25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 11 MART 2000 CUMARTESİ OLAYLAİA olay.gorus@cumhuriyetcom.tr 'Küreselleşme' Adındaki Dizi Film BurhanGÜNEL • • zerinden sekiz-on yıl geç- U tikten sonra, 12 Eylül 1980 olgusunun, ülkemizde tez- gâhlanan "küreselleş- me"nin ekonomık ve sı- yasal altyapısının bir zo- runluluğu olduğunu göımeye başlamış- tık. Küreselleşmenin, yani çokuluslu şirketlerin bütûn dünyada önûnü açma- nın, ulus devletleri önce zayıflatıp son- ra tümüyle işlevsiz kılarak mümlcün ola- cağı artık biliniyor. "ÖzeUeştirme" adı verilen satıp savma işlemının de bu ol- guya hizmet ettiği açık. Kamu malını özelleştinne sırasında "istersem peşkeş çekeriın" diyebilen yöneticileritniz bi- le var. Onlar her şeyi biliyorlar ve fil- min yirmi-otuz yıl önceden yazılmjş se- naryosunu hayata geçıriyorlar. Iç ve dış borç batağına gömülmüş ülkelerin, as- lında küreselleşmeye altyapı oluştura- cak özelleştırmeye dört elle sanlmala- n, aymazlıkla birlikte çaresizliğin ve yönetici kadrolann yetersizliğjnin sonu- cu olarak düşünülebilir, ama bu toprak- lar ûzerinde yedi yüz yıllık bir devlet ge- leneğini yaşattığımızı gurur kaynagı sa- yanlann, kamu malını satarak gûnû kur- tarmaya çalışmaktan başka seçenekler, çıkış yollan bulması beklenir... Küreselleşme süreci 12 Eylül darbe- siyle siyasallaşırken hemen ardından ülkeye dayatılan Özal ekonomisiyle ve ÇiDer'in 1994 ekonomik kıyımıylatüm- den hayata geçirilmiştir. Ne devletin ne de bireyin ekonomik gücü kalmıştır ar- nk... Bu gidişe karşı durmaya çalışan sağ- lıldı ve namuslu güçlerin susturulması ise Susuriukta keli açığa çıkan çetelere bırakılmıştır. Onunla da yetinilmeyip "Hizbullah" adındaki dinci caniler ör- gütünün ölüm makineleri kimi yöneti- cilerce silahlandınlmış ve beslenmiştir. Bu oluşumun aynntılan yazıh ve gör- ftl medya tarafından yatak odalanmı- za kadar ulaştınldı, artık düşlerimize giriyor. Siyaset-tarikat işbirliğiyle güçlenen dinci sermayenin yurtiçinde ve yurtdı- şında hangi boyutjarda olduğu da gizli değil. Söz konusu sermaye bir yandan seçimlerde oy satın alırken bir yandan da yeni dünya düzenine uyum sağla- mak amacıyla ülkede ve dışanda okul- lar açıyor, ileride kurmayı tasarladıkla- n ikinci cumhuriyet için genç kadrolar yetiştiriyor... Bu çizgide gelişen oluşum tamamlanıp Hizbullah aracılığıyla kan- lı ve açık eylemler başlatılacakken yurt- sever ve laik Türk Silahlı Kuvvetieri'nin gündeme getirdiği 28 Şubat koşullan oluşuyor ve tezgâhlanan süreç bir yanıy- la engellenmiş oluyor. Ama ne yazık ki eldeki insan malzemesi ayru, egemen an- layış aynı. Tarikatın biriyle "krvançdo- van" bir anlayışın 28 Şubat kararlannı uygulaması ve ülkeyi kısa sürede esen- liğe çıkarması bekleniyor! Bu, filmı çekilen kanlı ve karanlık senaryonun birinci bölümünün özetidir. tkinci bölümde aynanın öteki yüzünde- ki görüntüler var. Yeni dünya düzenini kurmak ve küreselleşmeyi koşulsuz, ku- ralsız gerçekleştirmek amacıyla ulus devleti yok etmek için, öncelikle ulusal bilincın ve ulusu ayakta tutan özdeğer- lerin ortadan kaldınlması gerekmekte- dir. Atatürk, cumhuriyet, devrimler, la- ikJik öncelikle karalanmış, yalanlarla donatılan bir dizi eylem, renkJi ve kim- liksiz medya aracılığıyla gerçekleştiril- .miştir. Bu eylemlere kanlan dönek sol- cular ve çağdaş mandacılar ikinci cum- huriyetj savunmuşlar, sözümona demok- rasi adına, cumhuriyeti ayakta tutan la- ik]iğe ve cumhuriyet döneminde ülke- mizde kabul gören laik yaşam anlayışı- na sonu gelmeyen toplu saldınlarda bu- lunmuşlardır. Şimdi sırada Nâzun Hikmet, Yıimaz Gûney, Uğur Mumcu gibi cumhuriyet dönemi ulusai kültürvarlıgırruzıntemel taşlan vardır. Bu değerlerin yıpraülma- sıyla da saldınlar sona ermeyecektir. Anadolu insarunın küreselleşme yoluy- la yoksullaşnnlıp köleleşmesi için, onun gerçek kimliğini anımsatacak hiçbirde- ğer ortada bırakılmayacaktır. Bu gözü dönmüşler son derece kararlı görünüyor- lar. Olkesini sevdiğinden kuşku duydu- ğum, ülke insanmı sevmeyi ise hiç ba- şaramadıguıa inandığım bu saldırganla- nn arasında ne yazık ki bilim adamlan ve yazarlar da var. Bir ayağı yurtdışın- da olan ve kendi insanıadan her neden- se nefret eden bu zevat, dizi filmin çe- şitli karelerinde yer alrruş oyunculardır aynı zamanda. Oluşumun bir başka hal- kasında, ulusal kûltûrün yok edılmesi he- deflenmiştir. Bu amaçla tezgâhlanan postmodernist anlayış, başta aydınlan- ma olmak üzere, uygar insanın modem- leşmeyle kazandığı ne kadardeğer ve gü- zellik varsa hepsini yok etmek için elin- den geleni yapmaktadır. Son dönem ya- zınımızda (edebiyatımızda) da bu sinsi ve hesaplı eğilime katluda bulunanla- nn sayısı az değil. Diyelim romanimız, bu amaçla görev üstlenmiş, "öteki dün- yadaki bedensiz ruhlar gibi" bu dünya- daki Tuhsuz bedenleri" kendine baş kahraman yapmışör. Türkçenin eğilip bükülerek bozulma- sı, yatağmdan çıkanlması amacındaki eğilimler marifetmiş gibi övülüp alkış- lanmış; böylelikle, küreselleşmenin kül- tür-sanat ayağı olan postrnodernizrnin in- sanı ve külturü un gibi öğüten değirme- nine su taşınmıştır. Bununla da yetinil- memiş, "öteki dünva"nın güzellikleri bir güzel sergilenip özendirilirken söz konusu romanlarda demokrasi adına din bezirgânlığı yapılmış, gerektiğınde Ata- türk gibi ulusal ve evrensel değerlerimi- ze dil uzatılmıştır. Aynı romanlarda rol alan "ruhsuzbedenJer"e, yani sürü özel- lığındekı bilısız ve bılıncsiz insanlara por- nograflnin, bayağı cinselliğin ve ona bağlı şiddetin en ince aynntılarla örü- len öyküsü, polisiye bir kurgu içinde sunulmuş; bozuk ve kirletilmiş bir ger- çek dünya yerine öteki taraftaki düşsel dünya, bir çüaş yohı ve özlem olarak oku- ra yutturulmuştur. Ama, ne zaman gün- deme gelecek diye beklediğim bir şey daha vardı; sonunda o da gerçekleşti: Di- zi filmin "arabesk" bölümü, yazın ürün- lerinde ve romancılann ağzında bugün- kü açıklıkla yer alrruyordu. Günümüz- deki ruhsuz bedenler ya dine ya da baş- ka bir afyon olan arabeske sığmacak ka- dar umarsızdırlar. Daha önceleri bu du- rumdaki insanlann dine sığınmalannı önerenlerin önü, Hizbullah'ın düşlere gir- meye başlayan yabanıl (vahşi) yüzü ile tıkanmıştır. C'stelik güncel politikada zorunlu olarak ters rüzgârlar esmekte- dir. Öyleyse, yeni sığınma yeri olan ara- besk müziğin "yandun AIIahHı dünya- sı günün koşullanna daha uygundur. Zaten acılı lahmacun da bu dunımdaki insanlann içsel gerçekliğine çok yakı- şır. Kahvaltıdan başlayıp sekiz-on öğün acılı lahmacun yiyerek şu "yalan dün- ya"yı bağnmızda taşıyacağımız gün- lerden geçmekteyiz. Bir zamanlar me- murlar için Özal'ın dediği gibi, benim romancım işini bilir. O bilir de bilim adamı ya da eleştirmen konumundaki- lerin kimileri bilmez mi? Onlar da bi- lir! Bir yandan sokakta öldürülen za- vallı köpeklere yaşatılan ve ülkemiz in- sanlanna yansıyan şıddetten yakınılır, be- ri yandan ve sürekli olarak postmoder- nist anlayışla kotanlmış romanlann er- demlerinden, inceliklerinden, üstünlük- lerinden söz edilir. Hem de bu anlayı- şın dışındaki tûm çabalan ve ürünleri, giderek emek sahiplerini de saldırgan bir biçemle aşağılayarak, yadsıyarak... Ve postmodernist anlayışla yazılmış ro- manlardaki pornografiyle süslenmiş ba- yağı cinsellik ile ona bağlı şiddet öğe- lerini görmezden gelerek... Dizi fılm sürüyor. Bakalım daha ne- lergöreceğiz... EVET/HAYIR OKTAY AKBAL Kısa Kısa... "Muhtemelen-faaliyet- sebep-kabilinden-te- menni- cenah-menfaat-istikbal- rahmet-mü- meyyiz-mevcut- fikriyat-netice" vb vb. "Milliyet" gazetesi yazarlanndan Yağmur At- sız'ın bir yazısında geçen Osmanlıca sözcüklerden birkaçıL öyieleri var, yazılannda eski mi eski sözcükleri kullanmayı bir özellik sayarlar! Oysa yukandaki Arapça sözcüklerin bugünkü dilde güzel karşılık- lan var gerçekten, dilek, gelecek, çaba, sonuç vb. Hem, yazar aynı yazısında "kesim, deneme, top- lum, durum, anlam, tutariı, çevre vb. sözcükleri de kullanmaktan çekinmiyor... Ne olur küçük bir ça- ba gösterse de ilgiyle okuduğum köşe yazılannda Osmanlıca sözcükleri artık bir yana atsa!.. Yarı Türkçe, yan Arapça bir dil saJatası olan Osmanlı- ca sözcüklerden vazgeçmemek, bilmem ne anlam taşryor? Değerii arkadaşımız, zaman zaman dil devrimine karşı yazılar da yazıyor. Bu arada yan- lışlıklar da yapıyor, "Türkçem benim ses bayrağım " dizesinin Dağlarca'nın değil, Arif Nihat Asya'nın olduğunu söylemek gibi... • • • Fethullahçılann Yazarlar ve Gazeteciler Vakfı yi- neödüllerdağrttı! Daha önce de sormuştum. Kim- ler var bu vakrfta diye? Hangi yazarlar, hangi ga- zeteciler? Bir kez beni de bir toplantıya çağırmış- lardı da Fethullah beyin başında bulunduğu bir ye- re gelemeyeceğımı bildirmiştim. Ama nice ünlü kişiler koşa koşa gittiler, ödüller aldılar, el ele kol kola resimler çektirdiler! Bunun adı- na da "uzlaşma", "hoşgörü" diyorlar. Nasıl bir uz- laşma ve hoşgörü ise? "Fethullah" adlı eski bir va- izABD'de yaşıyor. Aylardır?.. Bu kişinin onursal baş- kanı olduğu vakıf yirmi beş yılını doldurmuş şarkı- cılara, oyunculara ödül dağıtıyor. Hepsi de gidip bu ödülü alıyorlar, sevinçle, onurla! Iki kişi dışında: Macide Tanır ve Edip Akbayram... "Fethullahcılık", öteki dın sömürücüsü akımla- ra benzemez. Bir an önce şeriat düzeninin gelme- si için cinayetler işleyen, en kısa sürede başkaldır- maya kalkışanlar gibi değildir. O, bekler zaman geçsin, birtakım düşünceler olgunlaşsın! Bakın ne diyor bu konuda: "Taktik ve stratejiler söylenmez. Söylendiği an bir taktik olma hüviyeti ortadan kal- kar, stratejilersadece tatbikedilir. Bazen de bu stra- teji işin başında bulunan insandan başka hiç kim- se tarafından bilinmemesi gerekir." Koşa koşa Fethullah beyin vakfından onur ödü- lü alan o ünlü kişiler, neye, kime, hangi amaca hiz- met ettiklerini artık bilmeli, öğrenmelidirier! ••• "Hürriyetin baş sayfasında bir resim: Haluk Kır- cı yüz sayfalık savunmasını gülerek okuyor... Ya- nındakiler, yani Susurluk sanıkları da kahkahadan kınlıyorlar! Burası bir tiyatro sahnesi mi, yoksa mahkeme mi? Anlaşılır gibi değil. O denli rahat, güvenli, hu- zurlu sanıklar, herhalde az sonra serbest bırakrta- caklarını biliyorlarlar, bu yüzden sevinç içindeler. Resmi kesip sakladım. Günü gelir gerekir. Milli Eğitim'in Klasik Yapıt Çevirileri VedatGUNYOL Milli Eğitim Bakanı olarak Hasan Âü Yücd dönemi, Atatnrfc'ün Aydmlanmagirişiminin ve sürecinin bir uzanbsıdır. Inönü'nün de katıldı- ğı ve desteklediği hümanist atılımın öncülüğü- nü yapan Yücel, Türk insanına aydın ve uygar dünyanın kapısını açma yolunda büyük bir ça- ba harcamıştır. Tanzimat döneminde başlayan Ba- nlılaşma anlımını sürdürme yolunda anlan adun- lar, Yücel'in bakanlık döneminde eşsiz bir uy- gulama olanağı bulmuştur. "MilH Eğitim Klasikkri" adıyla anılan ve sa- yılan beş yüzü bulan, uygar dünyanın ünlü ya- pıtlannı çevirterek Türk insanına sunan bu gi- rişimin temelinde hümanizma düşüncesi ve ru- hu yatıyordu. 1941 'de yayımlanmaya başlayan çeviri yapıt- DİKİLİ ASLtYE HUKÜK MAHKEMESİ'INDEN İLAN Davacılar Mehmet Özkal, Nenman Tuncel, Fazlı öz- kal'm davahlar Penbe Şengün ve arkadaşlan aleyhine actığı, Dikilı Kabakum köyü 41 parsel sayılı taşınma- zın tapu kaydmın iptali ile, davacılar adına tescili tale- bi ile açılan mahkememızin 1985/170 esasında kayıtlı davanın yapılan yargılaması sonucunda verilen 18.11.1999 günlü karar ile, Dikıli Kabakum köyû De- nizkenan (Eski Kabakum) mevkiinde kâin 41 parsel sayılı taşınmazın Hasime-Rıza-Kâzım-Sakine-Penbe Şengün ile Ali Rıza Kasacı adına olan tapu kaydının ip- tali ile, eşıt hısseler ıtıban ile Fazlı çocuklan Mehmet Özkal ve Nenman Tuncel adlanna tapuya kayıt ve tes- ciline, 1.370.000 TL. karar ve ilam harcı ile 35281.281.- TL. yargılama giden ve 500 TL. vekâlet ücretinin davalılardan tahsiline karar verildiği, işbu ka- rann davalılardan tapu kayıt maliki olan Şerif oğiu, Ali Rıza Kasacı'ya yargılama sırasında teblıgat yapılama- dığından hüküm özetinin Şerif oğlu Ali Rıza Kasacrya ilanen tebligatına karar venlmiş olup, ilanın yayınlan- masından 15 gün sonra teblığ edılmış sayılacağı ve bu tebliğ tarihinden ıtibaren 15 gün içinde temyiz edilme- diği takdirde karann kesinleşeceği, karann tebhği yeri- ne kaim olmak üzetp ilan olunur.î. 2068 Basrn: 12285 Nüfus cüzdanımı kaybettim. Hükûmsüzdür. TAHS/N AYDIN DÖRTER İdaş, 1965'ten 2000'e, 35 yıllık tecrübesi ve sürekli gelişen teknolojisi ile Türkiye'nin en rahat, en dayanıklı ve en ekonomik yataklarını üretiyor. AKILLKART Ak* Karfla 24 aya varan vadeteıi Damşma merkezleri İstanbui 0212 482 11 25 bmh- 0232 462 70 44/ 0232 462 70 45 Ankara 0312 353 94 50 0312 353 13 30 Bursa 0224 211 37 70 0224 360 15 07 Adana 0322 457 38 00 Antalya 0242 340 47 64 Azerbeycan Bakü 009941 2988182 Baiıkesir 0266 249 71 44 Dertzf 0258 265 77 44 Diyafeftr 0412 236 91 24 Düzce 0374 524 74 82 Erzurum 0442 233 37 49 Eskişehir 0222 231 71 37 iskendenın 0326 344 24 94 Konya 0332 233 46 02 KKTC Lefkoşe 0392 228 40 17 Malatya 0422 321 63 54 Samsun 0362 266 78 71 Trabzon 0462 223 45 82 Van 0432 216 32 99 E-maıl: idas@idas.com.tr Sabş E-mail: idassat@tdas.com.tr lann başında tnönü ile Hasan Âli'nin, "Önsöz" yerine geçen yazılan yer alıyordu. Ismet lnönü, bu çeviri girişimini şöyle değerlendiriyordu: "Eski Yunanhlardan beri milletierin sanat ve fi- kirhayılmdameydanagetinliklerişaheserieridi- fimize çevirmek,Türk milktinin kültüründe yer tntmak ve hizmet etmek isteyenlere en kı>metii vastayı hazırlamakür-" Bunu izleyen Hasan Âli'nin sunuşunda, hü- manizma sözcüğü en başta yer alıyordu. Şöyle ki, "Hiimanizma ruhunun ilk anla> ış \e duygu merha- lesi(aşaması). insan varuğı- run en müşahhas şckikle ifa- desi olan sanat eserterinin benimsenmesiyte baslar." Unutmayalım ki, çeviri eylemi, bizde, daha Tanzi- mat'ta başlamıştı, devede kulak kabilınden. Geniş kapsamlı bir atılntılardfin- * yaklasiklennin çevırisi, sis- ttmlı olarak 1941 'lerde baş- lamış, altı-yedi yıl boyunca sürdürülmüştü. Tercüme Bürosu'nun, övünülesi ça- bası ile Büronun kunılu- şunda başkanlığı üstlenen Nurullah Ataç, bir yazısın- da, bu ginşimi şu sözlerle destekliyor ve yüreklendi- riyordu: "Avrupa'dan geten kitapianokumâsak obmaz- dL Onlar bize kafanuz için gerekli bir azık getiriyoriar- dJ." Zamanla büro, Sabahat- tin Eyuboğlunun baskanlı- ğında, Doğu klasiklerini de yayın programına alarak Batısı Doğusu ile tüm dün- ya klasiklenne bağnnı aç- tı. Ne yazık ki sağ-sol ça- tışması, daha doğrusu sol avcılığı günlerinde, Millet Meclisi'ni dolduran, çoğu eğitimsiz, aydmiık diişma- nı insanlarca baltalandı. Neydi bu insanlann der- di? Türk insanmın aydın- lanmasını istemiyorlardı. Çünkü Türk insanının ay- dınlanması, onlann haksız düzeninin sonu olacak. Za- ten bu yüzden değil mi ki, Köy Enstitülerini kapattı- lar. Hümanizma yoluyla ay- dınlanma neydi aslında: Ör- han Burian'a göre hüma- nizma bir taklit değil, bir sistemdir, bir arayış sistemi. Bu arayış, yüzyıllann yük- lendiği dogmalardan silki- nerek insana, insanın özü- ne gitmeyi amaçlıyor. Bir başka tanımagöre de hüma- nizma, insandaki temel ni- teliklerin geliştirilmesini amaçlayan düşünce ve fel- sefe eğiliminin gelişimini amaçlayan bir dünya görü- şüdür. Son günlerde, Milli Eği- tim Bakanlığı'ncaeski kla- sik çevirilerinin yeniden ya- yımlandığma tanık oluyo- ruz. O çevirilerin dilinde, gerekli sadeleşürmeye gidil- meden, 40-50 yıl öncesinin diliyleyayımlanmalan, he- nüz yaşamakta olan (benim gibi) çevirmenlere başvur- madan böylesi bir işe giri- şibnesini, ayıptır söyleme- si, günümüzde geçer akça olan yayın korsanlığına ya- kışüracağım geliyor, az kal- sın. Nüfus cüzdanımı ve ehliyetimi kaybettim. Hükûmsüzdür. HÜLYA ÖZTUNALI PENCERE Tüpk'imTürk'tKiBaşka Dostu Yoktur../ Yazımızın başlığındaki tümce gerçekçidir. Mazlum halkımız bir ömür boyu dost-düşman çelişkisinin bostan kuyusundaki dolabı çeviren eşek yerine konarak aldatıldı. 'Soğuk Savaş'ta düşman kimdi?.. Moskof!.. Dost kimdi?.. Amerika!.. O yıllan yaşayanlar bilir, taş çatlasa kimseye iaf anlatmak, söz dinletmek, gerçeği iletmek olana- ğı yoktu; çünkü Türk'ün Tün\'ten başka dostu vardr, bir ulusun dostu oldu mu, elbette düşmanı da olacaktı; çünkü dost ile düşman kavramları ancak çelışkıden türeyebilirler; biri olmazsa, öte- ki de olamaz: Siyah ile beyaz gibi.. Çirkin ile güzel gibi.. Karanlık ile aydınlık gibi.. Yaşam ile ölüm gibi.. • Kişilerin dostu da olabilir, düşmanı da; uluslar için gerçek nedir?.. Uluslararası ilişkilerde dost- luk ve düşmanlık yoktur; çıkarlar vardır. llkel toplumlar, şu devleti dost bu devleti düş- man sayan körgüdünün kan davasında akıllannı peynir ekmekle yediklerinden büyük devletlerin oyuncağına dönüşüp emperyalizmin tuzağında kıvranıriar. Soğuk Savaş'ta Türkiye kıvrandı durdu; 'komü- nizm' ile 'Moskof sözcüklerini ustalıkla özdeş- leştiren egemenlerin propagandası bizim devle- tin resmi ıdeolojisi oldu; '7923 Devrimi'rim bütün kazanımlan bu süreçte harcandı; komünizme kar- şı 'panzehir' sayılan 'dincilik' bu süreçte palazlan- dı; ilkel toplumlan sömürgeleştirip köieleştiren akıl dışı düşünce Anadolu'da yoğunlaştı; o günlerde Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur" dedin mi karşılığı tek sözcüktü: - Komünist!.. • Dünya değişti. Komünizm yıkıldı, 'Moskof ile 'komünisfm öz- deş olmadığı ortaya çıktı. Şimdi de diyorlar ki: "- 'Türk'ün Türk'ten gayrı dostu yoktur' diyen- ler ilkel milliyetçiliği dile getiriyoriar; Türk'ün Türk'ten başka dostu vardır." • ^ Kımlermış o dostlar?.. Bu kez tezgâh değişti; Avrupa'nın büyük dev- letleri dostlanmızdır. Nam-ıdiğer .-•*./*$•' Düvel-i Muazzama!.. Ingiliz'i, Fransız'ı, Alman'ı, hatta Italyan'ı, Isveç'i, vb. "müfe/reDb/rmü/erf/ş"edasıylaTürkiye'yi tef- tiş edip Ankara'ya afra tafra satıyorlar; ulusal tep- ki halk kesiminde nasıl dile getiriliyor: "- Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur." Apo ve PKK'yi kimlerin desteklediği tabak gibi ortaya çıkınca kimin kimle dost ya da düşman ol- duğu da yaz güneşigibi ışımadı mı?.. - -u • v^< Diyorlar ki: ••<--?!' Türk'ün Türk'ten başka dostu vardır. Peki, düşmanı kim?.. Yazın bir yere: Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur. Ve ekleyin: Türk'ün Türk'ten başka düşmanı yoktur. BAŞSACLICI Spor Servisimiz çalışanlarından SERKAN OZAN'ın dedesi Em. Muhasebe Müdürii NURETTİN OZAN vefat etmiştir. Arkadaşımıza, ailesine ve yakınlarına başsağlığı dileriz. " ' Cumhuriyet Çalıçanlan ^ kftap kulı DIA GOSTER1SI, SOYLEŞI TÜKSİM SERGİ SALONU'NDA îî Marî CumarteiiiBuçün) Anadolu Tarihi konusunda söyleşecek, kitaplannı ımzalayacak BMae««ttWaWIBMJtHHİlHHIIl.ll»«IIUlBMm«KlBHaMtt.»ai DÜZELTME İLANI 7.3.2000 tanhli Cumhunyet Gazetesı'nde yayınlanan 11326 ilan no'lu, Sarıyer lcra Müdürlüğü'nün 1997/90 Tal.no'luSatJşllanının Saüş Şartlan bölümünde 28.42000 tarihli 2. satış günündekı satış saatı sehven 11.30 olarak çıkmıştır. Doğrusu 11-11.30 olacaktır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle