Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 30 KASIM 2000 PERŞEMBE
14 KULTUR kultur@cumhuriyet.com.tr
MüşfikKenter'in yönettiği 'Mary Mary', Bakırköy Belediye Ttyatroları tarafindan sahneleniyor
Hepimize tutulmuş bir ayna
ESRA ALİÇAVUŞOĞLU
Bakırköy Belediye Tîyatro-
lan sezonu, yeni oyunu Mary
Mary ile açıyor. Jean Kerr'in
yazdığı oyunu Müşfik Kenter
yönetiyor. Oyunda; Emre Kı-
nay, Yonca Cevher, Çetin Eti-
li, Durul Bazan ve GükeUğur-
hı rol alıyor. Mary Mary, Yu-
nus Emre Kiiltür Merkezi ve
Kartaltepe Altan Erbulak Sah-
nesi'nde izleyicilere sunula-
cak.
Boşandıklan halde hâlâ bir-
birlerini seven, ama bunu ken-
dilerine bile itiraf etmekte zor-
lanan Bob ve Mary'nin hikâ-
yesi anlatılan. Eski çiftler, bir
vergi sorunu yüzünden 9 ay
sonra buluşur. Bu arada Bob'un
nişanhsı Tiffany, avukatı Os-
car ve yakışıklı Holryvvood yıl-
dızı Dirk'ün de katılımıyla gü-
lünç olaylar bırbırini ızler. Dirk,
Mary'ye kur yapıp onu yeme-
ğe davet eder. Tiffany, nişan-
hsı Bob'un eski eşi Mary'den
evliliklerinde işini kolaylaştı-
racak bilgiler almaya çahşır.
Bob ne yapacağını bilemez...
Mary Mary, evlilikte eşlerin
birbirlerini tanımalan ve ta-
mamlamalan üzerine kurulu
bir komedi.
Bob biraz fazla titiz, kılı kırk
yaran, bir tarafıyla saflığını
koruyan, yalnızlığa katlana-
madığı için yeniden evlenme-
ye karar vermiş bir karakter;
kendisine itiraf etmese de hâ-
lâ eski kansını seviyor. Mary
ise kocası gibi aklına geleni
söylemekten kaçınmayan bir
kaduı.
Aslında Bob'un, oyunun en
başında söylediği sözler evli-
ALnlatılan, aslında hepimizin hikâyesi. Aşk, tutku, nefret
üçgeninin birbiri ardına sıralandığı o bitmek tükenmek
bilmeyen, kimsenin açıklamaya gücünün yetmediği ilişkiler
yumağı. Evet, yüzyıllardır süregelen aynı hikâye... Bugünün
birlikteliklerine de hoş bir eleştirisi var oyunun. Evliliğin
ilişkiler üzerinde ne tür yaralar açtığını dile getiriyor.
lik kurumunu tanımlayan en
can ahcı cümleler; hepimizin
ilişkisine de ışık tutuyor: "Doğ-
rusunuistersenMaryilediirüst-
Kiğü için, aklından geçeni dob-
ra dobra söylediği için evlendim.
Sonra neden mi aynldun? Ak-
hndan geçeni dobra dobra söy-
lediği için."
Bakırköy Belediye Tiyatro-
lan tarafindan sahnelenen oyu-
nun, yönetmen Müşfik Kenter
için özel bir anlamı var. Bun-
dan neredeyse 35 yıl önce Yıl-
dız Kenter ile birlikte aynı
oyunda rol alan Müşfik Ken-
ter, Mary Mary'i evlilik üze-
rine kurulmuş, güncelliğini hiç
yitirmeyen hoş birkomedi ola-
rak nitelendiriyor.
Yıllar önce oynamış
Asude Zeybekoğlu'nun yıl-
lar önce çevirdiği bu oyun, as-
lında biraz tesadüf eseri orta-
ya çıkmış. Oyunda rol alan
isimler Müşfik Kenter'in me-
zun ettiği genç oyuncular. ''Asu-
de Hanun'ın çevirisine nere-
deysehiç dokunmadık. Çûnkü
çok güncel bir dille çevrümiş-
ti. Oyun, bugünün iÛşküerine
boş bir eieştiri de getiriyor. Tıp-
kı hepimizin itisldsinetutulmuş
bir ayna gibi. İtiraf etmek ge-
rekirseyılar önceoynadıgım bu
oyunu unutmuştum. Evlilik
üzerineçok şey söylemekmürn-
kün, ancakbu oyunun inceden
inceye evlilik kurumunun, iliş-
kiler üzerindene tür yaralaraç-
nğını dile getintiğini düşünüyo-
nım."
Mary Mary'nin yeni evli çift-
lere ve nişanlılara önemli me-
sajlar verdığini belirten Ken-
ter, aslında ilişkilerin evrensel
bir nitelik taşıdığını, ister Tür-
kiye'de, isterse Avrupa'da ol-
sun kadın ve erkeğin değiş-
mez birtakım özellikler gös-
terdiğinin altmı çiziyor.
Bakırköy Belediye Tiyatro-
lan, bu sezon Mary Mary'nin
yanı sıra Nâznn Hikmet'ın yaz-
dığı Kenan Işık'ın yönettiği
Ivan Ivanoviç Var mıydı? Yok
muydu?. TurgutÖzakman'ın
yazıp Müşfik Kenter'in yönet-
tiği Ocak'ı ve Oktay Arayı-
a'nın Rumuz Goncagül adlı
oyunlannı sahneleyecek. Müş-
fik Kenter bu sezon aynca bir
Haldun Taner oyunu sahnele-
mek istedıklerini de belirtiyor.
Turuncu Kayık', Iklz ruhlarla dolu bir dünyada, zamana alt hlçblr keslnllk taşımayan bir süreci anlatıyor
Ruhkırüzerine (
haû€-tdrdüşünme
MELTEM KERRAR
"Bir tür nıh çağırmasıydıyaptığun.
Ruhlann çağnküklanndan memnun
olup oünadıklanm işaretler yoluyla
anlatabileceklerine inanıyorum. Ki-
tap birtiğinde özellikle Haşim'den bir
işaretaküm.'Turuncu Kayık' SaraHa-
nını'ın Yeniköy'deki ikizyahsında baş-
uyor ve Ahmet Haşim ile bitiyor. Ki-
tap çıküktan sonra gözümden kaçnuş
bir şeyi fark ettim: Ahmet Haşjm'in
annesi de Sara Hannn!"
E.Emine, tletişim Yayınlan'ndan çı-
kan son kitabı 'TuruncuKayık'ta ken-
disini ve okuru da içine alan bir za-
man yolculuğuna çıkıyor. Belki de
tek bir yolculuk demek doğru olmaz
buna. VTvetKanetti'nin kitap için yaz-
dığı açıklayıcı önsözünde söylediği
gibi "çağdan çağa. alandan alana ve
canhdan canlıya sıçrayan ruhlardan bir
aile ağacı çıkarmakmümkündü" çün-
kü...
Istanbul'un Yeniköy'ünde Sara Ha-
nun'uı ikiz yahsında doğan bir gaze-
teci kadm Refika. Sara Hanım'm ikiz
kızlanndan biri. Sonradan yalıda ya-
şayan her ailenin bir üyesi olduğuna
dair sarsılmaz bir ınanca sahip. ikiz
yahnın ikiz ruhlu Refika'sının bir de
arkadaşı var ikiz misali, ama ona hiç
benzemeyen.
Eğlenerek düşünmek-.
Yazannın "üç ydhk yazdı ruh ça-
ğınna seansuun ürünü" olarak ta-
nımladığı 'Turuncu Kayık'ta Refi-
ka'nın yarunda, her biri başka bir yol-
culuğa ışaret eden başka ruhlar da var.
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın 'Hu-
zur'unun Romanyalı Emma'sı, 8. yüz-
yılda Tang Hanedanı döneminde cır-
cırböceği olarak yaşamış Japon tele-
vızyon patronu Takaşi Suzuki, 17.
yüzyılda Çin'de yaşayan ve ruhu otuz
ayn isme bölünen Şitao, Şitao'nun
Portekiz'deki reenkarnasyonu Pessoa
ve Ahmet Haşim'in ta kendisi!
Kitap, ikiz ruhlarla dolu bir dünya-
da, zamana ait hiçbir kesinlik taşımaz
bir süreci anlatıyor. Nereden bakılır-
sa karşılaşılacak '2' kavrammnı etra-
fında, içinde ve dışuıda dolaşan bu
süreç, '2'li bakmanın getirdiği farklı
yansımaları da içeriyor. E. Emine, her
fırsatta 'hafiT ohnak istediğini söy-
lese de 'Turuncu Kayık' Doğu-Batı,
gelenek-yenilik, unutmak ve hatırla-
mak. kişinin benliği, kimliği, nereye,
kime ait oldugu gibi 'ağır'uklan da içe-
riyor.
- Akisleriyle çoğalan ve giderek sa-
yılamaz hale gelen '2' ler, önsöz ve si-
zin ikfli kimliğinizle de buieşryor. Bu
seçilmiş bir çıkış noktası mıydı?
VtVET KANETTt - Oradan başla-
madım, ama kitap bitince ortaya çık-
tı bu. önsözle oluşan ikilik daireyi ta-
mamladı. Bazı konular var ki yıllar-
E.EMİNE
Turuncu Kayık
ca, asırlarca bızı meşgul ediyor. He-
pimizin çok zamanını almış ağır ko-
nular üzerine hafif, sancısız, hatta eğ-
lenerek düşünmek nasıl mümkündü?
Bu soru çıkış noktası benim için.
Ahmet Haşim'in cesareti
- Refika, arkadaşı belki de reenkar-
ne olmuş yeni ben'i ile birlikte küre-
nin öbür yanına yolculukyaparken de
bir Doğu-Batı eleştirisi çıkryor ortaya.
KANETTİ- Tam değil. Çünkü ora-
sı Batı da değil ki! Sadece çok farklı
bir yer! Hayatımızda uzun zamandır
var Doğu-Batı ikilisi... AmaniyeDo-
ğu ve daha Doğu, Doğu ve Güney ol-
masın. 'Mesele' olarak değil, keşif,
arzu ve sevinç olarak da! Bizim gö-
zümüzde, kendi kimlik sorunumuz
dünyanın en önemli kimlik sorunudur.
Oysa kimlik meselelerini en önemli
şey sayan milyonlarca insan var dün-
yada. Bunu düşünmek insanı biraz
hafıfletebilir. Bir izafiyet duygusu ge-
tirir. Dünyadaki tek dramın kendisi-
ninki ohnadığı konusunda bir zekâ
kazandırabilir bu görecelik.
- Turuncu Kayık'ın içindeki birçok
ruhtan özellikle de onun reenkarnesi
olduğunuza inandığınız Ahmet Ha-
şim ön plana çılayor. Neden Ahmet
Haşim?
KANETTİ-Türkçede en sevdiğim
yazarlardan biri Ahmet Haşim. O da
benim gibi meraklı. Bu kayıkta olu-
şu ona karşı olan kırgınlığımın da işa-
reti. Kaduı meselesiyle çok da boğuş-
muş biri ohnasına rağmen onun bile
belli birbakışı var. Çünkü Türkiye'de
kadın, bazı haklar ona Avrupa kadı-
nından önce verilmiş olsada henüz tam
keşfedilmemiş bir insan türüdür; hem
hayatta, hem edebiyatta... Ama baş-
kalan gibi değil Ahinet Haşim. O iki-
yüzlülüğü biryana bırakarak didişmiş-
tir bu konuyla. Buna karşılık Tanpı-
nar'ın Nuran'ı bir didişmenin ürünü
değil, en saf erkek hayalidir. O ne-
eolabilir?Neler
yapabiliriz? Hangi yollar
denenebilir, sadece
'bana ait' olabilir? Ama bu
düşünmenin büyük bir
hafiflikle gerçekleşmesini
istiyordum. Bizde edebiyatı
öyle kurmak istediler.
Neler olabilir değil, neler
illaolmamah! Denenmemiş
ifade olabilirlilikleri üzerine
düşünmek bile bizim
haddimiz değilmiş gibi!'
denle de zaten "bir sukut ağacının
me>'vesi''dir. Haşim, kimsenin cesaret
edemediği bir şeyi yapmış ve en so-
nunda, kaduu şair olarak kendi eşiti
ilan etmiştir. Bu bizde çok nadir gö-
rülen bir duruş. Bizde kaduıa ya çok
aşağıdan, ya çok yukardan bakılır.
Kaduu olduğu gibi görmekten söz
edemezsiniz bizim edebiyanmızda.
Hep genellemeler üzerine kuruludur
yazılanlar.
Yaşayan ruhlar da konuk
- Kayığa çağnlan ruhlar insanlara
bir şeyİeri haorlatmak için mi orada-
lar?
KANETTİ -Evet, belki de insanla-
ra bir şeyleri hatırlatmak için. Yaşa-
yan ruhlan da konuk etmek hoşuma
gitti. NihatGenç'in çok sevdiğim bir
öyküsünü de birkaç sayfada ağırla-
dun.
- Tanpınar'ın da en silik kahramını
Emma'yı kayığa çağırmanızm sebebi
de bu mn?
KANETTİ - Emma, kadın olması-
nın yanı sıra bir de 'yabancT. Bir de
kimsesiz. Bir de ıstakoz yıyor. Kadın
olarak en dövülmüş, en dibe itilmiş ola-
nı alıp teselli etme dürtüsüyle hareket
ettim burada. Emma, 'Huzur'da Nu-
ran'ın asaleti, köklü bir aile tarafin-
dan çevrelenmesi, sesini sadece 'şar-
küaria' ve 'türkülerle' duyurması
karşısında daha da sefilleşir. Biraz da
bu yüzden o pek sevilmeyen karakte-
ri, bir anlamda öksüz kargayı seçtim!
-Neden 'Turuncu'?
KANETTİ - Istanbul, denizin yar-
dığı bir şehir. En eski kayıklann ren-
gi turuncuydu Osmanlı'da. Madem
bir ruhlar sefasıydı bu ve tstanbul'da
geçiyordu, çok uygun bir renkti turun-
cu. Aynca Budıst bir renktir de.
- Kayık suda kayan bir şey olarak
ruhlann şeffaflığını da yansıtryor.
KANETTİ - Bu seçimler çok bi-
linçli değildi açıkçası. Bir çeşit rüya,
çünkü ruhlarla ahşvenş. Ama böyle
de okunması hoşuma gidiyor.
- Refika ve ona hiç benzemeyen ar-
kadaşı, ikisini de aynı anda okuyabil-
diğinıiz bir ruhun reenkarne haDeri mi?
KANETTİ - Çok dikkatli bir oku-
yucunun fark edebileceği şey belki
bu. Net olsun istemediğim birnoktay-
dı. Refika bir yandan bazı şeylere çok
bağlı, sağlam bir kişıhğe sahip. diğer
yandan da her şeyi, her ruhu kendine
bulaştırmak ısteyen bın.
Taze sanat bir 'ufo'dur
-Türk edebiy atuıda özellikle roman
üzerinde kesin ve kalıpçı yarguarla do-
lu değişmez inançlar olduğunu söylü-
yorsunuz. Bu roman bir anlamda var
olan tarnşmaya bir öneri niteliği mi?
KANETTİ - Var olan tartışmaya
Türk romanı için getırdiğim bir öne-
ri değil ama, kendi çalışmam üzerine
bir düşünme. Kitapta bunun üzerine
oyunlar var. Ne olabilir? Neler yapa-
biliriz? Hangi yollar denenebilir, sa-
dece 'bana ait' olabilir? Ama bu dü-
şünmenin büyük bir hafiflikle ger-
çekleşmesini istiyordum.
- Tarüşmada nelerin olurluğundan
çok, nelerin olnıazlığı üzerinde ortak
bir anlaşmanın olduğunu vurguluyor-
sunuz...
KANETTİ - Bizde edebiyatı öyle
kurmak istediler. Neler olabilir değil,
neler illa olmamalı! Denenmemiş ıfa-
de olabilirlıhkleri üzerine düşünmek
bile bizim haddimiz değilmiş gibi!
- Bu noktada edebiyat eleştirisinin
işlevüıi yerine getirmemesini büyük
bir etken olarak görüyorsunuz.
KANETTİ - Taze bır sanat, yaratı-
cı yazarlar ve yaratıcı eleştirmenler için
bir 'ufo'dur. Ancak yaratıcılar ufola-
n görür ve hısseder. Bunlar akademi-
lerde görülemez ve görülmesi de bek-
lenemez zaten.
IŞILDAK VE YELPAZE
ATİLLA BİRKİYE
Senede Bir Gün...
2000 yılının sonbahannı da bitiriyoruz... Zaman
su gibi akıp gidiyor mu... Biz zamanın neresinde-
yiz... İçinde mi, dışında mı?
Yoksa zaman yalnızca yazı/kitap mı?
Geçen cumartesi günü yeni çıkan kitabımın "im-
za günü" vardı; Istanbul'un yüreği Istiklal Cadde-
si'nde, Arkadaş Kitabevi'nin "sıcak" kafesinde.
Her kitabım için yalnızca -çok özel durumlar ol-
madıkça- bir tek imza günü (bir kokteyl ile birlik-
te) yapıyor; yeni kitabı dostlarla, arkadaşlaria, okur-
larla (bu kez sevgili öğrencilerimle de) "kutluyoruz".
Olup olmadık "imza gün/eri"ne son derece kar-
şıyım; uygun bir zamanı ve mekânı olmalı. Üste-
lik, gazete ve dergilerde çıkan yazılann rasgete ve
sıkça toplanıp kitaplaştnlmasına da son derece kar-
şıyım.
Son yayımlanan kitabım, Cumhuriyet gazete-
sinde çıkan yazılanmdan "oluşmasına " karşın as-
lında bu konudaki bakışımı doğrulayan bir kitap.
1994'ün yazından beri Cumhuriyet'te her per-
şembe "Işıldak ve Yelpaze" başlığında köşeyazı-
sı yazıyorum. Yazılanmı hiç aksatmadım. (Sanınm
bir ya da iki kez teknik nedenlerden dolayı yayım-
lanmadı.)
Altı yıldan fazla olmuş. Üç yüzün üstünde yazı
eder. Daha önce kitaplara girmeyen, edebiyat ve
sanat dergilerinde yayımlanan yazılarla birlikte
dört-beş kitaplık yazı var dosyalanmda.
Ne var ki bu yazılardan yalnızca bir tek kitap oluş-
tu. O da aşk yazılannın biriikteliğiydi ve yazıldıkla-
n zaman 2000 yılının sonbahannda çıkacağı zih-
nimdeydi. Zaten kitabın biçimsel düzeni, bu dü-
şüncenin aynası...
(O yazılann yazılma süreleri yoktu. Zamanın için-
de yazıldılar, çünkü özneleri "aşk" tı.)
30 Kasım, Sonbahar 2000'in son günü, takvim
zamanına göre; ancak, sonbahar Istanbul'dan öy-
le kolay kolay gitmez. Kış birden gelir ama, son-
bahann hazan renkleri yine de vardır kentin hüz-
nünde.
Çok çabuk mu geçiyor zaman?
"İmza günü"mde, süremin sonlanna doğru yüz-
lerce kitap imzalamamıştım, amayine de yorulmuş-
tum; bir adamı buldum karşımda, saçlan beyaz-
lamış (sanınm yanındaki eşiydi): "Beni tanıdın mı?"
dedi.
Tanıdıktı; ama adı neydi, kimdi, nereden biliyor-
dum, yaşamımın hangi anında/anlannda, hangi
zamanında birlikteydik, sıradan bir arkadaş mıy-
dı, yoksa çok sıkı bir dost mu?
Demek ki tanıyamamıştım; yüzü ne kadar bildik
gelse de...
Benim şaşkınlığım yüzümden okunuyordu ki,
hemen otuz-otuz beş yıl öncesinden, "geçmişten
söz etti. Bu kez anımsadım, ortaokuldaki sıra ar-
kadaşım, llker'di...
Zaman su gibi akıp geçmiş miydi?
"İmza günü'mün süresi bitmiş, ancak zamana
borçlanarak mekânı bırakamıyordum; bir-iki dos-
tun sohbetini de. Kim bilir belki de genç bir kadı-
nın "gelişini" bekliyordum.
Bir şiirde yer alan mucizelere ve her zaman rast-
lantının variığına inanmış bir adamın bir kafede bir
"rast/anf/"yı beklemesi gibiydi.
Genç bir kadın çıkageldi; koşarcasına, geç ka-
lınmışlığın masum itirafı vardı bakışlannda. Tanı-
dık biriydi; hatta itiraf etmeliyim ki esrarengiz çe-
kiciliği hep zihnimdeydi.
Adı Attilâ llhan'ın şiiıierinde de geçen ama o,
o değildir. Daha yeni bir zamana denk düşer onun
adı ve belli ki bir başka şairin dizelerindedir.
Bir de eklemeliyim, yalnızca imza günlerimde ge-
lir. Acaba, şöyle denilebilir mi: senede bir gün ge-
lir. Sonra gider; onun gidişiyle de imza günüm bi-
ter...
Sonbahannı bitiriyorken, yılı da bitiriyoruz aynı
zamanda. 2000, su gibi akıp geçti mi?
Zaman, yalnızca "sayısal birsüre mi?" Değilse,
Hayyam'dan Aragon'a şairlerin sözlerine kulak as-
malıyız. Şiirleri yol göstericimiz olmalı zaman de-
nen kavramı anlamada.
Ne diyordu Aragon, aşkı Elsa'ya yazdığı şiir ki-
tabının -daha- ilk dizelerinde:
Sana büyük bir sır söyleyeceğim Zaman sensin
Zaman kadındır ister ki
Hep okşansın diz çökülsün hep
Dökülmesi gereken bir giysi gibi ayaklanna
Birtaranmış
Bir upuzun saç gibi zaman
Ingiliz bestecüer savaş açtı
• LONDRA (AA) - Ingiliz bestecileri, internette
bedava müzik yayuu yapan sitelere savaş açtı.
Aralannda Elton John gibi ünlü isimlerin de
bulunduğu sanatçılar, 'napster' gibi programlarla
müzik parçalannın internette bedava değiş tokuş
edihnesinin telif haklannın çiğnenmesi anlamına
geldiğini belirttiler. tngiliz Bestecüer ve Yazarlar
Akademisi Başkanı Guy Fletcher, bu gibi
sıtelerin müzikal yaşama verecekleri zararlar
hakkında kamuoyunu bilgilendireceklerini
açıkladı. 'Müziğe Saygı' sloganıyla kampanya
başlattıklannı bildiren Fletcher, "Maalesef
insanlann çoğu, müzik adamlanna radyo ve
televizyonlarda yayınlanan parçalan için telif
hakkı ödenmesı gerektiğini, aksi halde müzik
olmayacağını bile bilmiyor" dedi.
l
um:ag' Sinema Kıriübü'nün
göstepimleri
• ANKARA (AA) - Uğur Mumcu Araştırmacı
Gazetecilik Vakfı (um:ag) Sinema Kulübü, ünlü
yönetmenlerin başyapıtlannı, başkentli
sanatseverlerle buluşturmaya devam ediyor.
Fibnler her salı ve cuma günleri, vakfın gösterim
salonunda, Ingilizce orijinaliyle ya da altyazıh
olarak sunuluyor. Yann Gosta Gavras'ın 1969
yapımı 'Z' adlı filmi gösterilecek. Politik entrika
ve toplumsal bilinç üzerine kurulu fılmde sol
görüşlü bir Yunan politikacınm suikastının
araştuıhnası ve hükümetin karanlıkta kalan
olaylan örtbas etme girişimi anlatılıyor. Kulüp
etkinlikleri kapsamında bu ay Pedro
Almodovar'ın 'Annem Hakkında Her Şey (All
About My Mother)', Stanley Kubrick'in 'Panltı
(The Shining)', Nicholas Roeg'in 'Dünyaya
Düşen Adam (The Man Who Fell To Earth)',
Federico Fellini'nin 'Cabiria Geceleri (Nights of
Cabria)' ile Roman Polanski'nin 'Tiksinti
(Repulsion)' adlı filmleri gösterilecek.