan, bir ikinci deprem gibi yaralayan da, kendi- leriyle ilgili her alanda yapılan parti- zanLknr. Deprem afişlerindeki Bakan fo- toğrafı bunlann yalnızca biridir. Çok hasarlının ortaya, ortanın hafife dönüş- mesi hülleleri, onanmın, prefabrikele- rin ve kalıcı konutlann belli(!) yapsat- çılara verilmesi, vatandaşın en gerekli ve doğal hakkı olan işlerinin çıkar kar- şılığı yapılması, her türlü kadrolaşma, yurdun tüm insanlannı, bu arada da dep- remzedeleri hem yarahyor hem de gü- vensizlik ve umutsuzluğa sürüklüyor. tşte ondan sonra, bir olanak bulan dep- remzede,u hırsıziar,ahlakstdar!_'' diye milyonlann önünde siyasetçilere, yö- neticilere haykınyor ve ne yaak ki rnil- yonlara tercüman oluyor! Devletin yöneticileri ise, siyasetçiler- denfirçayememek için, nasılhareketede- ceklerini belirleme, karşılama-ufurlama törenlerine zamanlannın çogunu ayırma çabalan içinde, vatandaşla tam anla- mıyla bütunleşememe zorluğunu yaşı- yorî Felaket zamanlan, insanlann daha fazla anlayışa, sevgiye ve desteğe gerek- sinimi vardır! Içine düştüğü öfke, kır- gınlık ve haksızlığa uğramışlık duygu- sundan sıynlması için yardım gerekir. Bırakalım bağırsınlar, haykırsınlar. Biz- ler, siyasetçiler, yöneticiler, hepimiz, bu ağıtlann, bu haykınşlann içinden ken- dimize düşen dersi almalı, aslında pe- şinden hırsla koşulan, uğrunda her şe- yin geçerli sayıldığı orunlann (mevki) ne denli görece ve anında yok olabile- cek olduğunu algılamahyız. Biririmize, hele hele öncelikle kendi- mize daha dürüst olduğumuzda, birlik- te, bugünkünden çok daha iyi çözüm- ler üreteceğimiz kesindir. Acaba ne zaman tıpkı bize çocuklu- ğumuzda öğretildiği gibi ilkeli, dürüst, yetim hakkı yemeyen, başkası açken kendi tok uyuyamayan, yabuz kendine değil, başkalanna da yapılan bir haksız- lığı içine sindiremeyen, ele geçirdiği bir onınu (mevki) kullanarak nüfuz ticare- ti yapmayan, yetkilerini kendi yandaş- lan için kullanmayan, varsılı pohpohla- yıp yoksulu küçümsemeyen insanlar olacağız? Bilgi ve bilim çağında, yeni yeni dep- remleri felakete dönüştürmemek, daha çok ınsanın öfke ve güvensızlığıni çek- memek için en önce bu kötü karakteri- mizi terk etmeli, çocukluğumuzdaki öğütleri dinlemeliyiz. Gerçek insanlık ve gerçek başan burada yatıyor. ARADA BtR MÜCAP OFLUOĞLU Sevgili Naşit Özcan Bey ve Çocukları Kemal Sunal'ı yitiımenin şaşkınlığı ve acısı sü- rerken saçlanna ak düşmüş, ama gözleri pınl pınl yanan Güzin Özipek yumdu gözlerini ve de Se- lim Naşit yenik düştü çektiği hastalığa. "Olüm Allah 'ın emri, aynlık olmasaydı" deyip ge- çemiyor insan. Çünkü her ölüm erken, her ölüm unutulmaz acılar bırakıyor yüreklerde. Tann da ba- zen kimilerimize yaşamı çok mu görüyor ne? Tan- n işini bilir diyerek acılanmızla, yanm yamalak mut- luluManmızlayaşayıpgideceğiz. "Gülmeden ölme- mek için, mutluluğa kavuşmayı beklemeden gü- lünûz" diyor bir düşünür. Yaşlı gözlerle nasıl gülü- nür? Yıllar önce arka arkaya üç güzel insan, üç bü- yük sanatçı yitirmiştik. Selim Naşit'ten sonra on- lan anımsadım birden. Istanbul Şehir Tiyatrosu'nun güçlü dram sanat- çısı Neyyire Neyîr{Muhsin Ertuğrul un eşi) "Ateş- ten Gömlek" filmi ile başlayan sanat yaşamını ti- yatroda başan ile sürdürürken gerçek bir trajediy- le gözlerini kapadı, 1943'te, henüz kırk yaşınday- dı. Ardından, komedilerin ünlü adı Hâzım Kör- mükçü izledi onu, 43 yaşındaydı. Hâzım'ı, güldü- rünün (komedinin) eşsiz ustalanndan Naşit Ozcan Bey izleyecektir 53 yaşında... Birbiri ardına yerte- ri doldurulamayan üç ad, göçer gider tiyatromuz- dan... Neyyire Ertuğrul, genç yaşında arkadaşla- nma, çevresine kendini sevdirmiş, saydırmış bir in- sandır. Şehir Tıyatrosu'nda herkes, genci yaşlısı, çekinir, sever ve sayar Neyyire Hanım'ı. Sahnede- ki oyunculuğu, disiplinli çalışması, ölçülü dostlu- ğudur Neyyire'yi b u k o l a y erişilmez düzeye geti- ren. Ortalıkta pek görünmez, biraz içine kapanık diyebileceğimiz bir kişiliği vardır; sağlam ve inanı- lır bir kişilik. Hâzım Körmükçü'ye geJince, o, bambaşka renk- / li ve yaratıcı bir kişiliğin sahibidir. Karagözcülük- ten udiliğe, sinema oyunculuğuna değin alabildi- ğine geniş bir dünyanın sanatçısıdır. Oyunlarda her repliğini tam hakkı ile veren, en kalabalık sah- nelerde tek kişilik gösteri yapıyormuşçasına öne çıkan bir yeteneğin oyuncusudur. Bir nisan günü- ne rastlayan ölümünde bile sevenlerini, hayranla- nnı gözyaşlan içinde güldürmüştü. Tam deyimiyle bir halk sanatçısı olan Naşit Öz- can Bey'e gelince, onu tiyatro koltuğundan izle- miş bir hayranı olarak şunlan söyleyebilirim: Naşit özcan bir dinamoydu sanki. Yorulmak bilmeyen, durmak bilmeyen bir dinamoydu. Heroyunda kan ter içinde kalırcasına kendini verirdi oyununa Alın terinin hakkını aldığı yıllarda eli açık bir insan ola- rak da sofrasının nasıl kalabalık, dost dolu oldu- ğunu duyardım. Çok cömertmiş Naşit Bey. Cömert- liği oyunundan belliydi. En ufak aynntısına değin sahnede her şeye dikkat ederdi. Dekoru, kostü- mü, makyajı, aksesuvan eksiksiz olmalıydı. Yoksa kıyamet kopanrmış, diye yakınlanndan dinlemiş- tim. Taklitleri hareketlerine, mimiklerine uyar, leh- çeleri asla birbirine kanştırmazdı. Surpik Dudu rolünde giyimine, makyajına ne denli önem veri- yorsa, Kayserilide, Sürmenelide eskici Yahudide de aynı inandıncı özelliklere bürünürdü. Naşit Bey tek başına tiyatroydu diyebilirim. Ya rol aldığı fılmler unutulur mu? "Ankara Postası, Bir Millet Uyanıyor"... Sevgili Naşit Bey'in sevgili çocuklan Adite Na- şit de, Se lim Naşit de, babalannın izinde yürü- yerek ona yakışır, adını yücelten gerçek sanatçı ol- dular. Hem de kahırla, acıyla çalışarak, didinerek, sevgiyle saygıyla büyüdüler. Gürültüsüz patırtısız, insan gibi, yüreklerde taht kurdular. Her ikisini de çok yakından tanıdım, çok sevdim. O sözü bura- da bir kez daha yineleyebilirim! Ölüm Allah'ın emri aynlık olmasaydı. 27 Ağustos'ta Inebolu'da... ALANYA1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESt'NDEN DosyaNo: 1998/785 Da\-acı Mustafa Sarı vekili Av. Zeliha Ysryla, Av. Ali Rı- za Okur tarafından davalılar SSK Genel Müdürlügü, Gün- pet Tic. Ltd. Şti. ve Petsaş Tic. AŞ aleyhlerine mahkeme- mizde açılan sigortalılığın tespiti davasının yapılan yargı- laması suasında; Davalılardan Petsaş Petrol Ürünleri Tic. AŞ'nin sanayi girişi Aydoğan petrol adresine ve dığer davalı Günpet Pet- rol Ürünleri Ltd. Şti'nin Otogar yanı Alanya adreslerine çıkanlan tebligatlann bila tebliğ iade edildiğinden ve ad- resleri tespit edilemediğinden bu davahlara, davacı tara- fından davalılann şırketlennde 20.10.1993 ve 15.2.1998 tarihlen arasında çalıştığının tespiti talepli dava dilelcçesi ile 13.10.2000 günüsaat 11 25'teki dunışmagününün teb- liği ilan olunur Basın: 47606 Mehmet SAYDUR//*tf#*/im B ugün 75. yılını kutladıgımız Şap- ka Devrimi, salt giy im kuşam ala- nında bir değişim değil; kadın hak- lan ve tekke-türbelerin kapatılma- sı ile ardı sıra gelecek devrimlerin kapılannı acması bakımından aydınlanma sü- recimizin önemli bir adımıdır. "Bu serpuşun adma şapka denir!-" Musta- fa Kemal, laik ilkelerden hareketle devlet ku- rumlannda yapılan birkaç devrim atılımıyla yetinmeyip, bu bilinci toplumsal, kûltûrel ve ekonomık alanlara da yaymak istiyordu. Kas- tamonu'ya yapöğı gezi sırasında (23-31 Ağus- tos 1925) ilk toplumsal devrim hareketini baş- lattı. " „ Uygarun diyen Tûridye Cumhuriye- ti haDa aik ya^anııyia, yaşayı; biçfaniyk uygu* okhığunu göstermek zorundadn-. Kısaca, uy- gsrnn dıyen Tûrkrye'nin,gerçekten uygar olan halla, başnıdaıı aşâğrya dış görünüşüyle de uy- gar ve geüşmiş insanlar otduğunu davran^la- nylagöstenDekzoruDdadır.(_.)llygarveolus- lararas kıyafet bizim için çok değerti, ulusu- muza yakışan bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin ve fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve doğal nlarak hıınhn t%m*m\*m»\i iizpr»» hajt» y>p- ka. Çok açık sdyiemek isterim: Bu serpuşun adma ŞAPKA denkf (tnebolu, 27 Ağustos 1925) Görüldügü gibi bu devrimle, yalnızca şap- kayla ilgili bir değişiklik yapılmamış; tepeden tırnağa tûm kıhk-kıyafet değişime alınmıştır. Devrimin hedefı dış görünüş kadar iç dünya (düşünce biçimi) ile de ilgilidir. Her yönden uygar bir toplum yaratmakür. "Ve kadınlannuzL Gözieriyle dünyayı dBk- katiegörebilsinler-" Gazi Mustafa Kemal ay- nı konuşmasında, toplumsal yaşamın temeli- nin, düğümünün aile yaşarm olduğunu belir- terek sözü hemen kadınlara getirmiştir: "_Ge- zilerim sırasında köyierde değil, özeüıkle ka- saba veşehirlerdekadm arkadaşlanmızm yûz- lerini ve gözlerini çok kahn ve özenie kapat- makta okhıklanru gördüm. Özeffikk bu sıcak mevsimde bu biçtmin kendfleri için kesinükk işkenceve akına okhığunu btHvorum. (-.) On- lar yûzlerini dûnyaya göstersinler. Vegözieriy- le dünyayı dikkatJe görebflsmler. Bunda kor- kulacak bir şey yoktur-." Atatürk'e göre bu gidiş "şartür". Bu kadar yûksek ve önemli bir sonuca ulaşmak için ge- rekirse, bazı kurbanlann verilmesi de göze alınmalıdır. Bunun, yapılacak böylesi bir dev- rimin yanında önemi yoktur! Çünkü, "bu du- rumun korunması için direnme ve taassup, hepimizt her an kurbanhk koyun ohna ahşkan- hğından kurtaramaz(!)_'' Büyük devrimci, aynı konuşmasınm son bölümünde, bu dev- rimin yapılmaması durumunda olacaklara da açıklık getirme gereği duymuştur: "_ Dağla- n dden, göklerde uçao, göze görünmeyen pek küçük parçalardan yıldızlara kadar her şeyi gören, aydmlatan, incekyen uygarhğm güç ve yüceüğmin karşısında; ortaçağ kafasryia, 0- kel ve boş inançbuia yürümeye çahşan uhıs- lar yok ohnaya ve hiç ohnazsa esir otanaya ve hor görühneye mahkûmdurlan-" Kafa içindeki yobazlığın dışavurumu sık- mabaş, tesettür, fes, sank, cüppe gibi kalıklı- lann ve bunlann düşünce ürünlerinin 1950'den beri kentlerden başlayarak günümüzde geldi- ği düzey korkunçtur. Atatürk'ün uyansı ne yazık ki gerçekleşmeye başlamıştır. Tam ba- ğımsızlığımız tehlikeye girmiş; ulus olarak hor görülme sık sık yaşanır olmuştur. "_ İyi bflmiz ki Türkiye Cumhuriyeti eyh- ler, dervişkr, müritier ülkesi olamaz," Ata- türk'ün Kastamonu gezisinde boy atan bir başka devrim atılımı da tekke ve türbelerin ta- rihe gömülmesi olmuştur. Uygar bir toplum yaratmak için dış görünüşün yanında iç gö- rünüşle ilgili başka düzenlemeler de gereki- yordu. Zihinlerdeki boş inançlar tam olarak atılmalıydı. Bu yapılmadıkça gerçek bılgile- rüı yerleşmesi olanaksızdı. Türbelerden, ev- liyalardan, ölülerden yardım beklemek uygar bir toplum için yüz karasıydı. Bilun dünyasında, uygarhğın aydınlığı önün- de fılan falan şeyhin yol göstermesi ile özdek- sel ve tinsel (maddi-manevi) mutluluğu ara- yacak kadarbasit insanlann uygar Türkiye top- lumunda varhğını Atatürk daha o günlerde onaylamadığını belirtiyor ve 30.8.1925 günü Kastamonu CHP binasında şöyle diyordu: "— EfendOerve ey uhıs, iyi bttuıiz ki Türkiye Cum- huriyeti şeyhler, dervişfcr, tarikat öğrencfleri ve kapılanmışlan ülkesi olamaz. En doğnı ve en gerçek yol, uygarhkyohıdur. Uygarhğm ge- reklerini yapmak insan obnak için yeterüdir. Tarikat başlan bu dediğim gerçeği bütün açık- hğıylaanlayacakve kendiHderinden hemen tek- kelermi kapayacaklarduu." Kastamonu gezı- sinden Ankara'ya dönüşünde hemen Bakan- lar Kurulu'nu toplantıya çağırmış, 2 Eylül 1925 günü kararname ile türbelerin, tekke ve zaviyelenn kapatılmasını sağlamıştı. Ya Şimdi:-DuryokuL' insan kendi kendine "Ya şimdi?'' diye sor- madan edemiyor. Nerelerden nerelere gelmi- şiz!.. Tarikat başlannın ardına düşen siyaset- çileri Atatürk görseydi ne yapardı dersiniz? Onlardan birinden "hoşgörü ödüJü" alanlar, hakkındaki turuklama karanna üzülenler için neler düşünürsünüz? Üstelik, Atatürk'ün Şapka Devrimi'ne iliş- kin konuşmasını yaptığı Inebolu'daki Türk Ocağı binasınm kendi haline terk edildiğini ve çürümekte olduğunu öğrendiğinizde ne yaparsımz? Bubinanın denrze bakan ön alt bah- çesindetri turizm bürosunun önünde, on gün önce görduğüm bez afışte yâzıTf^îahlan da vereyim de tüm Atatürkçülere binanın kurta- nlması için belki bir çağn olur: "Dur yoktu! Katmer yemeden geçme!_" Bu umarsızlığa bu duyuru yakışmış doğru- su!.. Sonuç Şapka Devrimi olarak adlandırdığımız dev- rimler zinciri yalnızca biçime bağlı, anlamı yü- zeyde kalmış, tek yönlü bir devrim değildir. Uygar bir kılık ve düşünceyle, çağdaş uygar- lık düzeyine yönelmeyi hedefleyen Şapka Devrimi'nin gerçekleşmesi sonucu Türk top- lumu; ilkel inançlara kul olmuş geri kafalılar- dan, softa bozmalanndan, toplumsal düzen- de cinsiyet aynmı yaratanlardan, din ve eği- tim kunîmlanm şeriat yuvalan durumuna so- kan yobazlardan ve bütün bunlann temsil et- tiği çürük inanç ve soysuz düşunceler atmos- ferinden kurtulmuş, uygarhk dünyasmm mut- luluğuna yönelebilmiştir. Ulus olarak bugün geldiğimiz düzey hiç de yeterli değildir. Bunun bir nedeni de Şapka Dev- rimi'nin değinilen içeriğinden uzakJaşmarruz olmuştur. Daha geç kalmadan, şapkayı önü- müze koyup dûşünmemizın tam zamanıdır. Tekirdağ'da Başlatılan Devrim... Niyazİ ORHAN ADD Tekirdağ Şubesi "îzmir 'i almakla büyükdavayı kazanmış ol- duk Buyangınlar.yıhntılarkısazamandagi- derilir. Yapılacak daha çok işlerimiz, başka çeşit ve görünmez düşmanlarla savaşlanmız olacak. Yılmayınız, başaracağız." Başkomu- tan Gazi Mustafa Kemal, îzmir, 10 Eylül 1922 9 Eylül 1922'de îzmir'de denize dökü- len düşmanın kente verdiği son zara- n gözlemlerken duyarlılığını bu bi- çimde dile getiren Atatürk, bundan sonraki savaşımın "başka çeşit ve görünmez düşmanlarla" yılmadan sürdürülmesi gere- ğinin altını çizer. Bu söylem, ülkesi yüzyıllar- ca geri bırakılmış, halkının kafası, gönlü ve yaşarm aydınlatılmamış Türk ulusunun ay- dınlanma savaşımımn mustusuydu. Saltanatın kaldmlması (1 Kasım 1922), Cumhuriyetin ilam (29 Ekim 1923), Halife- liğin kaldmlması (3 Mart 1924) ve eğitimin birleştirilmesiyle (3 Mart 1924) Türkiye Cum- huriyeti'nin siyasal, kültürel yapısı belirgin- leşmiştir. Bu yapılanma demokratik, laik ve çağdaş nitelikli yeni bir toplum yaratmayı amaçlıyordu. Bu değerleri yaşama geçirecek, sonsuzluğa değin yaşatacak ulusumuzu, dü- şünsel o^ak hazırlamanın yoluysa çağdaş eğitimden geçiyordu. Bu bağlamda, bir anı- nın tanıklığına yervermek istiyorum. 19221er- de yakın arkadaşlanndan birisi Atatürk'e "İş- te memleMti kurtardmız. Şimdi ne yapmakis- tiyorsunuz?" biçiminde bir soru yöneltir. Ata'mn yanıtı ılgınçtir: "Mitti Eğttim Bakanı ol)u-akuhısalkültnravâ\kMİtıneyeçahşınaken büyük emefimdhf Büyük Atatürk, bu yakla- şım doğrultusunda, çağdaşlığı yakalamasını Yönetim Kurulu Üyesi istediği ulusumuzun çok yetersiz okuryazar- lığuıı istenilen düzeye çıkararak onu uygar dünyanın saygın bir ortağı yapmak amacıyla 1928'de yazı (harf) devrimini gerçekleştir- miştir. Hkin 28 Mayıs 1928'de çıkanlan "1288" sayılı yasayla uluslararası sayılar (rakamlar) kabul edilir. Ardından on dört kişiden oluşan "Dfl Encümeni", ön çahşmalar sonunda, La- tin temeline dayalı yeni Türk harflerini belir- ler. 8/9 Ağustos 1928 günü Atatürk, îstan- bul'da Sarayburnu Parkı'nda yaptığı konuşma- da halkına seslenir: "Arkadaşlar, bizim uyum- lu, zengm dilimiz yeni Türk harOeriyle kendi- ni gösterecektir. Yüzydlardan beri kafamızı demir çerçeve içinde bulunduran, «nlayhnıı- yan ve anlamadığunız işaretlerden kendnnizi kurtarmak ve bu gerçeği anlamak zorundası- mz. Anladtğmıjzın izlerine \akın zamanda bü- tün dünya tanık otacakor. Çok işler yapıhnış- ür. Ama bugün yapmak zorunda okrağumuz son değil, laldn çok gerekli bir iş daha vardır: Yeni Türk harfkri çabuk öğrenilmeodir. Türk harflerini her yurttaşa, kadma, erkeğe, hama- la, sandalcıya öğretiniz. Bunu yurtseverfik ve ulusseverlik ödevi biliniz." Büyük Atatürk, Sarayburnu Parkı'nda yap- tığı bu konuşmayı izleyen günlerde yurt ge- zilerine çıkmış; salonlarda, alanlarda, karatah- ta başında yeni Türk harflerini ulusuna öğret- miş, öğretmenlerin, aydmlann yüreklerinde- ki özlemi ateşleyerek güzel yurdumuzu çok büyük bir dersliğe dönüştürmüştür. Bu bağ- lamda 23 Ağustos 1928'de Tekirdağ'a gele- rek D Genel Meclisi Salonu'nda (halen vali- lik makam odası) kısa bir açış konuşmasın- dan sonra karatahta başında Vali ArifBey'den başlayarak memurlara, halktan kişilere yeni Türk harfleriyle yazılar yazdırmıştır. Bu ge- ziyle ilgili izlenimlerini "Tekirdağh yurttaş- lanm daha şimdiden yeni Türk harfleriyle ya- zçokunıa>ih€nıenöğrenrnişkTdirdryebHHTm'' biçiminde dile getirmiştir. Tekirdağ, HarfDev- rimi uygulamasımn yapıldığı ilk kent olma- nın onurunu taşımaktadır. Tekirdağ gezisini izleyen günlerde Cum- hurbaşkanı Atatürk, 21 Eylül 1928'e dek sı- rasıyla Mudanya, Bursa, Çanakkale, Eceabat, Gelibolu, Sinop, Samsun, Amasya, Tokat, Sı- vas, Şarkışla, Kayseri il ve ilçelerinde başöğ- retmenliğini sürdürerek Türk ulusunun ay- dınlanma çağının sönmeyecek meşalesi ola- caktır. 1 Kasım 1928 tarihinde çıkanlan "1353" sa- yılı "Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hak- kmdald Kanun"la (Yürürlük Tarihi: 3 Kasım 1928) Latin harfleri asıl alınarak düzenlenen yeni Türk harfleri kabul edilmiş; Türk ulusu, ayduılanma çağına açılan kapıdan bilimin, bügeliğin, sanann, özgür düşünün, kısacası çağ- daş uygarhğm değerleriyle tamşmıştır. Cumhuriyet'ten önce toplumumuzun çok azını (yüzde 5 dolaylannda) kucaklayan ya- nm yamalak okuryazarlık, bugün yurt gene- linde yüzde 87'lere ulaşmışsa, bu sonuç yazı (harf) devriminin utkusudur. Özlemimiz, ulu- sumuzun tüm bireylerinin zorunlu sekiz yıl- lık (on bir yıla çıkanlmasının öngörülmesı sevindiricidir) temel eğitimle aydınlanması- dır. Böylelikle karabilisizlik (cehalet), bağnaz- lık ve çağdışıhğın karanlığı aydınlığa dönü- şecek, Atatürk'ün Onuncu Yıl Nutku'nda vur- guladığı "Milü kültürümüzü, çağdaş uygar- hkdüzeyinin üstüne çıkaracağız" ülküsü ger- çekleşecektir. CUMHURÎYETTEN OKURLARA ORHAN ERtNÇ Hukuk ve Sağduyu... Başbakan Ecevit'in ve medyamızın büyükleri- nin tüm çabalanna karşın "devlet krizi" istenilen kıvama getirilemedi. Bir anlamda dağ fare doğurdu. Iki buçuk yıllık uzun bir beklemeden sonra, birdenbire gündeme getiriten "bölücü, yıkıcı ve irticacılarta savaşım" söy- leminin ortaya atıldığı günler, 17 Ağustos depre- minin de arifesiydi. Günahı boynuma; belki de deprem yenilgisinin olası eleştirilerini arka plana atmanın kurtancısı olarak da düşünülmüştü. Gerçekten böyle düşünülmüşse başanlı bir si- yasal taktik örneğiydi. Depremi izleyen olumsuz- luklar, siyasilerin ve bakanlann kimi yerlerde ko- nuşma yapmadan aynlmak zorunda kalmalan ço- ğunlukla iç sayfalara kaydı. Hükümet yönünden deprem yenilgisini etkisiz- leştirdi ama.. yeni bir yenilgiye de ortam hazırla- dı. Bakanlar Kurulu şimdi kanun hükmünde karar- namenin benzerini yasa tasansı olarak hazırlama- ya çalışıyor. Ancak koalisyon ortaklannın ayn tellerden çal- dıklan da ortada. MHP ve ANAP adma yapılan açıklamalarda yal- nızca "yıkıcı ve bölücü faaliyetler"üen söz açılma- sı, "irticacı "lardan tek kelime bile edilmemesi dik- katlerden kaçmıyor. Bu bakımdan tasannın mad- deleri kadar geneli ve madde gerekçeleri de bü- yük önem taşıyacak. Varsayalım ki koalisyon ortakları, neredeyse TBMM'nin üçte iki çoğunluğuna yakın milletvekil- leri arasındaki Fethullahçı, Nurcu ve Süleymancı- lan grup karan ile bağladılar. Ama oylamaya katıl- maya zortama olanaklan yok. Sonunda takke düşüp kel görünecek, "laik Tür- kiye" söyleminin arkasına saklananlar da kamu- oyu önünde damdazlak kalacaklar. Diyelim ki tasarı hazırlandı ve Meclis'e sunuldu. Başta yıllardır bekleyen Af ve Türk Ceza Kanunu, CUMK ve Infaz Yasası tasannı önünde yeraldı. Ama en az kasıma kadar beklemesi gerekecek. Çünkü bu yasama yılına, Meclis Başkanlık Di- vanı seçimi ile eylemli olarak başlanabilecek. Bir anayasa düşünün ki hem "Egemenlik kayrt- sız şartsız milletindir" diyor. Hem de yürütmenin başının seçilmesine daha fazla önem veriyor. Anayasaya göre (Md.102) cumhurbaşkanının seçim süreci, görevdeki cumhurbaşkanının süre- sinin dolmasına 30 gün kala başlıyor ve eskisinin süresi dolmadan yenisi seçilip devir-teslim töre- nini bekliyor. Zorunlu durumlarda cumhurbaşka- nının hazırda bir vekili de var: TBMM Başkanı. Oy- sa TBMM'nin bu yasama yılı 1 Ekim'de şekil açı- sından başlayacak. Yasama çalışmalanna geçile- bilmesi için ise önce TBMM başkanının seçilme- si, ardından da başkanlık divanının ve komisyon- lann oluşması gerekiyor. Anayasaya göre (Md. 94) başkan adaylığı baş- vurusu için 10 günlük, seçim süreci için de yine 10 günlük bir süre var. Toplam 20 gün. 10 gün de (yetmez ya) başkanlık divanı ile komisyonlar için koyarsak yasama yılının başlaması 1 Kasım'a ka- yıyor. Ve geriye sekiz aylık bir yasama yılı ile önem- li pek çok tasan ya da öneri kalıyor. Bir de bakı- yorsunuz ki önce bütçe görüşmeleri ve bütçe ta- tili, ardından idarî karariarla uzatılmış bayram ta- tilleri geçip yaz tatiline ulaşılmış. Kanun hükmünde kararname krizinin önemli bir işlevi yerine getirdiğini de göz ardı etmeyelim. Ben dahil, bilen de bilmeyen de canlannın çektiğini uz- man yetkinliğiyle söyleyip yazarak hukuk bilimine önemli katkılarda bulundular. Kimisi de elmalarla armutlan toplamada büyük başan sağladı. Ama sonunda hukuk ve sağduyu galip geldi. Ya- şadığımız bu deneyim siyasetteki çapaçulluğu- muza çekidüzen vermişse ne mutlu. • önümüzdeki pazartesiye kadar gönlünüzce bir hafta geçirmeniz dileği ve saygılanmızla. oerinc@cumhuriyet.com.tr ARAK1J ASLİYE HUKUK HÂKİMLİĞİ'NDEN DosyaNo: 1997/82 .• • Duruşma Gûnü: 21.09.2000 Saat 09.10 Davacılar Hüseyin Beşir ve müşterekleri tarafından davalılar Ahmet Sabri Sağıroğlu ve müşterekleri aley- hine açılan tapu iptali davasında; Davacı Kalecik Mahallesi tapu sıcilınin 305 ada, 2 No'lu parselinin Kadastro tesbit tutanağının iptali ve verasetteki mirasçılar adına tapuya tesciline karar ve- rilmesi yönünde dava açmış, dava dilekçesi davalılar- dan Abdullah Kerimoğlu'nun yapılan tüm araştırma- lara ve adres tespitlenne rağmen bulunamadığından ilanen tebliğe karar verilmekle davalı Abdullah Keri- moğlu'nun belirtilen duruşma gününde hazır olması veya kendisini bir vekille temsil ettirmesi, aksi halde yargılamanın yokluğunda yürütülerek sonuçlandınla- cagı hususu ilan olunur. 14.8.2000 Basın: 47654 GUMUŞHANE KADASTRO MAHKEMESİ'NDEN EsasNo: 1989/37 Davacı: Ahmet Gülmehmet ve arkadaşlan Davalı: Hüsniye Tuncay ve arkadaşlan Dava: Kadastro Tesbitine Itiraz Duruşma gün ve yeri: 19.10.2000 günü, saat 09.15 'te Gümüşhane Kadastro Mahkemesi duruşma salonu Davalı Ahmet Tuncay mirasçılanndan Refia Tun- cay'ın mirasçısı olan eşi Mevlüt Aksoy'un tüm araştır- malara rağmen adresi tesbit olunamadığmdan, bu da- valınm yukanda belirtilen duruşma gün ve saatınde mahkememizde hazır bulunması veya kendisini bir ve- kille temsil ettirmesi, aksi halde dunışmaya yokluğun- da devam edilip karar verilecegi, dava dilekçesi yerine kâim olmak üzere 7201 SK'nin 28 vd. maddelen gere- ğince tebliğine, İlan tanhinden itıbaren 15 gün sonra tebiigat yapıl- mış sayılacağı ilan olunur. 17.08.2000 Basın: 47608 1998 PALİO 1.4; Elektrikli sunroof, Pioneer teyp, alarm, sıfır lastikler, 38.000 km., 5.5OO.OOO.OOO TL. .;••.- Tel: 0542 2166863
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle