Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
-S9 ŞUBAT 2000 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFÂ
DİZİ
ICenthafla
cezalandırıfcyor'
• ANKARA(ANKA)-
CHP Genel Sekreter
Yardımcısı Bekır Yurdagûl,
afetle ılgısı olmayan 46
MHP'h, 16ANAP'hvel2
DSP'li belediyenın lller
Bankası paylan artanlırken,
CHP'h 25 belediyenın afet
kapsamından çıkanlmasına
tepki gösterdi. Belar
Yurdagül yaptığı
açıklamada, sıyası iktıdann
doğal afet gerekçesiyle
kendısine mensup
beledıyelere lller
Bankası ndan kaynak
aktarmaya devam ederken,
depremin merkez üssü
Kodcaeli'nın en çok
etkilenen beledıyelenni,
başkanlan CHP'li olduğu
içın adeta cezalandırdığını
söyledı. CHP'li
belediyeletin paylannın
sadece iki kat arttınldığuıa
dıkkat çeken Yurdagül,
"Burada cezalandınlan
CHP deği, kent halkıdır"
dedi.
Haberdmn
ohmu
• Istanbul Haber Servisi -
lkıtellı'de polıs ekıbtne
sılahla ateş açıldı. 1 'ı kadın
3 kişı daha sonra teslım
olurken, görüntü almak
amacıyla olay yerine giden
Samanyolu TV
kameramanı Osman
Özküçük, kalp krizi sonucu
öldü. "Silahlı kavga
olduğu" yönündeki telefon
ıhban üzenne Başakşehir
3n(utlan 2. Etap D-37
>k 10. kat 42 numaralı
daireye gelen polis ekıbine,
içeriden ateş açıldı.
Bölgede geniş güvenlik
önlemleri alınırken
daıredekıler teslım oldu.
Bu kişilerin ekibe, polis
olduklannı anlamadıklan
için ateş açtıklannı iddia
ettiklen öğrenildi. Can
kaybının olmadığı olayı
ızleyen Samanyolu TV
kameramanı Osman
Özküçük, şahıslar daıreden
indirihrken yaşanan
koşuşturma sırasında
bırden fenalaşarak yere
düştü. Kalp krizi geçirdiği
anlaşılan gazeteci
hastaneye kaldınldı, ancak
Özküçük yapüan tüm
müdahalelere rağmen
kurtanlamadı.
Içki kaçakçılığı
davasi
• İSTANBUL(AA)-Ünlü
restoran ışletmecisi Celal
Çapa'nın da aralannda
bulunduğu 3 kişı hakkında,
yurda yasal olmayan
yollardan sokulan yabancı
ıçki satuklan ve bu şekilde
"toplu içki kaçakçdığı"
yaptıklan gerekçesiyle 8
yıldan 12 yıla kadar hapıs
cezası istemiyle dava açıldı.
tstanbul Kaçakçılık
Savcıhğı'nca hazırlanan
iddianamede, Malı Şube
Müdüriüğu'nün yaptığı
çalışmalar sonucunda
Eminönü'nde bulunan
Sepetçiler Kasn içerisindeki
Hamam Restoran'da, yurda
yasal olmayan yollardan
sokulan yabancı içkiler
olduğunun öğrenildiği
belirtiliyor.
İhbariap
İnternerten
• ANKARA(ANKA)-
Emnıyet Genel Müdürlüğü,
vatandaşlann "155"
numaralı telefondan
yapabildikleri suç ve suçlu
ihbannı Internet üzerinden
yapabilmeleri için yeni bir
uygulama başlattı. Buna
göre herhangi bir suç
olayına tanık olan ya da bir
suçluyu saptayan
vatandaşlar, 155 numaralı
telefonu çevirmek yerine
Emniyet Genel
Müdürlüğü'nün
"www.egm.gov.tr" web
adresinde bulunan Internet
sıtesınden "155-thbar"
bölümüne geçerek ihbarda
bulunabilecekler.
îstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde önce hücreye atıldım, sonra katil muamelesi gördürft
- v *
Sonunda Davutpaşa'dayım
B
u arada Sevınç'le daha büyük bir
çanta hazırlama karanna vardık.
İstanbul'da ne kadar kaiacağım belli
degildi. Şükrü, Fadıl oğullanm şaşkın şaskın
bana bakıyorlardı. Yemeğe oturduk.
Telefonlar devam ediyordu. Bunlara hep,
karşılık verirken, herkesi teselli etmek bana
düşüyordu (!). Oğullanma, bu gözaltına
alınmamın önemlı olmadığını, gocunacak
hiçbır halun, eylemün olmadığını anlattım.
'Kahnunan babanızla iftihar edip,
derskrinize bakın (!)' dıye sözü bağladım.
Yataga gırdığım zaman, kafam ıyıce
kanşmıştı. Olup bitenleri durmada
zihnimden geçiriyordum. Baktrm
olmayacak; iki tane birden Libnyum aldun.
Sevınç de uyanıktı; ama konuşulacak söz de
bulamıyorduk. Sabah, dokuzda hava
alanındaydık. Alanda hoparlörden bem
çağırdıklanru duydum. Göstermelık biletime
çantamın ağırlığı yazıldı mı? dıye baktılar
Oysa önceden bu işlem yapılmıştı. Bu kez
birileri uçağı binip binmedığimi öğrenmek
istıyordu anlaşılan.
Havaalanında pollsler fcarşıladı
Uçak havalanırken pencereden baktım:
Çocuklar öylece uçağa bakıyordu. Sevinç,
onlann yanındaydı; başıru biraz göğe doğru
kaldırmıştı. Halim Bey, yanlanna yaklaşan
bir polisle görüşüyordu. Anlaşılan polis,
uçağa binip binmedigimi soruyordu.
Yeşilköy Havaalanı'na geldiğimizde beni,
uçağın merdivenlennde üç sivil polıs
karşıladı. Biri, Izmır'dekiler gıbı çok şık,
uzunca kumral bir delıkanlıydı. Öteküer
biraz onun gerisinde duruyordu. Şık polis,
hemen yaklaşıp elimı sıktı, 'hoş gekrmiz
Samim Bey' diye yol gösterdi. Alanın
Emniyet Amirüği bölümüne yürüdük.
Elimden çantanın numarasını aldı, 'meşgul
olsaBİar' dedi. Alanın amirine beni tanıtn.
B
u denli kibarlık, nezaket tuhafıma
gıdiyordu. Beni bir sandalyeye
oturtmuşlardı. Ha babam
beklıyordum. Beklıyordum ki, 'haydi
buyurun, Sıkıyönetim Komutanhğı'aa gidm'
desinler. Birkaçı ortalıkta dolaşıyordu. Amir
de durmadan, 'yahu bu araba nerde? Nereye
gitti?' diye soruyordu. Anladım ki beni
gönderecek bir yerlere, götürecek araç
anyor. Oturduğum yerden seslendim:
'Komiser Bey, araba yoksa, ben,
Sikryönetime kendi gkkbilirinu.' dedim.
Şöyle bir baktı yüzüme; 'öoce Emniyet
Müdürtüğü'ne gnmeniz gerek. Kayrt
düşükcek-.' karsılığını verdi. 'Peki
Müdürlûğe gideJün; taksi parasnu ben
vereyim-' diye söylendim. Amir, 'oldu!' dedi
kısaca. Bir taksiye atladık.
Sansaryan Ham'nın önünde durduk.
Falk Türün denetlmde
Şofor, "Ne verirsen bey" dedi. Bir elli lira
verdım. Çantam elımde, polıs bir adım
genmde hana girdık. Hana girmemizle iki
yakamızı bir gazeteci kalabalığı aldı.
Durmadan resim çekıyorlardı. I. Şube hanın
ta en üst kaöymış. Beni geüren polis,
elindekı kâğıdı bu- komisere imzalattı gitti.
Çantam yanımda bir iskemleye oturdum.
Komiser çok telaşlıydı. Yan taraftakı sırada
bırtakım gençler oturuyordu. Bir köşeye de
bir yığın parka, postal konmuştu. Bu sırada
kapıdan biri uzandı "GeHyor!" diye seslendi.
Komiser kapıya çıktı, selama durdu. Gelen,
teftiş için I. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı
Faik Türün Pasa imiş... Neyse bu hengâmeyi
de akumızın akıyla atiattık(!) Orgeneral
gidinceye değin bir işlem yapdmadı.
Komiser, önce yanda oturanlan, iki polise
teslım edip bir yerlere yolladı. Daha köşede
ıkı orta yaşlı adam vardı. Onlardan önce beni
çağırdı. Kapuun yaıunda dikilen bir sivil,
"Bu sikryönetime gönderüecekmiş»" dedi.
Komiser, "Acelesi yok ya_" diye beni
masasının önüne dikti. Üstümü başımı
aramaya başladı. Ceplerimde ne varsa
masanın üstüne koyuyordu.Bu sırada kabak
kafalı, mavi gözlü bir adam gırdi odaya.
Kafasım uzatarak nedir, kımdır? gibisine
beni işaret etri.
'Atın hücreye...'
Üstümü arayan komiser, "Sıkryönetime
gktecek." diye söylendi. Kabak kafalı, sivri,
zat, şöyle beni tepeden tırnağa bu" süzdü.
Dudaklanna bir gülümseme geldi. Alaylı bir
gülütnseme, birden tok bir sesle emir verir
gibi: "Atm hücreye, canınuz istediği zaman
akryönetime yoOanz!" dedi. Karşı
çıkacaktım ama nedense, şu hücreyi görme
merakım depreşti. Bu hücreler hakkında çok
şeyler duymuştum. Enınde sonunda beni
sıkıyönetime teslim etmek zorunda
kalacaklaruıı kestiriyordum. Beni bir ufak
tefek memurla hücreye gönderdi. Hangisi
boş? diye şöyle hücrelere baktılar. Birisinin
kapısını açıp içeriye basbayağı ittiler.
A
radan bir süre geçtikten sonra
hücrenin kapısı açıldı. Kapının
önünde orta yaşlıca, orta boylu, kıvır
kıvır san saçh, papyon kravath bir beyefendi
duruyordu. Bana, "Buyurun Samim Bey",
dedi, yürüdü. Arkasından ben de yürüdüm.
Ne merdiven çıknk indık, ne koridorlan
dolaştık, sağdakı kapıdan çok geniş bir
salona gıriverdik. Sıra sıra masalar vardı
burada. Yazı makineleri, belleri tabancalı
daha bir rütbeli polisler kaynaşıyordu. Beni
aldılar bir masanın önüne oturttular. Getiren
polis birden ortalıktan yitu. Sağıma bir
adam, soluma bir başkası oturdu. Bu sırada
makinedeki polis, babamın adını, anamın
adını, doğum yerimi sormaya başladı. Yazıcı
polis, mesleğimi sordukta, yazar, dedim.
Hangı gazetede yazarsın? diye sordu. Hiçbir
gazetede yazmam, canım isterse her
boylu bir adam, beni getiren polisin
elindeki kâğıda baktı, bir dosyayı
kanştırdı. Sonra hırsızlara, katillere
yapılan işlemi bana yapmaya başladı:
Once on parmağımı kara boyaya bastınp
kâğıt üzenne izlerini aldı. Sonra
göğsüme yine katiller gibi büyük bir numara asıp,
resmimi çekti. Işte, bu ana değin koruduğum
soğukkanhlığırnı yitirdim. Fena halde sinirim
bozuldu. Ne ki adamlara renk vermedim.
gazetede yazanm.. karşılığinı verdim. Adam
şaşırdı. Yüzüme baktı "Ben, roman hikâye
yazanyun, ara sıra da gazetelere \aa
yazanm»" dedım. Yanımdakı pohs, yazana
kızdı: "Yaz ulan serbest yazar!" diye..
söylendi. Makinedeki şöyle bır doğruldu,
kendisıne çıkışana ınat, mınldanarak,
"Serbest roman, hikâye yazan Samim
Kocagöz, makamuuza»." diye yazmaya
girişti. Birisi dirseğimden tuttu; "Aşağıya
ineceğiz_'' dedi. Bır kapıdan çıktık; bır
merdiven indik -üa mi ındik?-, bır geniş
salona daha girdik. Uzun boylu bir adam,
beni getiren polisin elindekı kâğıda baktı, bır
dosyayı kanştırdı. Sonra hırsızlara, katillere
yapüan işlemi bana yapmaya başladı: Önce
on parmağımı kara boyaya bastınp kâğıt
üzerine izlerini aldı. Sonra göğsüme yine
katiller gibi büyük bir numara asıp, resmimi
çekti. Işte, bu ana değin koruduğum
soğukkanlılığımı yitirdım. Fena halde
sinirim bozuldu. Ne ki adamlara renk
vermedim. Içımden, "Eh Sadi Koçaş olacak
adam", dedım. "Günün birinde şu on
parmagmıdaki karayı, senin suraona
sürmezsem_" Bu parmak ızı, fotoğraf
ışınden sonra, tekrar yukan çıktık.
Her yerde gazetecl var
Merdıvenlerde durmadan resmimi
çekıyorlardı. Ta Sansaryan Hanı'ndan çıkıp
polis muubüsüne bınınceye dek bu ış devam
ettı. Bır de şoförün bulunduğu pencereden
resmimi çektiler. Işte buna yanımdakı
polisin biri dayanamadı.' 'Amma da meşhur
adanımışsın be yahu! Resmini çekmek için
gazetedler birbirine girdL." dedi Ben de
"İyi, ben, ünlü. meşhur bir adamım.
Resmimi çekiyoriar. Dikkat ettim. sizin
beninue resmini/ çıkmasın diye başuuzı,
yüzünüzü niye sakhyorsunuz. Benimle resim
çıkarmak bir şerefrir! Sizin için.." dedim.
Resmini çektiklen içın bana kızan, benimle
alay eden polis nedense susuverdi. Şoför,
saflığından mı, yoksa bılgiçliğınden mı ne
"Haydi yahu sen de! Bizi enayi yerine koyma.
Yann resmimiz seninle birtikte gazetelerde
çıksuı da sonra sokak aralannda
ünrversitehler bizi teker teker kısanp
dövsünkr öyle mi?" karşılığuu verdi.
Resmimi çektıklennden örürü bana kızan,
karşımda oturan polıs boynunu büktü, saf saf
"Biz, getirip götürücüyüz™" diye söylendi.
Haklı mıydılar, haksız mıydılar,
bılemeyeceğun. Ben de sustum. Öteki
arkadaşlan da getirdiler o sırada. Yürüdük,
Sirkeci'den araba vapuruna girip Selüniye
Kışlası'na gitmek için Haydarpaşa'ya geçtık.
Selimiye'nin kapısmda uıdik. Büyük
kapıdan girdik, boydan boya mermer bır
geniş koridorda beklemeye başladık. Ayakta
dıkilecek halım kalmamıştı, su-tmıı duvara
venp çömeldim yere. Bir süre sonra bir
kapıdan bır kurmay albay çıktı. Elınde
kâğıtlar. Önümden geçerken bana doğru
eğilip baktı. Doğrusu istifimi bozamadım, *
birden çıkmış gelmiştı. doğrulamadım ^
Elindekı bır kâğıda bakarak 'Samim Be>', sizi
Davutpaşa'ya göndereceklerdL.." dedi.
Ayağa kalkıp "Bir şey demediler albayun..."
karşılığinı verdim. Anlaşılan evTak hazu-
degildi. Albay bir odaya girdi çıktı.
Arkasından bir deniz subayı göründü.
Bana "Böyle buyurun Samim Bey.." diye
seslendi. Odaya girdik. Geniş, büyük bir
salondu. Halkla ilişkıler komutanıymış.
"Hoşgeküniz", dedi: bır koltuğa oturtru
"Evrak hazırianrvor; sizi Davufpaşa'ya
gönderecekler, bir süre orada kalacaksınız,
bütün arkadaşlannız orada_" diye
gülümsedi. Bir emrim olup olmadığını sordu
kı şaşırdım. Akhma geldi "Rica etsem
binbaşun. evden sabah çıkrun; Davutpaşa'da
oiduğumu büdirir misiniz" diye sordum.
İzmır'm Karşıyakası'ndakı evımin telefon
numarasını söyledim. Telefona uzandı.
gülümseyerek birdüğmeye bastı, "Oğlom"
dedi, 'bana tzmir, 15465'i bağla.." Bır dakıka
geçti geçmedi, konuştu binbaşı,
"Hanımefendi, bakuiız Samim Bey ;
buradalar, veriyonun; konuşunuz..."
Hayretler içınde kalmıştım Bız şehırler arası
sıra beklerdık, aklım kanştı. Kendımı J
toparladığımda Sevinç'in sesini duydum. ı
Beni merak etmemelerini, söyledim. Sevınç
soruyordu bır sürü soru, ama ıçınden bınsını
ben de bilmıyordum. "Binbaşun var burada
soranm_." dedim.
Sürecek
Eskiden
poliste
Sansaryan Hanı, Uhısal Kurtuluş Savaşı sırasında tşkencehane olarak kullaıulnıasının ardından tstanbul polisine hizmet etti.
büyüktü(!)'
Yıflarca önce, fakulteyi bitirdiğinı
sıralar Sansaryan Hanı'ndaki
tstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne
gehniştim. Isviçre'ye Lausanne
Universitesi'ne, hem dilimi
gelistirmek bem de sanat tarihi n
derslerini izlemek için
gidiyordum. Bir gece önce beni
pasaportumun çıkış vizesinin
tarihi geçti diye trenden
indirmişierdi. Ertesi gün, doğru
Halûk Nihat Pepe\i be>e gittim.
Halûk Bey, tstanbul Emniyet
Müdürü'ydü. Ve de biz
edebnatçılann her hafta Nisvaz t
Pastanesindeki edebiyat
sohbetlerine şairim drye geiirdi
Hikâyelerimi yüzüme karşı çok
övmüştü. Son haftada
*Gidiyonım* diye kendisine -
bütün edebiyatçı dostlara olduğu
gibi- Nisvaz'da Allahaısmarladık "'
demiştiın. Beni makanunda ^
görünce, "Siz dün akşam yola
çuanadınız mı?" diye sordu.
SıkmOmı öğrenince, beş dakikada ,
pasaportumun gereken işiemini ,
yaptırdL Düşünüyorum da
1942'Ierde. 1943'İerde biz ö>lesine
ünlü bir edebi>atçı(!) ounadığımız
halde emniyet müdürhlkfcrinde t
"
itibanmı/ büyüktü(!)
Hücredeherkes korku içindeydigöre, bir metre
eninde, bir buçuk metre
JL derinlığinde alacakaranlık
bir yerdi hücre. Gözlerim biraz
sonra karanlığa alışınca hücrede
benden başka üç delikanluun
daha bulunduğunu gördüm.
Hücrede bir tek sandarye vardı.
Çocuklar hemen koluma girip,
"Geçmiş oisun ağabey-" diye beni
sandalyeye oturttular. Sankı
benim gelişimden çok memnun
görünüyorlardı. Sonradan
anladım ki, çocuklannkisi, bir
çeşit kendi kendilenne
teselliymiş; beni yanlannda
görmek maneviyatlannı
düzeltiyordu. Bunu birisi,
"Samim Kocagöz de yanunıza
getirikiikten sonra, yammızda
olduktan sonra, korkacak.
çekinecek bir şey kaunadj.
Demek sıra yazârlara da gekJL."
diye konuştu. Çocuklann
anladığnna göre bir şeyden
haberi yoktu. Bir haftadır
buradaymışlar; gazete filan
görmemişler. Onlara 19 numaralı
bildiriyi ve olup biteni anlatmaya
giriştim kısaca. Durmadan beni
uyanyorlardı: "Aman.alçak
e_" diye; risıltı halmde
G
ördüklerim beni o denli şaşırtmıştı ki, iki yakama yeterince dikkat
etmemişinı; oysa her şeyi çok iyi gördüğümü sanıyordum.
Çocuklann korkusu, telaşı, aklımı başıma getirdi. Baktım, üç
delikanh da ne oturabilecek, ne de ayakta durabilecek haldeydi.
konuşuyorduk. Çocuklar
tutuklananlann adlannı
duydukça, şaşkına dönüyorlardı.
Tam bu sırada bir yoklamadır
başladı. Dısardan srrayla hücrede
bulunanlann adı okunuyordu.
Her adı okunan "Burada!" diye
bağınyordu. Baktım bu yoklama
beş dakikada bır tekrarlanmaya
başladı. Gülesün geldi;
akülarmca bıze eziyet
ediyorlardı...
Petı$et görüntülerl
"Şimdi'', dedım. "Adnn
okunuoca: kaçü diye
bağmversem." Çocuklardan biri
koluma yapıştj: "Sakın ha! AHab
aşkma ağabey!" dedi.
Çocuklann korkusu, telaşı,
akhmı başuna getirdi. Baktım, üç
delikanh da ne oturabilecek, ne
de ayakta durabilecek haldeydi.
Üçü de teknik üniversitedenmiş.
Karanlığa gözüm alıştıkça,
dehşetler içinde kalıyordum. Bu
arada beş dakikada bir adlanmız
okundukça, burada! diye
bağnmaya devam ediyorduk.
Dayanamadım. sandajyeden
kalktım, yere çömelmeye uğraşan
berikı delıkanlıya yerimi verdim.
"Ben, diniendun, sen otur_"
dedim. Delıkanlı güçlükle
oturdu. Bu hemen hemen hiç
konuşmayanıydı; çok fena
hırpalanmış, dövülmüştü. Yüzü
gözü çürük içindeydi; kapının
üstündekı delikten uzanan ışıkta
gördüm. Bu delikten de ara sıra
birileri bize bakıyordu. Sadece
gözlerini görebüiyorduk. Bunlar,
neden kendilerini göstermezler?
diye sordum. Dayak atanlarmıs
geceleri. Içlerinden delıkanlılann
en ufak tefek olanı, kapıfıın
dibine çömetebilmişti
Bu sırada kapı açıldı. Sanşın,
ince uzun, saçlan dökülmüş bir
delikanlı göründü. Kapınm
dibine çömelen deiikanlıya şöyle
bır baktı. Yumruğunu uzatarak
kafasına bir vurdu: "Beni tanıdm
mı ufan?'* diye sordu. Deükanlı,
çömeldiğı yerden, şaştığım bir
soğukkanlılıkla karşılık verdi:
"IVasıl tanunam; suufta yanunda
oturuyordun-." Benim yüzüme
baka baka konuştu herif: "Pbüs
bem de llkü Ocakb oJduğurnu da
biHyor muydun?" Yerde çömelen
delikanlı, biraz alaylı sesle,
"bütün suuf, senin ne olduğunu
bâiyorduk»." karşılığinı verdi.
Sanşm polis, "tyi öyleyse,
akşanıa daha çok göruşür,
ranışmz..." dıye kapıyı kapadı.
'Akşama dayak w r
Bu ne demek? diye söylenmişim.
Çocuklardan biri, "Akşama
dayak vax demek" karşılığinı
verdi. Niye? Niçin? diyecek
oldum; bu sonınun yersizliğini
hemen anladım Sandalyeye bir
türlü oturamayan ögrencinin bir
yerlerine.. cop sokulduğunu
öğrenince şaşkmlıktan, düştüğüm
büyük bir öfkeden kendımi zor
kurtardım. Birdenbire yine
hücrenin kapısı açıldı Bu kez,
esmer, kaytan bıyıklı, san
gömlekli bir adam, tıpkı
paryaçolara benziyordu. Eiınde
havaya kaldırdığı bir gazeteyi
bana göstererek, "Burada senin
resmin var, gazeteye basnuşiar!"
diye bağırmaya başladı. Ben, ağır
ağır ona doğru yürüdüm:
"Basariar oğhun", dedim, çok
soğukkanlı. "Ben, ünlü bir
yazanm!'' Adam, ha ha! diye bir
kahkaha attı: "Şu yazar
bozuntusuna bakın!" Hiç ıstifimı
bozmadan, "Şu karşmızdaki
yazar bozuntusunu, hemen
Semniye Kışlası'na, I. Ordu'va
teslim etmezseniz, sonra sizin
başmıza geieceklere yine hep
birükte güfcriz!'" dedim. Elinde
gazeteyi sallayan polis, bir
durakladı; beni hücreye itti.
Kapıyı kapadı. Suspus
olmuşlardı. Içerdekı çocuklar,
hayretler içinde kalmışlardı.
Nasıl bana, onlara çıkışmca daha
kötü bir işlem yapmadıkJanna
şaşıyorlardı.