19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4 NİSAN 2000 SALI 8 DtZİ Aydmlanmız, Laisizmve Keraal D E M İ R T A S C E Y H U N •^tr- ^ ^ ısacası, ülkemizdeki M ^r laiklik uygulaması, m£ sayın yargıca göre, m^L "dinleri aşındınnaya M % yönelik", "kaö" bir -A- .^^. Fransız laiklik anlayı- şı olduğu için, gerçek anlamda laiklik değil, "dini devletleştirerek" bir "laik- çilik" olmuştur. laiklik, aslında "din fle rlpviffin Itatyhkh hağımsnhk ilkflrini hc- nimseyerekbiıükte yaşaması" demektir. Saym profesöre göre ise, uygulanan bu Fransız tarzı laikliğin "seıt/radikal" OILLŞU. üstelık hem "demokratikleşme- yi engeOemişdr", hem de "dinin yeral- öna inerek, daha da radikalleşmesine neden olmuş"tur. Görüldüğü gibi, bu baylar, kimi yö- netsel bir tüzelkişilik, kimi ideolojik bir toplumsal olgu, kimi bir yönetim tûrü adı, kimi siyasal bir düşünce olan bu "din, deviet, laiklik, demokratikJeşme, demokrasi" vb. kavramlan kolayca hal- Khaımıredıvenp birbirlerinin tamamla- yıcılan ve karşıtlanymış gibi kullan- makta hiçbir sakınca görmemişlerdır. Nitekim, günah keçisi haline getirdik- leri Türkiye'deki laiklik uygulamasını güya iyileştirmeye çahşıyorlarmış gibi, Fransız tarzı laiklik yerine, biri ''Belçi- ka tarzı laikliği" önerirken diğerleri "Angtosakson tarn laikliğin toplumsal yapunıza daha uygun düşeceğmi" hiç- bir bilimsel tedırgınlık duymadan söy- leyebilmektedirler gene aynı rahatlıkla. Oysa, sayın yargıcın, örneğin Belçi- ka laikliğinin Fransız laikçiliğine üstün- lüğûnûn kanıtı olarak gösterdiği, "din Ue devietin karşıbklı bağımsızük ilkesi- ni benimseyerek bir arada yaşaması'' yargısının, gerçekten bilimsel herhangi bir anlamı var mıdır acaba? Bir tüzel varlık (bir hukuki kuruluş) demek olan deviet ile, bir ideolojik toplumsal olgu olan din gibi, çok farklı iki ayn kavra- mı, üstelik adının başında Doç. sanı bu- lunan bir kişi, nasıl olur da böylesi bir tasımlamada temel önermelerin öğele- riymiş gibi kullanabilir Yarabbi? Bilindiği gibi, demokrasi, bağımsız- lık, insan haklan, özgürlük, ulus, ulus- .uşkusuz, "her toplumun kendine özgü oluşu" kuralı yüzünden, "laik deviet" uygulamalan da her toplumda, ufak tefek de olsa, birtakım değişikliklere uğrasa gerektir mutlaka. çuluk vb. birçok kavram gibi "laiklik" kavramı da, insanlığın siyasal günde- mine ve dil dağarcığına ilk kez Fransız Devrimi'yle girmiştir. Ancak, bütün öteki kavramlann kaynağı olan temel kavram da laikhktir, galiba hiç kuşku yok ki... Çûnkü, Fransız Devrimi, gene bilindiği gibi, Roma Imparatorluğu'nun Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul edip imparatorlann artık hem devietin hem de kilisenin başkanı haline geldiği ve imparatorluğun kendiliğinden bir din devieti haline dönûştüğü 324 yılından bu yana neredeyse 15 yûzyıldır sûren Katolik kilisesinin din devletine karşı laikdevietdûşûncesini savunmuş, dola- yısıyla ümmet'e karşı ulus, kutsallaştı- nlmış buyruklara kayıtsız koşulsuz ita- ate karşı demokrasi, bağunsızhk, insan haklan, özgürlük vb. düşünceleri insan- lığın siyasal gündemine girdirmiş, in- sanlık tarihinin dönüm noktası bir olgu- dur. Katolik kilisesinin din devletleri, en- gizisyon mahkemeleriyle ortaçagı, söz- cüğün tam anlamıyla yanık insan eti ve kan kokan bir cehenneme çevirmişler- dir gerçekten de... Bu baskılara karşı, daha X. yüzyılda, kilisenin deviet yöne- timinden elini çekmesi için gizli örgüt- lenmeier başlamış, XII.- XIII. yûzyıla gelindiğinde Katolik dünyası muhalif tarikatlardan geçilmez olmuştur. XIV yûzyılda John VVycHffe, Ingiltere'de ki- İiseye karşı bir köylü ayaklanması baş- latmıştır. XV yûzyılda Papaz Jan Huss, Papa tarafından aforoz edilerek Orta Avrupa'da yakılmıştır. 1517'de Martin Luther, Katolik kilisesine başkaldırmış ve yeni bir kilise, Protestanlığı kurmuş- tur. 1572'de, Katolik kilisesinin din dev- leti, Fransa'da, tarihe Saint- Barthetemy katnamı diye geçen bir Protestan avı başlatmış ve Paris'te bir günde üç bini aşkın Protestan öldürülmüştür. Daha sonra bütün ülkeye yayılarak ta 1593 yılına kadar süren bu insan avında on binlerce Protestanın kellesi uçurulmuş- tur. Işte, sayın yargıcın ve profesörûn, üs- telik "din düşmanı ohnakla" suçlayıp Fransıztarzı laiklikyıynca unutulmamalıdır ki, laik deviet kavramı da salt Fransız devriminin bir ürünü değildir. Insanlık bu uğurda da, ta XIII-XIV yüzyıllardan beri, keşfedilen yeni ticaret yollanyla hızla palazlanan ticaret burjuvazisinin öncülüğünde ortaçağ feodal düzenine karşı verilmeye başlanan ve değişen ekonomik koşullara koşut bir biçimde yüzyıllar boyu süren nice savaşımlar vermiştir, bilindiği gibi. şiddetle eleştirdikleri "Fransız tarn la- iklik", Katolik kilisesinin "yanık insan eti ve kan kokan" din devletine karşı an- cak bir devrimle gerçekleştirebildikleri bir yeni deviet türüdür. Doğrusu, sayın profesörün, "Anglo- sakson tarn laikliği''. hangı nedenden dolayı "Fransız tarzı laikhğe" yeğledi- ğini anlayabilmek de olanaksızdır. Çünkü, ortaçağda birKatolikdin dev- leti olan Ingiltere'de, Katolik Kral VI- IL Henry, bilindiği gibi, sevgilisi Anne Boleyn'le evlenebilmesi için kansı Cat- herine'den aynlmasına Papa izin ver- meyince, Katolik kilisesinden aynlmış ve 1532 yılında ayn bir Ingiliz Protes- tan kilisesi kurmuştur. Böylece, lngil- tere Kralhğı da Protestan bir din devle- ti haline dönüşüvermiştir. Nitekim, bu yeni din devleti de kendi kilisesine ka- tılmayı kabul etmeyen din adamlannı bile ölüm cezasıyla cezalandırmaktadır derhal. Örneğin, Kral VIII. Henry'nin sarayda görevlendirdiği, yakın çevre- sinden ve bugûn Rönesans'ın başyapıt- lanndan sayılan "Utopia"nın yazan Thomas More, bu yeni kiliseye katıl- mayı kabul etmediği için, bizzat kralın buyruğuyla güya yargılanarak ölüm ce- zasına çarptınlmış ve 1535 yılında asıl- mıştır. Kuşkusuz, sayın profesörün de belirt- tiği gibi, Anglosakson laikliği, Fransız laikliği gibi, din devletine karşı düzen- lenmiş bir devrimle gerçekleştirilme- miştir, doğrudur. Ancak, bu tarihten sonra da, Kral VIII. Henry'nin kurup başına geçtiği bu yeni Anglikan kilise- si ile Katolik kilisesi arasındaki iktidar kavgası, XVI. yüzyılın sonlanndaönce Çünkü, laiklik, sayın yargıcın sandı- ğı ve savladığı gibi, "Din ile devietin karşıhkh bağunsızhk ilkcsini benimseye- rek bir arada yaşamalannı sağlamak" anlamına gelmemektedir kesinlıkle. Burada hemen şunu belirtelim ki, "deviet" de, "din" gibi ideolojik bir kavram değil, bir tüzelkişilik adıdır. do- layısıyla, sanki aynı nitelikte kavramlar- mış gibi bu şekilde değerlendirilebil- meleri de zaten olanaksızdır. Nitekim sorun da, din ile devietin bir arada ya- şayıp yaşayamamasmdan değil, tam karşıtı, devleti ele geçiren kiliselerden birinin, bu siyasal gücü, salt kendi üs- tünlügünü öteki kiliselere de zorla ka- bul ettirebilmenin silahı olarak kullan- maya kalkışmasmdan kaynaklanmıştır. Gerçekten de, ortaçağ din devletle- rinde çok iyi bilindiği gibi. hiçbir din- sel inanç, bir başka inancın, kendisin- den üstûn olabileceği olasılığı şöyle dursun, kendisinin eşiti olabileceğinin düşünûlmesine dahi tahammül göstere- memektedir. Öyle ki, aynı kiliseye (mezhebe) bağlı bir başka tarikat üye- sine bile, öteki dınlere inananlara gös- terdiği kadar olsun hoşgörûlü davran- mamaktadır kesinlikle. Yani, sorun, dinle deviet arasındaki ilişkilerden değil, tam karşıtı, siyasal erki ele geçirmiş mezheple, öteki din- ler ve mezhepler arasındaki kavgadan kaynaklanmaktadırasıl. Dinlerin kendi- lerinden, kendilerini kutsallaştırmala- nndan, dolayısıyla da ele geçirdikleri siyasal erki kutsallaştırmalanndan kay- naklanmaktadır. Bu nedenle, laisizmın de gerçek an- lamı, dinle devietin değil, siyasal erki kavramı gündeme getirilerek dogmala- ra karşı çıkılmış, XVIII. yüzyıldaki ay- dınlanma felsefesi ile de insanın kendi aklı ve görgüleriyle kendi varlığının bi- lincine vararak din, töre, ahlak, kültür vb. gibi konularla ilgili sorunlannı ge- ne kendi akıl ve bilinciyle irdelemesi aşamasına ulaşılmıştır. Ve ilginçtir, gerek metafizik dünya görüşü yerine bilimsel düşünceyi ege- men kılmaya çalışan Rönesans'ın, ge- rekse kul kavramı yerine birey kavramı- nı insanlığın gündemine girdiren aydın- lanma düşüncesinin omurgasını oluştu- ran temel öğeler de, kesinlikle devletle ilgili değil, her ikisinin de dogmalara şiddetle karşı çıkması, yani kutsallaştır- mayı reddetmeleriyle ilgilidir, daha ilk bakışta görûleceği gibi. "Laik deviet" kavramı da, unutulmamalıdır ki, aydın- lanma çağındaki dûşüncel gelişmelerin doğal sonucu olarak. XVIII. yüzyılın sonlannda insanlığın mentalitesinde oluşmuş ve ilk kez Fransız Devrimi 'yle gündeme getirilmiştir. Dolayısıyla, tıp- kı Rönesans'ta ortaçağ skolastik düşün- cesine karşı oluşturulan akılcılıktaki ve aydınlanma çağında gerçekleştirilen kulluktan bireyleşmeye geçişteki dog- malarla tabulara olan karşıtlık gibi. "la- ik deviet" deyimindeki "laiklik" kavra- mının belkemiğini de kutsallaştınnaya karşıtlık oluşturmaktadır, hiç kuşku yok ki... Hıristiyan laislzmi ml?' islam lalslzml ml?' Görüldüğü gibi, "laik deviet" kavra- mı. ilk kez Batı Avrupa'da, Hıristiyan Fransız laikdevietanlayışıyla Belçika la- ik devfetanlayışı arasında, ola ki gerçek- ten birtakım küçük farklılıklar vardır. Lakin, bu farklılığın, "laik deviet" kav- ramının tanımını etkileyecek nitelikte olabilecegini söyleyebilmek ise, galiba olanaksızdır. Çünkü, bu ülkelerin hep- sinde, sonuçta devleti bir Hıristiyan ki- lisesi din devleti haline dönüştürmüştür ve bu siyasal erk savaşımla o kilisenin elinden alınıp, bütün dinlerin ve kilise- lerin bir arada, eşit koşullarda yaşama- yı kabul edecekleri bir toleranslı yöne- tim oluşturularak deviet laikleştirilmiş- tir. Bu nedenle, Anglo-sakson laisizmi de, Fransız laisizmi de, Belçika laisiz- mi de temelde aynıdır aslında. Ancak, aynı şeyleri Türkiye'deki la- iklik uygulaması için •söyleyebilmek ise, söz konusu dahi olmasa gerektir ke- sinlikle. Kuşkusuz, laiklik düşüncesi ve "laik devtet" kavramı da Fransa'dan ahnmış- tır, ama, Türkiye'de herhangi bir Hıris- tiyan kilisesinin kurduğu teokratik dev- leti değil, İslam şeriatından kaynakla- nan bir teokratik devleti laikleştirmiştir Mustafa KemaL Dolayısıyla, kimi şeri- atçı profesörler, "Türkiye'nin şartian diskuru" gibi alaylı ifadelerle bu gerçe- ği göz ardı ettirip. Türkiye'deki laiklik uygulamasını, Fransa'daki laiklik uygu- lamasınm sanki özdeşiymiş gibi göster- meye ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar, salt bu özellik bile, bu iki uygulamanın temelde birbirlerinden ne denli farklı olduklarını bütün çıplaklığıyla gözler önüne serse gerektir doğrusu. Çünkü, unutulmamalıdır ki şeriat, Hıristiyan- lıkta kutsal kitaplardan kaynaklanma- piskoposluk düzenini savaınan High Church'çülerce (yûksek kilise) Galvin- ci Low Church'çüler (aşağı kilise) ara- sındaki bir sürtüşme şeklinde başlamış, daha sonra Broad Church'çüler (geniş kilise) diye bir yeni grubun daha oluş- masıylabölünerek sürmüş gitmiştir. Ya- ni, Ingiltere tarihi, XVI. yüzyıldan son- ra da, Katolikler, Protestanlar, bu iki mezhepten yeni bir bireşim yaratmaya çalışan piskoposçular, presbiteriyenler, püritenler vb. gibi çok sayıdaki grupla- rın, tarikatlann siyasal erki ele geçir- meye çalışan din kavgaları içinde geç- miştir, ta XIX. yüzyıla kadar. Örneğin, daha 1558'den itibaren, Kraliçe Eliza- beth döneminde, Kral L James ve I. Charlesdönemlerinde Calvinci presbi- teriyenler büyük baskı ve eziyet altında yaşamışlar, daha sonraki yıllarda da Amerika'ya göcmek zorunda kalmış- lardır. Bu uğurda ıç savaşlar bile çıka- nlmıştır. Nitekim, Kral I. Charles da, CronmeU'in öncülüğünde çıkan bir iç savaş sonunda yenik düşüp yargılanarak asılmıştır. Kısacası, Ingiltere'de, bu ye- ni kilisenin din devleti sırasında yaşa- nan, Hıristiyan mezhep ve tarikatlar ara- sındaki kanlı iktidar kavgası da, aslın- da "yanık insan eti ve kan kokma" açı- smdan Katolik kilisesinin din devletle- rinde yaşananlardan pek de farklı değil- dir. Bu nedenle, ortaçağdaki Hıristiyan dindevtetJerinin (teokratik devietin) tek seçeneğı "laik devietin", bir evrim so- nucu gerçekleşmiş veya bir devrimle kurulmuş olmasının, kavramın anla- mında herhangi bir değişiklik yapabil- mesi, elbette söz konusu dahi değildir. herhangi bir şekilde ele geçirmiş bu din- sel grubun sultasına son verip. devleti, "bütün dinlerin karşıhkh bağımsızlık U- kesini benimseyerek bir arada yaşama- lannısağlayacakbn-yönetmıekavuştur- mak", siyasal erkin kutsallaştınlması- na şiddetle karşı çıkmak demektir zaten. Görüldüğü gibi, laiklik, "dinsizh'k" demek olmadığı gibi, "din düşmanı ol- mak" anlamına da gelmemektedir ke- sinlikle. Laik deviet karşıtlannın ısrar- Ia savladıklan gibi, ideolojik bir kav- ram da değildir aslında. Bir sıfattır. La- ik deviet de, bir yönetsel terimdir. Nite- kiliselerinin ortaçağ teokratik devletle- rine karşı önce dûşüncel planda başla- tılmış ve kanlı bir biçimde yüzyıllar bo- yu sürmüş bir savaşım sonunda, hiçbir dinsel grubun siyasal erki ele geçirerek bir başka dinsel gruba baskı yapamaya- cağı bir yeni deviet türü olarak insanlı- ğın siyasal gündemine girmiştir. Yani, ilk kez Hıristiyan Batı Avnıpa ülkelerinde gerçekleşen bu yeni "laik devtet"in ana hedefı de, gene hiç kuş- ku yok ki, kimi çevrelerce ısrarla sav- landığı gibi "din ile devleti ayırmak", "din ile devletibirbirinedüşman etmek" xVuşkusuz, laiklik düşüncesi ve "laik deviet" kavramı da Fransa'dan alınmıştır, ama, Türkiye'de herhangi bir Hıristiyan kilisesinin kurduğu teokratik devleti değil, İslam şeriatından kaynaklanan bir teokratik devleti laikleştirmiştir. kim, eski Yunanca "laikos" sözcüğü de, bir ideolojik kavram olmayıp bilindiği gibi "din adamı olmayan kişi" anlamı- na gelen bir 'ad'dır. Aynca unutulmamalıdır ki. laik dev- iet kavramı da salt Fransız devriminin bir ürünü değildir. tnsanlık bu uğurda da, ta XIII-XIV yüzyıllardan beri, keş- fedilen yeni ticaret yollanyla hızla pa- lazlanan ticaret burjuvazisinin öncülü- ğünde ortaçağ feodal düzenine karşı ve- rilmeye başlanan ve değişen ekonomik koşullara koşut bir biçimde yüzyıllar boyu süren nice savaşımlar vermiştir, bilindiği gibi. Önce Rönesans la inanan insan kavramına karşı düşünen insan filan şöyle dursun, tam karşıtı, dinsel farklılıklar arasında bir toleransın sağ- lanacağı ve bütün kiliselerin, bütün din- lerin "karşıhkh bağımsızlık ilkesi içinde bir arada, eşit koşullarda" yaşayacağı bir düzenin kurulmasına çalışmak ol- muştur kesinlikle. Nitekim, bu Hıristi- yan ülkelerde "laik deviet" kavramı ile birlikte en çok kullanılan bir diğer kav- ram da "tolerans" kavramıdır hâlâ, biz- ce bu yüzden. Kuşkusuz, "her toplumun kendine özgü oluşu" kuralı yüzünden, "laikdev- let" uygulamalan da her toplumda, u- fak tefek de olsa, birtakım değişiklikle- re uğrasa gerektir mutlaka. Bu nedenle. maktadır. Bilindiği gibi, Incil, gökten inmemiş, Isa'dan sonra 4 havari tarafından, 60 ile 110 yıllan arasında kaleme alınmıştır. Hatta, bu 4 havariden Aziz Luka, îsa'yı hiç görmemiştir ve başkalanndan din- lediği öykülere dayanarak çocukluğunu anlatmaktadır yazdığı Incil'de. Isa'nın yaşamöykûsûnün ve öğretisinin anlatıl- dığı bu 4 Incil de, Katolik kilisesinin karanyla Tann tarafından gönderilmiş kutsal tek birkitap olarak kabul edilmiş- tir. Oysa, gene bilindiği gibi, İslam inan- cına göre Kuran, gökten vahiy ile inmiş- tir, yani Tann'nın kitabıdır, Tann'nm buyruklandır. Bu nedenle, şeriat da, Hı- ristiyanlıkta kiliseden (ruhban sınıfin- dan) kaynaklandığı halde, Müslüman- lıkta kutsal kitaptan, Tann'nın kitabı Kuran'dan kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla, laisizm, Hıristiyan top- lumlarda, şeriatın kiliseden, daha doğ- rusu ruhban sınıfından kaynaklandığı bir teokratik devietin seçeneği şeklinde gerçekleştirilmiş olduğu halde, Türki- ye'de. gücûnü kutsal kitaptan alan Ab- dülhamid'in teokratik devletine karşı yeniden yorumlanmış ve sanki yeni baş- tan biçimlendirilmiştir zorunlu olarak... Yani, kesinlikle Fransız laisizminin bir kopyası filan değil. tam anlamıyla bize özgü bir laikdeviet uygulamasıdır. Mus- tafa Kemal'in dehasının bir ürünüdür, hiç kuşku yok ki... Batılılann, ruhban sınıfından kaynak- lanan şeriata dayalı ortaçağ kilise dev- letlerinin seçeneği olarak XVIII. yûzyıl- da bulduklan yeni ulus deviet türüne, Yunanca "ruhban suufindan olmayan kişi" anlamındaki "laikos" sözcüğün- den "laik deviet" diye bir yeni ad üret- meleri de bu nedenle midir, kim bilir? Burada hemen şunu da belirtelim ki, galiba Arapçada, tslamiyetin şer'i gücü kutsal kitaptan alan bir din oluşu ve bir ruhban sınıfının bulunmaması yüzün- den ola ki, "laikos" kavramının bir kar- şılığı bulunmadığı gibi, "laikdeviet" ve "tolerans" kavramlannın da karşılıkla- n yoktur, bildiğimiz kadanyla. Örne- ğin, "laik" kavramı, Osmanlı lmpara- torluğu döneminde de, Arapça veya Farsça bir karşılık bulunamadığı için ol- sa gerek, "ladini", "dindışı" vb. gibi, kesinlikle kavramın anlamını karşıla- mayan tamlamalarla açıklanmaya çalı- şılmıştırsürekli. Ne yazık ki, Cumhuriyet döneminde de kavrama Türkçe bir karşılık buluna- mamıştır hâlâ. Nitekim, aynı çevreler "lnsanlan laikolanlarveolmavanlardi- ye ikiye böüneyin" veya "Fransız türü laiklik din ile devleti birbirine düşman etmiştir" gibisinden anlamını anıştır- malı bir biçimde, sanki "din karşrtbğı" veya "din düşmanbğı", hatta "dinsiz- lik" imiş gibi açıklamaya kalkışabil- mektedirler bu yüzden de... Ancak, ilginçtir gene aynı çevreler, sanki bu kavramlann Arapça İcarşılık- lannın bulunmadığı savını çürütebil- mek için, bu kez de "tolerans" kavra- mının Arapça karşılığının "tesamuh" olduğunu öne sürmeye başlamışlardır son günlerde. Oysa, Arapça "tesamuh" sözcüğü, sözlüklerde \erilen bilgilere göre. "cö- merdik.eliaçıklık*' anlamındaki "sema- hat" sözcüğünden türetilmiştir ve tıpkı bir zamanlar bizim de kullandığımız, gene "semahat" sözcüğünden türetil- miş "müsamaha" gibi, hoşgörme,gör- mezden geüne, göz ynmma, bağtşlama, vb" anlamına gelmektedir. Nitekim, Türk Dil Kurumu'nun bu kavrama, sa- nınz 1960'larda bulduğu Türkçe karşı- lık da "hoşgörü"dür. Dolayısıyla, Türk- çe karşılığından da daha ilk bakışta an- laşılacağı gibi, "tesamuh" kavramının içinde bir "hoşgören" olduğu gibi, bir, de "hoşgörülen" vardır. Yani, birismmi .ilisenin din devletleri, engizisyon mahkemeleriyle ortaçagı, sözcüğün tam anlamıyla yanık insan eti ve kan kokan bir cehenneme çevirmişlerdir gerçekten de... bir baskasını "bağtşlaması", "arTetme- si" söz konusudur, kısacası "güçlünün güçsüzü hoş^örmesi" demektir bu kav- ram. "Tolerans" kavramı ise, kesinlikle bir boşgören-hoşgörülen ilişkisi içinde "güçlünün güçsüzü hoşgörmesi" veya "birlikteyaşamayı ona lütfetmesi" anla- mını değil. karşıhkh birbirine kadan- ma, farkı dinsel görüşlerin birbirlerine tahammül ederek bir arada yaşamalan vb. gibi anlamlan içermektedir. Nite- kim, XVIII. yûzyılda laik devtet kavra- mı ile birlikte bu kavramı da insanlığın siyasal gündemine girdiren Batılı top- lumlann dillerinde, tolerans'ın dışında, "hoşgörü" anlamını içeren başka söz- cükler vardır. Örneğin, Ingilizler ve Fransızlar "hoşgörü" karşılığı olarak "Indulgence", Almanlarda "Duldung" sözcüklerini kullanmaktadırlar. Bu ne- denle, örneğin 1789'da devrimle ger- çekleştirilen laik dûzen de, kesinlikle Katolik kilisesinin Protestan kilisesine daha hoşgörülü davranmasını değil, tam karşıtı, hiçbir kilisenin ötekilerden da- ha üstün durumda olmadığı ve bütün dinlerin birbirlerine katlanmayı kabul ederek, karşılıklı bağımsızlık ilkesi için- de bir arada ve eşit koşullarda yaşama- smı sağlayan "toleransh" bir yönetimi kurmuştur Fransa'da. Bu yüzden Osmanlı lmparatorlu- ğu'nda da, bizce bütün tarihi boyunca, öteki dinlere karşı kesinlikle toleransh değil, ola ki daha çok vergi alabilmek amacıyla, zaman zaman hoşgörülü dav- ranılmıştır sadece, güçlü olunduğu sü- relerde. Kuşkusuz, tıpkı Selçuklulargibi, Os- manlılar (veya Kayı aşireti) de daha Is- lamiyeti kabul ederken, aynı anda Sün- ni-Hanefiliği de benimseseler gerektir, bizce de büyük bir olasılıkla. Ama ne var ki, gene gördüğümüz kadanyla, deviet bütçesinden harcama ile yaptınl- mış tek bir cami yoktur günümüze u- laşmış belgelere göre, Osmanlı ülke- sinde. Sürecek
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle