23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 HAZİRAN 2000 CUMA 14 i l U i V kultur@cumhuriyet.com.tr AynımüzikdilındeM orkestm Gürer Aykal, Borasan Filarmoni ile El Paso Teksas Senfoni Orkestrası'nı yönetiyor AYŞE KÖKSAL 28. Uluslararası Müzik Festivali'nde, şef Gürel Aykal yönetımındekı Borusan tstanbul Filarmo- ni Orkestrası ile El Paso Teksas Senfoni Orkestra- sı bırlıkte Aya Irini'de bir konser verdi. Soprano Kishna Davis ve bariton Lawrence Craig'in solist olarak katıldıklan 85 kişılık bırleşik orkestra kon- serde FeritTüzün'ün Türk Kapriçyosu', Gersh- win'ın 'Porgy ve Bess' operasından bölümler ve Dvorak'ın 9. Senfonisi'ni seslendirdi. Farklı ülke- lerden müzik insanJannı aynı çatı altında birleş- tiren orkestra, 24 Haziran'da Efes Antik Tiyat- ro'da, 26 Haziran'da Bodrum Kalesi'nde, 27 Ha- ziran'da Marmaris Açıkhava Tiyatrosu'nda ve 29 Haziran'da Aspendos Antik Tryatro'da konser ve- receği bır güney illeri turnesine çıkacak. - El PasoTeksas SenfoniOrkestrasTndan söz ede- bilir misiniz? GÜRER AYKAL - Teksas'ın en eski orkestra- sı ve savaşlar dahil, konserlenne hiçbir şartta ara vermemış. Meksika ile Amerika sınınndaki El Paso, iki kültürün de etkilerini taşıdığı için tstan- bul gibi zenginlikleri olan, canlı bir şehir. En önemlı özelhğı, orkestrada çalan herkesin aynı zamanda şehir üniversitesınin müzik bölümünde görev yapması. Aynca diğer merkezlerden gelen gençleri de bünyesine katıp eğiriyor. Kolay bir sı- navlan var: Her saz, bir Mozartkonçertosunu ses- lendirdiği ve gördüğünü anında çalabilmesinin ölçüldüğü bır sınavdan geçince orkestraya katılı- yor. Çalan kişınin Meksikalı, zenci ya da Ameri- kalı gibi aynmlaryapılmadan sadece müziğuıe gö- re değerlendirildiğini göstermek için her sınav perde arkasında yapılıyor. Diğer bütün Amerikan orkestralan gibi özel. El Pasolulann desteği, bı- let satışlan ve sponsorlarla yaşıyor. Amerika'da bir kent için orkestra çok önemlidir. Çünkü verilen hiz- metler San Fransisco'da, San Diego'da Los Ange- les'ta aynıdır. Üstünlüklerini ve kendilerini sanat- la kanıtladıklan için, belediyelerin ayn sanat bö- lümleri vardır. Bunlar, kentlenndeki sanat kurum- lannın kazandıklan ölçüde para verirler. Ameri- ka devietinin en büyük katkısı bu kurumlara ya- pılan yardımlan vergi dışı bırakmasıdır. Bu yüz- den Amerika'da 800 tane orkestra var... 'El Paso'nun yanstnı değjştirrüm' - Türkiye'de bir orkestra yönetmekle Ameri- ka'da bir orkestra yönetmek arasında ne tür fark- lar var? AYKAL - En büyük fark devlet tabii ki... Ora- da müzısyenler, tatillerde para alamazlar mesela. Orkestra şeflerinin haklan çok farklı. Türkiye'de herkes 657'ye bağlı olarak devlet memuru oluyor. Bu açıdan kimin başanh, kimin başansız olduğu- nu ayırt etmek mümkün olmuyor. Ben devlet or- kestralanndan bir iki arkadaşın aynlmasını çok is- temıştim. Bunun için rapoıiar sundum, olmadı. Dev- let orkestrasına giren bir kışı, ne yaparsa yapsın 65 yaşına kadar kalıyor. Bunun bır yaşam güven- cesi olduğuna katılıyorum. Ama eğer birisi başa- nsızsa, yeteri kadar çalışmıyorsa, onun sanatçılı- Ç yef, kendi müzik karakterini, anlayışını orkestraya verir ve orkestra bu anlayışla şekillenir. El Paso Teksas Orkestrası ve Borusan Filarmoni birbirlerini hiç tanımıyor. Ama her ikisi de benim müzikte vardığım nokta ne ise onunla yoğrulduğu için aynı anlayış içinde olduklannı gördü. Aynı müzik dilini ve yapısını paylaştıklarını anladılar. ğı elinden alınır ama memurluğu devam eder. Ba- zen özel müzik mahkemeleri olsun, hâkimlere 'ld- min ne yapıp yapamadığını' anlatsam, o müzisyen de kendi sıkıntısını söylese diye düşünüyorum. Amerika'da orkestra şefi aralığa kadar üyelere ge- rek yazı ile gerek sözle hatalannı söylüyor, uya- nyor. Hâlâ devam edıyorsa şef, onlan orkestradan ayırabiliyor. Ben 93'te geldiğımden beri El Paso Orkestrası'nın yansını değiştirdim. -Devietorkestralannı bir kenaraayınrsak,özel orkestralar açısından olanaklar neterdir? Borusan FüarmoniV bakarsak mesela-. AYKAL - Devleti arnk konuşmamak gerektıği doğru. Bana her zaman bu karşüaşnrma. sorulu- yor. Bu konuda konuştukça devlet orkestralann- da çalışanlara sıkıntı geliyor. Bızim onlara karşı tavır aldığmıız düşünülüyor. Aslında biz orkest- raya değil sıstemdekı sorunlara karşı bir tavır gös- teriyoruz. Borusan Filarmoni Orkestrası El Paso kadar kalabalık değil. Benim idealimdekı orkest- ra 70 kişiliktir. Tabii, programlara, bestecilerin çalacağı partisyonlara göre bu sayı değişir. Boru- san yakında bu idealrakamaulaşacak. Şu anda da amİc bir Amerikan orkestrasının yapısına sahip. Belirli bir hedefe doğru kadrosunu ve repertuva- nnı genişleterek gıdiyor. Amerika'daki orkestra- lann çok avantajları var tabii. Mesela El Paso Or- kestrası'nın eski bir şeflen Abraham Cha*ez'in adı- nı taşıyan 2600 kışilık akustık sorunu olmayan, ısıt- ması-soğutması düzgün bir konser salonu var. Bo- rusan olarak biz de 1400-1600 kişilik bir yer an- yoruz ama bulamıyoruz. Amerika'da programa yeni bır yapıt eklemek ya da değıştirmek zorun- da kalınca bir müzık mağazasına gıdıp notalan alı- yorsunuz. Türkiye'de bürokrasi, yurtdışuıa yazış- malar, bir sürü işten sonra ancak bir nota bulunu- yor ki o bile kesın değil. Aynca orada izleyiciye çok daha insanı muamele yapılıyor Mesela yılın başında herkes istediği konsere bileti topluca ala- bıliyor. Her hafta bilet gişesınde kuyruk beklemek yok. Ama Türkiye'de çok daha genç bir kesim klasik müziği dinliyor. Bu bir övünç kaynağı. Amerika'da salonlan hep saçı ağarmış ınsanlar dolduruyor. Bunun açıklamasuıı da bu müziğin ile- riki yaşlarda daha iyi benimsendiği ve tadına va- rıldığı şeklinde yapıyorlar. - fid orkestra arasında sizce nasıl bir etkfleym olacak? AYKAL- Şef kendi müzik karakterini, anlayı- şını orkestraya verir ve orkestra bu anlayışla şe- killenir. El Paso Teksas Orkestrası ve Borusan Fi- larmoni birbirlerini hiç tanımıyor. Ama her ikisi de benim müzikte vardığım nokta ne ise onunla yoğrulduğu için aynı anlayış içinde olduklannı gördü. Aynı müzik dilini ve yapısını paylaştıkla- nnı anladılar. Programda ise Türk bestecisi Ferit Tüzün ve Amerikan bestecisi Gerswhin' i özellik- le bir araya getirdik. Gershvvin'in 'Pbrgy ve Bess' operası, Amerika'yı anlatan bir yapıt. Soprano ve bariton, iki zenci sanatçı ile gelmeyi tercih ettik. Bariton şarkı söylerken ashnda dans da eder. Böy- le bir otantizmi sahneye taşımak istiyoruz. 'Ersin Onay heykeü yapüacak bir insan' - Ersın Onay'ın Bflkent Ünhersitea'ndekidekan- lıktan aynlmasını nasü yorumhıyorsunuz? AYKAL-ErsmOnay'la birlikte çok calışma yap- tık. Bence heykelı yapılacak bir insan ve yaptık- lannm devam ettirilmesi gerekiyor. Yalnız dekan- lık değil, orkestra genel sekreterliği, sanat yönet- menliği ve festival başkanlığım üstlenmiş güçlü bir beyin. Ama insanlar zaman zaman bazı dönem- lerde biraz geriye çekümek istiyorlar. Ben de Cum- hurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası yönetimi ile an- laşmazlık başlayınca orkestraya zarar vermekten- se geri çekilmeyi tercih ettim verahatladım.Er- sin Bey'in öğretmen olarak yaptığı birçok başan var ve artık böyle yardım edecek. - Peld birçok kaHteb müzisyenin devlet görevini bırakıp özelorkestralara gftmesmin ardmdayatan nedennedir? AYKAL - Ben özel sektörün sanatı son derece güzel takip ettiği kanısındayım. Bu yüzden Tür- kiye'de bir özel sektör banka kurmak, parasına para katmak yerine sanata ayırmayı tercih ediyor- sa bunu alkışlamaktan başka yapacak bir şey yok. Ama özel sektörün ıyilen devletten çekmek iste- mesıne bir şey diyemeyeceğim. - Borusan Filarmoni Orkestrası'nın genç yete- nekleri keşfetmek, eğitiınlerini üstienmek, kısaca- sı bir eğhim kurumu haline getirilmesi gibi bir dü- şûnceniz var mı? AYKAL - Borusan Filarmoni Orkestrası koca kentte karşı yakaya gidebilmiş tek orkestra. Kar- şı tarafta sadece Atatürk'ün yapördığı Halk Eği- tim Merkezi'nin salonu var. Bir piyanoyu bile o salona taşımak imkânsızken biz konser veriyo- ruz. Bu yüzden Borusan bir eğitim kurumu değil, orkestra olarak daha öndedır. ' ' ' " " Gelecek yıllarda dışandan getırdığı elemanla- ra kendi bünyemizde özel ders verdirir ya da or- kestraya katılan genç elemanlan eğitebiliriz ama bir okul değiliz. Bizım ışlevımız, Türk ızleyicisi- ni çeşitlı programlara eğıtmek ve yaptığı diskler- le, turneler ve konserlerle yurtdışında Türkiye'de- ki özel bir orkestranın başansmı göstermek ve bu yolla tanıtmaktır. STEINBECK'İN AÎLESİ KARŞI ÇIKIYOR 'Film asla bîr kitap kadar kisisel olamaz' Kültür Servisi - Savaş sonrası Amerikan yazarlanndan John Steinbeck'in 'Inci' adlı romanı, Hollywood tarafmdan yeniden uyarlandı. Ancak romandaki seks sahnelennin yanlış aktanldığını ileri süren aile üyeleri, Hollywood'u ağu" bir dille eleştirdi. Steinbeck ailesi, az tamnmış bir film yapımcısı olan Alfredo Zacharias'ı, senaryoda çıplak sahneleri ön plana çıkararak romanın özgün içeriğine ihanet etmekle suçladı. Ilkkezl947'de yayımlanan ve Amerika 'nın en iyi savaş sonrası romanlanndan bıri olarak kabul edilen 'Inci'. avlandığı gölûn dıbinde inci tanesi bulan Meksikalı bir inci avcısının yaşammı konu alıyor. Roman, Amerikan ruyasmın umutlanm, zorluklannı, göçmenlerin ve yerlilenn gözüyle anlatıyor. Yayunlandığı günden beri büyük ilgi gören kitap, halen Amerika'da edebiyat derslerinde okutuluyor. Steınbeck'in ailesi, eseri doksanlann başından beri beyazperdeye aktarmayı düşünüyordu. Daha önceki Steinbeck uyarlamalannda kaynaga genelde sadık kalınmıştı. 1954'te Jaraes Dean'in başrolünü oynadığı, Elia Kazan'ın yönettiğı, 4 dalda Oscar'a aday gösterilen 'Cennet YohT, metne birebir Steinbeck'in romanmın uyarlanması eleştirüdt sadık kalınarak çekilmişti. Gene bir Steinbeck uyarlaması olan 'Gazap Üzûmleri' de, yönetmen John Ford tarafından başanh bir şekilde beyazperdeye aktanbnıştı. Romancımn oğlu Thomas Steinbeck 1992'ninNisan aymda romanm sinema uyarlaması için Zacharias Panaroma Fılms şırketıyle anlaşma yaptı. 'The Bandits' ve 'The Bees' gibi küçük bütçelı korku fihnlerine imzaatan Zacharias'ın, senaryoda değişiklikler yapması tartışmalara nedenoldu. 199 sayfalık _j.... _ romanın, orijinaliyle senaryo uyarlaması arasmda44 farklılık saptandı. "Babamm yazdıklan için btranlamda, Amerika'nm portresi demek yanlış olmaz. Kitaplan halen çok satan bir yazann eserlerinden uyarlamalar yaparken dikkatii ohnahsuıız'" diyen Thomas Steinbeck, senaryonun bu haliyle beyazperdeye aktanlmasma şiddetle karşı çıkıyor. Zacharias ise film konusunda yorum yapmamayı tercih ediyor. Bu tartışmalara son noktayı, 1951 'de yayımladığı denemesinde, bir filmin asla bir kitap kadar kişisel olamayacağım vurgulayan yazann kendisi koyuyor. JooseAntonio yönetimindeki EndülüsDans Topluluğu 'nun koreogmfisini Manolete ve Maria Pages üstleniyor Topluluk 1-2 Temmuz günleri Cemil Topuzlu Açıkhava Tryatrosu 'nda. Endülüs ateşi IstanbuPda ARZUHAKSUN Kendine özgü kostümleri ve dans- lanyla göz dolduran Endülüs Flamen- ko Dans Topluluğu, caz müziğinin et- ki yaratan temsilcilerinden ve Grammy Ödüllü büyük caz ustası DeeDeeBrU- gevyater, temmuz aymda gösterilerini gerçekleştirmek için Istanbul'a geli- yor. Yapı Kredi Sanat Festivali 2000, ^ 1-2 Temmuz Cumartesı ve Pazar gün- len Endülüs Flamenko Dans Toplulu- ğu'nu ağırlarken 16 Temmuz Pazar günü yine Cemil Topuzlu (Harbiye) Açıkhava Tiyatrosu'nda Dee Dee Brid- gewater'ı konuk edecek. Bir adaletsizlik sonunda uzun yıllar Katolik krallann ve kilisenin baskısı altmda kalmış flamenko, Ispanya'ya göç eden Müslüman, Yahudi ve pagan Çingenelerin ya da mültecilerin mü- zik türü. Tıpkı tangoda olduğu gibi, ön- celeri gizlice icra edilirmiş flamenko. Bu müzik türünün ve daha da çok dan- sm gizlilik hikâyesi şöyle; Katoiik krallar 15. yy'da mültecilerin îspanyol Katolikler gibi olmasını isterler; daha sonraki yüzyılda da kendi kültürleri- ni saklamak zorunda kalan bu etnik gruplar, davet edildikleri zengin par- tilerde de gerçek performanslannı gös- teremezler. Böylece fılizlenmeye baş- lar flamenko, Arapçadan gelen "fe- bg" ve "mengu" yani köylü mülteci anlamında olan dans ve müzik türü. Is- panya'ya özgü bu sanat formunun için- de Fas, Mısır, Cezayir, Hindistan, Pa- kistan, Yakm ve Uzakdoğu eticileri var. Özellikle vokal stüınde Pakistan ve Hindistan etkisinin hissedihnesi mümkün. FarkJı kesitlerden insanlar Endülüs Flamenko Dans Toplulu- ğu'nu izlerken ritmin yarattığı kıvıl- cım, ruhunuzun derinliklerine inerek tutkularmızı alevlemeyi başaracak. Jose Antonk) yönetimindeki Endülüs Dans Topluluğu'nun koreografisini Manolete ve Maria Pages üstleniyor. Madrid doğumlu Jose Antonio, daha önce sahneye koyduğu bir dans gös- terisinde Tiyatro Eleşrirmenleri Kunı- luşu tarafından New York Metropol- leri Opera Tiyatrosu'nda Yılın En iyi Şovu Ödülü'nü aldı. Endülüs halkının da sahiplendiği bu topluluk, Endülüs Hükümeti Kültür Kurulu ile bağdaştınlıyor. Bu toplu- luk ashnda Endülüs sanahru en iyi ta- nımlayan gruplardan biri. Bir özelli- ği de farklı kesitlerden insanların el ele vermesi. Bu aynı zamanda Endülüs Dans Merkezi adı altuıda bir kurum. Kurumun amacı; Endülüs sanatını ta- mtmakla birlikte, Ueride çeşitli Îspan- yol topluluklannda görev alacak genç yeteneklen eğitmek. Kurumun ve dans grubunun içinde genç yeteneklerin de bulunması, gnıbun ateşini, yönetme- nin ilhamını ve heyecanını artttrmaya yetiyor. Ulkenin önde gelen flamenko sa- natçılanndan Manueia Vargas,Maria Albacin ve La Chunga ile birlikte ça- lışan, 1980'de solo dansçı oiarakAn- tonio Gades yönetimindeki Îspanyol Ulusal Balesi'ne katılan koreograf Manolete, dünyaca ünlü birçok gös- teriye katıldı. Gnıbun diğer önemli koreograflanndan olan MariaPages ise Antonio Gades ile birlikte Ispanyol- lann en ünlüyapıtlan Carmenve Kan- h Düğün'de yer aldı. YAZI ODASI SELİM İLERİ Samatya Istanbul'un öyle semtleri var ki, buralan hâlâ özel- likli kılan, orta halli, yoksul yaşamlar dense yeridir. Kagir, seyrek ahşap evleriyle orta halli, işinde gü- cünde, emek ağırlıklı yaşamastnda Samatya işte o semtlerden biri. Benim için 'kardeşi' Yedikule gibi Samatya da, rü- yalanmda kalan istanbul'u gerçekten yaşadığım, hts- settiğim yerierden biridir. Eski bir kartpostalını görmüştüm Samatya'nın. KH yıda yelkenliler, iki katlı, üç katlı kagir evler, yine iki katlı ahşap evler, arkada büyük taş bina, ince bir minare, sonra yine kıyıda galiba bir deniz kenan ga- zinosu. Deniz durgun. Besbelli biryaz günü. Belle- ğimden çıkıp gitmesin diye dakikalarca bakmıştım. Semtin tarihi çok eskilere uzanıyor. Bizans'ın ya- pılanndan izlere bu yüzden rastlayabiliyoruz Sa- matya'da. Bin, bin beş yüz yıl öncesinin yaşama- sını düşlemeye koyulabilirsiniz. Çalkantılı Bizansta, ayaklanmalardan, kanlı olaylardan kaçanlann sı- ğındığı bir manastır; evet, Samatya'daymış. Zaten semt, Osmanlı döneminde de Ermenilerin ve Rum Ortodokslann yerleşim alanı otmaya devam etmiş. Mimarisinin farklılığı buradan kaynaklanryor ve Istanbul'a zenginlik katryor. Samatya'ya, benim kartpostalda duyumsadığım gibi, bir yaz günü gitmiştik. Birlikte gittiğim insan- lardan hiçbiri hayatta değil artık; ne annem, ne de- dem, ne anneannem. O yaz günü, yine kartpostal- daki gibi, deniz kenanndaki gazinoda oturmuştuk. Samatya, dedemin gençliğinden beri sevdiği bir yermiş. Gazinoda sanki şenlik vardı. Türkçe, Ermenice, Rumca, çatpat Fransızca, diller birbirieriyte sar- maşdolaştı. Yaz, insanlara sevinç getirmişti. Yan- kılı gülüşmeler sahil boyunca dalgalanıyordu... Samatya'yı tek başıma keşfedışımse çok sonra- lara rastlıyor. Yedikulelı Mihriban adlı bır televizyon dizisinin senaryosunu yazıyordum. Yedikule'ye gi- dip gelirken Samatya da gönlümü çelmişti. Sonra bir söz hatırlıyordum. Samatya'dan Kur- tuluş'a taşınmış, dostumuz bir Ermeni madam, "Ah o Samatya!" derdi, "orası Istanbul'un Paris'iydi..." Kimbilir hangi zamanlan hatırtamak istiyordu... Samatya'da Paris'i bulamamıştım. Zaten Paris'i aradığım falan yoktu. Ama Samatya'yı bulmuştum. Kiliseleri, Bizans artığı örenleri, ızgara planlı sokak- lanyla semt beni durmaksızın çağınyordu. Oralar- da günlerce dolaştım. Açık pencerelerden gelen televizyon sesi, çocukluğumun radyo sesterini anım- satırdı. Mahalle arasında bisikletle dolaşan kızlar- da, oğlanlarda Orhan Kemal romanı gezinip du- rurdu. Mutlaka çarşıya uğrardım. Balıkçılan, sebzecile- ri, her türlü gıda maddesi satanıyla bu çarşı alçak- gönüllü, gözü gönlü tok bir dünyanın simgesi gibiy- di. Vakit akşama iyice yaklaştığında, eski geJeneği koruyan meyhaneler gözüme çarpardı. Mesela renk renk likorterin şişe şişe sıraland^ıı bir meyhaneyi unu- tamam., ,. ., . Istanbul'dan bir lanet gibi geçip gitmiş 6-7 Eylül Olayı Samatya'yı da yaralamış. Özellikle Rumlar olaydan sonra bölük bölük göçmüşler, doğup bü- yüdükleri kentten, yurtlanndan aynlmak zorunda kalmışlar. Yedikulelı Mihriban'ın bazı sahnelerini Samat- ya'da bir ahşap evde çekmiştik. Ev sahibesi, semt- ten aynlıp gitmiş o kişileri, çocukluk, gençlik arka- daşlannı anlatmıştı. Bir süre mektuplaşılmış. Son- ra o da bitmiş. Yaşlı ev sahibesi, "Aynlıklarbana gö- re değil..." demişti. Bugünün 'yeni' İstanbul'u beni hiç ilgilendirme- yen bir Istanbul. Ama yolum bir hasret gibi Samat- ya'ya düştüğünde kendi Istanbul'umdan çok şükür bugün de bir şeyler... güzel şeyler bulabilfyorum. Takvimde tz Bırakan: "Hatırlıyomm, diye düşündüm, umudun böyle bir duygu olduğunu hatırlıyorum." Graham Greene, ZorZercih, Türkçesi: Mehmet Harmancı, OğlakYa- yıncıhk, 2000. SİYAD'm en başarıh fflmlepi Beyoghı Sineması'nda • KüMr Servisi - SlYAD'm (Sinema Yazarlan Derneği) seçtıği 1999-2000 sezonunun en başanh fılmlerinin gösterimi, bugün Beyoğlu Sineması'nda başlıyor. Bu yıl sekizinci kez düzenlenen seçimin sonunda ortaya çıkan listeden şu filmler Beyoğlu Sineması'mn programında yer alıyor: Bugün: 'Dövüş Kulübü' (David Fincher), 24 Haziran: 'Sonsuzluk ve Bir Gün' (T Angelepoulos), 25 Haziran: 'Buena Vista Social Club' (Wim Wenders), 26 Haziran: 'Gözü Tamamen Kapalı' (Stanley Kubrick), 27 Haziran: 'Matrix' (Andy Wachowski), 28 Haziran: 'Amerikan Güzeli' (Sam Mendes), 29 Haziran: 'Merkez Istasyonu' (Walters Alles), 30 Haziran: 'Manolya' (Paul Thomas Andersen), 1 Temmuz: 'Sonsuzluk ve Bir Gün' (T. Angelopoulos), 2 Temmuz: 'Buena Vista Social Clup' (Wim Wenders), 3 Temmuz:' Varoluş' (David Cronenberg), 4 Temmuz: 'Köstebek' (Michael Mann), 5 Temmuz: 'Garaj Olimpia' (Marco Bechis), 6 Temmuz:' Yaşamm Renkleri' (Gary Ross). İDOB, Aspendos Festivaii'nde • Kültür Servisi- tstanbul Devlet Opera ve Balesi, bugün Aspendos Tiyatrosu*nda T. Aspendos Opera ve Bale Festivali kapsamında Fransız besteci C... Saint-Seans'm ~rz: 'Samson ve Dalila' adlı operasmı sergileyecek. ÎDOB Müdürü ve Genel Sanat yönetmeni Yekta Kara tarafından sahneye konulan üç perdelik operanm librettosu Ferdinand Lemair'e ait. İDOB'un 27 Haziran gecesi gerçekleştireceği ikinci gösterisi ise Azeri besteci Arif Melikov'un 'Ferhad ile Şirin' balesi olacak. Bolşoy Tiyatrosu'nun başkoreografı Yuri Grigoroviç tarafindan sahneye konulan balenin librettosu Nâzım Hikmet'in imzasım taşıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle