27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 30 KASIM 2000 PERŞEMBE 14 KULTUR kultur@cumhuriyet.com.tr MüşfikKenter'in yönettiği 'Mary Mary', Bakırköy Belediye Ttyatroları tarafindan sahneleniyor Hepimize tutulmuş bir ayna ESRA ALİÇAVUŞOĞLU Bakırköy Belediye Tîyatro- lan sezonu, yeni oyunu Mary Mary ile açıyor. Jean Kerr'in yazdığı oyunu Müşfik Kenter yönetiyor. Oyunda; Emre Kı- nay, Yonca Cevher, Çetin Eti- li, Durul Bazan ve GükeUğur- hı rol alıyor. Mary Mary, Yu- nus Emre Kiiltür Merkezi ve Kartaltepe Altan Erbulak Sah- nesi'nde izleyicilere sunula- cak. Boşandıklan halde hâlâ bir- birlerini seven, ama bunu ken- dilerine bile itiraf etmekte zor- lanan Bob ve Mary'nin hikâ- yesi anlatılan. Eski çiftler, bir vergi sorunu yüzünden 9 ay sonra buluşur. Bu arada Bob'un nişanhsı Tiffany, avukatı Os- car ve yakışıklı Holryvvood yıl- dızı Dirk'ün de katılımıyla gü- lünç olaylar bırbırini ızler. Dirk, Mary'ye kur yapıp onu yeme- ğe davet eder. Tiffany, nişan- hsı Bob'un eski eşi Mary'den evliliklerinde işini kolaylaştı- racak bilgiler almaya çahşır. Bob ne yapacağını bilemez... Mary Mary, evlilikte eşlerin birbirlerini tanımalan ve ta- mamlamalan üzerine kurulu bir komedi. Bob biraz fazla titiz, kılı kırk yaran, bir tarafıyla saflığını koruyan, yalnızlığa katlana- madığı için yeniden evlenme- ye karar vermiş bir karakter; kendisine itiraf etmese de hâ- lâ eski kansını seviyor. Mary ise kocası gibi aklına geleni söylemekten kaçınmayan bir kaduı. Aslında Bob'un, oyunun en başında söylediği sözler evli- ALnlatılan, aslında hepimizin hikâyesi. Aşk, tutku, nefret üçgeninin birbiri ardına sıralandığı o bitmek tükenmek bilmeyen, kimsenin açıklamaya gücünün yetmediği ilişkiler yumağı. Evet, yüzyıllardır süregelen aynı hikâye... Bugünün birlikteliklerine de hoş bir eleştirisi var oyunun. Evliliğin ilişkiler üzerinde ne tür yaralar açtığını dile getiriyor. lik kurumunu tanımlayan en can ahcı cümleler; hepimizin ilişkisine de ışık tutuyor: "Doğ- rusunuistersenMaryilediirüst- Kiğü için, aklından geçeni dob- ra dobra söylediği için evlendim. Sonra neden mi aynldun? Ak- hndan geçeni dobra dobra söy- lediği için." Bakırköy Belediye Tiyatro- lan tarafindan sahnelenen oyu- nun, yönetmen Müşfik Kenter için özel bir anlamı var. Bun- dan neredeyse 35 yıl önce Yıl- dız Kenter ile birlikte aynı oyunda rol alan Müşfik Ken- ter, Mary Mary'i evlilik üze- rine kurulmuş, güncelliğini hiç yitirmeyen hoş birkomedi ola- rak nitelendiriyor. Yıllar önce oynamış Asude Zeybekoğlu'nun yıl- lar önce çevirdiği bu oyun, as- lında biraz tesadüf eseri orta- ya çıkmış. Oyunda rol alan isimler Müşfik Kenter'in me- zun ettiği genç oyuncular. ''Asu- de Hanun'ın çevirisine nere- deysehiç dokunmadık. Çûnkü çok güncel bir dille çevrümiş- ti. Oyun, bugünün iÛşküerine boş bir eieştiri de getiriyor. Tıp- kı hepimizin itisldsinetutulmuş bir ayna gibi. İtiraf etmek ge- rekirseyılar önceoynadıgım bu oyunu unutmuştum. Evlilik üzerineçok şey söylemekmürn- kün, ancakbu oyunun inceden inceye evlilik kurumunun, iliş- kiler üzerindene tür yaralaraç- nğını dile getintiğini düşünüyo- nım." Mary Mary'nin yeni evli çift- lere ve nişanlılara önemli me- sajlar verdığini belirten Ken- ter, aslında ilişkilerin evrensel bir nitelik taşıdığını, ister Tür- kiye'de, isterse Avrupa'da ol- sun kadın ve erkeğin değiş- mez birtakım özellikler gös- terdiğinin altmı çiziyor. Bakırköy Belediye Tiyatro- lan, bu sezon Mary Mary'nin yanı sıra Nâznn Hikmet'ın yaz- dığı Kenan Işık'ın yönettiği Ivan Ivanoviç Var mıydı? Yok muydu?. TurgutÖzakman'ın yazıp Müşfik Kenter'in yönet- tiği Ocak'ı ve Oktay Arayı- a'nın Rumuz Goncagül adlı oyunlannı sahneleyecek. Müş- fik Kenter bu sezon aynca bir Haldun Taner oyunu sahnele- mek istedıklerini de belirtiyor. Turuncu Kayık', Iklz ruhlarla dolu bir dünyada, zamana alt hlçblr keslnllk taşımayan bir süreci anlatıyor Ruhkırüzerine ( haû€-tdrdüşünme MELTEM KERRAR "Bir tür nıh çağırmasıydıyaptığun. Ruhlann çağnküklanndan memnun olup oünadıklanm işaretler yoluyla anlatabileceklerine inanıyorum. Ki- tap birtiğinde özellikle Haşim'den bir işaretaküm.'Turuncu Kayık' SaraHa- nını'ın Yeniköy'deki ikizyahsında baş- uyor ve Ahmet Haşim ile bitiyor. Ki- tap çıküktan sonra gözümden kaçnuş bir şeyi fark ettim: Ahmet Haşjm'in annesi de Sara Hannn!" E.Emine, tletişim Yayınlan'ndan çı- kan son kitabı 'TuruncuKayık'ta ken- disini ve okuru da içine alan bir za- man yolculuğuna çıkıyor. Belki de tek bir yolculuk demek doğru olmaz buna. VTvetKanetti'nin kitap için yaz- dığı açıklayıcı önsözünde söylediği gibi "çağdan çağa. alandan alana ve canhdan canlıya sıçrayan ruhlardan bir aile ağacı çıkarmakmümkündü" çün- kü... Istanbul'un Yeniköy'ünde Sara Ha- nun'uı ikiz yahsında doğan bir gaze- teci kadm Refika. Sara Hanım'm ikiz kızlanndan biri. Sonradan yalıda ya- şayan her ailenin bir üyesi olduğuna dair sarsılmaz bir ınanca sahip. ikiz yahnın ikiz ruhlu Refika'sının bir de arkadaşı var ikiz misali, ama ona hiç benzemeyen. Eğlenerek düşünmek-. Yazannın "üç ydhk yazdı ruh ça- ğınna seansuun ürünü" olarak ta- nımladığı 'Turuncu Kayık'ta Refi- ka'nın yarunda, her biri başka bir yol- culuğa ışaret eden başka ruhlar da var. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın 'Hu- zur'unun Romanyalı Emma'sı, 8. yüz- yılda Tang Hanedanı döneminde cır- cırböceği olarak yaşamış Japon tele- vızyon patronu Takaşi Suzuki, 17. yüzyılda Çin'de yaşayan ve ruhu otuz ayn isme bölünen Şitao, Şitao'nun Portekiz'deki reenkarnasyonu Pessoa ve Ahmet Haşim'in ta kendisi! Kitap, ikiz ruhlarla dolu bir dünya- da, zamana ait hiçbir kesinlik taşımaz bir süreci anlatıyor. Nereden bakılır- sa karşılaşılacak '2' kavrammnı etra- fında, içinde ve dışuıda dolaşan bu süreç, '2'li bakmanın getirdiği farklı yansımaları da içeriyor. E. Emine, her fırsatta 'hafiT ohnak istediğini söy- lese de 'Turuncu Kayık' Doğu-Batı, gelenek-yenilik, unutmak ve hatırla- mak. kişinin benliği, kimliği, nereye, kime ait oldugu gibi 'ağır'uklan da içe- riyor. - Akisleriyle çoğalan ve giderek sa- yılamaz hale gelen '2' ler, önsöz ve si- zin ikfli kimliğinizle de buieşryor. Bu seçilmiş bir çıkış noktası mıydı? VtVET KANETTt - Oradan başla- madım, ama kitap bitince ortaya çık- tı bu. önsözle oluşan ikilik daireyi ta- mamladı. Bazı konular var ki yıllar- E.EMİNE Turuncu Kayık ca, asırlarca bızı meşgul ediyor. He- pimizin çok zamanını almış ağır ko- nular üzerine hafif, sancısız, hatta eğ- lenerek düşünmek nasıl mümkündü? Bu soru çıkış noktası benim için. Ahmet Haşim'in cesareti - Refika, arkadaşı belki de reenkar- ne olmuş yeni ben'i ile birlikte küre- nin öbür yanına yolculukyaparken de bir Doğu-Batı eleştirisi çıkryor ortaya. KANETTİ- Tam değil. Çünkü ora- sı Batı da değil ki! Sadece çok farklı bir yer! Hayatımızda uzun zamandır var Doğu-Batı ikilisi... AmaniyeDo- ğu ve daha Doğu, Doğu ve Güney ol- masın. 'Mesele' olarak değil, keşif, arzu ve sevinç olarak da! Bizim gö- zümüzde, kendi kimlik sorunumuz dünyanın en önemli kimlik sorunudur. Oysa kimlik meselelerini en önemli şey sayan milyonlarca insan var dün- yada. Bunu düşünmek insanı biraz hafıfletebilir. Bir izafiyet duygusu ge- tirir. Dünyadaki tek dramın kendisi- ninki ohnadığı konusunda bir zekâ kazandırabilir bu görecelik. - Turuncu Kayık'ın içindeki birçok ruhtan özellikle de onun reenkarnesi olduğunuza inandığınız Ahmet Ha- şim ön plana çılayor. Neden Ahmet Haşim? KANETTİ-Türkçede en sevdiğim yazarlardan biri Ahmet Haşim. O da benim gibi meraklı. Bu kayıkta olu- şu ona karşı olan kırgınlığımın da işa- reti. Kaduı meselesiyle çok da boğuş- muş biri ohnasına rağmen onun bile belli birbakışı var. Çünkü Türkiye'de kadın, bazı haklar ona Avrupa kadı- nından önce verilmiş olsada henüz tam keşfedilmemiş bir insan türüdür; hem hayatta, hem edebiyatta... Ama baş- kalan gibi değil Ahinet Haşim. O iki- yüzlülüğü biryana bırakarak didişmiş- tir bu konuyla. Buna karşılık Tanpı- nar'ın Nuran'ı bir didişmenin ürünü değil, en saf erkek hayalidir. O ne- eolabilir?Neler yapabiliriz? Hangi yollar denenebilir, sadece 'bana ait' olabilir? Ama bu düşünmenin büyük bir hafiflikle gerçekleşmesini istiyordum. Bizde edebiyatı öyle kurmak istediler. Neler olabilir değil, neler illaolmamah! Denenmemiş ifade olabilirlilikleri üzerine düşünmek bile bizim haddimiz değilmiş gibi!' denle de zaten "bir sukut ağacının me>'vesi''dir. Haşim, kimsenin cesaret edemediği bir şeyi yapmış ve en so- nunda, kaduu şair olarak kendi eşiti ilan etmiştir. Bu bizde çok nadir gö- rülen bir duruş. Bizde kaduıa ya çok aşağıdan, ya çok yukardan bakılır. Kaduu olduğu gibi görmekten söz edemezsiniz bizim edebiyanmızda. Hep genellemeler üzerine kuruludur yazılanlar. Yaşayan ruhlar da konuk - Kayığa çağnlan ruhlar insanlara bir şeyİeri haorlatmak için mi orada- lar? KANETTİ -Evet, belki de insanla- ra bir şeyleri hatırlatmak için. Yaşa- yan ruhlan da konuk etmek hoşuma gitti. NihatGenç'in çok sevdiğim bir öyküsünü de birkaç sayfada ağırla- dun. - Tanpınar'ın da en silik kahramını Emma'yı kayığa çağırmanızm sebebi de bu mn? KANETTİ - Emma, kadın olması- nın yanı sıra bir de 'yabancT. Bir de kimsesiz. Bir de ıstakoz yıyor. Kadın olarak en dövülmüş, en dibe itilmiş ola- nı alıp teselli etme dürtüsüyle hareket ettim burada. Emma, 'Huzur'da Nu- ran'ın asaleti, köklü bir aile tarafin- dan çevrelenmesi, sesini sadece 'şar- küaria' ve 'türkülerle' duyurması karşısında daha da sefilleşir. Biraz da bu yüzden o pek sevilmeyen karakte- ri, bir anlamda öksüz kargayı seçtim! -Neden 'Turuncu'? KANETTİ - Istanbul, denizin yar- dığı bir şehir. En eski kayıklann ren- gi turuncuydu Osmanlı'da. Madem bir ruhlar sefasıydı bu ve tstanbul'da geçiyordu, çok uygun bir renkti turun- cu. Aynca Budıst bir renktir de. - Kayık suda kayan bir şey olarak ruhlann şeffaflığını da yansıtryor. KANETTİ - Bu seçimler çok bi- linçli değildi açıkçası. Bir çeşit rüya, çünkü ruhlarla ahşvenş. Ama böyle de okunması hoşuma gidiyor. - Refika ve ona hiç benzemeyen ar- kadaşı, ikisini de aynı anda okuyabil- diğinıiz bir ruhun reenkarne haDeri mi? KANETTİ - Çok dikkatli bir oku- yucunun fark edebileceği şey belki bu. Net olsun istemediğim birnoktay- dı. Refika bir yandan bazı şeylere çok bağlı, sağlam bir kişıhğe sahip. diğer yandan da her şeyi, her ruhu kendine bulaştırmak ısteyen bın. Taze sanat bir 'ufo'dur -Türk edebiy atuıda özellikle roman üzerinde kesin ve kalıpçı yarguarla do- lu değişmez inançlar olduğunu söylü- yorsunuz. Bu roman bir anlamda var olan tarnşmaya bir öneri niteliği mi? KANETTİ - Var olan tartışmaya Türk romanı için getırdiğim bir öne- ri değil ama, kendi çalışmam üzerine bir düşünme. Kitapta bunun üzerine oyunlar var. Ne olabilir? Neler yapa- biliriz? Hangi yollar denenebilir, sa- dece 'bana ait' olabilir? Ama bu dü- şünmenin büyük bir hafiflikle ger- çekleşmesini istiyordum. - Tarüşmada nelerin olurluğundan çok, nelerin olnıazlığı üzerinde ortak bir anlaşmanın olduğunu vurguluyor- sunuz... KANETTİ - Bizde edebiyatı öyle kurmak istediler. Neler olabilir değil, neler illa olmamalı! Denenmemiş ıfa- de olabilirlıhkleri üzerine düşünmek bile bizim haddimiz değilmiş gibi! - Bu noktada edebiyat eleştirisinin işlevüıi yerine getirmemesini büyük bir etken olarak görüyorsunuz. KANETTİ - Taze bır sanat, yaratı- cı yazarlar ve yaratıcı eleştirmenler için bir 'ufo'dur. Ancak yaratıcılar ufola- n görür ve hısseder. Bunlar akademi- lerde görülemez ve görülmesi de bek- lenemez zaten. IŞILDAK VE YELPAZE ATİLLA BİRKİYE Senede Bir Gün... 2000 yılının sonbahannı da bitiriyoruz... Zaman su gibi akıp gidiyor mu... Biz zamanın neresinde- yiz... İçinde mi, dışında mı? Yoksa zaman yalnızca yazı/kitap mı? Geçen cumartesi günü yeni çıkan kitabımın "im- za günü" vardı; Istanbul'un yüreği Istiklal Cadde- si'nde, Arkadaş Kitabevi'nin "sıcak" kafesinde. Her kitabım için yalnızca -çok özel durumlar ol- madıkça- bir tek imza günü (bir kokteyl ile birlik- te) yapıyor; yeni kitabı dostlarla, arkadaşlaria, okur- larla (bu kez sevgili öğrencilerimle de) "kutluyoruz". Olup olmadık "imza gün/eri"ne son derece kar- şıyım; uygun bir zamanı ve mekânı olmalı. Üste- lik, gazete ve dergilerde çıkan yazılann rasgete ve sıkça toplanıp kitaplaştnlmasına da son derece kar- şıyım. Son yayımlanan kitabım, Cumhuriyet gazete- sinde çıkan yazılanmdan "oluşmasına " karşın as- lında bu konudaki bakışımı doğrulayan bir kitap. 1994'ün yazından beri Cumhuriyet'te her per- şembe "Işıldak ve Yelpaze" başlığında köşeyazı- sı yazıyorum. Yazılanmı hiç aksatmadım. (Sanınm bir ya da iki kez teknik nedenlerden dolayı yayım- lanmadı.) Altı yıldan fazla olmuş. Üç yüzün üstünde yazı eder. Daha önce kitaplara girmeyen, edebiyat ve sanat dergilerinde yayımlanan yazılarla birlikte dört-beş kitaplık yazı var dosyalanmda. Ne var ki bu yazılardan yalnızca bir tek kitap oluş- tu. O da aşk yazılannın biriikteliğiydi ve yazıldıkla- n zaman 2000 yılının sonbahannda çıkacağı zih- nimdeydi. Zaten kitabın biçimsel düzeni, bu dü- şüncenin aynası... (O yazılann yazılma süreleri yoktu. Zamanın için- de yazıldılar, çünkü özneleri "aşk" tı.) 30 Kasım, Sonbahar 2000'in son günü, takvim zamanına göre; ancak, sonbahar Istanbul'dan öy- le kolay kolay gitmez. Kış birden gelir ama, son- bahann hazan renkleri yine de vardır kentin hüz- nünde. Çok çabuk mu geçiyor zaman? "İmza günü"mde, süremin sonlanna doğru yüz- lerce kitap imzalamamıştım, amayine de yorulmuş- tum; bir adamı buldum karşımda, saçlan beyaz- lamış (sanınm yanındaki eşiydi): "Beni tanıdın mı?" dedi. Tanıdıktı; ama adı neydi, kimdi, nereden biliyor- dum, yaşamımın hangi anında/anlannda, hangi zamanında birlikteydik, sıradan bir arkadaş mıy- dı, yoksa çok sıkı bir dost mu? Demek ki tanıyamamıştım; yüzü ne kadar bildik gelse de... Benim şaşkınlığım yüzümden okunuyordu ki, hemen otuz-otuz beş yıl öncesinden, "geçmişten söz etti. Bu kez anımsadım, ortaokuldaki sıra ar- kadaşım, llker'di... Zaman su gibi akıp geçmiş miydi? "İmza günü'mün süresi bitmiş, ancak zamana borçlanarak mekânı bırakamıyordum; bir-iki dos- tun sohbetini de. Kim bilir belki de genç bir kadı- nın "gelişini" bekliyordum. Bir şiirde yer alan mucizelere ve her zaman rast- lantının variığına inanmış bir adamın bir kafede bir "rast/anf/"yı beklemesi gibiydi. Genç bir kadın çıkageldi; koşarcasına, geç ka- lınmışlığın masum itirafı vardı bakışlannda. Tanı- dık biriydi; hatta itiraf etmeliyim ki esrarengiz çe- kiciliği hep zihnimdeydi. Adı Attilâ llhan'ın şiiıierinde de geçen ama o, o değildir. Daha yeni bir zamana denk düşer onun adı ve belli ki bir başka şairin dizelerindedir. Bir de eklemeliyim, yalnızca imza günlerimde ge- lir. Acaba, şöyle denilebilir mi: senede bir gün ge- lir. Sonra gider; onun gidişiyle de imza günüm bi- ter... Sonbahannı bitiriyorken, yılı da bitiriyoruz aynı zamanda. 2000, su gibi akıp geçti mi? Zaman, yalnızca "sayısal birsüre mi?" Değilse, Hayyam'dan Aragon'a şairlerin sözlerine kulak as- malıyız. Şiirleri yol göstericimiz olmalı zaman de- nen kavramı anlamada. Ne diyordu Aragon, aşkı Elsa'ya yazdığı şiir ki- tabının -daha- ilk dizelerinde: Sana büyük bir sır söyleyeceğim Zaman sensin Zaman kadındır ister ki Hep okşansın diz çökülsün hep Dökülmesi gereken bir giysi gibi ayaklanna Birtaranmış Bir upuzun saç gibi zaman Ingiliz bestecüer savaş açtı • LONDRA (AA) - Ingiliz bestecileri, internette bedava müzik yayuu yapan sitelere savaş açtı. Aralannda Elton John gibi ünlü isimlerin de bulunduğu sanatçılar, 'napster' gibi programlarla müzik parçalannın internette bedava değiş tokuş edihnesinin telif haklannın çiğnenmesi anlamına geldiğini belirttiler. tngiliz Bestecüer ve Yazarlar Akademisi Başkanı Guy Fletcher, bu gibi sıtelerin müzikal yaşama verecekleri zararlar hakkında kamuoyunu bilgilendireceklerini açıkladı. 'Müziğe Saygı' sloganıyla kampanya başlattıklannı bildiren Fletcher, "Maalesef insanlann çoğu, müzik adamlanna radyo ve televizyonlarda yayınlanan parçalan için telif hakkı ödenmesı gerektiğini, aksi halde müzik olmayacağını bile bilmiyor" dedi. l um:ag' Sinema Kıriübü'nün göstepimleri • ANKARA (AA) - Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı (um:ag) Sinema Kulübü, ünlü yönetmenlerin başyapıtlannı, başkentli sanatseverlerle buluşturmaya devam ediyor. Fibnler her salı ve cuma günleri, vakfın gösterim salonunda, Ingilizce orijinaliyle ya da altyazıh olarak sunuluyor. Yann Gosta Gavras'ın 1969 yapımı 'Z' adlı filmi gösterilecek. Politik entrika ve toplumsal bilinç üzerine kurulu fılmde sol görüşlü bir Yunan politikacınm suikastının araştuıhnası ve hükümetin karanlıkta kalan olaylan örtbas etme girişimi anlatılıyor. Kulüp etkinlikleri kapsamında bu ay Pedro Almodovar'ın 'Annem Hakkında Her Şey (All About My Mother)', Stanley Kubrick'in 'Panltı (The Shining)', Nicholas Roeg'in 'Dünyaya Düşen Adam (The Man Who Fell To Earth)', Federico Fellini'nin 'Cabiria Geceleri (Nights of Cabria)' ile Roman Polanski'nin 'Tiksinti (Repulsion)' adlı filmleri gösterilecek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle