Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 4 NİSAN 2000 SALI
8 DtZİ
Aydmlanmız,
Laisizmve
Keraal
D E M İ R T A S C E Y H U N
•^tr- ^ ^ ısacası, ülkemizdeki
M ^r laiklik uygulaması,
m£ sayın yargıca göre,
m^L "dinleri aşındınnaya
M % yönelik", "kaö" bir
-A- .^^. Fransız laiklik anlayı-
şı olduğu için, gerçek anlamda laiklik
değil, "dini devletleştirerek" bir "laik-
çilik" olmuştur. laiklik, aslında "din fle
rlpviffin Itatyhkh hağımsnhk ilkflrini hc-
nimseyerekbiıükte yaşaması" demektir.
Saym profesöre göre ise, uygulanan
bu Fransız tarzı laikliğin "seıt/radikal"
OILLŞU. üstelık hem "demokratikleşme-
yi engeOemişdr", hem de "dinin yeral-
öna inerek, daha da radikalleşmesine
neden olmuş"tur.
Görüldüğü gibi, bu baylar, kimi yö-
netsel bir tüzelkişilik, kimi ideolojik bir
toplumsal olgu, kimi bir yönetim tûrü
adı, kimi siyasal bir düşünce olan bu
"din, deviet, laiklik, demokratikJeşme,
demokrasi" vb. kavramlan kolayca hal-
Khaımıredıvenp birbirlerinin tamamla-
yıcılan ve karşıtlanymış gibi kullan-
makta hiçbir sakınca görmemişlerdır.
Nitekim, günah keçisi haline getirdik-
leri Türkiye'deki laiklik uygulamasını
güya iyileştirmeye çahşıyorlarmış gibi,
Fransız tarzı laiklik yerine, biri ''Belçi-
ka tarzı laikliği" önerirken diğerleri
"Angtosakson tarn laikliğin toplumsal
yapunıza daha uygun düşeceğmi" hiç-
bir bilimsel tedırgınlık duymadan söy-
leyebilmektedirler gene aynı rahatlıkla.
Oysa, sayın yargıcın, örneğin Belçi-
ka laikliğinin Fransız laikçiliğine üstün-
lüğûnûn kanıtı olarak gösterdiği, "din
Ue devietin karşıbklı bağımsızük ilkesi-
ni benimseyerek bir arada yaşaması''
yargısının, gerçekten bilimsel herhangi
bir anlamı var mıdır acaba? Bir tüzel
varlık (bir hukuki kuruluş) demek olan
deviet ile, bir ideolojik toplumsal olgu
olan din gibi, çok farklı iki ayn kavra-
mı, üstelik adının başında Doç. sanı bu-
lunan bir kişi, nasıl olur da böylesi bir
tasımlamada temel önermelerin öğele-
riymiş gibi kullanabilir Yarabbi?
Bilindiği gibi, demokrasi, bağımsız-
lık, insan haklan, özgürlük, ulus, ulus-
.uşkusuz, "her
toplumun kendine
özgü oluşu" kuralı
yüzünden, "laik
deviet" uygulamalan
da her toplumda, ufak
tefek de olsa, birtakım
değişikliklere uğrasa
gerektir mutlaka.
çuluk vb. birçok kavram gibi "laiklik"
kavramı da, insanlığın siyasal günde-
mine ve dil dağarcığına ilk kez Fransız
Devrimi'yle girmiştir. Ancak, bütün
öteki kavramlann kaynağı olan temel
kavram da laikhktir, galiba hiç kuşku
yok ki... Çûnkü, Fransız Devrimi, gene
bilindiği gibi, Roma Imparatorluğu'nun
Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul
edip imparatorlann artık hem devietin
hem de kilisenin başkanı haline geldiği
ve imparatorluğun kendiliğinden bir din
devieti haline dönûştüğü 324 yılından
bu yana neredeyse 15 yûzyıldır sûren
Katolik kilisesinin din devletine karşı
laikdevietdûşûncesini savunmuş, dola-
yısıyla ümmet'e karşı ulus, kutsallaştı-
nlmış buyruklara kayıtsız koşulsuz ita-
ate karşı demokrasi, bağunsızhk, insan
haklan, özgürlük vb. düşünceleri insan-
lığın siyasal gündemine girdirmiş, in-
sanlık tarihinin dönüm noktası bir olgu-
dur.
Katolik kilisesinin din devletleri, en-
gizisyon mahkemeleriyle ortaçagı, söz-
cüğün tam anlamıyla yanık insan eti ve
kan kokan bir cehenneme çevirmişler-
dir gerçekten de... Bu baskılara karşı,
daha X. yüzyılda, kilisenin deviet yöne-
timinden elini çekmesi için gizli örgüt-
lenmeier başlamış, XII.- XIII. yûzyıla
gelindiğinde Katolik dünyası muhalif
tarikatlardan geçilmez olmuştur. XIV
yûzyılda John VVycHffe, Ingiltere'de ki-
İiseye karşı bir köylü ayaklanması baş-
latmıştır. XV yûzyılda Papaz Jan Huss,
Papa tarafından aforoz edilerek Orta
Avrupa'da yakılmıştır. 1517'de Martin
Luther, Katolik kilisesine başkaldırmış
ve yeni bir kilise, Protestanlığı kurmuş-
tur. 1572'de, Katolik kilisesinin din dev-
leti, Fransa'da, tarihe Saint- Barthetemy
katnamı diye geçen bir Protestan avı
başlatmış ve Paris'te bir günde üç bini
aşkın Protestan öldürülmüştür. Daha
sonra bütün ülkeye yayılarak ta 1593
yılına kadar süren bu insan avında on
binlerce Protestanın kellesi uçurulmuş-
tur.
Işte, sayın yargıcın ve profesörûn, üs-
telik "din düşmanı ohnakla" suçlayıp
Fransıztarzı laiklikyıynca unutulmamalıdır ki, laik deviet kavramı da salt Fransız devriminin bir ürünü değildir. Insanlık bu uğurda da, ta XIII-XIV
yüzyıllardan beri, keşfedilen yeni ticaret yollanyla hızla palazlanan ticaret burjuvazisinin öncülüğünde ortaçağ feodal düzenine karşı
verilmeye başlanan ve değişen ekonomik koşullara koşut bir biçimde yüzyıllar boyu süren nice savaşımlar vermiştir, bilindiği gibi.
şiddetle eleştirdikleri "Fransız tarn la-
iklik", Katolik kilisesinin "yanık insan
eti ve kan kokan" din devletine karşı an-
cak bir devrimle gerçekleştirebildikleri
bir yeni deviet türüdür.
Doğrusu, sayın profesörün, "Anglo-
sakson tarn laikliği''. hangı nedenden
dolayı "Fransız tarzı laikhğe" yeğledi-
ğini anlayabilmek de olanaksızdır.
Çünkü, ortaçağda birKatolikdin dev-
leti olan Ingiltere'de, Katolik Kral VI-
IL Henry, bilindiği gibi, sevgilisi Anne
Boleyn'le evlenebilmesi için kansı Cat-
herine'den aynlmasına Papa izin ver-
meyince, Katolik kilisesinden aynlmış
ve 1532 yılında ayn bir Ingiliz Protes-
tan kilisesi kurmuştur. Böylece, lngil-
tere Kralhğı da Protestan bir din devle-
ti haline dönüşüvermiştir. Nitekim, bu
yeni din devleti de kendi kilisesine ka-
tılmayı kabul etmeyen din adamlannı
bile ölüm cezasıyla cezalandırmaktadır
derhal. Örneğin, Kral VIII. Henry'nin
sarayda görevlendirdiği, yakın çevre-
sinden ve bugûn Rönesans'ın başyapıt-
lanndan sayılan "Utopia"nın yazan
Thomas More, bu yeni kiliseye katıl-
mayı kabul etmediği için, bizzat kralın
buyruğuyla güya yargılanarak ölüm ce-
zasına çarptınlmış ve 1535 yılında asıl-
mıştır.
Kuşkusuz, sayın profesörün de belirt-
tiği gibi, Anglosakson laikliği, Fransız
laikliği gibi, din devletine karşı düzen-
lenmiş bir devrimle gerçekleştirilme-
miştir, doğrudur. Ancak, bu tarihten
sonra da, Kral VIII. Henry'nin kurup
başına geçtiği bu yeni Anglikan kilise-
si ile Katolik kilisesi arasındaki iktidar
kavgası, XVI. yüzyılın sonlanndaönce
Çünkü, laiklik, sayın yargıcın sandı-
ğı ve savladığı gibi, "Din ile devietin
karşıhkh bağunsızhk ilkcsini benimseye-
rek bir arada yaşamalannı sağlamak"
anlamına gelmemektedir kesinlıkle.
Burada hemen şunu belirtelim ki,
"deviet" de, "din" gibi ideolojik bir
kavram değil, bir tüzelkişilik adıdır. do-
layısıyla, sanki aynı nitelikte kavramlar-
mış gibi bu şekilde değerlendirilebil-
meleri de zaten olanaksızdır. Nitekim
sorun da, din ile devietin bir arada ya-
şayıp yaşayamamasmdan değil, tam
karşıtı, devleti ele geçiren kiliselerden
birinin, bu siyasal gücü, salt kendi üs-
tünlügünü öteki kiliselere de zorla ka-
bul ettirebilmenin silahı olarak kullan-
maya kalkışmasmdan kaynaklanmıştır.
Gerçekten de, ortaçağ din devletle-
rinde çok iyi bilindiği gibi. hiçbir din-
sel inanç, bir başka inancın, kendisin-
den üstûn olabileceği olasılığı şöyle
dursun, kendisinin eşiti olabileceğinin
düşünûlmesine dahi tahammül göstere-
memektedir. Öyle ki, aynı kiliseye
(mezhebe) bağlı bir başka tarikat üye-
sine bile, öteki dınlere inananlara gös-
terdiği kadar olsun hoşgörûlü davran-
mamaktadır kesinlikle.
Yani, sorun, dinle deviet arasındaki
ilişkilerden değil, tam karşıtı, siyasal
erki ele geçirmiş mezheple, öteki din-
ler ve mezhepler arasındaki kavgadan
kaynaklanmaktadırasıl. Dinlerin kendi-
lerinden, kendilerini kutsallaştırmala-
nndan, dolayısıyla da ele geçirdikleri
siyasal erki kutsallaştırmalanndan kay-
naklanmaktadır.
Bu nedenle, laisizmın de gerçek an-
lamı, dinle devietin değil, siyasal erki
kavramı gündeme getirilerek dogmala-
ra karşı çıkılmış, XVIII. yüzyıldaki ay-
dınlanma felsefesi ile de insanın kendi
aklı ve görgüleriyle kendi varlığının bi-
lincine vararak din, töre, ahlak, kültür
vb. gibi konularla ilgili sorunlannı ge-
ne kendi akıl ve bilinciyle irdelemesi
aşamasına ulaşılmıştır.
Ve ilginçtir, gerek metafizik dünya
görüşü yerine bilimsel düşünceyi ege-
men kılmaya çalışan Rönesans'ın, ge-
rekse kul kavramı yerine birey kavramı-
nı insanlığın gündemine girdiren aydın-
lanma düşüncesinin omurgasını oluştu-
ran temel öğeler de, kesinlikle devletle
ilgili değil, her ikisinin de dogmalara
şiddetle karşı çıkması, yani kutsallaştır-
mayı reddetmeleriyle ilgilidir, daha ilk
bakışta görûleceği gibi. "Laik deviet"
kavramı da, unutulmamalıdır ki, aydın-
lanma çağındaki dûşüncel gelişmelerin
doğal sonucu olarak. XVIII. yüzyılın
sonlannda insanlığın mentalitesinde
oluşmuş ve ilk kez Fransız Devrimi 'yle
gündeme getirilmiştir. Dolayısıyla, tıp-
kı Rönesans'ta ortaçağ skolastik düşün-
cesine karşı oluşturulan akılcılıktaki ve
aydınlanma çağında gerçekleştirilen
kulluktan bireyleşmeye geçişteki dog-
malarla tabulara olan karşıtlık gibi. "la-
ik deviet" deyimindeki "laiklik" kavra-
mının belkemiğini de kutsallaştınnaya
karşıtlık oluşturmaktadır, hiç kuşku yok
ki...
Hıristiyan laislzmi ml?'
islam lalslzml ml?'
Görüldüğü gibi, "laik deviet" kavra-
mı. ilk kez Batı Avrupa'da, Hıristiyan
Fransız laikdevietanlayışıyla Belçika la-
ik devfetanlayışı arasında, ola ki gerçek-
ten birtakım küçük farklılıklar vardır.
Lakin, bu farklılığın, "laik deviet" kav-
ramının tanımını etkileyecek nitelikte
olabilecegini söyleyebilmek ise, galiba
olanaksızdır. Çünkü, bu ülkelerin hep-
sinde, sonuçta devleti bir Hıristiyan ki-
lisesi din devleti haline dönüştürmüştür
ve bu siyasal erk savaşımla o kilisenin
elinden alınıp, bütün dinlerin ve kilise-
lerin bir arada, eşit koşullarda yaşama-
yı kabul edecekleri bir toleranslı yöne-
tim oluşturularak deviet laikleştirilmiş-
tir. Bu nedenle, Anglo-sakson laisizmi
de, Fransız laisizmi de, Belçika laisiz-
mi de temelde aynıdır aslında.
Ancak, aynı şeyleri Türkiye'deki la-
iklik uygulaması için •söyleyebilmek
ise, söz konusu dahi olmasa gerektir ke-
sinlikle.
Kuşkusuz, laiklik düşüncesi ve "laik
devtet" kavramı da Fransa'dan ahnmış-
tır, ama, Türkiye'de herhangi bir Hıris-
tiyan kilisesinin kurduğu teokratik dev-
leti değil, İslam şeriatından kaynakla-
nan bir teokratik devleti laikleştirmiştir
Mustafa KemaL Dolayısıyla, kimi şeri-
atçı profesörler, "Türkiye'nin şartian
diskuru" gibi alaylı ifadelerle bu gerçe-
ği göz ardı ettirip. Türkiye'deki laiklik
uygulamasını, Fransa'daki laiklik uygu-
lamasınm sanki özdeşiymiş gibi göster-
meye ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar,
salt bu özellik bile, bu iki uygulamanın
temelde birbirlerinden ne denli farklı
olduklarını bütün çıplaklığıyla gözler
önüne serse gerektir doğrusu. Çünkü,
unutulmamalıdır ki şeriat, Hıristiyan-
lıkta kutsal kitaplardan kaynaklanma-
piskoposluk düzenini savaınan High
Church'çülerce (yûksek kilise) Galvin-
ci Low Church'çüler (aşağı kilise) ara-
sındaki bir sürtüşme şeklinde başlamış,
daha sonra Broad Church'çüler (geniş
kilise) diye bir yeni grubun daha oluş-
masıylabölünerek sürmüş gitmiştir. Ya-
ni, Ingiltere tarihi, XVI. yüzyıldan son-
ra da, Katolikler, Protestanlar, bu iki
mezhepten yeni bir bireşim yaratmaya
çalışan piskoposçular, presbiteriyenler,
püritenler vb. gibi çok sayıdaki grupla-
rın, tarikatlann siyasal erki ele geçir-
meye çalışan din kavgaları içinde geç-
miştir, ta XIX. yüzyıla kadar. Örneğin,
daha 1558'den itibaren, Kraliçe Eliza-
beth döneminde, Kral L James ve I.
Charlesdönemlerinde Calvinci presbi-
teriyenler büyük baskı ve eziyet altında
yaşamışlar, daha sonraki yıllarda da
Amerika'ya göcmek zorunda kalmış-
lardır. Bu uğurda ıç savaşlar bile çıka-
nlmıştır. Nitekim, Kral I. Charles da,
CronmeU'in öncülüğünde çıkan bir iç
savaş sonunda yenik düşüp yargılanarak
asılmıştır. Kısacası, Ingiltere'de, bu ye-
ni kilisenin din devleti sırasında yaşa-
nan, Hıristiyan mezhep ve tarikatlar ara-
sındaki kanlı iktidar kavgası da, aslın-
da "yanık insan eti ve kan kokma" açı-
smdan Katolik kilisesinin din devletle-
rinde yaşananlardan pek de farklı değil-
dir.
Bu nedenle, ortaçağdaki Hıristiyan
dindevtetJerinin (teokratik devietin) tek
seçeneğı "laik devietin", bir evrim so-
nucu gerçekleşmiş veya bir devrimle
kurulmuş olmasının, kavramın anla-
mında herhangi bir değişiklik yapabil-
mesi, elbette söz konusu dahi değildir.
herhangi bir şekilde ele geçirmiş bu din-
sel grubun sultasına son verip. devleti,
"bütün dinlerin karşıhkh bağımsızlık U-
kesini benimseyerek bir arada yaşama-
lannısağlayacakbn-yönetmıekavuştur-
mak", siyasal erkin kutsallaştınlması-
na şiddetle karşı çıkmak demektir zaten.
Görüldüğü gibi, laiklik, "dinsizh'k"
demek olmadığı gibi, "din düşmanı ol-
mak" anlamına da gelmemektedir ke-
sinlikle. Laik deviet karşıtlannın ısrar-
Ia savladıklan gibi, ideolojik bir kav-
ram da değildir aslında. Bir sıfattır. La-
ik deviet de, bir yönetsel terimdir. Nite-
kiliselerinin ortaçağ teokratik devletle-
rine karşı önce dûşüncel planda başla-
tılmış ve kanlı bir biçimde yüzyıllar bo-
yu sürmüş bir savaşım sonunda, hiçbir
dinsel grubun siyasal erki ele geçirerek
bir başka dinsel gruba baskı yapamaya-
cağı bir yeni deviet türü olarak insanlı-
ğın siyasal gündemine girmiştir.
Yani, ilk kez Hıristiyan Batı Avnıpa
ülkelerinde gerçekleşen bu yeni "laik
devtet"in ana hedefı de, gene hiç kuş-
ku yok ki, kimi çevrelerce ısrarla sav-
landığı gibi "din ile devleti ayırmak",
"din ile devletibirbirinedüşman etmek"
xVuşkusuz, laiklik düşüncesi ve "laik deviet"
kavramı da Fransa'dan alınmıştır, ama, Türkiye'de
herhangi bir Hıristiyan kilisesinin kurduğu
teokratik devleti değil, İslam şeriatından
kaynaklanan bir teokratik devleti laikleştirmiştir.
kim, eski Yunanca "laikos" sözcüğü de,
bir ideolojik kavram olmayıp bilindiği
gibi "din adamı olmayan kişi" anlamı-
na gelen bir 'ad'dır.
Aynca unutulmamalıdır ki. laik dev-
iet kavramı da salt Fransız devriminin
bir ürünü değildir. tnsanlık bu uğurda
da, ta XIII-XIV yüzyıllardan beri, keş-
fedilen yeni ticaret yollanyla hızla pa-
lazlanan ticaret burjuvazisinin öncülü-
ğünde ortaçağ feodal düzenine karşı ve-
rilmeye başlanan ve değişen ekonomik
koşullara koşut bir biçimde yüzyıllar
boyu süren nice savaşımlar vermiştir,
bilindiği gibi. Önce Rönesans la inanan
insan kavramına karşı düşünen insan
filan şöyle dursun, tam karşıtı, dinsel
farklılıklar arasında bir toleransın sağ-
lanacağı ve bütün kiliselerin, bütün din-
lerin "karşıhkh bağımsızlık ilkesi içinde
bir arada, eşit koşullarda" yaşayacağı
bir düzenin kurulmasına çalışmak ol-
muştur kesinlikle. Nitekim, bu Hıristi-
yan ülkelerde "laik deviet" kavramı ile
birlikte en çok kullanılan bir diğer kav-
ram da "tolerans" kavramıdır hâlâ, biz-
ce bu yüzden.
Kuşkusuz, "her toplumun kendine
özgü oluşu" kuralı yüzünden, "laikdev-
let" uygulamalan da her toplumda, u-
fak tefek de olsa, birtakım değişiklikle-
re uğrasa gerektir mutlaka. Bu nedenle.
maktadır.
Bilindiği gibi, Incil, gökten inmemiş,
Isa'dan sonra 4 havari tarafından, 60 ile
110 yıllan arasında kaleme alınmıştır.
Hatta, bu 4 havariden Aziz Luka, îsa'yı
hiç görmemiştir ve başkalanndan din-
lediği öykülere dayanarak çocukluğunu
anlatmaktadır yazdığı Incil'de. Isa'nın
yaşamöykûsûnün ve öğretisinin anlatıl-
dığı bu 4 Incil de, Katolik kilisesinin
karanyla Tann tarafından gönderilmiş
kutsal tek birkitap olarak kabul edilmiş-
tir. Oysa, gene bilindiği gibi, İslam inan-
cına göre Kuran, gökten vahiy ile inmiş-
tir, yani Tann'nın kitabıdır, Tann'nm
buyruklandır. Bu nedenle, şeriat da, Hı-
ristiyanlıkta kiliseden (ruhban sınıfin-
dan) kaynaklandığı halde, Müslüman-
lıkta kutsal kitaptan, Tann'nın kitabı
Kuran'dan kaynaklanmaktadır.
Dolayısıyla, laisizm, Hıristiyan top-
lumlarda, şeriatın kiliseden, daha doğ-
rusu ruhban sınıfından kaynaklandığı
bir teokratik devietin seçeneği şeklinde
gerçekleştirilmiş olduğu halde, Türki-
ye'de. gücûnü kutsal kitaptan alan Ab-
dülhamid'in teokratik devletine karşı
yeniden yorumlanmış ve sanki yeni baş-
tan biçimlendirilmiştir zorunlu olarak...
Yani, kesinlikle Fransız laisizminin bir
kopyası filan değil. tam anlamıyla bize
özgü bir laikdeviet uygulamasıdır. Mus-
tafa Kemal'in dehasının bir ürünüdür,
hiç kuşku yok ki...
Batılılann, ruhban sınıfından kaynak-
lanan şeriata dayalı ortaçağ kilise dev-
letlerinin seçeneği olarak XVIII. yûzyıl-
da bulduklan yeni ulus deviet türüne,
Yunanca "ruhban suufindan olmayan
kişi" anlamındaki "laikos" sözcüğün-
den "laik deviet" diye bir yeni ad üret-
meleri de bu nedenle midir, kim bilir?
Burada hemen şunu da belirtelim ki,
galiba Arapçada, tslamiyetin şer'i gücü
kutsal kitaptan alan bir din oluşu ve bir
ruhban sınıfının bulunmaması yüzün-
den ola ki, "laikos" kavramının bir kar-
şılığı bulunmadığı gibi, "laikdeviet" ve
"tolerans" kavramlannın da karşılıkla-
n yoktur, bildiğimiz kadanyla. Örne-
ğin, "laik" kavramı, Osmanlı lmpara-
torluğu döneminde de, Arapça veya
Farsça bir karşılık bulunamadığı için ol-
sa gerek, "ladini", "dindışı" vb. gibi,
kesinlikle kavramın anlamını karşıla-
mayan tamlamalarla açıklanmaya çalı-
şılmıştırsürekli.
Ne yazık ki, Cumhuriyet döneminde
de kavrama Türkçe bir karşılık buluna-
mamıştır hâlâ. Nitekim, aynı çevreler
"lnsanlan laikolanlarveolmavanlardi-
ye ikiye böüneyin" veya "Fransız türü
laiklik din ile devleti birbirine düşman
etmiştir" gibisinden anlamını anıştır-
malı bir biçimde, sanki "din karşrtbğı"
veya "din düşmanbğı", hatta "dinsiz-
lik" imiş gibi açıklamaya kalkışabil-
mektedirler bu yüzden de...
Ancak, ilginçtir gene aynı çevreler,
sanki bu kavramlann Arapça İcarşılık-
lannın bulunmadığı savını çürütebil-
mek için, bu kez de "tolerans" kavra-
mının Arapça karşılığının "tesamuh"
olduğunu öne sürmeye başlamışlardır
son günlerde.
Oysa, Arapça "tesamuh" sözcüğü,
sözlüklerde \erilen bilgilere göre. "cö-
merdik.eliaçıklık*' anlamındaki "sema-
hat" sözcüğünden türetilmiştir ve tıpkı
bir zamanlar bizim de kullandığımız,
gene "semahat" sözcüğünden türetil-
miş "müsamaha" gibi, hoşgörme,gör-
mezden geüne, göz ynmma, bağtşlama,
vb" anlamına gelmektedir. Nitekim,
Türk Dil Kurumu'nun bu kavrama, sa-
nınz 1960'larda bulduğu Türkçe karşı-
lık da "hoşgörü"dür. Dolayısıyla, Türk-
çe karşılığından da daha ilk bakışta an-
laşılacağı gibi, "tesamuh" kavramının
içinde bir "hoşgören" olduğu gibi, bir,
de "hoşgörülen" vardır. Yani, birismmi
.ilisenin din
devletleri, engizisyon
mahkemeleriyle
ortaçagı, sözcüğün tam
anlamıyla yanık insan
eti ve kan kokan bir
cehenneme
çevirmişlerdir
gerçekten de...
bir baskasını "bağtşlaması", "arTetme-
si" söz konusudur, kısacası "güçlünün
güçsüzü hoş^örmesi" demektir bu kav-
ram.
"Tolerans" kavramı ise, kesinlikle bir
boşgören-hoşgörülen ilişkisi içinde
"güçlünün güçsüzü hoşgörmesi" veya
"birlikteyaşamayı ona lütfetmesi" anla-
mını değil. karşıhkh birbirine kadan-
ma, farkı dinsel görüşlerin birbirlerine
tahammül ederek bir arada yaşamalan
vb. gibi anlamlan içermektedir. Nite-
kim, XVIII. yûzyılda laik devtet kavra-
mı ile birlikte bu kavramı da insanlığın
siyasal gündemine girdiren Batılı top-
lumlann dillerinde, tolerans'ın dışında,
"hoşgörü" anlamını içeren başka söz-
cükler vardır. Örneğin, Ingilizler ve
Fransızlar "hoşgörü" karşılığı olarak
"Indulgence", Almanlarda "Duldung"
sözcüklerini kullanmaktadırlar. Bu ne-
denle, örneğin 1789'da devrimle ger-
çekleştirilen laik dûzen de, kesinlikle
Katolik kilisesinin Protestan kilisesine
daha hoşgörülü davranmasını değil, tam
karşıtı, hiçbir kilisenin ötekilerden da-
ha üstün durumda olmadığı ve bütün
dinlerin birbirlerine katlanmayı kabul
ederek, karşılıklı bağımsızlık ilkesi için-
de bir arada ve eşit koşullarda yaşama-
smı sağlayan "toleransh" bir yönetimi
kurmuştur Fransa'da.
Bu yüzden Osmanlı lmparatorlu-
ğu'nda da, bizce bütün tarihi boyunca,
öteki dinlere karşı kesinlikle toleransh
değil, ola ki daha çok vergi alabilmek
amacıyla, zaman zaman hoşgörülü dav-
ranılmıştır sadece, güçlü olunduğu sü-
relerde.
Kuşkusuz, tıpkı Selçuklulargibi, Os-
manlılar (veya Kayı aşireti) de daha Is-
lamiyeti kabul ederken, aynı anda Sün-
ni-Hanefiliği de benimseseler gerektir,
bizce de büyük bir olasılıkla. Ama ne
var ki, gene gördüğümüz kadanyla,
deviet bütçesinden harcama ile yaptınl-
mış tek bir cami yoktur günümüze u-
laşmış belgelere göre, Osmanlı ülke-
sinde.
Sürecek