17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
-17ARALIK 2000 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 17 Telekom'u satarken Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz, Türk relekom'un satışına Dazı çekinceler <oyuyor ama satışına mza koymaktan da <urtulamıyor... Jluslararası Para = onu'nun 10.4 milyar dolar borç vermek ^in Türkiye'nin devtet garantisini kabul etmeyip aynen bir kapitülasyon uygulamasıyla Telekom'un ve Türk Hava Yollan'nın satışını da istediği sırada "uydumuz"u atmak için Paris'ten Guyana'ya giderken Enis Öksüz'e sorduk... Türk Telekom'un uzayda iki uydusu var, üçüncüsü ablacak, aynca uzayda henüz kullanmadığı iki de yeri var; uydu işletmeciliği oldukça kârlı bir iş... Türk Telekom'u alanlar uydulan da alacak mı? Enis Öksüz, bu soruya "hayır" yanrtını verdi; uydulann Türk Telekom'dan ayrılacağını, yeni bir şirket kurulacağını söyledi. Öksüz, iyi niyetli... Elimizde avucumuzda ne varsa alanlar, uzaydakini bırakır mı! Etektronik posta: denizsomdcumhuiyet.com.tr Tel: 0.212.512 05 05 Faks: 0.212.512 44 97 - Afyasası, Çankaya'dan dönmüş... "Rahşan Hanım'ın afallamasıvla vola cıkılırsa bövle olurt" üney Amerika'daki Fransız.sömürgesi Gu- yana'nın Atlas Okyanusu kıyısındaki uzay üssünün kontrol merkezinde, fırlatılışı erte- lenmiş "uydumuz" TÜRKSAT 2A'nın fırlatı- lışının kez daha ertelenmesine ilişkin olarak Fransız ve Türk yetkililer bilgi veriyor. "Uydumuz"u fırlatmak vefırlatılışını izlemek için Pa- ris'ten uçakla dokuz saatte Guyana, Cayenne Ha- vaalanı'ndan otobüsle birbuçuk saatte otel, Sinna- mary'deki otelden otobüsle bir saatte geldiğimiz uzay üssünün kontrol merkezinde izleyici koltukla- rına kaykılmış yorgun bakışlarla yetkilileri dinliyoruz. Fransızların anlattığına göre "uydumuz"u uzaya götürecek füzenin termik kılıfında bir defo görülmüş ve bu nedenle ilk erteleme kararı alınmış... Gerekli onarım yapıldıktan sonra bu kez "uydumuz"un iki te- le ölçüm sisteminden birinde arıza çıkmış, fırtatma biz havadayken yine ertelenmiş... Sistemdeki anza giderilirse, fırlatma ertesi gün olacak ama pek de umut- 'Uydumuz' lu konuşmuyorlar. Sıra Türk yetkililere geldiğinde TürkTelekom Genel Müdürü üzüntüsünden neredey- se ağlayacak... "Nasip" diyor, "Inşallah" diyor, "Na- zar" diyor, "Hayırlısı" diyor; "uydumuz" için saçları- nı ağarttığını anlatıyor; "milli" bir gururla ringe çık- mış ve ringden yumrukları havada inmeye kendini mahkûm etmişken müsabakası son anda ertelenmiş bir sporcunun hüznünü yaşıyor... Ulaştırma Bakanı ise daha metin, bunca yol gelindikten sonra herkes adına konuşup fırlatma anının hatıralarda kalmasını istediğini söylüyor... Ama "nasip" değilmiş, "kısmet" olmuyor, "uydumuz" ertesi gün de fırlatılamıyor. Ge- riye "her işte bir hayır vardır" demek kalıyor. Ertesi gün, otelin restoranında "uydumuz"un birsü- re fırlatılamayacağına ilişkin "acı haber"i aldığımız za- SESSÎZ SEDASIZ (!) NURİKURTCEBE man Fransız yetkililer bizi teselli ediyor... Arif olanın anlayacağı bir şekilde diyorlar ki: "Bu üzüntü niye? Uyduyu uzaya götürecek füze- nin sahibi Fransız şirketi Ariane Space; 12 ülkeyle ortak... Uzay merkezinin önünde dalgalanan bayrak- ları gördünüz, fırlatma sorumluluğu bizde. Uydunun sahibi de yine bir Fransız şirketi Alcatel Space; 15 ülkeyle ortak... Size ne oluyor? Bir sorun varsa çöz- mekle biz yükümlüyüz. Bizim sorumluluğumuz, uy- duyu fırlatmak, yörüngesine oturtmak, çalışır duru- ma getirmek ve ondan sonra 300 milyon dolar kar- şılığında anahtarteslim size vermek... Siz, bu uydu- nun işletmecisisiniz... Geciken her gün için size 1 mil- yon dolar da para veriyoruz, daha ne istiyorsunuz?" Bu bizim "uydumuz", "milli gurur"umuzdeğil miy- di? Değilmiş... Uydunun üzerinde bizim ürettiğimiz bir vida bile yok mu? Yokmuş... Peki, bakanlarımız- la biz buraya niye geldik? Fransız füzesiyle, Fransız uydusunun uzaya fırlatılışına bakmaya! Tüpksat 2A'dan 300 televizyon kanalı Türk Telekom'un yüzde 75, Fransız şirketi Alcatel Space'in yüzde 25 his- sesinin olduğu ve merkezi Monako olan Eurasiasat şirketinin işi uydu iş- letmeciliği yapmak... Türkiye zamanında atak davranıp, Birieşmiş Milletler'in parselasyonu ile uzayda dört yer almış... Bunlar doğu meridyenine gö- ^re 31,42,50 ve 73 dereceler... İlk üç uydudan Türksat 1A fırlatıldıktan sonra baş göste- ~" ren bir anza nedeniyle yolda im- ha edilmiş, Türksat 1B 31 'e, Türksat 1C 42'ye yerieştirilmiş... Türksat 2A "hayırlısı" ile fırlatıldı- ğında, "kısmet" olursa "inşallah" Ek- vator düzleminden 36 bin kilometre ötede 42'ye oturacak ve Avrupa'nın batısından Asya'nın doğusuna kadar yerdeki çanak antenlerin eni küçüle- cek, izlenecek televizyon kanalı sayı- sı 300'ü bulacak. Türksat 2A'nın 32 "transporter"ine daha uydu fırlatılmadan 57 başvuru olmuş... Mehmet Karamehmetler 10, Uzan- lar 11, Aydın Doğanlar da 7 transpor- ter kiralamış... Boştaki dört "transporter"i kiralamak için herkes birbiriyle yarışıyormuş... Türkiye'nin avantajı, uzayda dört "yer"e sahip olması... Uzayda yer kap- mak, Taksim Meydanı'nda arsa al- makgibi birşey... Fransızlann avantajı ise sahip ol- duğu uzay teknolojisi ile sürekli uydu üretmek, uzaya fırlatıp yörüngeye oturttuktan sonra Türkiye'ye satmak... Çünkü her uydunun belli bir ömrü var... Türksat 1 B'nin "pil"i dört, Türksat IC'nin "pii"i yedi yıl sonra bitecek; Türksat 2A'nın ömrü 15 yıl... ÇED KOŞESI OKTAY EKİNCİ F tipi ve 'mimarlık'... Ne yazık ki "ölüm oruçlan" sayesinde ülke gündemine otu- ran ' F tipi cezaevleri konusun- da geniş bir kesım de çözümü "mimarlardan" bekliyor... Oy- sa. ınsanlann "nasıl hapsedi- leceği" sorusunu mimarlann de- ğjl, "toplumun" yanıtlaması gerekiyor... Önce. "ne yazık ki" dememin nedeninı özetlemeliyim: Bu gıbi "insani" konularda, eğer taraflar öncelikle "insan" olduklannı unutmazlarsa diya- log ve uzlaşma olanağı her za- man ve her koşulda bulunabi- lir... Ne var kı ölüm oruçlannın neredeyse tek etkıli eylem tarzı haline getinlmesine hayret edi- lecek bir "'inatla" büyük katkı- larda bulunan "siyasi aymaz- lıklar" artık hepimize zarar ve- riyor. Sadece, öliimü bile "ka- nıksamaya" itilen gençlerimi- ze değıl. ülkemize ve tüm top- luma da yazık oluyor... Yanlışlannda ve aymazhkJa- nnda ayak dıretenlerin, böylesi- ne bir "sosyal tahribat" yarat- maya haklan var mıdır?.. •Adaleti' bulabilmek... Siyasılerin "buz gibi inatlaş- malarını". bizim kuşağın bel- gi tûr mekânların yeğlenece- ği" sorusuna da "mimaruk adı- na" yanıt verilemez. Tamtersi- ne, bu soru karşısındaki mimar- lığın tavrı, ancak: "insanlann hiç hapsedilmeyeceği bir dün- yanın kurulması" şeklinde ola- bilir... Peki, mimarhğın bu tarihsel ve evrensel ilkesi, cezaevlerinin mı- mari kararlannın verilmesinde, sadece siyasileri "tam yctkili" gören anlayışa karşı da eleştiri yöneltılmesini engeller mi?.. Elbette ki "hayır"... Çünkü bu kararlar aslında "toplum adı- na" venldiğinden, diğer kesım- lerle birlikte aynı toplumun mi- marlannı da karar süreçlerinde etkin kılan 'genel bir uzlaşma kültürü" içinde geliştırilecek modeller, sonuçta şimdiki gibi gerilim yaratmaz, Adalet Ba- kanlığı da yine şimdiki gıbı "adaletsiz bir cezaevi tasarun- cısı" durumuna düşmez... Ne 'hficre' ne de 'koğuş'... Şimdı gelelim; "Çözüm ne olabilir" sorusuna... Bunun için galiba, hem F ti- pinin "lüks malzemeli otel oda- sı" yanılgısından kurtulmak, ama hem de herkesin birlikte (F) tipi plan... Mimarhğın değil siyasetin tasanmı... kı de hiç göremeyeceği. o kut- sal "tarihin adaletine" bıraka- rak konumuza dönersek... Evet... Tartışmalar "cezaevi minıarisi" üzerinde odaklan- mış olsa bile, çözümü belirle- yecek olan. "mimarlık" ya da "mimarlar" değildir... Örneğin. nasıl ki "Gökka- fes" vb'lerinin formunu genel- de mimarlık değil, topluma ve kente saygısız çıkarcı düşünce belirliyorsa F tipi cezaevlerinde- ki "insani insansızlığa mah- kûm eden" mimari düzenleme- yi de insana ve haklanna duyar- sız anlayışlar yaratıyor... Kaldı ki mimarlık, tarih boyun- ca insana daha uygar, daha ile- ri, kendisini ve kişiliğini geliş- tirmede onu daha üretken ve ve- rimlı kılan mekânlan armağan etmiş bir kültür ve sanat eylemi olarak, temelde "hapishanele- re" karşıdır... Bu nedenle yine insanlann elinden özgür ve üretken yaşa- ma haklannın ahnmasında "han- yatıp birlikte kalktığı, "bire- yin" göz ardı edilebildiği ko- ğuşlardaki "sosyal ilişki" çeki- ciliğine de bütünüyle kapılma- mak gerekiyor... Her iki tür mekânın da insan yaşamı için "değerini" görebi- len bir yaklaşımın "mimariye yansımasında" ise ortaya şu çı- kıyor: Cezaevleri, hem "özel ya- şama" hem de "insani ilişkile- re" aynı önemi veren bir anla- yışla tasarlanmalı. Bu bağlam- da insanlar, örneğin "geceleri" ya da "yalnız kalmak" istedik- lerinde, kendilerine ait "odala- rına" çekilebilmeli... Günlük yaşam saatlerinde ise diğer mah- kûmlarla birlikte "sosyal ve kül- tûrel aktivitelere ayrılmış or- tak mekânlan" özgürce kulla- nabilmeli... Yineliyorum ki bu bir mima- ri öneri değil, bir insanlık arayı- şıdır. Herkes katkıda bulunur ve toplumsal uzlaşma sağlanırsa, mimarlar için geriye sadece "projeyi çizmek" kalır... KlM KİME DUM DUMA BEHIÇAK behicakfa turk.net ÇtZGÎLtK KÂMİL MASARACI KEDl LEVO APTÜUKA TARİHTE BUGÜN MÜMTAZARIKAN 17Araltk MOTORLU İLK UÇUSl İLK KEZ MOTO8UI 8İK UÇAKLA UAVAOA &UMATI SAÇAHOi. &İSİKLET 7XM/g İŞİYLB u&BAŞAN SU İ i i f "UÇUCiJ*(PLVEfİ) AOlfJl YSKDİKLERİ UÇAK, TAHM- PAN YAPILMIŞ BİR RAMPADAN KAYARAK U4VA- LANtyOÜDU. KHePEŞLEBCEN OKVILLB, UÇABIN ALT KANAOINA YU2JJKDYÜN UZANUIÇTL KÛÇİlK MOrOfZUN DÖNOÜeûÜğÜ İKİ PEfZVANE, UÇAİI UAVADA TUTABİLMİÇTİ! DİĞER KARDEÇ WlL8URr <\ UÇASIN YİHNINDA /COfU/Df, KANADIN Y£/Z£ VURA4ASINI €AI£ELÜYO&>U. SU UÇuŞ 12 SANİYE SUBPÜ VE UÇAK 4O METBE. UZAJOjgl AŞTTI. Ay. Nl GÜN WtLBUR'UN UÇJJfUYLA BU UZAK- LIK 6S MEDZEYl SULACAfcr/... SİNCAN ASLİYE HUKUK MAHKEMESt'NDEN Esas No: 2000/467 Sincan Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 14.11.2000 tarih ve 2000/467 esas, 2000/854 karar sayılı ilamı ile Sivas ıli, Gürün ilçesi. Bağlı- çay Mahallesi. Cilt: 0064, Sayfa:... Kütük: 0010'danüfusa kayıtlı Kalender ve Meryem'den olma 18.4.1980 doğumlu Şıh Hamit Doğan'uı ismi Hamit Doğan olarak düzeltilmiştir. Ilan olunur. 12.12.2000 Basın: 76341 PANO DENtZ KAVUKÇUOGLU Polisler de Yiiriir... Uzun Almanya yıllarımın sonlannda bir süre Her- ne'de, iki kath, dört daireli bir evin giriş katında oturmuştum. Bu küçük Ruhr kentinin iyi semtlerin- den birinde bulunan, küçük bir bahçe içindeki evi- min üst kat dairelerinin her ikisinin de kiracıları po- lis aileleriydi. Polislerden biri, genç olanı, trafikte, diğeri ise kentin pazar yerinde görev yapıyordu. Her ikisi de Herne'liydi. O kentte dünyaya gelmiş- ler, toplam 11 yıl süren ilk ve ortaöğrenimlerini o kent- te tamamlamışlar, başka kentlerde bulunan polıs meslek okullarında aldıkları üçer yıllık eğitimleri dı- şında, yaşamlarını doğup büyüdükleri o kentte ge- çirmişlerdi. Almanya'da askerlerin, sınır koruma görevlilerinin dışındaki tüm diğer güvenlik görevli- lerinin, hemşerisi olduklan kentlerde ya da doğal sos- yal, kültürel bağlarının olduğu bölgelerde görev yapmalarına özen gösterildiğini üst katımdaki po- lis komşularımla tanıştıktan sonra öğrenmiştim. Bu konu ilk açıldığında aşağı yukarı yaşıtım olan 26 yıllık polise, "Bu hep böyle midir" diye sordu- ğumda, gülümseyerek, "Tersini düşünmekbile kor- kutucu" demişti, "ben buralıyım, yanı RuhrHavza- sı 'ndanım... Beni Bavyera 'ya ya da Kuzey e, sözge- limi Danimarka sınırında bir yere gönderseler, her- halde çıldırınm!.. insanlan da, biralan da başkadır oraların!.." Sonra, özellikle sokakta, kent içinde, karakolda görev yapan polislerin çevreye uyumla- nnın önemli bir artı olduğunu, insanın kendini ait ol- duğu, bir parçası olduğunu bildiği bir kentte daha rahat, ama aynı zamanda da daha sorumlu hisset- tiğini anlatmıştı. Aradan geçen haftalar içinde iyi bir komşuluk ilişkisi kurulmuştu aramızda. Akşamüstleri eve gel- diğimde onu mutlakaya bahçede motosikletini par- latırken, ya da evin otoparkında duran karavanın- da bir şeyler yaparken görürdüm. Bir de her gün ışe gidip gelirken kullandığı son model, pırıl pırıl bir Volksvvagen'ı vardı Herr Zimmermann'ın. Beledi- yede memur olan karısı da kendısi gibi çalışkan, te- mız, titiz bir insandı. Evlerine ayda giren yaklaşık 8 bin marklık maaşla rahat yaşıyorlar, kuş koleksiyo- nu, motosıklet, tenis gibi görece pahalı hobilerını geliştirdikleri gibi iki çocuklarıyla birlikte yılda en az iki kez de Almanya dışında tatil yapıyorlardı. Oto- parkta duran dört kişilik, konforlu karavanları haf- tasonu kaçamakları ve Almanya içindeki kısa tatil- leri içindi. Imrenilecek bir yaşantıları vardı... Ban- kada birikmiş tasarruflarına karşın. bir konut alma- yı hiç geçirmemişlerdi akıllarından. Polis Kasası'nın da katkılarıyla, emekli olduklarında ellerine ayda, ne- redeyse şimdi kazandıkları kadar bir para geçe- cek, bankadaki birikimlerini de kan koca yıllardır düş- ledikleri uzun, ama çok uzun dünya gezilerinde har- cayacaklardı... Herr Zimmermann'a serin, ama güneşli bir "1 Mayıs" günü Belediye Meydanı'na açılan caddeler- den birinde, elinde Alman Sendikalar Birliği'nin sa- n renkli bayrağı, eski bir "madenci marşı"n\ söyle- yerek yürürken rastlamıştım. Polis Sendikası'nın kortejinde en ön sıradaydı. Yanında kapı komşusu genç trafik polisi yürüyordu. Onların da üzerlerin- de, diğer arkadaşlannınki gibi rahat, spor giysiler vardı. Marş bittikten sonra bir ağızdan slogan at- maya başlamışlardı. "Daha kısa iş günü" diye ba- ğırıyorlardı. 42 saatlik haftanın 40 saate, giderek 38U saate indirilmesi tartışılıyordu o günlerde... Ona rastladığım günün ertesinde, Brezilya'dan ge-' tirttiği üç yeni kuşunu göstermek için evine çağır- mıştı beni. Eşinin ikram ettiği konyaklarımızı içer- ken konuşmuştuk. Mesleğe başladığı hafta girmiş- ti sendikaya. Bağlı bulunduğu karakolda uzun yıl- lardır işyeri temsilcisiydi. Bir ara dayanamayıp "Dün söylediğiniz, bir madenci marşı değil miydi" diye sor- muştum. "Evet" demişti, "bizler, madencilere çok şeyborçluyuz..." Sonra, bugün sahip oldukları hak- larda, sosyal güvencelerde maden işçilerinin 19. yüz- yıldan beri verdikleri savaşımların büyük payı oldu- ğunu, Herne'nin de tipik bir madenci kenti olduğu- nu anlatmıştı. "Bu devrimci marşı biz her Işçi Bay- ramı'nda söyleriz... Kentimize, kentimizin insanlan- na, eskı madenci hemşehlerimize olan saygımız- dan söyleriz..." Bu sözleri, her seçimde Hınstiyan Demokrat Birlik'e oy veren sağcı, tutucu bir polisin ağzından duymak beni şaşırtmıştı doğrusu... Se- vecen olduğu kadar namuslu, dürüst, mert bir in- sandı komşum... Polisler de yürür, marş söyler, slogan atar, bay- rak taşır, pankart açarlardı... Sorun, insanın yaşa- dığı hayatını bilincine nasıl oturtacağıydı. Doğrula- nn da yanlışların da kaynağı bu sorunda yatmıyor muydu?... Faks:0212-723 84 97 (e-posta: dkavukcuoglu^f tuyap.com) BULMACA SEDAT YAŞAYAy SOLDAN 1 2 3 4 SAĞA: 1/ Gök gürül- tüsü korkusu. 2/ "Yilbik, tu- tank" gibi ad- lardaverilensi- nir hastalığı... "Durur — gibi da 1larda kanlı bülbüller" (Ah- met Haşim). 3/ 8 Eskiden lise de- „ recesindeki okullara verilen ad... Güzel kadın. 4/ Böcek ısırmasıyla oluşan yumru... Belirti. 5/Ke- 3 silmiş hay\anın ciğer, işkembe gibi iç organ- lanyla baş ve ayaklan. 6/Kenarsüsü... Sular- da yaşayan tek hücreli bircanlı. 7/Sümerler- ° degöktannsı...Süpür- 9 geotu, funda. 8/ Koyun yavrusu. Müzıkte üç ya da daha çok sesin bir arada tınlaması. 9/ Âşık olmaktan duyulan korku. YUKARIDAN AŞAĞrYA: 1/ Hatay ilinde bir ırmak.. Güzel ötüşlü bir kuş. 2/ Kuran'da bir sure... Lokma. parça. 3/ Çekilerek ba- lık avlamaya yarayan daire şeklinde el ağı... Yunan rakısı. 4/ Karahindibanın sebze olarak yenen yap- raklan... Mezopotamya'da kurulmuş en büyük si- telerden biri. 5/ Tespihlerin baş tarafına geçirilen uzunca parça. 6/ Bir nota... Bir gerçeği saklamak- tan vazgeçip açıklama. II tspanyollann sevinç ün- lemi... Geminin zinciri toplayıp demırini kaldırma- ya hazır bulunması. 8/ Gerekli. lüzumlu... Afri- ka'da yaşayan bir antilop. 9/ Bir ycşıt sınek... Hint- Avrupa dil aılesine venlen ad.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle