Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 12MAYIS2000CUMA
14 JVLJI_JJ. U l \ kultur@cumhuriyet.com.tr
Ruşen Güneş, genç kuşağı çekebilmek için klasik müziğinpopülerleştirilmesinden yana
ni denemelere açık olmalı'AYŞEKÖKSAL
Ingiltere'de yaşayan viyolacı Ruşen
Güneş çarşamba günü ttalyan Kûltûr
Merkeri'nde Judhfa ühığ (piyano) ve
PfcKn Çotal (obua) ile birlikte Türk
bestecilerinin viyola için yazdığı ya-
pıtlardan oluşan bir konser verdi. Bo-
rusan Kûltûr ve Sanat Merkezi'nin
düzenlediği 'TûrkBestecOerive Viyo-
la' başlıklı konserde NeciIKaznn Ak-
ses'ten Ühan Usmanbaşa kadar birçok
bestecinin yapıtlannı seslendirdi.
Henüz 25 yaşındayken Cumhurbaş-
kanlığı Senfoni Orkestrası'na sınavla
atanan ılk baş viyolacı olma unvanını
kazanan Ruşen Güneş, 1988 yılından
beri BBC Senfoni Orkestrası ve Lond-
ra Fflarmoni Orkestrası'nda solo vi-
yolacılığı görevını sürdürüyor.
-Türkiye'de birçok yetenekli mûzis-
yen burada akiıklan eğitimden sonra
yurtdışına gitmeyi terrih ediyor. Sizi
Londra'da okumaya ve yaşamaya iten
neokhı?
RUŞEN GÜNEŞ - Türkiye'de kla-
sik müzik kendi kültürümüzden gelen
ve köklenmizde olan bir tür olmadı-
ğı için gerek eğitimi, gerekse müzis-
yenleri yeterli görmedim. Yurtdışında
ise klasik müzık yüzyıllar boyunca" ın-
sanlann içine işlemiş bir gelenek ol-
duğu için kendimi daha özgürce eği-
tebüirim diye düşündüm. Viyola, so-
lo sazı olmadığı için genellikle insan-
lann gözü önünde olan bir alet değil.
Bach viyola için bazı 'cantata'lar yaz-
mış, ama Mozart ve Brahms döne-
minde çok az beste yapılmıştır. Dola-
yısıyla repertuvarı çok kısıth müteva-
zı bir alet. Her zaman 'ûvey evlat' mu-
amelesi görmüş. Ingiltere'de 1930'lar-
dan itibaren ünlü viyolacılann çaba-
lan sayesınde 'Viyola bir sok> enstrü-
mandır' felsefesi yayılmaya başladı.
Viyola üzerine kitaplar yazıldı ve şu
anda dünyanın en iyi viyola okulu da
Londra'da. Bu yüzden benim tercihim
de îngiltere oldu.
- Sora\ Haitink. Rostopoviç. Mehta,
Rattie, Tenstedt gibi birçok ünlü şefle
çahşnianmsibingetişmenizde çokönem-
li kaüalan olduğunu söylüyorsunuz»
GÜNEŞ- Bir şefın görevı besteyı içı-
ne sindirmek, her notasını ezberlemek
ve onu müzisyenlere aktarmaktır. Bu
yüzdenbir virtüözden daha çok şey bı-
liyordur. Bu açıdan özellikle niteliklı
ve başanlı bir orkestra şefı ile çalış-
' enç nüftısun hızla arttığı bir dönemde klasik müziğe olan ilginin gittikçe azaldığını
belirten Güneş, Türkiye'de ise 'yaşanılan tüm düzensizliklere ve kanşıklığa' karşın klasik
müzik dinleyen ve konsere gelenlerin daha ümit verici olduğu görüşünde.
mak, onun tecrübelerini görmek insa-
na yeni kapılar açıyor. Gerçi bir zaman
sonra insana her orkestra birbirinin
aynısı gıbi geliyor. önemli olan şefın
nıtelığı.
- Klasik müziğe ügi azakuğı söyleni-
yor. Sizce de bir duraklama dönemine
migirildi?
GUNEŞ - Dünyanm her yerinde genç
nüfus artıyor. Onlar da artık pop mü-
zik ya da daha farklı türleri düîliyor.
Klasik müziğe ve bizim çalıştığımız
tarza yabancılaştılar. Sahneye kara
fraklarla çıkıp aynı bestelerin yeniden
yeniden çalınması onlan artık cezbet-
miyor. Tam tersıne bızı ürkütücü ve çok
ciddi buluyorlar. Üstelik orkestra ele-
manlan da izleyici ile ilişki kurmaya
yanaşmıyor. Sürekli onlerine aynı par-
çalar konduğu için gitgide onlar da sı-
İcılmaya başhyor ve bir pasiflik, içine
kapanıklık sanyor. Bu da izleyiciyı et-
kiliyor. Aynca CD sektörü de bunu
etkiliyor. Insanlar artık evlennde otu-
rup konserdeki kadar iyi kalıte müzik
dinleyebiliyorlar. Bu yüzden artık ye-
ni şeylere ihtiyaç var. Domingo, Car-
reras ve Pavarotti operayı popüleştir-
me hareketine gırdiler ve bir stadyu-
mu doldurdular. Klasik müzikte de ay-
nı şeyi yapmak lazım. Barcelona'da-
ki stadyum konserinde ben de orkest-
rada idim. O kadar coşkulu bir kon-
serdi ki bütün orkestra yeniden hayat
bulmuş gibiydi.
'Orkestrayı uyandırmak gerek'
- Klasik müziğin popülerieşmesi ge-
rektiğini mi düşünüyorsunuz?
GUNEŞ- Kesmhlde. Orkestrada ça-
lanlan da pasifliklennden kurtarmak,
harekete geçirmek ve uyandırmak ge-
rekiyor ki izleyiciyi de harekete geçir-
sin. Bu da ya çok iyi bir orkestra şefi
ya da değişık denemelerle gerçekleşe-
bilir. Artık Avrupa'da da devlet klasik
müziğe para yatırmıyor. Müzisyenle-
rin kendi çabalan ile değişik yöntem-
ler deneyerek ayakta kalmaya çalışı-
yor.
- Liza Minelli, Paul McCartney,
Charles Anzavour gibi popüler kişile-
re eşük etmenizde bu nedenkrin etki-
si var o zaman_
GÜNEŞ -Ben de kendimi yenileme-
ye çalışıyorum. Bu yüzden zaman za-
man klasik müziğin dışına çıktığım
oluyor. Sanılanın aksıne klasik müzik
eğitimi görmüş olmak bu gibi çahşma-
lan gerçekleştirmem için bir engel
crtuştürmuyor. Bir Ltea Mineffi ı$ar$a-~
sı çalmamm Mozart yenne Bach çal-
maktan hiçbır farkı yok. Notalar ara-
cılığı ile bu stilin içine girip onun di-
lini çözüyorum.
- Türkiye'de klasikmüziğe ügi nasü?
GUNEŞ - Türkiye çok garip bir yer.
Hemen her alanda düzensizlikler var.
Ama yine de bir bakıyorsunuz Trab-
zon'da orkestra kuruluyor, Mersin'de
opera, Adana, Bursa'da kendi orkest-
ralan var. GürerAykal Siirt'te, Muş'ta
konser verdikleri zaman biletler tüke-
niyor, yer bulunmadığını anlatıyor. Bu
gelenlerin ne kadan plak alıyor, ne ka-
dan evde klasik müzik dınliyor bile-
mem. Ama bence Türkiye'de klasik
müzik dinlemeyi heyecanla bekleyen
ınsanlar var. Açıkçası buradaki kon-
serler, beni Avrupa'dakinden daha çok
heyecanlandınyor.
Şiirtere viyola müziği
-YurtdışmdaTürkbestecifcrineil-
gjnastf?
GÜNEŞ - Avrupa'da dinleyiciler ye-
ni ve farklı seslerin peşinde koşuyor-
lar. Mesela şu anda Latin Amerika
müziği revaçta. Bizim bestecüerimi-
zin yapıtlan da farklı yapısı ve renkli
özellikleri nedeniyle çok ügi görüyor.
Ben Ulvi Cemal Erkin'in quartetini,
CengizTanc, SUıkaÖzdfl ve YaJçmTu-
ra'nın viyola yapıtlarını Türkiye'de
çaldım, ama hiç yurtdışında bir kon-
serde seslendiremedim. Çünkü bunu
gerçekleştirmek çok büyük bir orga-
nizasyon gerektiriyor. Eğer Türki-
ye'den özel kuruluşlar buna ön ayak
olup promosyon yapsalar Türk beste-
cileri Avrupa'da çok büyük yankı ya-
ratır.
- Konserde 'Orhan Veli Toplaması'
adında kendi bestenizi de sesİendirdi-
niz_
GÜNEŞ- Ben besteci değilim. Ama
çok uzun zamandan beri şiirlere viyo-
la müziği yazıyorum. 'Orhan Veli Top-
laması' adlı çalışmamda şurleri ken-
dım seslendirip viyola çaldım, ama
okuma tarzun beğenilmedı. Ben de
şairlenn veya tiyatro oyunculannın
şiir okumalannı çok dramatık buluyor
ve şiire benzetemiyordum. O zaman
anladım ki şiir çok kişisel ve tamamen
okuyucu ile şiir arasında oluşan bir
duygu yoğunluğundan meydana gelen
bir sanat. Ben de artık konserlerde şi-
irleri dağıtıyor ve dinleyiciler onu
okurken onlara kendi bestelediğim
müzikle bir gölge gıbi eşlik ediyo-
rum.
Tuikulu bahş dünyayı değiştirebüir mi?
Ed van der Elsken'in 'Sweet Life' başlıklı retrospektifi Kunstmuseum Wolfsburg'da açıldı
Dördüncü durak Minsk
Türk Film
Haftalan
sürüyor
ASLISELÇUK
Kasım 1999'da başlayan ve Haziran
2000 tarihinde de tekrarlanacak
olan Türk Cumhuriyetleri ve
Bağımsız Devletler Topluluğu
ülkelerinden Türk Fihn Haftalan
düzenleniyor.
Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Işler
Müdürlüğü ile Kültür Bakanlığı
Telif Haklan ve Sinema Genel
Müdürlüğü işbiriiğiyle ilki
Türkmenistan'm Aşkabat kentinde
15-20 Kasım 1999'da
gerçekleştirilen Türk Film Haftalan,
28-30 Nisan 2000'de Kazakistan'ın
başkenti Almatı'daydı. 10 Mayıs'ta
Kırgızistan'ın Bişkek kentine giden
etkinlik 14 Mayıs'a dek
sürecek.Hafta süresince Memduh
Ün'ün «Zıkkunm Kökü", Tunç
Başaran' m "Piano Piano Bacaksz",
Erden Kınd'ın "Mavi Sûrgünw
,
Tunca Yönder'in "Ağn'ya Dönüş",
Biket Ühan'ın "Ka>Tkçı"sının yer
aldığı konulu FîImleriyle.TJiljpn
Adah'nm «Eski Konaklar, Yeni
Konaklar", tsmafl Güneş'in "Ahlat
Mezar Taşjan" isimli belgesel
fıhnleri de izleyicilerle buluştu.
Türk fîlmlerinin dördüncü durağı
ise Belarusya'nın başkenti Minsk
olacak. 22- 28 Mayıs 2000
tarihlerinde Beîarus seyîrcîsilıenr^
programda yer alan fılmleri
izleyeBirecekTTjenTde Türk
sinemasının genel tarihçesi ile ilgıli
bir konferansı da dinieyebilecek.
Minsk'ten sonra filmler haziran
ayından önce Ukrayna'nm Kiev,
daha sonra da Moldova'nın Kişinev
kentinde gösterime girecek.
NECMtSÖNMEZ
WÖLFSBURG - Ed van der Eb-
ken'in sanat ortammda gündeme
gelmesinı sağlayan önemli olaylar-
dan biri de, Kassel'deki son 'Docu-
menta X' sergisinde kendisine bü-
yük bir yer aynlmasıydı. Fotoğraf-
lannda belgeselhğin eziciliğine ya-
kalanmadan 1950-60 arasında baş-
lıca Paris, Johannesburg, Tokyo gi-
bi merkezlerde gözlemlenen "yaşam
ritmini" yakalayan sanatçı, tutku
dolu bir bakışın dünyayı değiştire-
ceğine inananlardandı. Elsken'in
"Sweetlife" başhğını taşıyan ilk bü-
yük boyutlu retrospektifi Kunstmu-
seum Wolfsburg'da açıldı.
1949-90 arasında çekümiş olan fo-
toğraf ve filmlerden oluşan bu ret-
rospektif, sıradan bir röportaj fo-
toğrafçılığından yola çıkarak "za-
manın ruhunu" yakalamayı başa-
ran yetkinliğe ulaşan bir sanatçının
uzun ve mücadele dolu yaşamını
gündeme getiren bir özelliğe sahip.
Fotoromanla fine kavuştu
Hemen belirtmekte yarar var, Ed
van der Elsken, kendi İcendisini ye-
tiştirmiş olan bir sanatçı. Ne fotoğ-
raf ne de sanat eğitimi almış. II.
Dünya Savaşı'nın ardından Paris'e
yerleşmesi, onun yaşamını ve sana-
tını derinden etkileyen olaylann ba-
şmda geliyor. Burada özgürce ken-
di hayatlannı yaşayan genç kuşağın
fotoğraflanm çekmeye ve onlann
arasında yaşamaya başlayan sanat-
çı, 1956'da«F>nBefdesgeschiedefns
in Saint Germain des Pres / Saint
Germain des Pres'de Aşk" isimli
fotoroman kitabını yayımladığmda
kısa sürede uluslararası bir üne ka-
vuşur. Paris'in merkezindeki bu sa-
natçı mahallesinde geçen bir aşk
hikâyesini birbirinden ilginç resim-
-terle okuyuculara aktaran bu kitap
—kısa sürede "kult- kitap" olur. Ser-
gide7İ3u fbtografîarla birlikte sa^
natçı tarafından kaleme ahnmış me-
tinler, kitap taslaklan da yer alıyor-
du.
1950'lerde Paris'te hemen hemen
tüm yaratıcı alanlan karşıhklı ola-
rak etkileyen "havadaki elektrik",
20. yy. sanatının yüzünü değiştirme-
Ekken'in yapıtianndan 'Güney Afrika', 1959 (ûstte) ve 'Öpûş',1952 (altta).
yi başarmıştı. Ed van der Elsken'in
fotoğraflarmda bu elektriği gözlem-
lemek mümkündü.
Gerçek aşkın peşindeydi
"Sübjektif FotoğraT' hem konu
hem de teknık açısından klasik kom-
pozisyon kaygılannın bir tarafa bı-
ralalarak, fotoğrafçımn kendi solu-
ğunu yakalamak için giriştiği ça^
balardan oluşan bir tarzdır. Ed van
der Elsken'in uluslararası fotograf
tarihinde sıkça bu başhk altında su-
nulması elbette bir tesadüf degih
Onun, aşk gibi baştan sona kişisel,
değişken açılan olan bir konuya
olan ilgisi, 1960-70 arasındaki fo-
toğraflannda da kendisini ortaya
koyuyor. Idealize edilmiş, edebı bir
otoğraflannda
belgeselciliğin
eziciliğine
yakalanmadan
özellikle büyük
şehirlerdeki 'yaşam
ritmini' yakalayan
sanatçının filmlerini
de bir fotoğrafçının
gözü, kurgusuyla
çektiği ortaya çıkıyor.
aşkı değil, gerçek aşkın peşinde olan
sanatçmın bu yıllarda gerçekleştir-
diği çalışmalan, çiftlerin tutku do-
lu anlannı görüntülüyor. Bu yıllar-
da sık sık eşinin de resmini çekiyor
sanatçı. Daha sonra "Once upon a
time'' ismiyle kitaplaşan bu çahş-
malar arasında oldukça ilginç bir
otoportre de var. Sanatçıyı, elinde-
ki fotograf makinesi ve bir ayna
önünde duran genç eşini gösterenbu
totoğratın her köşesînden sızan tut-
kunun gerçekten sübjektif karakte-
ri dikkati çekiyor. ~ — —^'
1959-60 arasında eşiyle birhkte
yük gemileriyle on dört aylık bir
dünya turuna çıkan sanatçı, bu sa-
yede Los Angeles'tan Tokyo'ya, Jo-
hannesburg'dan New York'a dek
uzanan bir coğrafyada çalışma ve
gözlem yapma imkânına kavuşur.
Güney Afnka'da beyazlann ezici
baskısı altında yaşayan insanlann
günlük yaşamını konu alan çalışma-
lan ancak otuz yıl sonra keşfedile-
cek olan sanatçının bu dönemi ye-
ni bir "fotoğraf dili" oluşturmasın-
da önemli bir rol oynamışdr. Daha
sonra "Sweet Life" başlığıyla ki-
taplaşan bu fotoğraflar, Ed van der
Elsken'in başyapıtlan arasında sa-
yıhnaktadu-.
Fotoğraf dilini geliştirdi
Birbiri arkasma yayımladığı kitap-
lanndan beklediği ilgiyi göreme-
yince sanatçı, 1962-67 arasında film
çekmeye ve bu alanda çalışmaya
yönelir. Retrospektifte bu filmleri
de görünce, Ed van der Elsken'in ba-
kış açısmm, sürekli olarak ilginç
"kareleri'' yakalamak üzerine yo-
ğunlaştığını, filmlerini sürekli ola-
rak bir fotoğrafçının gözü, kurgu-
suyla çektiği ortaya çıkıyor. Çünkü
çogu kısa metrajlı, deneysel karak-
terli olan bu renkli ve siyah beyaz
fıhnler, sanatçınm 1970-1980 ara-
sında çektiği ilginç fotoğraflarımn
ön çalışmalan izlenimini uyandm-
yor.
Ed van der Elsken'in, 1980'ler-
de kansere yakalandığını ögrenme-
si hayatun değiştiren bir olgu olur.
Sanatçı bundan sonra arşivini düzen-
lemeye ve yavaş yavaş ölümün na-
sıl kapısmı çaldığım fihn kamera-
sı önüne oturarak belgelemeye baş-
lar. Eteştnmeden, kıyaslanıadan kö
nulanna yaklaşan sanatçının duyar-
lı bir yaklaşımla geliştirdıği "fotoğ-
raf diK'', 20. yy. insamnm tutku do-
lu yönünü ortaya çıkaran bir özel-
liğe sahip.
Günlük yaşamın karmaşası için-
de figürlerine yaklaşan sanatçının
kompozisyonlannda gözlemlenen
z
açık yüreklflik''. sergiden çıkınca
YAZIODASI
SELtM tLERİ
Dağınık YazıJorge Semprunun anılannı okuyorum: HoşçaKaJ
GüzelAydınlıkJCan Yayınlan, Nedret Tanyolaç Öz-
tokat-Erdim Öztokat çevinsi). Harikulâde bir kitap.
Her tümcesi alıp götürüyor, çocukluğunuza, gizJeri-
nize, ilk gençliğinize. Kişisel ve toplumsal, büyük
acılardan geçiyorsunuz. Okuma şöleni.
Çcx;uk Semprun, annesinin gardırobunu, babası-
nın kitaplığını kanştınyor. Hangi çocuk kanştırmaz ki?
Ama bu sahneler usta yazar eiinden çıkınca bam-
başka özellikler kazanıyor.
Yalnız annemin gardırobunu, babamın kitaplığını
değil, başka evlerin gardıroplannı, kitaplıklannı da ka-
nştınrdım. Örnekse, Kadıköyü'nde, Ştfa'dabirevde-
yim. Amiral Cevat Bey'in Nezihe Hanım'ın evleri. Sa-
londa tuhaf bir kanepe var, sırtı küçücük bir kitaplık.
Orada hem Maske ve Ruh, hem Kalp Ağnsı. Bu iki
kitabı açık seçik hatıriıyorum.
Bir yaz günü de Nezihe Hanım'ın gardırobunu ka-
nştırmıştm. Niye onlardayım? Annem nerde? Bilmi-
yorum. Şifa'daki villa tarzı ev iki katlrydı. Üst katta
öğle uykusuna yatınlmışım. Geniş bir yatak. Perde-
leri çekili olmasına karşın aydınlık biroda Usulca kai-
kıyorum...
Boydan boya gardıropta giysiler, iskarpinler, bluz-
lar, çekmecelerde eşarplar... Her şey düzenli. Yaz-
lıklar, kışlıklar ayn bölmelerde. Torbalanmış kürkler.
Içlen sıharta dolup taşan şapka kutulan.
Birden, annemin alçakgönüllü gardırpbu için çok
üzülüyorum. Burnumun direğı sızlıyor. Üç ya da dört
yaşındaydım. Ama anlayabiliyorum: Bol para harca-
nan hayatlar dar yaşamalar yan yana Herkesin ola-
naklan farklı. Anlayamadığım: Bu niçin böyle?
Semprun anılannda bir romanından söz açıyor UAJ-
garabie. Yazık ki okumadım. Semprun, romanlann
özel gerçekliğinden söz açıyor sonra:
"Sıradan bir ölümün bana ne yaran olabilirdi ki?
Uzun ve ağnlı bir hastalık bile bana yetmezdi. Uzun
veağniı hastalıklargerçekyaşam için. Romanlarise
gerçek yaşam değil: Bunun çok ötesindeler. Ro-
man kahramanlan yaşamın sıradanlığına boyun eğ-
mekzorunda değil. Hayır, bana daha kesin, daha an-
lamlı birşeygerekiyordu: Intiharya da cinayet. Şid-
detli bir ölûm."
Ispanya'da Franco'nun aşağılık yengisini yaşamtş,
yerinden yurdundan olmuş, yeniyetmeliği, en güzel
yıllan karanp gitmiş bir yazar, yaşamın sıradanlığını
üeri sürüyor. Böylesi acı serüvenden geçmiş; roman
gerçekliğinin apayn olduğunun bilincinde.
1930'lara, 1940'lara -sanki bir romanda- dönme-
ye çalıştım. Okuma notlanmı tuttuğum bir defterim
var. Franco'nun yengisı bizde olumlu karşılanmış; not
etmişim. Komünızme indirilen büyük darbe. Yadır-
gamadım. Zamanı gelince, biz Eva Peron için Şişli
Camii'nde mevlit okutmuşuz...
Roman gerçekliği, bir anlamda romananın yara-
dılışıyla eşanlamlı. Roman yazılırken romanla yaza-
n arasındaki gizemli ilişkiyi dile getirmek hayli güç.
ille intihar, ille cinayet. Yalnız Semprun'da değil, pek
çok romancıda. Suç ve Ceza'yı okuyuncaya kadar
cinayete aklım ermezdi. Suç ve Ceza'dan sonra po-
lisiye romanlan bambaşka gözle okudum.
Intihara gelince, 'isteri' kimliğinde, yazdıklanma bir-
kaç kez yansıdı. Hem bir an öne yazılıp bitsin iste-
diğim sayfalar, hem de yeni başatan yazmaktan (<en-
dimi alamadığım sayfalar.
Bununla birlikte intihar kadar acı, cinayet kadar şid-
detli, öteki roman ölümlerini de göz ardı edemem.
Henry James'ten romanla uzun öykü arası Daisy
Miller Daisy'nin öylesine sessiz ölümü yürek yakı-
cıdır. Bir başka beklenmedik sessiz ölüm, Venedikte
ölüm'dedir. Jacop'un Odas/'ndakini ürpererek oku-
muştum...
Jorge Semprum, Hoşça Kal Güzel Aydırtık'ı 1998'de
yayımlamış. Yetmişini aşkın bir yazar. Ne tuhaf:
1920'lerin sonundaki çocukluğu, 1930'lardaki ilk-
gençliği alabildiğine berrak. Yazarlar için 'geçmiş
zaman' belkide yok.
Takvimde tz Bırakan:
"Derinde gizlianılardaki rahatsız edicikimigerçek-
lerianlatmak için." Jorge Semprun, Hoşça Kal Gü-
zel Aydınlık'tan.
Cezanne taMosu için rekor fiyat
• LONDRA (AFP) - Fransız empresyonist Paul
Cezanne'in 'Fruit and Pot of Ginger' (Meyve ve
Zencefil Tası) adlı çalışması 18 milyon dolar gibi
rekor bir fiyat ile açık arttırmaya çıkanlacak. 1895
yılında yapıbnış olan yapıt 1977 yılından beri
Londra Ulusal Müzesi'nde bulunuyordu. 28
Haziran'da yapılacak olan müzayedede tablonun
çok yüksek fiyata satılması bekleniyor.
Eurovlslon biletteri karaborsada
• STOCHOLM - Stocholm'ün Globe Arenası'nda
yann yapılacak olan Eurovision müzik yanşmasma
ilgi büj^ük. 350-690 Isveç Kronu(30-50milyon)
tutan biletlerin binlercesi, alınan bütün özel
önlemlere karşın karaborsaya yayıldı. Aranjörlerin
kişi başına 4 biletten fazla satmamasına karşın
karaborsaya bu kadar biletın nasıl ulaştığı
biünmiyor. Türkiye'den Pınar Ayhan ve S.O.S
Band'ın katılacağı Eurovisyon'a en geniş grupla
gelenler ise Hollandahlar. 41 kişılık grup, iddialı
olduklarını söyledi.
K Ü L T Ü R t Ç Î Z t K
K Â M İ L M A S A R A C I
da ızleyıcının peşını bırakmıyor. bd
van der Elsken, gözlerini insanın
"talbine yoğunlaştmnış ve her
dan sevginin, aşkın peşinde ilerle-
miş bir sanatçı. Fotoğraflanndaki
tutkunun sararmayacak olmasının
nedeni de bu.
Sergi,21 Mayıs'a dek izlenebilir.