25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12MAYIS2000CUMA 14 JVLJI_JJ. U l \ kultur@cumhuriyet.com.tr Ruşen Güneş, genç kuşağı çekebilmek için klasik müziğinpopülerleştirilmesinden yana ni denemelere açık olmalı'AYŞEKÖKSAL Ingiltere'de yaşayan viyolacı Ruşen Güneş çarşamba günü ttalyan Kûltûr Merkeri'nde Judhfa ühığ (piyano) ve PfcKn Çotal (obua) ile birlikte Türk bestecilerinin viyola için yazdığı ya- pıtlardan oluşan bir konser verdi. Bo- rusan Kûltûr ve Sanat Merkezi'nin düzenlediği 'TûrkBestecOerive Viyo- la' başlıklı konserde NeciIKaznn Ak- ses'ten Ühan Usmanbaşa kadar birçok bestecinin yapıtlannı seslendirdi. Henüz 25 yaşındayken Cumhurbaş- kanlığı Senfoni Orkestrası'na sınavla atanan ılk baş viyolacı olma unvanını kazanan Ruşen Güneş, 1988 yılından beri BBC Senfoni Orkestrası ve Lond- ra Fflarmoni Orkestrası'nda solo vi- yolacılığı görevını sürdürüyor. -Türkiye'de birçok yetenekli mûzis- yen burada akiıklan eğitimden sonra yurtdışına gitmeyi terrih ediyor. Sizi Londra'da okumaya ve yaşamaya iten neokhı? RUŞEN GÜNEŞ - Türkiye'de kla- sik müzik kendi kültürümüzden gelen ve köklenmizde olan bir tür olmadı- ğı için gerek eğitimi, gerekse müzis- yenleri yeterli görmedim. Yurtdışında ise klasik müzık yüzyıllar boyunca" ın- sanlann içine işlemiş bir gelenek ol- duğu için kendimi daha özgürce eği- tebüirim diye düşündüm. Viyola, so- lo sazı olmadığı için genellikle insan- lann gözü önünde olan bir alet değil. Bach viyola için bazı 'cantata'lar yaz- mış, ama Mozart ve Brahms döne- minde çok az beste yapılmıştır. Dola- yısıyla repertuvarı çok kısıth müteva- zı bir alet. Her zaman 'ûvey evlat' mu- amelesi görmüş. Ingiltere'de 1930'lar- dan itibaren ünlü viyolacılann çaba- lan sayesınde 'Viyola bir sok> enstrü- mandır' felsefesi yayılmaya başladı. Viyola üzerine kitaplar yazıldı ve şu anda dünyanın en iyi viyola okulu da Londra'da. Bu yüzden benim tercihim de îngiltere oldu. - Sora\ Haitink. Rostopoviç. Mehta, Rattie, Tenstedt gibi birçok ünlü şefle çahşnianmsibingetişmenizde çokönem- li kaüalan olduğunu söylüyorsunuz» GÜNEŞ- Bir şefın görevı besteyı içı- ne sindirmek, her notasını ezberlemek ve onu müzisyenlere aktarmaktır. Bu yüzdenbir virtüözden daha çok şey bı- liyordur. Bu açıdan özellikle niteliklı ve başanlı bir orkestra şefı ile çalış- ' enç nüftısun hızla arttığı bir dönemde klasik müziğe olan ilginin gittikçe azaldığını belirten Güneş, Türkiye'de ise 'yaşanılan tüm düzensizliklere ve kanşıklığa' karşın klasik müzik dinleyen ve konsere gelenlerin daha ümit verici olduğu görüşünde. mak, onun tecrübelerini görmek insa- na yeni kapılar açıyor. Gerçi bir zaman sonra insana her orkestra birbirinin aynısı gıbi geliyor. önemli olan şefın nıtelığı. - Klasik müziğe ügi azakuğı söyleni- yor. Sizce de bir duraklama dönemine migirildi? GUNEŞ - Dünyanm her yerinde genç nüfus artıyor. Onlar da artık pop mü- zik ya da daha farklı türleri düîliyor. Klasik müziğe ve bizim çalıştığımız tarza yabancılaştılar. Sahneye kara fraklarla çıkıp aynı bestelerin yeniden yeniden çalınması onlan artık cezbet- miyor. Tam tersıne bızı ürkütücü ve çok ciddi buluyorlar. Üstelik orkestra ele- manlan da izleyici ile ilişki kurmaya yanaşmıyor. Sürekli onlerine aynı par- çalar konduğu için gitgide onlar da sı- İcılmaya başhyor ve bir pasiflik, içine kapanıklık sanyor. Bu da izleyiciyı et- kiliyor. Aynca CD sektörü de bunu etkiliyor. Insanlar artık evlennde otu- rup konserdeki kadar iyi kalıte müzik dinleyebiliyorlar. Bu yüzden artık ye- ni şeylere ihtiyaç var. Domingo, Car- reras ve Pavarotti operayı popüleştir- me hareketine gırdiler ve bir stadyu- mu doldurdular. Klasik müzikte de ay- nı şeyi yapmak lazım. Barcelona'da- ki stadyum konserinde ben de orkest- rada idim. O kadar coşkulu bir kon- serdi ki bütün orkestra yeniden hayat bulmuş gibiydi. 'Orkestrayı uyandırmak gerek' - Klasik müziğin popülerieşmesi ge- rektiğini mi düşünüyorsunuz? GUNEŞ- Kesmhlde. Orkestrada ça- lanlan da pasifliklennden kurtarmak, harekete geçirmek ve uyandırmak ge- rekiyor ki izleyiciyi de harekete geçir- sin. Bu da ya çok iyi bir orkestra şefi ya da değişık denemelerle gerçekleşe- bilir. Artık Avrupa'da da devlet klasik müziğe para yatırmıyor. Müzisyenle- rin kendi çabalan ile değişik yöntem- ler deneyerek ayakta kalmaya çalışı- yor. - Liza Minelli, Paul McCartney, Charles Anzavour gibi popüler kişile- re eşük etmenizde bu nedenkrin etki- si var o zaman_ GÜNEŞ -Ben de kendimi yenileme- ye çalışıyorum. Bu yüzden zaman za- man klasik müziğin dışına çıktığım oluyor. Sanılanın aksıne klasik müzik eğitimi görmüş olmak bu gibi çahşma- lan gerçekleştirmem için bir engel crtuştürmuyor. Bir Ltea Mineffi ı$ar$a-~ sı çalmamm Mozart yenne Bach çal- maktan hiçbır farkı yok. Notalar ara- cılığı ile bu stilin içine girip onun di- lini çözüyorum. - Türkiye'de klasikmüziğe ügi nasü? GUNEŞ - Türkiye çok garip bir yer. Hemen her alanda düzensizlikler var. Ama yine de bir bakıyorsunuz Trab- zon'da orkestra kuruluyor, Mersin'de opera, Adana, Bursa'da kendi orkest- ralan var. GürerAykal Siirt'te, Muş'ta konser verdikleri zaman biletler tüke- niyor, yer bulunmadığını anlatıyor. Bu gelenlerin ne kadan plak alıyor, ne ka- dan evde klasik müzik dınliyor bile- mem. Ama bence Türkiye'de klasik müzik dinlemeyi heyecanla bekleyen ınsanlar var. Açıkçası buradaki kon- serler, beni Avrupa'dakinden daha çok heyecanlandınyor. Şiirtere viyola müziği -YurtdışmdaTürkbestecifcrineil- gjnastf? GÜNEŞ - Avrupa'da dinleyiciler ye- ni ve farklı seslerin peşinde koşuyor- lar. Mesela şu anda Latin Amerika müziği revaçta. Bizim bestecüerimi- zin yapıtlan da farklı yapısı ve renkli özellikleri nedeniyle çok ügi görüyor. Ben Ulvi Cemal Erkin'in quartetini, CengizTanc, SUıkaÖzdfl ve YaJçmTu- ra'nın viyola yapıtlarını Türkiye'de çaldım, ama hiç yurtdışında bir kon- serde seslendiremedim. Çünkü bunu gerçekleştirmek çok büyük bir orga- nizasyon gerektiriyor. Eğer Türki- ye'den özel kuruluşlar buna ön ayak olup promosyon yapsalar Türk beste- cileri Avrupa'da çok büyük yankı ya- ratır. - Konserde 'Orhan Veli Toplaması' adında kendi bestenizi de sesİendirdi- niz_ GÜNEŞ- Ben besteci değilim. Ama çok uzun zamandan beri şiirlere viyo- la müziği yazıyorum. 'Orhan Veli Top- laması' adlı çalışmamda şurleri ken- dım seslendirip viyola çaldım, ama okuma tarzun beğenilmedı. Ben de şairlenn veya tiyatro oyunculannın şiir okumalannı çok dramatık buluyor ve şiire benzetemiyordum. O zaman anladım ki şiir çok kişisel ve tamamen okuyucu ile şiir arasında oluşan bir duygu yoğunluğundan meydana gelen bir sanat. Ben de artık konserlerde şi- irleri dağıtıyor ve dinleyiciler onu okurken onlara kendi bestelediğim müzikle bir gölge gıbi eşlik ediyo- rum. Tuikulu bahş dünyayı değiştirebüir mi? Ed van der Elsken'in 'Sweet Life' başlıklı retrospektifi Kunstmuseum Wolfsburg'da açıldı Dördüncü durak Minsk Türk Film Haftalan sürüyor ASLISELÇUK Kasım 1999'da başlayan ve Haziran 2000 tarihinde de tekrarlanacak olan Türk Cumhuriyetleri ve Bağımsız Devletler Topluluğu ülkelerinden Türk Fihn Haftalan düzenleniyor. Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Işler Müdürlüğü ile Kültür Bakanlığı Telif Haklan ve Sinema Genel Müdürlüğü işbiriiğiyle ilki Türkmenistan'm Aşkabat kentinde 15-20 Kasım 1999'da gerçekleştirilen Türk Film Haftalan, 28-30 Nisan 2000'de Kazakistan'ın başkenti Almatı'daydı. 10 Mayıs'ta Kırgızistan'ın Bişkek kentine giden etkinlik 14 Mayıs'a dek sürecek.Hafta süresince Memduh Ün'ün «Zıkkunm Kökü", Tunç Başaran' m "Piano Piano Bacaksz", Erden Kınd'ın "Mavi Sûrgünw , Tunca Yönder'in "Ağn'ya Dönüş", Biket Ühan'ın "Ka>Tkçı"sının yer aldığı konulu FîImleriyle.TJiljpn Adah'nm «Eski Konaklar, Yeni Konaklar", tsmafl Güneş'in "Ahlat Mezar Taşjan" isimli belgesel fıhnleri de izleyicilerle buluştu. Türk fîlmlerinin dördüncü durağı ise Belarusya'nın başkenti Minsk olacak. 22- 28 Mayıs 2000 tarihlerinde Beîarus seyîrcîsilıenr^ programda yer alan fılmleri izleyeBirecekTTjenTde Türk sinemasının genel tarihçesi ile ilgıli bir konferansı da dinieyebilecek. Minsk'ten sonra filmler haziran ayından önce Ukrayna'nm Kiev, daha sonra da Moldova'nın Kişinev kentinde gösterime girecek. NECMtSÖNMEZ WÖLFSBURG - Ed van der Eb- ken'in sanat ortammda gündeme gelmesinı sağlayan önemli olaylar- dan biri de, Kassel'deki son 'Docu- menta X' sergisinde kendisine bü- yük bir yer aynlmasıydı. Fotoğraf- lannda belgeselhğin eziciliğine ya- kalanmadan 1950-60 arasında baş- lıca Paris, Johannesburg, Tokyo gi- bi merkezlerde gözlemlenen "yaşam ritmini" yakalayan sanatçı, tutku dolu bir bakışın dünyayı değiştire- ceğine inananlardandı. Elsken'in "Sweetlife" başhğını taşıyan ilk bü- yük boyutlu retrospektifi Kunstmu- seum Wolfsburg'da açıldı. 1949-90 arasında çekümiş olan fo- toğraf ve filmlerden oluşan bu ret- rospektif, sıradan bir röportaj fo- toğrafçılığından yola çıkarak "za- manın ruhunu" yakalamayı başa- ran yetkinliğe ulaşan bir sanatçının uzun ve mücadele dolu yaşamını gündeme getiren bir özelliğe sahip. Fotoromanla fine kavuştu Hemen belirtmekte yarar var, Ed van der Elsken, kendi İcendisini ye- tiştirmiş olan bir sanatçı. Ne fotoğ- raf ne de sanat eğitimi almış. II. Dünya Savaşı'nın ardından Paris'e yerleşmesi, onun yaşamını ve sana- tını derinden etkileyen olaylann ba- şmda geliyor. Burada özgürce ken- di hayatlannı yaşayan genç kuşağın fotoğraflanm çekmeye ve onlann arasında yaşamaya başlayan sanat- çı, 1956'da«F>nBefdesgeschiedefns in Saint Germain des Pres / Saint Germain des Pres'de Aşk" isimli fotoroman kitabını yayımladığmda kısa sürede uluslararası bir üne ka- vuşur. Paris'in merkezindeki bu sa- natçı mahallesinde geçen bir aşk hikâyesini birbirinden ilginç resim- -terle okuyuculara aktaran bu kitap —kısa sürede "kult- kitap" olur. Ser- gide7İ3u fbtografîarla birlikte sa^ natçı tarafından kaleme ahnmış me- tinler, kitap taslaklan da yer alıyor- du. 1950'lerde Paris'te hemen hemen tüm yaratıcı alanlan karşıhklı ola- rak etkileyen "havadaki elektrik", 20. yy. sanatının yüzünü değiştirme- Ekken'in yapıtianndan 'Güney Afrika', 1959 (ûstte) ve 'Öpûş',1952 (altta). yi başarmıştı. Ed van der Elsken'in fotoğraflarmda bu elektriği gözlem- lemek mümkündü. Gerçek aşkın peşindeydi "Sübjektif FotoğraT' hem konu hem de teknık açısından klasik kom- pozisyon kaygılannın bir tarafa bı- ralalarak, fotoğrafçımn kendi solu- ğunu yakalamak için giriştiği ça^ balardan oluşan bir tarzdır. Ed van der Elsken'in uluslararası fotograf tarihinde sıkça bu başhk altında su- nulması elbette bir tesadüf degih Onun, aşk gibi baştan sona kişisel, değişken açılan olan bir konuya olan ilgisi, 1960-70 arasındaki fo- toğraflannda da kendisini ortaya koyuyor. Idealize edilmiş, edebı bir otoğraflannda belgeselciliğin eziciliğine yakalanmadan özellikle büyük şehirlerdeki 'yaşam ritmini' yakalayan sanatçının filmlerini de bir fotoğrafçının gözü, kurgusuyla çektiği ortaya çıkıyor. aşkı değil, gerçek aşkın peşinde olan sanatçmın bu yıllarda gerçekleştir- diği çalışmalan, çiftlerin tutku do- lu anlannı görüntülüyor. Bu yıllar- da sık sık eşinin de resmini çekiyor sanatçı. Daha sonra "Once upon a time'' ismiyle kitaplaşan bu çahş- malar arasında oldukça ilginç bir otoportre de var. Sanatçıyı, elinde- ki fotograf makinesi ve bir ayna önünde duran genç eşini gösterenbu totoğratın her köşesînden sızan tut- kunun gerçekten sübjektif karakte- ri dikkati çekiyor. ~ — —^' 1959-60 arasında eşiyle birhkte yük gemileriyle on dört aylık bir dünya turuna çıkan sanatçı, bu sa- yede Los Angeles'tan Tokyo'ya, Jo- hannesburg'dan New York'a dek uzanan bir coğrafyada çalışma ve gözlem yapma imkânına kavuşur. Güney Afnka'da beyazlann ezici baskısı altında yaşayan insanlann günlük yaşamını konu alan çalışma- lan ancak otuz yıl sonra keşfedile- cek olan sanatçının bu dönemi ye- ni bir "fotoğraf dili" oluşturmasın- da önemli bir rol oynamışdr. Daha sonra "Sweet Life" başlığıyla ki- taplaşan bu fotoğraflar, Ed van der Elsken'in başyapıtlan arasında sa- yıhnaktadu-. Fotoğraf dilini geliştirdi Birbiri arkasma yayımladığı kitap- lanndan beklediği ilgiyi göreme- yince sanatçı, 1962-67 arasında film çekmeye ve bu alanda çalışmaya yönelir. Retrospektifte bu filmleri de görünce, Ed van der Elsken'in ba- kış açısmm, sürekli olarak ilginç "kareleri'' yakalamak üzerine yo- ğunlaştığını, filmlerini sürekli ola- rak bir fotoğrafçının gözü, kurgu- suyla çektiği ortaya çıkıyor. Çünkü çogu kısa metrajlı, deneysel karak- terli olan bu renkli ve siyah beyaz fıhnler, sanatçınm 1970-1980 ara- sında çektiği ilginç fotoğraflarımn ön çalışmalan izlenimini uyandm- yor. Ed van der Elsken'in, 1980'ler- de kansere yakalandığını ögrenme- si hayatun değiştiren bir olgu olur. Sanatçı bundan sonra arşivini düzen- lemeye ve yavaş yavaş ölümün na- sıl kapısmı çaldığım fihn kamera- sı önüne oturarak belgelemeye baş- lar. Eteştnmeden, kıyaslanıadan kö nulanna yaklaşan sanatçının duyar- lı bir yaklaşımla geliştirdıği "fotoğ- raf diK'', 20. yy. insamnm tutku do- lu yönünü ortaya çıkaran bir özel- liğe sahip. Günlük yaşamın karmaşası için- de figürlerine yaklaşan sanatçının kompozisyonlannda gözlemlenen z açık yüreklflik''. sergiden çıkınca YAZIODASI SELtM tLERİ Dağınık YazıJorge Semprunun anılannı okuyorum: HoşçaKaJ GüzelAydınlıkJCan Yayınlan, Nedret Tanyolaç Öz- tokat-Erdim Öztokat çevinsi). Harikulâde bir kitap. Her tümcesi alıp götürüyor, çocukluğunuza, gizJeri- nize, ilk gençliğinize. Kişisel ve toplumsal, büyük acılardan geçiyorsunuz. Okuma şöleni. Çcx;uk Semprun, annesinin gardırobunu, babası- nın kitaplığını kanştınyor. Hangi çocuk kanştırmaz ki? Ama bu sahneler usta yazar eiinden çıkınca bam- başka özellikler kazanıyor. Yalnız annemin gardırobunu, babamın kitaplığını değil, başka evlerin gardıroplannı, kitaplıklannı da ka- nştınrdım. Örnekse, Kadıköyü'nde, Ştfa'dabirevde- yim. Amiral Cevat Bey'in Nezihe Hanım'ın evleri. Sa- londa tuhaf bir kanepe var, sırtı küçücük bir kitaplık. Orada hem Maske ve Ruh, hem Kalp Ağnsı. Bu iki kitabı açık seçik hatıriıyorum. Bir yaz günü de Nezihe Hanım'ın gardırobunu ka- nştırmıştm. Niye onlardayım? Annem nerde? Bilmi- yorum. Şifa'daki villa tarzı ev iki katlrydı. Üst katta öğle uykusuna yatınlmışım. Geniş bir yatak. Perde- leri çekili olmasına karşın aydınlık biroda Usulca kai- kıyorum... Boydan boya gardıropta giysiler, iskarpinler, bluz- lar, çekmecelerde eşarplar... Her şey düzenli. Yaz- lıklar, kışlıklar ayn bölmelerde. Torbalanmış kürkler. Içlen sıharta dolup taşan şapka kutulan. Birden, annemin alçakgönüllü gardırpbu için çok üzülüyorum. Burnumun direğı sızlıyor. Üç ya da dört yaşındaydım. Ama anlayabiliyorum: Bol para harca- nan hayatlar dar yaşamalar yan yana Herkesin ola- naklan farklı. Anlayamadığım: Bu niçin böyle? Semprun anılannda bir romanından söz açıyor UAJ- garabie. Yazık ki okumadım. Semprun, romanlann özel gerçekliğinden söz açıyor sonra: "Sıradan bir ölümün bana ne yaran olabilirdi ki? Uzun ve ağnlı bir hastalık bile bana yetmezdi. Uzun veağniı hastalıklargerçekyaşam için. Romanlarise gerçek yaşam değil: Bunun çok ötesindeler. Ro- man kahramanlan yaşamın sıradanlığına boyun eğ- mekzorunda değil. Hayır, bana daha kesin, daha an- lamlı birşeygerekiyordu: Intiharya da cinayet. Şid- detli bir ölûm." Ispanya'da Franco'nun aşağılık yengisini yaşamtş, yerinden yurdundan olmuş, yeniyetmeliği, en güzel yıllan karanp gitmiş bir yazar, yaşamın sıradanlığını üeri sürüyor. Böylesi acı serüvenden geçmiş; roman gerçekliğinin apayn olduğunun bilincinde. 1930'lara, 1940'lara -sanki bir romanda- dönme- ye çalıştım. Okuma notlanmı tuttuğum bir defterim var. Franco'nun yengisı bizde olumlu karşılanmış; not etmişim. Komünızme indirilen büyük darbe. Yadır- gamadım. Zamanı gelince, biz Eva Peron için Şişli Camii'nde mevlit okutmuşuz... Roman gerçekliği, bir anlamda romananın yara- dılışıyla eşanlamlı. Roman yazılırken romanla yaza- n arasındaki gizemli ilişkiyi dile getirmek hayli güç. ille intihar, ille cinayet. Yalnız Semprun'da değil, pek çok romancıda. Suç ve Ceza'yı okuyuncaya kadar cinayete aklım ermezdi. Suç ve Ceza'dan sonra po- lisiye romanlan bambaşka gözle okudum. Intihara gelince, 'isteri' kimliğinde, yazdıklanma bir- kaç kez yansıdı. Hem bir an öne yazılıp bitsin iste- diğim sayfalar, hem de yeni başatan yazmaktan (<en- dimi alamadığım sayfalar. Bununla birlikte intihar kadar acı, cinayet kadar şid- detli, öteki roman ölümlerini de göz ardı edemem. Henry James'ten romanla uzun öykü arası Daisy Miller Daisy'nin öylesine sessiz ölümü yürek yakı- cıdır. Bir başka beklenmedik sessiz ölüm, Venedikte ölüm'dedir. Jacop'un Odas/'ndakini ürpererek oku- muştum... Jorge Semprum, Hoşça Kal Güzel Aydırtık'ı 1998'de yayımlamış. Yetmişini aşkın bir yazar. Ne tuhaf: 1920'lerin sonundaki çocukluğu, 1930'lardaki ilk- gençliği alabildiğine berrak. Yazarlar için 'geçmiş zaman' belkide yok. Takvimde tz Bırakan: "Derinde gizlianılardaki rahatsız edicikimigerçek- lerianlatmak için." Jorge Semprun, Hoşça Kal Gü- zel Aydınlık'tan. Cezanne taMosu için rekor fiyat • LONDRA (AFP) - Fransız empresyonist Paul Cezanne'in 'Fruit and Pot of Ginger' (Meyve ve Zencefil Tası) adlı çalışması 18 milyon dolar gibi rekor bir fiyat ile açık arttırmaya çıkanlacak. 1895 yılında yapıbnış olan yapıt 1977 yılından beri Londra Ulusal Müzesi'nde bulunuyordu. 28 Haziran'da yapılacak olan müzayedede tablonun çok yüksek fiyata satılması bekleniyor. Eurovlslon biletteri karaborsada • STOCHOLM - Stocholm'ün Globe Arenası'nda yann yapılacak olan Eurovision müzik yanşmasma ilgi büj^ük. 350-690 Isveç Kronu(30-50milyon) tutan biletlerin binlercesi, alınan bütün özel önlemlere karşın karaborsaya yayıldı. Aranjörlerin kişi başına 4 biletten fazla satmamasına karşın karaborsaya bu kadar biletın nasıl ulaştığı biünmiyor. Türkiye'den Pınar Ayhan ve S.O.S Band'ın katılacağı Eurovisyon'a en geniş grupla gelenler ise Hollandahlar. 41 kişılık grup, iddialı olduklarını söyledi. K Ü L T Ü R t Ç Î Z t K K Â M İ L M A S A R A C I da ızleyıcının peşını bırakmıyor. bd van der Elsken, gözlerini insanın "talbine yoğunlaştmnış ve her dan sevginin, aşkın peşinde ilerle- miş bir sanatçı. Fotoğraflanndaki tutkunun sararmayacak olmasının nedeni de bu. Sergi,21 Mayıs'a dek izlenebilir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle