Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 14MART2000SAU
OLAYLAR VE G O R U Ş L E R olay.gorus@cumhuriyetcom.tr
Primum Non Nocere
'O
Dr. Sami EREN
• • ncelikle zarar verme'
anlamına gelen ve yüz-
yıllardır tıp uygulama-
sı ile etiginin temel ku-
ralı olan bu sözün, Ilk
Çağ'ın ünlü hekimi ve günümüz tıbbı-
nm öncülerinden Istanköylü Hippokra-
tes'e (M.Ö. 460-377) kimine göre ise bir
başka büyük hekim Bergamalı Galeoos'a
(M.S. 130-200) ait oldüğu sanılmakta-
dın Ilk söyleyen kim olursa olsun, tartı-
şılmaz bir güncellik taşıması yanında
çok haklı bir kaygıyı da yansıtmaktadır.
Çünkü bugün olduğu gibi, insanoğlunun
tüm geçmişinde de hasta-hekim ilişkisin-
deki tek beklentinin "şifanın gerçekleş-
mesf olmasına karşın, çeşitli olumsuz
etkenler ve olanaksızlıklar nedeniyle bu
amaca çoğunlukla ulaşılamadığı yani
tedavi sağlanamadığı gibi, bazen durum
girişim öncesine göre daha da kötüleşe-
bilmiştir. Bitmekteolanyüzyılı saymaz-
sak ve özellikle de gerilere gidildikçe
artan bir oranda olmak üzere, tarihte hep
böyle sonuçlanmıştır aslında "hekinüik
sanabnın icras".
Bilimsel tedaviye olanak sağlayacak
güçlü tanısal ve tedavisel donanımlara an-
cak 19. ve 20. yy'da kavuşulmuş olup;
bu da, 17. yy'da filizlenmeye başlayabi-
len "gerçek" bilime kesin geçiş süreci-
nin bir sonucudur. Örneğin antibiyotik-
' lerin/aşılann ve anestezik maddelerin ol-
madığı dönemlerde; salgınlarla onbinler-
ce kişiyi bir anda yok eden mikrobik has-
'talıklann engellenemez yıkımlannı ya
-' da savaş alanında yaralanan bacagını ner-
'deyse tümüyle uyanık olarak kestirmek
zorunda kalan askerin dayanılmaz ısrı-
rabmı kısa bir an düşünmek bile, tıp bi-
'liminin, dolayısıyla da insanlığın geçti-
'ği zor dönemleri anlayabilmek için ye-
terlidir. Çoğunlukla yoğun acı veren, ama
bnna karşın da etkinliği son derece dü-
şûk olan tıbbi girişimleri uygulayan es-
ki hekimlerin durumu ise bu çerçevede
dafe iyi kavranabilir. Babil krallanndan
Hammurabî'nin (yönetim dönemi: M.Ö.
1792-1750) ünlü yasalannda hekimlik ve
hekimlerin sorumluluklanndan da bah-
sedilmiş, yapılan tıbbi hatalara ise tüm
yasalann özûnü oluşturan "göze göz, di-
şe dBş" kuralı kapsamında ceza.hr geri-
rilmiştir: "Eğerbirbekimameliyatbıça-
ğı ile geniş bir kesi yapar da, hastayı öl-
dürürse ya da bir türoörü ameüyat bıça-
ğıiteaçarvtgözüçıkanrsa,eflerikesjlir'\
Hekimlerin tarihteki -kaçınılmaz- yük-
sek başansızlık oranlannın, Babil'deki ka-
dar olmasa da, en azından birkaç yüzyıl
öncesine değin önyargılarla, nedensellik
ilişkileri kurulmadan, hatta içgüdüsel bir
sertlikle değerlendirildiği kestiriminde
bulunmak abartı olmayabilir. O devir-
lerde hekimlik için yetenek ve istek dı-
şında, maceracı bir ruha da sahip olmak
gerekiyordu galiba.
Düşünsel evrim sürecinin uzun, çorak
ve bulanık yüzyıllanndan sonra gelen
Rönesans, Reformasyon, Aydmlanma,
Endüstri Devrimi ve Fransız Devrimi
aşamalannda oluşan büyük toplumsal
değişimlerle iç içe ve/veya onlann iv-
mesiyle tıpta da büyük atıhmlar hızla
gerçekleşmeye başlamış, bilimsel teda-
viler ve somut olumlu sonuçlar sayesin-
de ise hekimlik; büyü, doğaüstü yakla-
şımlar, hatta şarlatanlık öğelerinden ta-
mamıyle annıp gerçek anlamda saygın
ve güvenilir bir meslek olma yoluna gi-
rebilmiştir.
Ama, tıbbın ve hekimlerin insanm be-
densel/ruhsal sorunlan ve yaşamıyla doğ-
rudan bağıntılı olmasından, yetersizlik ya
da başansızhk (yani fiziksel/psişik acı,
sakatlık ya da ölüm) karşısında ise bir baş-
ka seçenek/olanak bulunmamasından
dolayı, tedavideki olumsuzluklarhemen
her dönemde yoğun öfke ile alay arasın-
da kalan geniş bir ölçekte tepki görmüş-
tür. Bu duygulann bir yansıması olarak
da fikralar, oyunlar, şiirler ve şarkılarda
doktorlar üzerine -çoğunlukla da güidü-
rüsel (mizahi) öğelerin ağır bastığı- gö-
rüşlere ve olaylara, kısacası halkın tıbba
yönelttiği eleştirilere rastlanılır.
Tıp biliminin tarihsel merkezlerinden
biri olan Anadolu'yu bu açıdan irdele-
diğimizde ise, hekimlerin burada da he-
men her dönemde zor, ama seçkince bir
toplumsal konumda bulunmuş oldukla-
nnı savlayabiliriz.
Yaşamı görecelikle elinde tutan ya da
tümüyle tuttuğuna inanılan ve kendisin-
den pek çok şey beklenen hekimin sev-
gi, hayranlık ve biraz da mizahla kanşık
bir saygınlığı vardır (daha doğrusu gali-
ba var idi) insanımızın gözünde. Öyle ki,
"hekun" sözcüğü, hemen daima Lok-
man Hekim'ler, Marko Paşa'lar, Maz-
har Osman'lar gibi doktorluğun ötesin-
de dostluk, yardrnıseverlik, içtenlik ve gü-
venilirlik ile de özdeşleştirilmiş kişilik-
leri akla getiımiştir uzun yıllar. Anado-
lu'nun kalıtımsal hoşgörüsü ve sevecen-
liğinden de olsa gerek, doktorlar söz ko-
nusu edildiğınde, en sivri dılli 'heccav-
larumzın1
yergileri bile ölçülü bir alaya,
sevimli bir muzipliğe bürünmüştür. Hi-
civ sanatımızın, Neri'den sonra gelen
belki de en önemli temsiicilennden olan
Şair Eşref (1847-1912), defalarca oku-
maktan bıkılmayan ve çoğu yönden de
güncelliğint yıtirmeyen şiirlerinde özel-
likle U. Abdülhamit dönemindeki hak-
sızlıklan, yolsuzluklan, yetersizliklen, ıkı-
yüzlülükleri sergilemiş, sürgünlerpaha-
sına da olsa, sınırsızcasına yermekten
çekinmemiştir. Döneminin hekimleri de
kurtulamamıştır elbette onun keskin ka-
leminden:
Etibbâ öktûrür kim hastegânı öyle sfi-
ratle
Ederierçokzamanvâreste Azrail'i kûl-
fetten (etibbâ: doktorlar, vâreste: kurtul-
muş, rahat) dızelennde de görüldüğü gi-
bi, koca şair doktorlan azrail'in asistan-
hğına atamakla kalmıyor, verilen reçete-
lerin çoğunun öbür dünyaya adeta birer
davetiye olduğunu da ileri sürüyor:
Hıfe-ı sıhhat ile ilemde tedavi edecek /
Her zaman kendisidir kendisini insanın
Doktorun hastalar verdiği ekser reçete
/SankiceJbiyyesidir mahkeme-i kübrâmn
(hıfz-ı sıhhat: sağlığı koruma, ekser: ço-
ğu, celbiyye: çağn kâğıdı, mahkeme-ı
kübrâ: öbür dünyada kurulacağı varsayı-
lan mahkeme) Bir başka ünlü hiciv üsta-
dı NeyzenTevfik(1879-1953) alkol bağım-
lılığı nedeniyle sık sık hastanelerde teda-
vi programlannaalınmış, doktorlanyla da
hep tatlı bir didişme içinde olmuştur. Bir
söyleşide otuz beş yaşına kadar yaklaşık
2400 lt rakı tükettiğini söyleyen Neyzen,
mide yakınmalan için yine hekimlere ufak
bir taş atmaktan da geri durmamıştır.
Bir hazâkat-zedeyim, mkkmi üp tepti
benim,
Kırk kaür tepse yıkıfanazdı şu âciz be-
denim. (hazâkat: tedavıde ustalık, npta üs-
tadlık)
Hastane sanarak çok yere girdim çık-
tam,
tbret aldım oralardan ve canımdan
bıktm.
Yazık ki, artık Eşref'in ve Neyzen'in
ne tatlı sert yergileri var ne de tadına do-
yulmaz fıkralan. Vatandaşımız doktor-
lardan hoşnutsuzluğunu, çoktandır ola-
ğanlaşan sözel saldınlar yanında, ya acil
servisleri basıp yumruklannı konuştura-
rak gösteriyor, ya da tedaviyi beğenme-
diği için karşılığmı, tabancasını çekip he-
kime kurşun yağdırarak ödüyor. Böylesi
"yefTgj" ömeklerini gazetelerde ve bazı TV
kanallannın "cığük çtğhğa" programla-
nnda sıkça görebilmek olasıdır. Gittikçe
bozulan ve bir sorunlar yumağına dönü-
şen sağlık sisteminin en ön cephesinde uğ-
raş veren hekimlerin bu tür saldınlara ve
hakaretlere uğraması kaçınılmaz olsa da,
doğal değildir. Ancak, paranın başat de-
ğer konumuna yükseltildiği ve bunaltıcı
bir kültürel yozluğun alabildiğine yay-
gınlaştığı güncel ortamda, sevgisi ile öv-
güsünü yalnızca şarkıcı/ sunucu/futbol-
cu üçlüsüne sunan bireyden, mesleğinin
onurunu ve gerekliliklerini özümsemiş
doktora içtenlikli bir saygı göstermesini
beklemek de sanınm boşunadır.
Öte yandan, toplumsal ilişkilerdeki çö-
zülmeye koşut olarak, doktor-hasta ve
doktor-doktor ilişkilerinde yaşanan etik
dışı ve olumsuz yığınla ömeğin, meslek-
te oluşan saygınlık aşınımında önemli pa-
ya sahip olduğu da yadsınamazdır.
Sonuç olarak, çoklu ve çok yönlü ha-
talarla gelinen noktada; türlü olanaksız-
lıklara karşın sağlık kurumlannda hasta
tedavi etmeyi yıimadan sürdüren ya da
yokluklar içinde bile bilimsel araştırma
yapma tutkusundan vazgeçmeyen ya da
adı bilinmez köy sağlık ocaklannda öz-
veriyle görev yapan, ama bu arada yeter-
siz ücretlerie de geçinmeye çalışan hekim
çoğunluğu mesleksel düşlerinden uzak
düşmüş olup, mutsuz bir görünüm sergi-
lemektedir.
Anlayışsız hasta yakınlan, olaylan abar-
tılı/yanlış/eksik aktarmayı kural durumu-
na getiren bazı basın organlan ve kimi si-
yasetçiler karşısında ise; yüzyıllar önce
kendisine öğütlenen o alnn sözü şimdi bun-
lara karşı söyleme hakkı kazanmaktadır
günümüz hekimi: primum non nocere.
"; Kısa aralıklarla tam
"-otuz yıl!.. Cumhuriyet'te
<'l\k "Evet-Hayır", Aralık
1
1969'da çıkmtştı. Daha
önce Günün Yazısı'nda
daha başka yazılar, ama
sürekli olarak yazmaya
başlamam, 1969... Evet,
tam otuz yıl! Haftada beş attı gün. Kısa aralarla, de-
- dim, neydi onlar? 12 Mart'ta gazetedekı bir değişım
sürecinde, Nadir Nadî, llhan Selçuk'la biıiikte 1 yıl
"dışanda" kalışımız.'..
>• llhan, "içerideydi!" Bense dışanda, ama gazete-
den uzakta. llhan'ın yerini Cihat Baban almıştı, be-
nimkini de Rkret Ekinci... Gazetenin yönetimi bir
damat beye geçmişti. Sözde gazete sda kaymış, ilan-
lar bu yüzden kesilmiş! Gerçek şuydu: 12 Martçılar
hoşlanmıyorlardı yazdıklanmızdan. Oysa ne garip-
tir, Başbakan Nihat Erim kısa bir süre önce Nadir
Bey'e telefon edip yazdıklanmızdan ötürü teşekkür
etmişti. Ama bir hafta geçer geçmez sıkıyönetim
'Cumhuriyef] kapatmış, llhan'laOktay Kurtböke'yi
"tutuklamıştı! — —" ~ -
Çok geçmedi, gazetenin yönetimi değişti. Tam bir
yıl. Arada bir Nadir Bey'le Berin Hanım'ı Yeniköy'de-
ki evlerinde ziyaret ederdim. Gazetenin satışı hızla
düşüyordu. Okurlar bir anda bırakmışlardı. Belki de
dünya basın tarihinde ilk kez rastlanan birolaydı bu!
Okur, gazetesine sahip çıkıyordu. 'Cumhuriyet'm
gerçek niteliğini bilmeyenler, anlamayanlar okurdan
yedikleri tokadı bir yıl hissetmediler, ama okuıiar so-
nunda gazetelerini kurtardılar. Yeniden gazeteye
döndük. Bu, birinci aynlış... Yıllargeçti, Nadir Bey'i
yrtirdik. Sanıldı ki "aile" başyazann gazetesini ger-
çek niteliğiyle koruyacak, yaşatacak... Aradan bir yıl
geçti geçmedi, yeni bir kanşıklık! Gazetenin, esen
yeni rüzgâriara uydurulmak istenmesi, bizlerin bu-
na karşı çıkması; haydi yeni bir kopuş, yeni bir ay-
EVET/HAYIR
OKTAY AKBAL
'Cumhuriyer ve Okurları
nlık...
Birkaç ay 'Cum-
• huriyet'm günden
güne satış yitirdiği-
- ni görerek bekle-
mek... Yavaşyavaş
tirajın 130 binden
40 binlere düşme-
si... Bu arada Uğur Mumcu, Ali Sirmen'le bihikte
bize sütunlannı açan 'Milliyet'e geçişimiz...
Sonra, birkaç yıl sonra yeniden 'Cumhuriyett& bir
araya gelmek... Bu, bir garip çiledir, gazetenin nite-
liğini değiştirmek isterler, bir süre yönetimi ele geçi-
rirler, satışlar düşer, sonra yeniden başlanır çalışma-
ya, gazete bir kez daha kişiliğine kavuşturulur. Şim-
di yeniden o aşamadayız, 'Cumok' diye adlandın-
lan değerii okurlanmızla...
Nereden nereye?..
Okur mektuplannı okurken dalıp gittim bu anıla-
ra... Hep soruyorfar, niye radyo kapatıldı,rityeTV ya-
yını kesildi, niye bazı yerlerde gazeteyi bulamıyoruz?
Okurlar, bizlerden daha çok çalışma, daha çok öz-
"veMTdaha ÇoTTerifenç Isfiyor. Ütke ölçüsünde dev*-
rimci aydınlığın, Atatürk duşüncesinin yaygınlaştı-
nlmasını, gerici tutumlara karşı verilen savaşımın
daha da hızlandınlmasını...
Biliyorlar ki, 'Cumhuriyef fırtınalı bir dentzde ay-
dınlık yönü gösteren bir denizfeneri gibidir. Hiç sön-
mez, hep yanar.
Okunmak için alınan tek gazetedirdesem hiç yan-
lış olmaz. Ne kuponlan vardır, ne piyangosu ne de
çıplak resimleri!.. Klasik yaprtlar verir her hafta, Kur-
tuluş Savaşımızın, devrimlerimizin tarihsel dökümü-
nü gösteren kitaplar... Sanata, edebiyata, kültüre, bi-
lime en geniş yeri ayınr. Atatürk devriminden ödün
vermez... Genç yaşlı yazarian, çalışanlan, tüm kad-
rosuyla, en güç günlerde, en baskılı dönemlerde
hep yanımızda yer alan dost okurlanmızla...
75. Yıhnda THK..
C
umhuriyehrniznı kurucusu, ulu önderAta-
türk'ün temeline ilk harcı koyduğu ve
anayasasını, "lstikbal göklerdedir'' sö-
züyle belirlediği Türk Hava Kurumu(THK) 75.
yaşını kutluyor. Ülkemizde sivil havacıJığın ge-
lişimine öncülük etmek gibi çok önemli bir iş-
levi göğüsleyen kurumun bugün geldiği nokta ise,
Kemalıst cumhuriyete gönülden bağlı tüm yurt-
taşian dennden üzmektedir. Kısa denebilecek
bir geçmişte, 'Naksjbeadi' tankatı üyesi olmak-
la övünen ve devletın en tepe noktasına yerleşen
kimilerinin can suyunu kestiği kurum, geçen yıl
yaşadıgı didişmeler ve siyasal kaynaklı iç çekiş-
melerle, üç çeyrek yüzyıldır kendisine duyulan
güveni örseletmiştir. Laik cumhunyete bağlılık
andı içip bölücü ve şeriatçı sapkın odaklann
enıellerine ulaşmalanndakı en önemli gelir kay-
nağı olan 'kurban derisi toptama' ışinı kurum-
dan alan tüm siyasetçıleri tarih önünde hayınhk-
la suçluyoruz. 'Postkavgası' türünden küçümse-
melerle dile gelen aymazlıklann sonunun nere-^
yevafdığı, yurdumuzun dört bir yanındin fişkı-
ran cesetlerle daha iyi anlasılmaktadır. Tarih bo-
yunca yeryüzünde görülmemiş şeriatçı vahşet-
te, üzülerek belirtelim ki, yıllardır süren aymaz-
lıklann, vurdumduymazlıklann ve kulak üstüne
yatmalann payı büyüktür.
THK gibi cumhuriyet kurumlan, ulu önderin
ışıttığı yolda, her türlü siyasal kirlilikten uzak,
ulusun ve gençligimizin yaranna çalışmalar yap-
tığı sürece güvenilir olabilir. Geçen yıl kasım
ayından itibaren kurumun seçımJe göreve gelen,
ancak türlü yolsuzluk iddıalanyla gündemde
olan yönetim kunılu görevinden alınmış ve ku-
rum birkayyım heyetine devredilmiştir. Yeni bir
tüzük hazırlamak ve THK'yi özlenen günlerine
ulaşbrmak amacıyla göreve gelen kayyım heye-
tinın başkanı gerçek bir Atatürkçü, Tümgeneral
tbrahim Bfiyfikyııınukoglıı'nun çalışmalan bü-
yük beğenı ve heyecanla izlenmektedir. THK'nin
bundan sonraki süreçte başanlı olabılmesının
birincil koşulu, yönetim ve denetim kurullann-
da srvasaJ kimlik vefdşifik sahibi olanlann kesin-
likle yer almamalandır. Özelleştirme sevdalıla-
nnın, yurt mallannı peşkeş çekip, bu tür kurum-
lan 'arpahk' olarak gördüğü gerçeği ortaday-
ken, aynı yanlısta ısraredılmesı, gıdenlmesı ola-
naksız çıkmazlar yaratacaktır. Kurumun tüm iç
tedarik hizmetleri saydam (şeffef) birdurumage-
tirilmeli, havacılığı sevdirme amaçlı tüm etkin-
likler ücretsiz olmalıdır. 'MüfKs tüccann eskj
defterieri kanştirnuKi' örneği, tasmır-taşınmaz
gayrimenkullerin satışından vazgeçilmeli, mev-
cut taşınmazlann kiralanmasında siyaset koku-
su duyulmamalıdır. Aynı fikirbirliktelığınde bu-
luşan ADD, ÇYDD ve tüm ilerici sivil toplum
örgütleriyleortakçalısmalaf yapılmalı; laikcum-
huriyetin sahıplenilmesinde duyarlılık sağlan-
malıdır.
Hîç kuşkusuz, burada en önemli görev, dya-
talerke egemen olanlara düşmektedir. Gericili-
ğe, emperyalizmin 'yeşfl kuşak projesi'ne ve la-
ikliği örseleyen tüm girişimlere hoş görünmek
uğruna aymazlıktan vazgeçilmeli, gerekli tüm ya-
sal veyönetsel çalışmalar tamamlanmalıdır. Kur-
ban derilerinin, fitre-zekâtlann toplanması gö-
revı tunamen' THK'ye verilmeli, kurumun bu
çalışmalardan aldığı pay arttınlmalıdır.
Ve bızler, yani laik ve demokratik cumhuri-
yete gönül vermiş tüm yurttaşlar, bu konuda bi-
linçli olmalı, vurdumduymazlıktan vazgeçmeli-
yiz. Yurttaşhk görevlerimizi başkalanndan bek-
leme kolaycılığının bizleri nerelere sürüklediği,
son yirmi yıldır akan kan ve gözyaşmdan belli
olmuyormu?..
Serkan AKSÜYEK
Mini kızartmış, turbo buğulamış!
Bugünlerde bir
fınn almayı
döşünüyorsanız,
ama bir mini fırına da
ihtryacınız varsa size bir
müjdemiz var:
Yeni Arçelik ikili fınn!
Hem mini, hem turbo.
Ister ayrı ayrı, ister aynı
zamanda kullanın.
Yerden ve enerjiden
kazanın.
Iki fınn bir arada yeni ikili fırında.
PENCERE
Kilisemn ZOPU Ne?..
Günah dinin itici gücüdür.
Insan günah işlemese Cennet'ten kovulur muy-
du?.. Elma ağacına dolanmış yılan ağzındaki
meyvayı Havva'ya uzattı, kadın da Adem'i baş-
tan çıkardı.
Al sana ilk günah!..
Günahsız din olmaz.
Insan günah işleyen bir yaratıktır; buna karşı
Hıristryanlıkta günah çıkartma geleneği oluştu;
Katolik bu işin başını çeker; günah hücresine gi-
rer, ne haltlar işlediğini papaza anlatıp içini dö-
ker..
Ferahlar.
Günah çıkartmanın rahatlamaya yol açtığı ke-
sindir; ruh hekiminin muayenehanesinde diva-
na uzanıp içini döken hastayla, marifetlenni kili-
sede papaza anlatan Hıristiyan birbirine benzer.
•
Hıristiyanlığın 2000'inci yıhnda, Papa 2'nci Je-
an Paul, Katolik kilisesinin tarih boyunca işle-
diği günahlar için Tann'dan af diledi.
Kilisenin binbir günahı var, saymakla bitmez tü-
kenmez zulüm işlemiş olanların sicilleri öylesine
bozuk ki, Tanrı hangi birini bagışlayacak?.. Bu
yüzden, perakendeci değil, toptancı usulüyle işi
bitirmek gerek...
Amerika'yı keşfeden Hıristiyanların yerli halk-
lara karşı işledikleri suçlar..
Ktzılderili soykırımı..
Haçlı seferleri..
Afrika'yısömürgeleştiren Hıristiyanlann inanıl-
maz suçlan..
Kadınlara karşı işlenen günahlar..
Yahudilere zulümler..
Papa 2'nci Jean Paul ile kimi kardinaller tepe-
den inme günah çıkarttılar; itiraf edilen her gü-
nah için Vatikan'daki Saint Peter's Katedrali'nde
bir mum yakıldı.
•
Günah çıkartıp Tann'dan af dilemek ne de ol-
sa bir erdemdir.
Günah çıkartmada hem psikanalize dönük bir
yan var, hem özeteştiriye dönük itiraflann izleri
görülüyor; insanın iç hesaplaşması uygarlığın
ürünü sayılmalı...
Hıristiyan, Isa'nın çarmıha gerili tasvirierinin
önünde Tann'ya yakanr..
Zulme uğramış sayar kendisini..
Ancak kilise palazlanıp da "dünyevi" iktidan-
nı kurduktan sonra gezegenimizin altını üstüne
getirmiştir; Hıristiyanın kanlı elini uzatmadığı cog-
rafyayok!..
Evet, Yahudiler Isa'yı çarmıha gerdiler..
Hıristiyan da yüzlerce yıl Musevi'nin anasından
emdiği sütü burnundan getirdi.
Kilise, itiraf ettiği her günahı için bir mum yak-
sa, dünyamız aydınlanır.
•
Ya cami?..
Günah çıkartmaya hazır mı?..
Islamda ne "günah çıkartma" diye bir kurum
var, ne de bir gelenek!.. Üstelik kilise, Hıristiyan-
lığın 2000'inci yılında günah çıkartryor... Müslü-
manffğın önünde bu hesaba göre daha attı yüz-
yıl var, hele biz de 2000'inci yılımıza erişelim.fte
günahlar işlediğimizi sayıp dökerek bağışlan-
mamızı Tann'dan dileriz. Üstelik bizim sağımızso-
iumuz günahımız suçumuz yoktur; halk ozanı
Tann'ya ne demiş:
Bakkal mısın teraziyi neylersin?..
Işin gücün yoktur gönûl eytersin ^.,
Kulun günahını tartıp neylersin -$£'*
Geçiver suçundan bundan sana neL **
EDİBE GÜVEN
(1927 Mardin - )
Bir çağn, sen anılargülünden
Gündoğumlannın başladığı dönemde
Yeşiller usul usul nemlenirken
Günbatımlan bir çocuktur, uyanıruzak
bulutiarda
Sen üzgülergüİLi düşlerimde bûyûrken
Sevgili Anneciğim aynlığımızın * * -
7. yılında seni daha artan bir hasret _.. i
ve sevgi ile özlüyorum."
J
" ""
Uğur Güven
H a y a t a
EDİBE GÜVEN
(1927 Mardin- )
Alnımı yan yana dikmek için
Güneşe dikiien alınlannızla
Burdayım, sizlerleyim
Dağlanmızın kayalan kadarkatı
Burdasınız, benimlesiniz
Toprağımızın çiçetderi kadar tatlı.
7 yıl oldu, unutmadık,
içimizde yaşıyor,
hep yaşayacak...
Dostlan