23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 TEMMUZ 2000 ÇARŞAMBA 8 HABERLER Aristo/des Spiruya da bilinen adıyla I. Athenagoras, 1948-1972yılları arasında İstanbulBaşpiskoposluğu görevinde b YeşüKuşak'tabirHıristiyanCÜNEYTAKALIN Son zamanlarda Fener Patrikhanesi hakkmdayazılanlarçizilenlerarttı. "Din- lerarası diyalog"lar, vb. derken CMn- ton 'un 1999 sonunda AGÎT Zirvesi için geldiği istanbul 'da geçirdiği birkaç gün içinde Fener Patrikhanesi'ni ziyaret et- mesi, dikkatleri bir kez daha patrikha- neye çevirdi. Laik Türkiye Cumhuriye- ti'nde Hıristiyan yurttaşlann özgürce ibadet etmeleri, en doğal haklandır ve bu, yasalann güvencesi altındadır. Da- hası, yüzyıllardır butopraklarda Rum Or- todokslarla yaşayan Müslüman nüfu- sun da tanıdığı, uygarhğımn bir parça- sı saydığı Fener Kilisesi de tarihimizin birparçasıdrr. Ancak nasıl Müslüman nü- fus cumhuriyetimizin temel kurallanna uymak, dini esaslara dayalı birdevletkur- maktan kaçınmak zorundaysa, Fener Patrikhanesi de cumhuriyetin yasalan- na bağlı kalmak zorundadır. Oysa, acaba gerçek bu mudur? Özel- likle II. Dünya Savaşı'ndan sonra Sov- yetlerBirliği'ni güneyden kuşatmak için ABD'nin başını çektiği müttefıklerce ge- liştirilen (yeşil) kuşakta, Islamcılann oynadığı anti-komünist, anti-Sovyet rol büiniyor. Peki acaba Hıristiyancılann o oyunda bir rolleri olmadı mı? 1948'de yani tam da Soğuk Savaş'ın iyice hızlandığı ve ABD'de McCarthy'ci rüzgârlann esmeye başladığı sıralarda New York'tan Istanbul'a gelen (yolla- nan) Athenagoras 'ın "ekümenik pat- riklik" performansı, bu sorulara pek çok yanıt getiriyor. Athenagoras'ın 1439'dan beri ilk kez Katolik Kilise- si'nin başı papa ile bir araya gelmesi de dikkat çekicidir. Bu bir araya geliş, an- ti-komünist yeşil kuşak çe\Telemecili- ği ile ne ölçüde ilişkilidir? Din ve siyaset ilişkilerinin yeni boyut- larkazandığı, çeşitli yerli-yabancı güç- lerin cumhuriyeti laik mevzilerini terke zorladığı günümüzde, Athenagoras'ın oynadığı tarihsel rolü iyi bilmek önem- lidir. Athenagoras'ın patrlk seçHlsl Kuzey-Güney Amerika'daki Orto- doks-Grek Kilisesi'nin Başpiskoposu Athenagoras, İstanbul'daki Fener Patrik- hanesi'nin Kutsal Meclisi (Saint Sinod) tarafindan 1 Kasım 1948'deRum-Orto- dorkslann ekümenik patriği seçilir. Pat- rik, ocak başında New York'tan Istan- bul'a doğru yola çıkar. Fransa'nın New York Başkonsolosu Ldovic Chancel, Fransa'nın Washington'daki temsilcisi Büyükelçi Henrdi Bonnet'ye hitaben kaleme aldığı raporunda şu bilgileri su- nar: Doğu Kilısesi'nin (Ortodoks Kili- sesi) işlerini çok yakrndan izleyen birkay- naktan aldığım bilgiye göre, yeni Pat- rik yolculuğunu, emrine tahsis edilen ABD Başkaru'nın kişisel uçağı ile ya- pacaktır. Bujest. anti- Sovyet güçlerin bir araya gelmesinde Grek-Ortodoks Kilısesi'nin oynayabileceği role, Ame- rikan yetkililerinin gösterdiği somut il- giyi çarpıcı biçimde vurgulamaktadır... Bugörevlendirme dolayısıyla görüşebil- diğim sorumlu Protestan unsurlar, ola- yı gerçekleştirenin, Anglikan Kilise- si'nin önerilerine kulak veren ve Anka- rahükümeti üzerindeki baskı olanakla- Athenagoras'ın 28 Ocak 1949'dayapılan patrikohna törenine SovyetlerBiıüği ve Yugoslavya dışında tfim diplomatik temsikflikler kaüldı. nnı kullanmakta tereddüt etmeyen ABD hükümeti oldugunu gizlemediler. Yeni Patrik, basına verdiği demeçte, anti-ko- münist, dahası anti- Sovyet bir tavır içi- ne girdi ve Amerikan ideallerine bağh kalacağını ifade etti (Chancel'in 12 Ocak 1949 tarihli ve 11 sayılı raporu, Quai d'Orsay Arşivi). Fransız konsolosunun raporundan bir- kaç sonuç çıkıyor: a) Athenagoras'ın İstanbul Fener Ki- lisesi'nde görevlendirilmesinde ABD hükümeti aktif rol oynamıştır. b) ABD Başkanı Truman, Patrik'e özel bir uçak tahsis eder. c) Bu görevlendirme karannda ABD hükümeti üzerinde etkili olan, Ameri- kan Protestan Kilisesi'dir. Bundan, her iki kilisenin Sovyetler'e karşı ittifak için elele çalıştığı apaçık ortaya çıkıyor. d) Athenagoras aldığı anti- komünıst ve anti-Sovyet tavn baştan açıklayarak gerekli yerlere mesaj venniştir. Fransa'nın New Yoık Konsolosu, o günkü dinsel- siyasal Soğuk Savaş or- tamında Amerikalı Rumlardan birinin Yeni Roma'ya Patrik olarak görevlen- dirilmesini, haklı olarak, ABD tarafin- dan dış politikada dinsel öğelere veri- len önemin artması ile açıklıyor. Ve Fransız Konsolos, o günkü tarihsel ko- şullan dikkate alarak, Fransa'nın ve In- giltere'nin o bölgede bıraktığı mirasa Amerikahlann pratıkyaklaşımını olum- luyor. ,- . , Athenagoras'ın İstanbul a gellsl : _ Athenagoras, 26 Ocak 1949'da Baş- kan Thunan'ın özel olarak tahsis ettıği askeri biruçakla geldiği tstanbul'da, Yû- nanistan Büyükelçisi, Diyanet Işleri Başkanı ve dindaşlan tarafindan karşı- lanır. Athenagoras, Yeşilköy Havaalanı'n- da verdiği demeçte, Türkiye'ye dön- mekten duyduğu mutlulugu dile getirir, Başkan Truman'dan Inönü'ye bir me- saj getirdiğini beürtir. Gelişinden kısa bir süre sonra Atatürk Anın'na çiçek koyar. Athenagoras'ın başa geçme töreni 28 Ocak 1949'da Patrikhane'de yapılır. Tö- rene, yerel yetkililer ile Sovyet Birliği ve Yugoslavya dışında tüm diplomatik temsilcilikler kanhr. Athenagoras, tören- de yaptığı komışmada, Türk hükümeti- ne ve Ortodoks Kilisesi'nin üst düzey yöneticilerine teşekkür ettikten sonra, dünyada hüküm süren siyasal, ekono- mik ve toplumsal buhranın bir analizi- ni yapar. Bu kriz, Patrik'e göre, Isa'nın ilkelerinden uzaklaşmaya dayandınla- bilir. Özgürlükleri ve uygarüğı tehdit eden ortak tehlikeye karşı mücadele edebihnek için, tüm Ortodokslara, tüm Hıristiyan kılıselerine olduğu kadar öte- ki dinlere ve özellikle Islama çağn ya- par.Patrik, konuşmasının sonunda Ata- tûrk'ün eserini sürdüren Türk halkına ve Cumhurbaşkam Inönü'ye duyduğu hayranlığı ifade eder. Patriirin Anfcara zlyaretl Athenagoras'ın Türkiye'ye ve Türk- lere yolladığı gülücükler, bu kadarla kalmaz. Patrik, yanında Kadıköy Met- ropoliti ve Kutsal Meclis Sekreteri ol- duğu halde 4 Şubat 1949'da hükümetin kendisine tahsis ettiği özel vagonla An- kara'ya gider. Burada tnönü tarafindan kabul edilen ve Cumhurbaşkanına Tru- man'ın özel mesajnıı veren Athenago- ras, Inönü'ye bir duvar saati ve bir ba- rometre de armağan eder. Athenagoras buradayaptığı konuşmada "büyükbaş- kanT ziyaret etmeyi "kutsal birgörev" bildigini beürtir, "aziz vatanmm başa- nsı ve onuru" için var gücüyle çalışa- cağını söyler. tnönü Athenagoras'ın getirdiği Başkan Truman'ın "degern" mekrubu"nu almaktan duyduğu mut- luluğu ifade eder. Athenagoras'ın Ame- rika'daki etkinliklerini yakından izledi- ğini, Patrik'in vatanına bağlılığmdan mutlulukduyduğunubelirterek Athena- goras'ı över. Athenagoras Istanbul'a dö- nüşünde Cumhuriyet'e verdiği demeç- te, "büyük başkan" tnönü 'yü yakından tanımaktan duyduğu sevincı dıle geti- rir, şöyle devam eder: *Yüce kişiügi hak- kında açık birfikir edinebilmekiçinonu ıi7aktan tanımak yeterli olmuyor." tnönü'nün, ölçülü birdille de olsa, Pat- rik'i övmesi, Amerika'dan gelen bu po- htikacı-din adamından Türkiye'nin an- ti-komünist beklentileri ile açıklanabı- lir. Inönü'nün bu kabulünden sonra Pat- rik, Milli Eğitim Bakanı ve Diyanet tş- leri Başkanı tarafindan yemeğe alıkonur. Bujest, laikliğin cumhuriyeti yöneten- lerce o tarihlerde hâlâ önemsendiğinin bir işaretidir. Buna karşılık Inönü'nün Truman'ın Athenagoros'la yolladığı me- sajı kabul etmesi, CHP'nin 4O'lı yılla- nn sonunda içine sürüklendiği şaşkın- hğm bir örneği olarak kabul edılmeli- dir. Ankara'nm ve Washington'ın kar- şılıkh elçiler bulundurduklan koşullar- da, bir başkanın mesajının ötekine din adamlannın aracılığıyla ulaşması, olsa olsa Soğuk Savaş yıllannın özel kosjıl- lan ile açıklanabilir. .;-"/' Yurtdışından gelen anti- Itomünlst temsllcller Dünya ülkelerinın Soğuk Savaş nede- niyle, "komünist/anti-komünist" diye konuşlandıklan bir ortamda, yani 1949- 50 yıîlannda, İstanbul gibi bir "serhat tentTndeki "nüfuzJu kişi", doğal ola- rak pek çok politikacının aklına gelen ilk isimlerden biri olur. Fransa Büyükel- çisi Jean Lescuyer'in 15 Temmuz 1949'da Dışişleri Bakanı RobertSchu- man'a Ankara'dan gönderdiği raporda Başkan Truman'ın temsilcisi Myron Taylor'm ziyaretinden söz edilir. Fran- sa elçisinin, Yunan meslektaşından al- dığı bilgilere dayanarak yazdığı rapora göre, Myron Taylor, Patrik'ten Papa'nın son açıİdamalanna koşut bir anti-ko- münist demeç vermesini ister. Patrik Athenagoras biraz tereddüt geçirir. Or- todoks kihselerinde olamacak bir bildi- riyi hemen kaleme almaya hazır oldu- ğunu, bunun ötesine geçmek istemedi- ğini söyler. Myron Taylor Athenagoras'a bir öne- ri daha getirir; "uydu(Sovyet)devletter- deki idliselerle il^K bir savunma poüti- kası T 'nı birlikte geliştirmelerini önerir. Romanya'da ve Bulgaristan'da Katolik kiliselerinin yıkıma süriiklenmesi, Or- todoks Kilisesi için elverişli bir ortam yaratmıştır. Athenagoras bu konuda da çekimser davranır. Truman'ın özel el- çisinin işi bu kadarla da kalmaz. Türki- ye'ye gelenin bir de Ortadoğu'daki so- runiara el atması, neredeyse kural hali- ne gelmiştir; bu kez de öyle olur. Tay- lor Kudüs'ün açık şehir ilan edilmesi (uluslararasılaşünlrnası) için Birleşmiş Milletler'den bir talepte bulunmasını Patrik Athenagoras'dan ister. Ancak bu, böylesi bir girişim, uluslararası bir ku- ruluşa hitap ettiği için, Dışişleri Bakan- lığı'ndan geçmesini öngören Türk^hu,- tcümetinin karşı çıkışına takılır. Sonuç itibanyla Truman'ın elçisi Tay- lor istediklerini tam elde edemez. Ame- rikalı temsilci, lstanbul'da Patrik'in, uzaktan sanıldığı kadar büyük bir etki- ye sahip olmadığı gözlemini yapar, bu- nu rapor eder.Temmuz sonunda İstan- bul gazeteleri Helen Başkanlık Konse- yi'nin Basm Işleri Müdürü Antoine Ha- mudopulos'un Patrik'i ziyaret ettiğini okurlanna duyurur. tstanbul gazeteleri- ne göre ziyaretin nedeni, Katolik ve Or- todoks kiliselerinin komünizme karşı yakm zamanda yapacaklan işbirliğidir. Patrikhane bu haberleri yalanlar, görüş- menin nezaket ziyareti oldugunu öne sürer. Ancak bu açıklama Fransa elçi- sini bile ikna etmemiş olacak ki, elçi M.Lescuyer, 29 Temmuz 1949'da Ba- kan Schuman'a yolladığı yazıda, Pat- rik'in temkinli anti- komünist çizgisin- den vazgeçtiğine dairbir işaret olmadı- ğnııbelirtir. SÜRECEK Athenagoms hi/ndir? Aristokles Spiru ya da bilinen adıyla I.Athenagoras 1948-1972 yıllan arasında Patriklik ve tstanbul Başpiskoposluğu görevinde bulundu. 1886'daYanya yakınlannda doğan, 1972'de tstanbul'da ölen Athenagoras, bir Osmanlı yurttaşı olarak dünyaya gözlerini açtı. Heybeliada Ruhban Okulu'nda eğitim gördükten sonra diyakoz oldu. Atina'da daha sonra ekümenik patrik olan Başpiskopos Metetios'un yanında başdiyakoz olarak görev yaptı. 1922'de Korfu metropoliti, 1930'da 2 milyon üyeli Kuzey-Güney Amerika Rum Ortodoks Kilisesi'nin başpiskoposu oldu. Bu görevdeyken birçok yeni papazlık mınökası açtı, birçok yeni okulun kuruhnasma önayak oldu. 1948'de ekümenik patrik seçilen Athenagoras'ın. Papa VI. Paul'ün sözleriyle "bütün Hıristijunlann biijük savumıcusu" olarak sivrildi. Kendi girişimiyle 1964'te Kudüs'te Papa VI. Paul'le buluştu. Böylece Katolik Kilisesi ile Rum Ortodoks Kilisesi arasında 1439'dan beri ilk görüşme gerçekleşti. İki önder 1054'te iki kilisenin karşılıklı aldığı afaroz kararlannın yürürlükten kaldınhnası bakkında 1965'te görüş birliğine vardılar. Bu tarihsel olay, Roma'daki Sen Piyer Bazilikası ile Istanbul'daki Fener Patrikhanesi'nde aynı anda düzenlenen ayinlerle sonuçlandınldı. Uhisalbasuun patıiğe tepkisi Athenagoras'm patrik olma töreni 28 Ocak 1949'da Patrikhane'de yapılır. Ulusal basın törene geniş yer verir. CHP'nin organı Ulus, Athenagoras'ın patrik seçümesinin Mosko- ;ı>l,va'ya darbe indirdiğini öne sürer, şunlan ya- ... - zar:"Ortodoks KJKsesi'nin tüm yabancı etîd- lerden. ülke için zararfa faaliyederden uzak duracağı konusunda emin olunabflir.'' Ulus, yeni patriğin ülkenin "gerçek bir evtadt" ol- duğuna, ilk işinin Cumhuriyet Anıü'na çiçek koymak olduğuna, ilk söylevini Türkçe ver- diğine dikkati çeker, kişiliğinin Türk- Ameri- kan dostluğunun simgesi değerini taşıdığını belirtir. Ulus, Rum cemaatinin ve tüm insan- lığın yaranna göstereceği çabalarda, Patrik'in Türk hükümetinin desteğini arkasmda bula- cağını yazar. Kudret gazetesinde ise, Millet Partisi'nin lideri YJükmet Bayur, Patrik'in yeni görevinde Türk halkının sempatisinden ve desteğinden emin olması gerektiğini belir- tir. Görüldüğu gibi, anti-Sovyetizm sadece Patrik'in değil, CHP yöneticilerinin ve muha- lefetin de gözünü karartmıştır. Türkiye'yi yö- netenlere hâkim olmaya başlayan anlayış, "anti-komünist oisun da isterse dincflerden ot- sun" anlayışıdır. Patrik, yüzlerce yılldc Rum Ortodoks cemaatinin yeni lideri olarak değil, Türk-Amerikan dostluğunun simgesi olarak görülmektedir. NURCULARIN ÖNDE GELEN YAZ ARL AR IN D AN YAVUZ BAHADIROĞLU SORULARIMIZI YANITLADI 'Her türhi cemaat sultasma karşıyız9 tD-l NURSİ'DEN BUGÜNE Bilintneyen İSLAM -Cemaaderin arasındaki mücadele, çabş- maveböBnmekri nasıldeğeriendirhorsunuz? - "Mücadek", "çaöşma" ve "böJûnme-" Tanımlama yaparken seçtiğiniz sözcüklere elbette saygı duyuyorum, ama daha ilk soru- nun hemen ilk satınnda savaşlan hatırlatan kelımelerm arka arkaya sıralanması, insanı hem ürkûtüyor hem de kara kara düşüameye iti- yor.Bu görüntü doğru ise sizin deyişinizle "cemaatler" ve tabii o cemaatleri yönetme id- diasında olanlar çok büyük vebal altındadır. Şayet bir yerde kavgaya varan sürtüşmeler yaşaaıyotsa o yerde ya bolüşülecek- ükşik- cekbirşeylervardır, ya dahayatadünyacı (bir anlamda seküler) yaklaşımlar söz konusu- dur. Bunlann ikisi de, benim anlayışım çer- çevesinde, manevi hayatı hem daha derin ve donanımlı hem de daha estetik ölçüler için- de yaşama güdüsüyle bir araya gelmiş eşit ve özgür insanlann birbkteliğiyle oluşan "ce- maat"in varlık sebebine aykın düşer. Çünkü "cemaat" temelde "manevT üdimdir. Yahut öyle olmalıdır. Aralanna dünya sızmış grup- lara "cemaat" demek doğru olmasa gerek. Farklı insanlarda farklı duygular, farklı fi- kirler bulunabilir. Farklar zaman içinde, bir- likteliğin ruhunu ıncitecek kadar büyüyebi- lir de... Buna "flrtflaT deniyorsa, bu ihtilaf- nr. Ama ihtilaflann "manevihayat" tercihiy- le oluşmuş estetikbirükteliğin (cemaat diyor- sunuz) ruhunu zedelemeyecek şekilde çö- zümlenmesi gerekir. Bu yapılamamış da top- luma "kavga" manzarası verilmişse ya ola- yın topluma sunumunda ya da algılamada bir hata aranmalıdır. -Birc«naatinsi>Mİrakiplerediımıesivebir sh-asi hareketinsavmncu ohnası doğru bir şey mi?_ -Belıriı amaçlarla oluşmuş temelde siya- sal kimlikJeri bulunmayan (dini) gruplar da zaman zaman tercihlerini ortaya koyup ris- kini üstlenmek durumunda kalabilirler. Be- diüzzaman Said Nura dinin ve dini kutsal- lann kesinlikle siyasete alet edilmemesi ge- reğini savunur. Risale-i Nur camiası temel- de bu görüşü benimsemiş, bu nedenle dine dayandığı izlenimi veren siyasi oluşumlan desteklememıştir. Ama siyaset (siyasal bir- lık ya da aynldc) "cemaat" içinde belirleyi- ci değildir. Yine sizin ifadenizle "Nur brie- bderi"nin siyasetten çok önde gelen müşte- rekleri vardır. Belirleyici olan o müşterek- lerdir. (Bediüzzaman, bu müşterekleri Allah, peygamber, kitap, kıble, bayrak ve vatan bir- liğî şekünde özetler) -Siz Yeni Asya'dan neden aynklnıız? -Kavgalar, mücadeleler, bolünmeler, Al- lah'ın nzasmı paylaşamamaktan dolayı çık- maz, cenneti bölüşememekten dolayı da çık- maz; kavgalann, yahut sizin tabırinizle mü- cadelelerin arka planında, şayet "kazanma" hırsı yatmıyorsa "hükmeOne" ihtirası yata- bilir. Her ikisi de mana âleminde merduttur! -Yeni ıNesilgrubunun Yeni Asy»'dan ve Fef- huDah Gülen cemaatinden ne gibi faridarı var? -Tabii sadece kendi adıma konuşabüirim. Ben şahsen demokrat kımlıklı bir insanmı Her- kesin istediğini düşünmesini ve düşündüğü- nü rahatlıkla söylemesini savunurum. Farkh olmak ya da farklı görünmek ihtiyacı içinde değilim. Geçmişte gazete çıkardığnruz kimi arkadaşlarla Moral FMradyosunukurduk. Dü- şüncelerimizi hem bu radyoda, hem de Mo- ral Dünyası dergisinde açıklıyoruz. Devlete bakışuna geHnce: Ozgürlûkçü her- hangı bir vatandaşm bakışmdan çok farkh değil. Devletin teknik, küçük ve mutlak ma- nada milletiyle banşık ohnasını isterim. üı- san kutsaldır: Ne uğruna olursa olsun insana inanç.fikir,siyaset, kryafetdayaaimamalı. Ka- rarlannı özgür iradesiyle vermeli. -Fethuüah Gülen'indevledeve sistemle ba- rtşık oimasmı, sistemin >anında diğer cema- atlere otduğu kadar FP kesimine de karşı ta- vır aimasım nasıl değeriendirhorsunuz? -Devletle kavgalı olmak, Islamın şartla- nndan biri değil. Dindarlann devletle mutla- ka kavga etmeleri gerektiği şeklinde -ne hik- metse- bir kanaat oluşmuş. Bu yanlış. Sanı- yorum bu yanüş, hayata Maıksist idollerden bakma ahşkanlığından kaynaklanıyor. Müs- lümanın "devleti efc geçirme" gibi bir derdi yok. Sadece yöneticilerin bazen devlet adına yaptığı kimi yanlışlan sorgulama gibi bir dertleri var. Binaenaleyh, dindar. ne hep dev- letçidir, ne hep devlete karşıdır. Yapılan ic- raatlannrenginegöre olayayaklaşır (En azın- dan ben böyleyim). Bedıüzzaman'ın ve eser- lerini okuyan ınsanlarm, genelde, dine dayan- dığı imajtnı veren siyasi oluşumlar hakkın- daki görüşlerinı, ikinci soruya verdiğim ce- vapta özetlemeye çalıştığımdan, burada, tek- rarlamak istemiyorum. -28 Şubar'ı yorvnûar nusmız? -Gerek 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, ge- rekse 28 Şubat. Türkiye'nin demokratikleş- me çizgisinde birer kınktır. Umanm 28 Şu- bat son kınk olur. Zira darbeler ve müdaha- lelerle "çağdaş uygarhk dOzevine" ulaşan bir toplumu tarih henüz yazmamıştır. Tersine bu hedefe çoktan ulaşmış toplumlann ortak nok- talannın insan ve insan haklan eksenli demok- ratik bir yapı kurmak oldugunu görmekte ve ülkemiziçin de böyie bir yapı oluştunnanın zaruretine işaret etmekteyiz. Türkiye'deki mücadelenin özü aslında bu- dur: Cemaat içinde, ya da cemaatler arasın- daymış gibi gözüken mücadelelerin özü bile aynıdır. Hadi söyleyeyim: Ben ve arkadaşla- ran, hangi güç kaynağına dayanırsa dayan- sın (cemaat, tarikat, siyaset, izm, din, ideolo- ji, vs.) her türlü sultaya karşıyız. Bu anlam- da tabii ki siyasi partilerin kapatılmasına, si- yasetçilerin zindanlara atılmasına ya da ebe- di yasaklann cenderesine alınmasına da kar- şı olacağız. Vaktiyle Sayın Demirel'e verdi- ğımız desteğin 12 Eylül süreciyle doruğa çık- tığını görürsünüz. O tavnmızda antidemok- ratik dayatmalara ve halka rağmen, halkın iradesine rağmen vürürlüğe konan siyasal ya- saklamalara karşı sessız direnişler ve çığlık- lar vardır. O süreçte. partisini ve politikala- nnı benimsememekle birlikte Sayın Ece\it"ı savunan yazılar yazan kalem de benim kale- mımdjr. Aynca tüm darbe anayasalanna ret oyu veren de benim arkadaşlanm ve dostla- nmdır.Kısacası, siyasi partinin kimliği, ama- cı ne olursa olsun -iktidara gelme yöntemi ce- bir ve şiddete dayanmamak kaydıyla- kapa- tılmasını onaylamam mümkün değil. Malum kasetlere gelince: 28 Şubat süreci ile başlayan "şokkaset" rurvası artık bir ko- mediye dönüştü ve inandıncıhğını iyiden iyi- ye kaybetti. Bir skandal bitmeden biri path- yor, ama alnndan dapek bir şey çıkmıyor. "Fa- dime ile Cinci Hoca'nın Maceralan" olarak başlayan süreç artık kabak tadı verdi. Bu ara- da bazı gözaltılan manşete çeken "tkheffi med\-ası"nın beraat kararlarını 27. sayfanın en altında tek sütuna sıkıştırması, ne garip bir gazetecilık anlayışıdır. Şöyle düşünü)orum: Bİrinsan hem "devletçf, hem "devieiiııkar- şBrada" olamaz. Fethullah Hoca'yı birkesim "devfetp" buluyor, diğer kesim ise "devletate}1 - hine" oldugunu iddia ediyor. Sanıyorum dev- letin içinde birbirine zıt iki kutup var. Kutup- lardan biri tanınmış bir kişi hakkında müs- pet bir şeyler söyleyince, diğeri derhal kaset servisi yapmaya başlıyor. Hayatı boyunca adım adırn izlenıp gözlenerek tüm konuşma- lan kaydedilen her insan, zaman zaman aley- hine kullanılabilecek sözler de eder. Devle- tin en makbul isimleri bile böyle bir sınav- dan "sağlam" çıkamayabilirler. -tsiaına kesimler biu yaşanan ola>lardan negibi sonuçlar çıkardı. Ve bundan sonra ne- ler olacak? -Ben kendimi öteden beri "tsbma" ola- rak değil, sadece "Mûslünıan'' olarak tanım- lıyorum. Ve 28 Şubat sürecinden sadece "îs- lamcı"lann değil, Türkiye'de yaşayan herke- sin bazı dersler çıkarması gerektiğini düşü- nüyorum. Birinci ders. Demokrasi ve insan haklan herkese lazım... İkinci ders: Devletin ideolojisi olursa diğer ideoloji mensuplany- la birlikte inanan ve düşünen herkesin zaman içinde canı yanabiür.Örneğin, ideolojık dev- let bir dönem " a n ^ ^ - ^ işbirliği yapıp ırk- çılann canına okur (1946 tevkifatı gibi), son- ra "ırkçılar"la işbirliği yaparak solculann ca- nına okur (1980 süreci gibi), derken solcular ve milliyetçilerle işbirliği halinde bu defe "dincBer''in -yahut benim kendimi tanımla- mamla- "dindar''lann canına okumaya yö- nelir (Son devre). O süreçte de her tanınmış "dindar" hakkında bir kaset çıkar. Toparlarsak: Devletin ideolojisi olnıama- lı, ülke tam demokrasi ile yönetilmeli, laik- lik Batı'daki gibi uygulanmalı: Öyle uygula- nirsâ şflcâyetler minimııma iner ve banş aş- tamı güçlenir. "Dindar" politikacılar da, sanıyorum, ar- tık bunlan gördüler. Birmiktar fanaük roman- tiğin dışında. artık kimse demokrasiyi "kii- für rejimi" olarak algılamıyor.28 Şubat sü- recinin, Türkiye'ye en büyük dersi bu olsa ge- rek. Bundan sonra hiçbir şey gerçekten de es- kisi gibi olmayacak. Son söz: Kimi dindarlar, kendilerini "ls- lama" olarak tanımlayan, aydının ve siyaseti "cihad" zanneden siyasetçinin tuzağına düş- tü. Bundan hem bütün dindarlar zarar gördü hem de Türk demokrasisi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle