25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 10ARALIK2000PAZAR 12 PAZAR KONUGU Türkiye - Avrupa Vakfı Başkanı Ziya Müezzinoğlu, Türkiye - AB ilişkilerini değerlendirdi 'EKSİKLERİMÎZİ GİDERMELÎYİZ' Türkiyef ye ayrım yapılmamair - Türkiye 'de AB üyeliğiyle biHikte ulusal egemenliğin oriadan kalkacağı yolunda tep- kiler var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? -Türkiye'nın aynmcı bır muameleye maruz kalıp kalmaması önenüidir. AB, öteki aday ûl- kelerden istemediği farklı şeyleri Türkiye'den istiyorsa buna sonuna kadar karşı çıkmak ge- rekir. Çünkû her alanda eşit muamele görerek AB'ye girmek söz konusudur. Milli egemen- liğin elden gitmesi söz konusu değildır. Ulus- lararası çeşitli anlaşmalar var. AB'de söz ko- nusu olan şey egemenlığın bir kısmını AB'ye emanet etmek ve aynı zamanda da oluşan or- tak egemenlikten yararlanmaktır. öteki ûlke- ler de aynı şeyı yapıyorlar. Biz, buraya başka gezegenlerden gelmedik. Bu gezegenin insan- lanyız. Öteki ülkelerle çağdaş bir çerçeve için- de birlikte yaşamak istiyoruz. Bu, Türk insa- nınm, Türkiye'nin 150 yıllık hedefıdir. Ana- dolu îhtilalı'nden sonra bu hedefı çok açüc ola- rak ortaya koyduk. Çağdaş uygarlık, diyonız. Çağdaş uygarlık da budur. 'Kamuoyu oluşturmaya çalışıyoruz' - Eski cumhurbaşkanlanndan Süleyman Demirel'in, Türkiye-Avrupa Vakfı adlı bir va- kıfkuracağı veo vakfın başınageçeceğibirara haberlerdeyer almıştu Ama şimdi siz ve arka- daşlannız Türkiye-Avrupa Vakfı adlı vakfı kur- dunuz. Süleyman Demirel'in o vakfı kurma düşüncesi acaba geriye mi itildi? -Öncelikle şunu söyleyeyim: Sayın Demirel'ın geçmişte gerek başbakan olarak, gerekse de ondan sonra cumhurbaşka- nı olarak AB'yle ilişkilerden yana olduğunu çok yakından biliyorum. Katma protokol mü- zakereleri gündeme geldiği zaman ben AET nezdindeki büyukelçiydim. Bunuhükümete ge- tirmiştim. Hükümette bundan yana olanlar da, karşı olanlar da vardı. O zaman Ozalbaşkanlı- ğındaki DPT buna tümüyle karşıydı. Yani Tür- kiye'nin AET'yle ilişkilenni geliştirmesini ya- rarlı görmüyorlardı. Türkiye-AET ilişkilerinin bir ekonomık anlaşma çerçevesinde kalmasını istiyorlardı. Buna karşı çıkan ve ılişkilenn ge- liştınlmesı gerektiğini ısrarla söyleyen o za- manki başbakan Demirel'di. Sonuçta hükümet- te alınan kararla bana katma protokol müzake- relerini yürütme yetkisi verumişti. Bazı çevre- ler de o zaman. "Türkiye saüldı" diye tepki göstermişlerdi. Ne ganptir, 1978'de de "Başka- lan tam üye oldu da biz niye oünadık?" eleşti- rileri getınldı. Konunun hangi uçlarda ne şekil- de irdelendiğinin sanıyorum bunlar çarpıcı ör- nekleridir. Cumhurbaşkanı olarak Demirel'in bu ilişkilere çokönem verdiğini biliyorum. De- mirerin böyle bir vaJafkuracağıyla ilgili birha- ber yer aldı, ama kurulmak istenen vakfın na- sıl bir vakıf olduğunu, kımlerin yer almasının düşünüldüğünübilmiyorum. Bizherhalde o va- kıf değiliz: Başlangıçta da söylediğim gibi bu vakfı toplumun hemen hemen herkatmanından gelen insanlarla Türkiye-AB ilişkilerini objek- rif bir biçünde değerlendirerek kamuoyu oluş- turmak suretıyle şu andaki çahşmalara katkıda bulunma düşüncesiyle kurduk. Bunu özellikle Türkiye'nin çağdaşlaşması açısmdan önemse- diğimizi belırtmek ısterim. Bazı çevreler hâlâ ısrarla AB'nin Türkiye'yi üyeliğe kabul etme- yeceği iddiasındalar. Tam üyelik gerçekleşme- se bile, bu çahşmalar, Türkiye'nin çağdaşlaş- ması açısmdan gerekli olduğu için yararlı ol- duklanna inanıyoruz. Daha başka bir biçimde ifade etmek gerekirse, bütün bu çahşmalardan sonra Türkiye AB'ye üye olmasa bile kaybola- cak bir şey olmayaeaktır. Türkiye, çağdaş bir toplum ve çağdaş bir yönetime kavuşmuş ola- caktır. - Avrupa Parlamentosu raportörlerinden Philippe Morillon 'un hazırladığı Türkiye ra- porunda yer alan 13. maddede özellikle eski cumhurbaşkanlanndan Süleyman Demirel'in kuracağı Türkiye-Avrupa Vakfı'nın, Türk ve Avrupah şahsiyetler arasmda cesaretlendiri- lecekforumlarda yer almasına özen gösteril- mesi telkin ediliyordu. Daha kurulmamtş olan bir vakıfîan raporda bu biçimde söz edilmesi üginç değil mi? - Onu ben de gördüm. Biz Türkiye'de sivil toplum kuruluşlanmn yeterince gelişmiş olma- masını nasıl bir eksiklik olarak görüyorsak dı- şardan bakanlar da bu eksiği görüyorlar. Hemen söyleyeyim: Avrupa'da da aslında sivil toplum kuruluşlan çok gelişmiş değil. Sorunuza geri dönecek olursak... Bazı bilgiler onlara kadar u- laşmış olacak ki sayın raportör de bu konuyu raporuna alma gereğini duymuş. Kurulmamış bir vakfı teşvik etmek istedikleri anlaşılıyor. Ama yineliyorum. Biz o vakıf değiliz. Çalış- malanmızın yönü belli. Çalışmalanmızı bu çer- çeve içinde yürüteceğiz. Tf'YL. TAVSANOGLU Türkiye'nin AB üyeliğiyol haritasında yeni biryol kazasına uğraması her an olasu Bu kazaya, dıştan Türkiye'yi istemeyenler 7 kadar, içerde, kendi vasatın altındaki niteliklerinin ya da niteliksizliklerinin, AB bünyesinde iyice açığa çıkmasından korkanlar da sebep olabilirler. Yülar içinde döne döne bunu yaptılar da... Bugün Türkiye kendine bir Avrupa hedefı belirlentiş ve bu hedefe doğru yol almak istiyor. Kendi bünyesinde hızla temizlikler, uyum çahşmalanna gidiyor. Pek çok sivil toplum kuruluşu da Türkiye 'nin bu hedefinde ona destek oluyor. Bu sivil toplum PORTRE / ZtYA MÜEZZİNOĞLU Yükseköğrenimini A Ü Siyasal Bilgiler Fakültesi 'nde tamamladı. Maliye müfettişi oldu. Hazine genel müdürlüğü, Hazine Genel Müdürlüğü Uluslararası Ekonomık tşbirliği Örgütü genel sekreterliği. Devlet Planlama müsteşarhğı, Bonn büyükelçiliği, Brüksel 'de o zamanki adıyla Avrupa Ekonomık Topluluğu (AET) nezdinde daimi delege ve büyûkelçilik görevlerinde bulundu. 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra oluşturulan Kurucu Meclis 'te üye oldu. 1975 'te CHP'den seçimlere katıldı. Kayseri senatörü oldu. 1972-73 arası maliye bakanlığı görevini üstlendi. 1978 seçimlerinden sonra da azınlık Ecevit hükümetinde ikinci kez maliye bakanı olarak gö'rev aldı. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra da siyasetle ilgilendi. Ancak 1990'dan sonra aktif siyasetten çekildi. Şimdilerde siril toplum kuruluşlan bünyesinde uğraş veriyor. TESEV, Çağdaş Demokrasi Vakfı gibi vakıflann kuruluşlarında yer aldı. Türkiye-AB Derneği lstanbul Şubesi başkanlığını yürütüyor. Son olarak da yeni kurulan Türkiye-Avrupa Vakfı 'mn başkanlığını üstlendi. kuruluşlarından birisi de daha yeni kurulan, çiçeği burnundaki Türkiye-Avrupa Vakfu Bu vakfın adını öğrendiğimizde bir hayli şaşırdık. Çünkü daha iki ay kadar önce eski cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in aynı isimli bir vakıf kuracağı sÖyleniyordu. Hatta bu vakfın ismi Avrupa Parlamentosu 'nun Türkiye raporunda da geçmişti Çalışmalan, amaçlan, etkinliklerini öğrenmek için vakfın başkanı olan eski maliye bakanlanndan Ziya Müezzinoğlu ile görüştük. Bu görüşmemiz sırasında da isim benzerliği olduğunu, Türkiye-Avrupa Vakfı'nın, Demirel'in bir zamanlar kurmayı tasarladığı vakıfla uzaktan yakından ilgisi bulunmadığını öğrendik. Müezzinoğlu aynca bize, "Türkiye, bir aksilik baş gösterir de AB ye üye olamasa bile bu çalışmalarla çağdaş bir toplum, çağdaş bir ülke olacakür " dedi - Türkiye-Avrupa Vakfı 'nı kurmafıkri nasü ortaya çıktı? - Bu, yeni bir fikir değil. 196O'lı yıllarda Türkiye'nın o za- manki adıyla AET'yle anlaşma imzalamasından sonra tktisadi Kalkınma Vakfı (ÎKV) kurulmuştu. Amacı Türkiye'yle AET arasındaki ilişkileri geliştirmek için araştırma yapmaktı. 1980'liyıllarda Ankara'daTürkiye-AB Derneği kuruldu. Biz, bugünkü koşullar içinde yeni bir atılım başlatmak, bu çerçeve- de yeni çahşmalar yapmak üzere bir vakıf kurma yoluna gitmiş bulunuyoruz. Vakfın kuruculan aşağı yukan toplumun her katmanından gelen kişilerdir, diyebiliriz. Bunlann arasında teknokratlar, emekli büyükelçiler, akademisyenler çoğunluğu oluşturuyor. Aynca işçi kesiminden sendika başkanlan, sanatçılar, bizimle birlikte vakfa üye oldular. Vakfın kuruluş çahşmalan 58 kişiy- le başladı. Bunun ardmdan 30-40 kişilik yeni bir liste oluştu. Onlar da vakıf çahşmalanna katılacaklar. - Vakfın hedeflerineler? -Türkiye-AB ilişkilerinin gelişmesine katkıda bulunmak. Bu, aslında bir hükümet görevi olarak biliniyordu ve şimdiye kadar da bu alandaki çalışmalar siyasi partiler çerçevesinde yürütül- dü. Oysa, biz bu çahşmalara geniş platfonnda, toplumun bütün katmanlannın yer alması gerektiğine inamyoruz. Bir Fransa başbakamnm ünlü bir sözü vardır. "Savaş sadece askeriere bırakılamayacak kadar önemli bir konudur" der. Biz, AB'yle ilışkilen sadece siyasi partilere bırakılamayacak kadar önemli bir konu olarak görüyoruz. . .._ _ .. - Bu bağlamda ne gibi etkin- likleryapmayı planltyorsunuz? - Ilişkılerin her alanında yer almayı öngörüyoruz. Hemen ek- lemek ısterim, bu çahşmalar adaylık döneminde olduğu gibi adaylıktan sonraki süreçte de sü- recektir. çözüm araştıralacalf - Yani bunlar sürdürülebilir bir çalışmalar dizisi olacak, öy- lemi? - Evet. Adaylık döneminde ça- hşmalanmızın ana hedefı, mü- zakereler başlarken Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu sorun- lan saptayarak bunlan toplumun ilgili kesimlerine anlatmak, çö- zümler konusunda da onlann görüşlerinin topluma yansıtıl- ması biçiminde olacak. Bu çalış- malan ilgili ülkelerdeki benzer kuruluşlarla da sürdüreceğiz. Böylece de çözümlerin kolay- laştınknasmı sağlamaya çalışa- cağız. Hükümet çevreleri kısa sürelerden söz ediyorlar, ama ben adayhğm uzunca zaman alacağı kamsmdayun. Çahşmalanmız adaylık üyeliğe dönüştükten sonra da devam edecek. Çünkü o aşamada da uyum sorunlan karşımıza çıkacak. - Siz uzun yıllar AB işleriyle ilgilenmiş bir kişi olarak Tür- kiye'nin Avrupa 'yla entegre olmaya gerçekten hazır olduğunu düşünüyor musunuz? -Buna yanıt vermeden önce dünden bugüne bır özetleme yap- mak gerektiğini düşünüyorum. 1957'de Roma Anlaşması'run imzalanmasından sonra Türkiye, AET'ye ortak üye ohnak için ilk başvuran ülkelerden biriydi. Ama ondan önce Yunanistan başvurusunu yapmıştı. Türkiye, 1963 yıhndaki Ankara Anlaşması'yla da AET'nin ikinci ortak üyesi oldu. Türkiye başından beri Avrupa'daki ge- hşmeleri çok yakından izlediğı için çok erken başvuru yapmış- tık. Ortaklık anlaşması, sadece ortakhğı değil, ileride tam üyeli- ği de öngören bir anlaşmaydı. Bır süre sonra Türkiye bunu da- ha başka şekilde görmeye başladı. - Nasü baktyordu? - Entegrasyonu önemsemeyerek konuya sadece ekonomik açmdan yaklaşma gereğini duydu. Türkiye o yıllarda zaman za- man güçlüklerle karşılaştığı için bu ilişkileri de sırf bu çerçeve içinde yorumlama ve uygulama yoluna gitti. - Oyıllarda kendiiç siyasisorunlanmız bunda roloynadı mı? -Bizim siyasi sorunlanmız da vardı, işaret ettiğiniz gibi... tlk başvuran ülkelerden bıriydik, ama 27 Mayıs nedeniyle bir süre o başvurumuz donduruldu. 1961 Anayasası'yla çağdaş demok- rasi yürürlüğe girdikten sonra müzakereler başladı ve 1963'te anlaşma imzalandı. Bizim Avrupa'daki entegrasyon hareketine tek yanlı bakışı- mız yanında 12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte yaşadığmıız olay- lar, ilişkilerimizin donma noktasına gelmesine neden oldu. Tür- kiye, başlangıçta AET'yle ilişkilen kurarken onun ilerisinı dü- şünüyordu; amaç oydu. Tam üye olmayı amaçlıyordu ve buna uygun bir davraruş içindeydi. Ama biraz önce sözünü ettiğım nedenlerle bu amaç unutuldu. Ilişkiler kesintıye uğrarken bir ta- raftan da tek yanlı ve ekonomik çerçeveye ındirgenmiş ilişkiler durunıuna geldı. Oysa şimdı yeni bir dönemin eşığıne gelmiş bulunuyoruz. AB, genişleme sürecıni başlattıktan sonra biraz bi- ze dönük. biraz da kendine dönük önyargılarla Türkiye'yi ge- nişleme sürecinin dışında bıraktı. Lüksemburg'da bunu gördük, Cardiff'te bu oldu. Fakat, Avrupa'da da Türkiye'nin bu şekilde dışlanmış olmasının en doğru davranış olup olmadığı tartışıl- maya başlanmıştı. Bu tartışma esas olarak muhafazakârlarla sosyal demokratlar arasmda yapüıyordu. Nihayet, geçen yıl Hel- sinİci'deki AB doruğunda Türkiye'nin adaylığının kabul edihne- si yoluna gidıldi. Bu anlamda irdeleyecek olursak, şimdiye ka- dar Türkiye'nın kendisine düşenleri yapmış olduğunu söylemek çok güç. Çünkü siyasi rejim zaman zaman kesintiye uğradı. Bu, AB ilkeleriyle bağdaşmayacak bir durum olduğu için ister iste- mez ilişkiler bundan zarar gördü. Ama şunu da eklemek lazım: 'Hedefe ulaşamadılc' AB bu muameleyi sadece Türkiye'ye yapmadı. Yunanistan da geçmişte. albaylar cuntası döneminde aynı şeyi yaşadı. Cun- ta döneminde o zamanki AET, Yunanistan'la ilişkilerini tümüy- le dondurmuştu. O dönemde Yunanistan'm Brükserdeki tem- silcisi yakm bir meslektaşımdı. ilişkileri kopuk olduğu için za- man zaman bizim aracıhğımızla bilgi alma gereğini duyardı. Demin söylediğim gibi Türkiye Avrupa'yla entegre olma ama- cıyla yola çıktı. Kendine düşenleri de yapmaya kararlı görünü- yordu. Ama bu ruyet ve karan, söz ettiğim nedenlerden. zaman içinde ikinci planda kaldı. Olaylar araya girdi, kesintiler oldu ve 1963 'te başladığımız maraton bugüne kadar hedefine ulaşama- dı. Bugün bulunduğumuz noktada kanımca maraton virajını gördük. ama şeref turunu atıp yenmızı alabihnek için hâlâ hay- lı çaba harcamamız gerekiyor. 'Yunanistan daha öndeydi' -1978 'de Türkiye 'nin başvuru süresigelmişti. Ama o dönem yine başbakan olan Bülent Ecevit, Türkiye 'nin üyelik başvu- rusuna hazır olmadığını AET'ye bildirmişti. Oysa o dönem Yunanistan, Konstantin Karamanlis önderUğinde büyük bir hızla başvurusunu yapmaya hazırlamyordu. Siz o dönem ma- liye bakanıydmız. Ecevit, neden o sırada geri adım atmayı uy- gun bulmuştu? - Orada açıklanması gereken bazı hususlar var. Türkiye'nin başvuru sırası gelmiş değıldi. Ankara Anlaşması üç kademeli- dir. Anlaşmanın hazırhk dönemı vardır ve bu tek yanlı bir uy- gulamadır. Burada AET'nin Türkiye'ye çeşitli alanlarda yardım- da bulunması öngörülmüştür. Bunun süresi beş yıldı. Bunu uzat- madan ikinci döneme geçtik. O sırada ben Brüksel'de dauni temsilcı ve büyukelçiydim ve müzakereleri de ben yürüttüm. Amacımız başladığımız maratonu mümkün olduğunca çabuk hedefe ulaştuabilmektı. İkinci aşama on ıki yıl gibi bir süre alı- yordu. Bu, seksenli yıllara rastlar. Ondan sonra da AET ve Tür- kiye'nin bir araya gelip üyehk konusunda karar vermeleri ge- rekıyordu. Yunanistan, bizden daha önce, daha ileri bir aşamadan başla- dığı için üyelik başvurusu sürecine daha önce geldı. 1979'da bu oldu. Türkiye'nin o sırada üyelik başvurusunda bulunması söz konusu değildi, çünkü süre dolmamıştı. Ikincisi de Türkiye ve bütün dünya o ünlü petrol bunalımından geçiyordu. 1978'de Türkiye, tüm dışsatım geliri, petrol faturasmı karşılamaya yet- meyen bır ülke durumundaydı. Öncelikle bu bunalımın aşıkna- sı gerekıyordu. Yunanistan üyelik başvurusu yaptığı sırada Türkiye'yle Yu- nanistan arasındaki rekabetı göz önünde bulunduran bazı AET yetkılilerinin Türkiye'ye, "Tam zamanıdır. Eğeristiyorsanız üyelik için başvurmalısınız" gibi telkinde bulunduklan söylemr Buna da hükümetın olumsuz yanıt verdıği iddialan vardır. He- men söyleyeyim kı böyle bir konu o zaman hükümete gelıp mü- zakere konusu olmadı. Talebin reddedilmesı gıbı bu- karara da varümadı. - Siz olayın tanığı olarak böyle bir şey olmadığını söylüyor- sunuz... - Resmen böyle bır şey yok. Bir hükümet üyesi olarak benim bildığim kadanyla, diye eklemek durumundayım. O sırada AET'yle ilişkılerimizde bır soğukluk dönemı yaşan- dı. Öyle kı, o güçlüğü aşabilmek için her alanda çeşitli çabalar gösteriyorduk. O arada AET'nin güçlükleri aşabılmemız için bı- ze yardımda bulunmasmı istedik. - 6 m'ûyar dolar istendiği gibi haberler vardı... -O tür rakamlar söylendi, ama program öyle değıldi. Herney- se... O yardım gerçekleşmedi. Bu yüzden de, yine yanlış ola- rak, o tanhten itibaren Türkiye'nin gümrük birliği çerçevesin- dekı gümrük indirimini durdurduğu soylenir. Ashnda o 1977'de Türkiye'nin yaşadığı ekonomık güçlükler nedeniyle fiilen uy- gulanmamaya başlanmıştı. - Siz, "AB 'yle ilişkiler siyasi partilere bırakılamayacak ka- dar önemlidir " dediniz. Sizce sivil toplum hareketi Türkiye-AB ilişküerine nasıl katkıda bulunabilir? -Bugün Türkiye'de uygulanmakta olan demokrasinin çağdaş demokrasi ilkeleriyle ne dereceye kadar bağdaştığı ya da bağ- daşmadığı kendi aramızda da tartıştığımız konulardan birisi. Ben bu alanda ciddi eksikliklerimız olduğunu söyleyebılecek durumdayım. Çünkü geçmişteki deneyımlerim ve sonradan top- ladığım bilgiler buna yarduncı oldu. Siyasi partilenmızın yapı- lan ve yönetimlerine dikkat çekmek istiyorum. Anayasada si- yasi partiler, demokrasinin vazgeçilmez öğeleri olarak kabul edi- lir. Bu tanım hiç kuşkusuz doğrudur. Ne var ki siyasi pauıleri- miz yapılan ıtibanyla demokratik olmadıklan gibi yönetımleri iti- banyla da demokratik değillerdir. Bu sözlerden ne demek istediği- min de açık olduğunu sanıyorum. Demokratikle$me sorunu O nedenle Türkiye bu alanda ciddi bir demokratikleşme soru- nuyla karşı karşıyadır. İkinci eksiğimiz, siyasetin ge- nelde partiler çerçevesinde cere- yan ettiği, TBMM'de müzakere edildiği ve hükümetin de bunu uy- gulama aracı olarak sahneye çık- tığı anlayışıdur. Oysa, demokratik ülkelerde siyasi partilerin yamnda sıyasette çok etkili olan kuruluş- lar da vardır. Bunlar gruplardır, derneklerdir, vakıflardır, tümüyle sivil toplum kuruluşlandır. Bunla- nn, kuşa benzetilen demokrasinin ikinci kanadını oluşturduğu kabul edilir. Böylece demokrasi kuşunun i- ki kanadıyla havada durabildiğı varsayılu-. Bizde yakın zamanaka- dar sivil toplum kuruluşu anlayı- şı yoktu. Çünkü ciddi yasaklar vardı. Bugün hem dışa, hem ıçe dönük yönüyle ciddi sorunlarla karşı karşıyayız. Bunlann aşıl- masında da sivil toplum kuruluşlanna önemli görevler düştü- ğüne inanıyorum. Bunun AB'yle ügih, Türkiye çerçevesmde ol- duğu gibi dışa dönük yönü de var. Bir de Türkiye dışında, şim- diden Avrupah olmuş Türkler var. Bunlann toplam sayısı 3 mil- yon 200 bin kişiyi buluyor. Yani, Türk insanı, önemli bır kısmıyla şimdıden AB içine gir- di. Ne var ki yerleşmış önyargılar da bulunuyor. Önyargılar hem bizde hem de AB ülkelerinde var. AB ülkeleri bunu çok açıkça ifade ermeseler bile bıliyoruz ki coğrafi açıdan Türkiye'yi Av- rupah olarak kabul etmıyorlar. Bunun öyle olmadığını ıspatlamak kolay. Ama onun yamnda kültür ve din farkı nedeniyle Türklerin AB entegrasyonunda yer- len olmadığı kanısı var. Bu, tutucu kesimlerde çok yaygın bir kam. Aynı önyargımn Türkiye'de de bazı çevrelerde bulundu- ğunu biliyoruz. Geçmişte bir siyasi partimiz ve onun genel baş- kanı (RP ve Erbakan) buna 196O'lı yıllardan beri çok karşıydı. - Peki, iki tarafta da değişiklik olmadı mı? - Iki tarafta da değişiklik olduğunu gördük. AB'deki değişik tutumun başlıca nedeni tutucu kesirrun şu su-ada iktidarda ol- mayışı, onlann yerine sosyal demokrat partilerin iktidara gel- miş olmasıdır. Ama hemen eklemek lazım ki ötekiler tümüyle susmuş değildu-. Hatta. Helsinki'de çıkan kararlardan sonra on- lann yeni tepkilerine tanık olduk. Türkiye'de de o sözünü ettiğimiz parti ve çevresindekilerin bu görüşlerinden vazgeçtikleri yayıhnaya başlandı. Hatta AB'nin bazı organlanna, kendi amaçlan doğrultusunda kullan- mak için bazı başvurular yaptıklannı da gördük. Helsinki'den sonra karşılıklı müzakere ve çözüme ulaşma dönemıne girmiş olduk. Daha doğrusu olacaktık. Ama son zamanlarda yine ba- zı tutumlar nedeniyle şimdi konu yeniden tartışma noktasma gel- di. Karşı karşıya bulunduğumuz sorun bu engelin aşıhnası ve müzakerelerin fiilen başlamasıdn'. Ama bunun ne zaman ger- çekleşebileceğini kestirmek biraz güç. Bunu ciddi görmekle birlikte abartmamak gerektiğini de söy- lemek durumundayım. Çünkü müzakereler başlamadan önce ta- raflann pozisyonlannı açıklığa kavuştururken benzer olaylarla her zaman karşılaşılabilir. Önemli olan bu engelleri aşıp müza- kerelere başlayabilmektir, diye düşünüyorum.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle