19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4 NİSAN 2000 SAU 14 [email protected] PORTAL DİKMEN GÜRÜN Ma sansürleyecektmiz..."Tunç İki Gözüm", modern Türk ti- yatrosunun kurucusu Muhsin Ertuğ- nılun, ögrencisi. dostu Tunç Yalman a yazdığı mektuplan içeren bir anı kita- bı. Yannlara kalacak değerli birbelge... Mektuplan derlerken, her karşılaşma- mızda. böyle bir kitabın "Cumhuri- yet"e vakışacağından ve gazeteyle bu konuyu göriişmeyi planladığından söz ederdi Tunç. Sonra bir gün, bir davette tesadüfen Kültür Bakanı'yla karşılaşı- yorlar. Istemihan Talay kitapla ılgi- lenıyor ve bunu bakanlığın basacağı sö- zünü verıyor. Buradan başlayarak 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü'ne kadar her şey, Tunç Yalman'ı da şaşırtacak kadar olumlu ve hızlı gelişiyor. Bu ara- da Yalman, Tunç İkiGözüm'"ün önsö- zünü. hem kendısinin hem de Muhsin Ertuğrul'un yakın dostu olmanrn ötesin- de bir kültür ve sanat adamı olan Şakir Eczacıbaşı'ndan istiyor. Eczacıbaşı da bu ısteğı büyük bir zevkle yerine geti- riyor... 27 Mart'ta Tunç Yalman apar topar Ankara'ya çağnlıyor ve ayru ak- şam birtörenle kitap kendisine sunulu- yor. Geç \akit oteline döndüğünde ve Muhsin Ertuğrul'un mektuplanylabaş- başa kaldığında sevgili Tunç fark edi- yor kı kitapta Şakir Eczacıbaşı'nın ön- sözü yok! Evet, kıtap basılmış, ama "önsöz" gizli bir el tarafindan çeküıp ahn- mış. Daha doğrusu, Eczacıbaşı'nın ya- zısı sansürlenmış. "Neden" sorusuna yanıt olarak, "unutulmuş" denıyor, "kay- bolmuş" deniyor, "benim haberim yok" denıyor, "yaaa öyle mi, vah vah" denı- yor... Bakandan Devlet Tiyatrolan Ge- nel Müdürü'ne. kıtabın düzenlenme- sinde emeği geçenlere dek herkes bu ko- nuda ser veriyor, ama sıı* vermiyor! Burada önemli bir husus da, Şakir Eczacıbaşı'nın "Muhsin Ertuğrul,Tunç Yalman ve Tiyatro Üstüne" başlıklı ön- sözünün sansürlenmesiyle birlikte Tunç Yalman' ın kendi kitabı üzerindeki tasar- ruf hakkının da elinden alınmış olma- sıdır. Bu çirkin olay, Bakanlığın ve Dev- let Tiyatrolan'nın sorumluluğu altın- dadır. Herhalde konuya ilişkin bir açık- lama yapılacaktır. Bekliyoruz... Şakir Eczacıbaşı'nın, "Tunç İki Gö- züm" adlı kitaptan çıkartılan *önsöz"ünü, sanat onuru adına bılgılerinıze sunuyo- rum. . • ı . . - .• Muhsin Ertuğrul, Tunç Yalman ve Tiyatro üstüne 1953-54 yıllan... Vatan gazetesi- nin -bugün basın yokuşu olmaktan Şakir Eczacıbaşı'nın, Tunç Yalman'ın Kültür Bakanfa ğı tarafindan yayımlanan kitabı için yazdığı ön söz sansûrtendL çıkan- Cağaloğlu'nun Molla Fenari Sokağı'ndaki en az yüz yılhk ahşap yapısmın "çaü" dediğimiz ûst katın- da, Tunç Yalman'la "Sanat Yapra- ğı"nı çıkanyorduk. Yale Üniversite- si'nin Tiyatro Okulu'nu bitiren Tunç, Vatan'ın tiyatro eleştirmenliğini de ya- pıyordu o günlerde... Neredeyse her gece, yayımlayacağımız yazılan tar- tışarak sabahı bulur, sonra da Lale- li'ye yürüyüp Hasanpaşa Fınnı'ndan aldığımız sıcacık böreklerle, çörek- lerle çaylar içerdık. Ne zaman tiyat- ro üstüne konuşmaya kalksak, Tunç Yalman sözü Muhsin Ertuğrul'a ge- tirir; onun Türk Tiyatrosu'na yaptığı saymakla bitmez katkılanndan, boyun eğmez, ödün vermez, tutkulu. tutar- lı kişiliğinden söz ederdi. Daha tiyat- ronun admı duyduğumuz gün, Muh- sin Ertuğrul'u tanımış. Sabahattin Eyuboğlu'nun dediği gibi. "tiyatro- yu onsuz, onu tiyatrosuz düşünemez otaraştuk.'' Ama Muhsin Ertuğrul'a karşı duyduğum asıl derin saygı, "Sa- nat Yaprağı" günlerinde Tunç Yal- man'ın anlattıklanyla başladı sanı- yorum. Muhsin Ertuğrul'la 1960'lardaçok yakın dost olmuştuk. Neredeyse her cumartesi, Harem'deki evine, onun- la sohbet etmeye gidiyordum. Karşı karşıya oturduğumuz yazı masasın- da, dünyanın dört bir yanından gelen tiyatro dergileri, kitapları yığılmış dururdu hep. Muhsin Ertuğrul, yap- tıklanndan çok, yapamadıklannı an- latırdı. Ertuğrul, tiyatronun en etkili eğitim aracı olduğuna inanıyordu. Ti- yatro, Antik Çağ'da olduğu gibi, Ana- dolu ınsanıyla kucakJaşmalı, her ken- te. her köye gitmeliydi. Yalnız tiyat- ro, çeşitli soylardan, inançlardan, kül- türlerden gelen insanlan buluşturabi- lir, evrenselliğe ulaştırabilir, barışa yol açabilirdi. Bu nedenle de Türkiye izleyicisine "eğlendirid". sıradan tiyatro yapıtları değil, geç- mişin en değerli sanat ürünleri, günü- müzün en çarpıcı denemeleri sunul- malıydı. "Yeryüzünde tiyatronun bin- birderdedava olduğuna inandım bir kez" diyordu Muhsin Ertuğrul, "Bü- tün kötülüklerin, insanın insandan kopmasından. uzaklaşmasuıdan; bir- birlerinin sıcaklığını. se\ gisini duy- madıklarından doğduğuna inanç ge- tirdim bir kez. Arök beni bu inançtan, bu kanıdan kurtaramazdı kimse." Muhsin Ertuğrul'a duyduğum say- gı her buluşmamızda daha da artıyor- du. 60. Sanat Yıh'nda çıkardığımız kitaba da "Muhsin Ertuğrul'a Say- gı" adını vermiştik. Kitabın önsö- zünde, Sabahattin Eyüboğlu şöyle diyordu: "Türkseyircisinintiyatroya saygısı, bu ülkücü sanat adamının ki- şüiğine duyduğu saygıyla başlan~ Ça- ğımızda sanann kazandığı savgınnğı, bir çeşit yeni kutsalhğı, ne yazık ki, yö- neticilerimi/den çok yöneticüere kar- şı direnen. sanatın hakkınıtitiziiklesa- vunan yürekli sanatadamlanna borç- luyuz. Bunlar arasında, sanadann halklara en yakın, en rüzgâru kavşa- ğuida Muhsin ErtuğruPumuzuneğil- mez başı vardır." Ertuğrul'un 60. Sanat Yılı dolayı- sıyla, bir zamanlar oyunlar sahneye koyduğu Ses Tiyattosu'nda dûzehk-" diğimiz Kutlama Gecesi gösterisini, yazarlardan, yönetmenlerden, oyun- culardan, sahne işçilerinden oluşan koro. Shakespeare'ın "Hamlefin- den alınan şu sözlerle bitiriyordu. Kim dayanabilir zamanın kırbacı- na / Zorbaıun kahnna, gururunun çiğnenmesine / Se\ ginin kepaze edffl- mesine / Yasalann bu kadar yavaş / Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürü- mesine / fyilerin kötülere kul olması- na / Kimse, insan doğup insanca öl- meye kararlı / Hiçbir insan / Hele Muhsin Ertuğrul / Asla™ Muhsin Ertuğrul'un 1909'da on yedı yaşındayken Erenköy'de, Bur- haneddin Kumpanyası'nda başlayan ve 1979'da seksen yedi yaşındayken, Ege Üniversitesi'nin "onursai dok- tor" unvanmı almak için gittiği tz- mir'de sona eren yetmiş yıllık tiyat- ro yaşamı, bir bakıma Çağdaş Türk Tiyatrosu'nun datarihidir. M. Ertuğ- rul öldüğünde korktuğumuz başımı- za gelmiş, bizlerin önerileriyle yaz- maya başladığı, altı cilt olarak tasar- ladığı arulannı tümüyle bitirememiş- ti. Prof. Dr. Özdemir Nutku'nun ça- lışmalanyla bütünleştirilen, Dr. Ne- jat Eczacıbaşı Vakfı'nca "Benden Sonra Tufan Olmasuı" adıyla ya- yımlanan anılar, Türk Tiyatrosu'nun en önemli kaynak yapıtlanndan bi- ridir. Başka bir kaynak yapıt da, çok iyi bir yazar olan M. Ertuğrul'un ti- yatro yazılannı ve denemelerini içe- ren, yine Eczacıbaşı Vakfi'nın yayım- ladığı "GerçeklerinDüsteri ? 'dır. Mek- tuplar, öteki yazın türlerinden çok başkadırlar. Binlerce okura seslen- meyip bir söyleşi ilişkisi içinde ya- zıldıklan için mektuplar, çok daha açık, içten ve sıcaktırlar. Muhsin Er- tuğrul'un yıllarca yakınında bulun- muş, 1960'larda Istanbul Şehir Tiyat- rosu'nun "alün çağı" denilen, yete- nekli genç sanatçılann katıldığı; Ka- dıköy, Üsküdar, Fatih, Zeytinburnu semt tiyatrolannın açıldığı, ortaöğ- retim başlangıcındaki öğrencilere özel gösterilerin gerçekleştirildiği, Rumelihisan surlan içinde bir yaz- lık tiyatronun düzenlendiği dönem- de onunla birlikte çalışmış olan Tunç Yalman'a yazdığı mektuplar, onun düşüncesine ışık rutan, kişiliğini yan- sıtan bir başka kaynak yapıtı oluştu- ruyor. - Tunç Yalman'ın bu değerli girişi- minin, Muhsin Ertuğrul'un öteki dostlannın, çalışma arkadaşlanmn ellerinde bulunan mektuplan da ya- yımlamalanna yol açmasını dileriz. Kaptan Black topraklarda... ZEYNEPÇtFTÇİÜN Bazen şöhret geç çalar kapıyı: Seksenlerin ortasın- da Ornette Coleman ın Prime Time'ından çoktan ay- nlan JamaaladinTacuma, RonaldShannonJackson gi- bi adlar kendi topluluklannı kurmuş, albümlerini ya- yımlamaya başlamış, dergilere kapak olmuş, savısız festival daveti almış, böylece gördüklen 'harmolodic" eğirımin meyvelerini eteklerini doldura doldura topla- mışlarken kara sakallı, tuhafmelon şapkalı, iri yan, ka- pı gibi bir gıtarcı öfkeden duvara salîıyordu yumruk- İannı. Sakın azımsamayın öfkesini James Bk»d Ulmer'ın. Daha on beş on altı yaşlannda, Amenkan futbolu gibi en sert sporlardan biriyle hakkını vererek uğraşmış bi- ri o çünkü. Gitarcılığı da, öyle Prime Time bulamacı- na vurulan pena darbeleriyle sınırlanacak düzeyi o ka- dar aşmışki! Öfkesini haklı görün o zaman; ilk kez elekt- rikli gitarla tanışan (1972) Ornette'e hiç bilmediği, ta- nımadığı bir çalgıyı öğrettiğini düşünün. tam aksine. Bakm, karşınızda çok önemli biri var: Blues'u ta kü- çüklüğünden bu yana yaşamış, tıka basa dolu biri, do- ğuştan dâhi biri (StanleyCrouch böyle tanımlıyor onu): Jimi Hendıiı'ten bu yana yetişen en önemli gitarcı de- sem abartılı mı bulacaksınız yoksa? Öyleyse sihırli topluluğu Odyssey'e bir kulak verin; kenuncı Chaıies Bumham ve davulcu VVarren Benbow'lu. C azlarockun bileşimi>Tniş; tatsız. zorlama, yapay çiftleşmeleriymiş, bunlan unutarak dınleyin. Patlayan ntimlen, kakışım- lı tınılan. blueslann, gürultünün şiirini dınleyin. ABD'nin, en has sanatçılanna kucak açtığı. gülümsediği yalanı- nın ayırdına vann böylece: Columbia Odyssey albümü- nü 1983"te az sattığı gerekçesıyle kataloğundan çıkar- mış, hiçbirbabayiğit batan Artist House yapımı Are You Glad To Be ın America'yı basmayı göze alamamış. Ilgilenenler yalnızca minicik. dağıtımı berbat Alman In+Out, yine minicik. yıne dağıtımı dökülen Alman Mo- ers, bir de çekik gözlü Japonlann DIW'sı. Bakın sınır- layamazsınız onu. Coleman öğrencıliğıyle kesinlikle ha- yır, bir çömeze indirgeyemezsiniz. Yaşamını neredey- se blues ıle özdeşleştırmiş güneyin, Georgia'nın olan- ca kokusunu, en doğal en kahşıksız biçimiyle müziği- ne yansıtmış, tükenmiş gözüken bir Mingus'a yaşam fışkırtmış. George Adams (iyiler erken ölür, unutma- yın sakın) ile Phalanx'da kanıtlamamış mıydı bunu, daha seksenli yıllann ikinci yansında? Evet, zaman geçti sonra, köprülerin altından sular her iki yönde de köpüre köpüre aktı, gitannın yanında, olanca derinliklerini, zenginliklerini yansıtan sesiyle de, bestecıliğiyle de kişiliğini kazıdı bir devre. Ve New York ile özdeşleşti bu tınılar, kent blues'uyla, öfkesiy- le özdeşleşti. America Do You Remember The Love ile genç yaşta usta nammı kazanmış Davıd Murray kat- kıh enerji deposu Misic Revelation Ensemble'da yap- tıklartyla pekişti. Hayranlannın sayısı arttı gittikçe. Müzisyen dostlan değil şimdi yalnızca onun 'doğuş- tan deha'sına şapka çıkaran. Unutmadan söyleyeyim bu arada, burçbilimciler için; Ulmer'in elli sekiz yaşı- ru devirdiğı 2 Şubat günü, James Joj'ce'un da doğum günü, LouisSclavis ve sevgili Mahmut Yalay'ın da. Bu kısacık yazının, öfkeli kahramanı aramızda artık. YAZI ODASI SELİM İLERİ Sokollu Mehmed PaşaCamii ^ Her gün ya da çok sık önlerinden geçip gü- zelliklerini pek de ayırt edemediğimiz yapılar.. yapıtlar vardır. Belleğimızde soluk izleri kalır. Ama bu soluk iz, günün birinde zorlar; o yapı- yı yakından tanımak isteriz. Sokollu Mehmed Paşa Camii'yle ilintimi böy- le özetleyebilirim. Kimbilir kaç kez Şişhane'den Unkapanı Köprüsü'ne varmış; köprüden geçer- kert solda kalan, dönüşteyse, sağ yanımızda- ki bu yapıya hep bir taşıttan bakmıştım. Beni şaşırtan yalınlığıydı. öylesi bir yalınltk ki, vakur bir edaya bürünmüştü artık. Yazık ki, yük- seltilen yol yüzünden bu eşsiz yapı kendini se- reserpe gösteremez. Onun inceJİgini dizi dizi pen- cereleri söyler. Aslında iki adı varmış; Hem Sokollu Mehmed PaşaCamii, hem deAzapkapıCamii. Halk ara- sında yaygın olan, bu ikinci ad. Osmanlı Imparatorluğu'nun, öyküsü belki de en çok bilinen sadrazamı, öldürülüşünden kı- sa bir süre önce yaptırtmış bu eseri. Kadır- ga'daki külliyesinde olduğu gibi, bu camide de Mimar Sinan'ın sanatına ihtiyaç duymuş So- kollu. Insani, bireysel serüveni belgelenmemiş ta- rihimizin bazı sayfalarını yeniden kurmak iste- rim. Sokollu'yla Sinan'ın karşılaşmaları, tanış- maları; işte, 1577'de Azapakapı Camii'nin ya- pımına başlanması, o günler, o duyuşlar, o gö- rüşmeler. Hepsi sonsuza kadar bilmece olarak kalacak... On altıncı yüzyılın dünyasını gözümün önü- ne getiremedikçe, Sinan'la Sadrazam'ın söz- leri de uçup gider. Sokollu Mehmed Paşa Camii, aslında talih- siz bir yapıt. On dokuzuncu yüzyılın başlanna kadar, imparatorluk başkentinde vakur edası- nı korumuş. 1807'dekı büyük yangın, camiye kadar yürümüş ve yapı epey hasar görmüş. ikinci onarımı, Birinci Dünya Savaşı yıllarına rastlıyor. Ne var ki savaşın çetin koşullan, git- gide daralan hayat imkânları onarımı yarım bı- raktırmış. Azapkapı Camii uzun yıllar kendi ha- line terk edilmiş. 1941 'de onarılıyor ama, onca zaman bakım- sız kalan eserin süslemeleri eriyip gitmiş, çini- leri çalınmış. (Bir de bu çalınan çinilerin nere- de olduğunu çok merak ederim.) Bu kez Kütahya çinilenyle bezenmiş cami. Kubbe yazısını, hat sanatının son ustalanndan Halim Efendi yazmış. 1940'lann Türkiyesi'nde eski sanatlarımızın büsbütün sönüp gitmediği- ne birer belge her bin. Renkli alçı pencereler de... Halkın inanışına göre, camideki bazı sütun- lar sanlık, karasarılık için şifaymış. Inanış bu- gün de sürüp gidiyor. Sokollu Mehmed Paşa Camii şimdilerde yi- ne belirgin yıpranışlar içinde. Önce yol, çevre düzenlemeleri, anıtsal görünüşünü bozmuş. Şimdiyse, zaman, olanca tahribatını hissettiri- yor. Okul kitaplarımızda Sinan'ın büyük bir mimar olduğunu, sanat tarihimizin eşsiz eserlerini ona borçlu olduğumuzu okumuştu. Gerçi bu eser- ler nedır, nerededir, bunlar hemen hiç belirtil- memişti. Ben de uzun yıllar bucağından geçip gider- ken Azapkapı Camii'nin Sinan eseri olduğunu bilmiyordum. Artık öğrendim. Fakat gökdelenli, Amerika kentteri benzeri yeni Istanbul'da, çocukluğumun, gençliğimin istanbul'una hiç mi hiç benzeme- yen bu şehirde Sinan'ın ne işi var diye düşü- nüyorum. Bazan içim sızlıyor. Evet, mermerinden ahşabına, dış cephelerin- den iç yapısına, hatta 1940'ların Kütahya çini- sine bu eser, geleceğin insanlarına ne söyleye- cek? Uzak, çok uzak sezdirişler, fısıldayışlar mı? Takvimde İz Bırakan: "Herkesin dudağı bezgin birbanş arzusunu; yasasız, güvensiz ve adaletsiz, karabasana benzer uyduruk biryönetimi sürdüren resmi ki- şilerden korkuyu görüyordu." Joseph Con- rad, Nostromo, Mehmet H. Doğan çevirisi, Adam Yayınları, 1985. FeritEdgü'nün 'TümDersNoÜarı'ndan KEMAL BEK Edgü'nün. Tüm Ders Notian'nın (1) "Yazann Notu" başlıklı önsözündekı. "Bu notiann tümü / bir öğretmenin değil, bir öğrencinin notlandır. / Bir okur-yazann ya da bir yazar-çizerin / (nasd ni- telerseniz öyle olsun) / yaşarken, okurken, yazar- ken. konuşurken / dinlerken, ya da çizerken aldığı derslerin / küçük birer özeti olarak bakılabilir bu notlara. / Kimi bir aforizma niteliğindeki bu küçük notlar. / aslında gelişririlmek üzere / bir kryıya çi- ziktirilmiştümcelerdir./Yazar,bu'geliştirmeyi'>il- lar bo>ıı / gerçekleştiremediği için / burda, onlaruı arasından seçtiklerini / herhangi bir yöntemsel SH ralama tasası taşunadan / 'olduklan gibi yayımla- makla" vetinmektedir" sözlerini, bundan yirmi yıl önce. kitabın ılk biçimiyle basımını (2) eleştirir- ken."Yukandaki açüdamadan anlaşılacağı üzere, Ders Notlan yayımlanmak amacıyla yazılmanuş- tır. Yazann kendi kendisiy le konuşması,derdeşme- sidir. kitabın içeriği. Ama buna karşın yayımlan- dığı için de, yazarı okur ve yazın tarihi karşısuıda bağlar bu dertleşme. Temeİde olumlu bir girişim: Yazan okura göründüğü kadanyla değil, yapıönın arkasındaki 'kendısı olan' yüzü\1etanımamıza,ya- pıtına daha köklü olarakyaklaşmamızaolanak ve- ren bir ürün. Gönül ister ki. bütün yazarlanmız böy- le "kendılerını açıklayan' notlar yayımlasınlar; hem bu, bugünkü yazınımtn değeıiendirecek olan gelecek kuşaklann işini kolay laşrıracak belgelerin bugünden hazuianması amacını da gerçekleştirmiş olur,(3)" demiştim. Bu gün de aynı düşüncedeyim. I. Bölüm de. yazından cınsellığe dek yaşamın bir- çok yüzüne değgin 84 özlü söz ve değinme var. Bu bölümdeki birçok değinme. yazann yaşama, ama daha da önemlisi yazına (ya da yazann deyı- şiyle "edebiyafa) bakışı konusunda ipuçlan ve- riyor; doğrusu, ıpucu da denemez bu söyledikle- rine; bunlar düpedüz "yazınsal bir manifesto"nun. bölümün içine dağılmış cümleleridir. Örneğin. 5. notta. "Bizün yazarlanmızdan büyük bir çoğun- luğu, niçin, / insanlan anlamak. insanlarla anlaş- mak yerine, / reçete yazmayı yeğliyor?" diye sor- duktan sonra, 24. notta da u Bir roman, birşiir.bir öykü, bir oyun / önünde sonunda / bir dil yapıtıdır. zar kendi için sanat anlayışuıa bağlı sayıyor kendi- sini kısaca" demiştim. Belki de doğru bir yargıdır bu; ama o zaman da. Edgü'nün 17. nottaki "Ador- no'ya göre hiçbirsanatyapıtı / rutucu olamaz. / Çün- kü sanat y apıtı, özünde, / en azmdan \ ar olanın de- ğişikliği özlemini taşır. / Eğer Marksçı estetikçinin bu savı doğruysa,/örneğin bir \ah\a Kemal'in şi- irini nasıl değerlendireceğiz? / Ya Adorno'nun söy- lediği yanhştır /ya da Yahya Kemal'in şiirieri birer sanat yapıtı değildir. / Benim inancım, doğruyıı söy lemek gerektiğine göre, / ikincisinin doğru ol- duğuyönündedir" yargısına katılamıyorum. Aca- • 'Ders Notlan yayımlanmak amacıyla.yazılmamıştır. Yazann kendî kendisiyle konuşması, dertleşmesidir, kitabın içeriği. Ama buna karşın yayımlandığı için de, yazan okur ve yazın tarihi karşısında bağlar bu dertleşme. Yazan okura göründüğü kadanyla değil, yapıtmın arkasındaki 'kendisi olan' yüzüyîe tanımamıza, yapıtma daha köklü oîarak yaklaşmamıza olanak veren bir ürün.' / Ve yalnız bir dil yapıtıdır" diyor. Günümüz genç okuru için belki sıradan birer yargıdır bunlar; he- le Edgü'yü okuyarak yazınsal beğenisını gehştir- miş genç okurlar için... Ama bunlann 1978"de ya- yımlandığını. o yıllarda düşüncelenn "keskinli- ğuıden" dolayı kavramlann toz duman içinde bir- birinekanştmldığını bir düşünelim. Örneğin ben. yukarda söz konusu ettığım eleştirimde. biraz da bilgiçlik ederek. u Zaten,khabuunbiryerindekidi- yalogda, 'Öyleyse kimin için yazıyorsun' sorusu- na verdiği yanıt kesin: "Sorulan sevenleriçin!" Ya- ba Adorno sevgisı, Edgü'ye, yapıtın "yalnız birdil yapıtı T> olduğu yolundakı düşüncesiyle çelışmeyı mi göze aldırmış? Üstelık 38. notta da. "Bazı ya- zarlar var ki onlarla hiçbir zaman ilişki / kurama- dım. / Örneğin, Balzac, Zola, Moliere, Gorki, Ye- ats™ (...) Nedeni? / Bilmiyorum. Çok kafa yordum bu konuda./ hiçbir mantıksal karşüık bulamadım. /Ola ki, yaşlıhğıma sakladım onlan" dıyor; Yeats bir yana, sözünü ettiği ilk dört yazar da, Edgü gi- bi, "reçete vermeden" "toplum"u yazarken, anla- tının (romanın, öykünün) "bir dil yapıö" olduğu- nu unutmayan yazarlar değil midir? n. Bötüm'ün Kimse ve O(Hakkâri'de Bir Mev- sün)aynmlannda, "manifesto"sunu özelleştiriyor ve bu romanlannın, yazılış notlannı veriyor. Bö- lümü, her ıkisi de özgün, yazann damgasını taşı- yan bu güzel romanlan sevenlerin. dikkatle ve il- giyle okuyacağını sanıyorum. Elbette geniş bir bilgi alanının çerçevesi içinde, ana izlek olarak bu romanlannın serüvenlerini anlatıyor; kimi notla- nna "şaşuiıcı bir şürsellik" de katarak... Yeni Ders Notlan bölümü, yazann bu biçemi ar- tık "ashnda geliştirilmek üzere / bir kıyıya çizikti- rimiştümceter" olarak görmediğini belgeliyor, bun- lar birer "aforizma"dır; daha özlü, daha yalın ve çarpıcı parçalar. Sanki yazar, "Azsözcükleçokşey anlarmak. Okuru adam yerine / koymak. /Onda- ki yarabcıhğa, düş gücüne inanmak" (58. not) dü- şüncesini uyguluyor notlarda. "Ferah" bir biçem bu bence; okudukça beyniniz açılıyor. Bu bölümün notlan geniş bir kültür ve yazın alanına uzanıyor: "Her büyük resim, önünde / durdurur beni Ben görmesem de / o kendisini gösterir" (125. not) ya da "Her sanatçı biraz rat'dir. / Çünkü erişmek is- tediği menzile / hiçbir zaman erişemez" (130. not) ya da "Etik, estetikle olan ilişkisi içinde (bir sanat yapıtuıda) / estetiğe dönüştüğü oranda dayanılabi- lirbir kavramdu-"(160 not) yada "Bir yazar oku- ra ayna tutuyorsa, okurun yapabileceği tek bir şey vardır: Yazara kıçuıı dönmek" (Ek 1,5. not)_ Ek II. Berlin Resim Nodan'nı ıçenyor. Yazar yalnızca resim konusundakı notlanndan oluşturmuş bu bölümü. Son bölümdeyse, yine sanat, yazın ve yaşam var; ama bölümün adı neden Son Ders Not- Ferit Edgü'nün yapıtı 'kendini açıklar' nheükte. Ian? Keşke bu addakı "son" sözcüğünü kullanma- saydı; artık "ders nodan" yazmayı bırakacakmış iz- lenimini veriyor çünkü. Ben okur olarak yeni ders notlannı merakla bekliyorum. Son söz: Okunası ve üzerinde düşünülesi bir kitap Tüm Ders Nodan_ Notlar: (1) Ferıt Edgü, Tüm Ders Notlan (daha önce dört kez basılan Ders Sotları ve bir kez basılan Yeni Ders Notlan kıtaplarıyla ılk kez basılan Son Ders Notlan 'nı ıçermektedır), YKYyayını, Ocak 2000, 217 sayfa. (2) Ada Yaymlan, Istanbul, 1978. (3) Kemal Bek, "Ders Notlan ", Edebiyat Cephesi, sayı 21-22, 1-31 Ocak 1980, s. 13.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle