Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 21 KASIM2000SALJ
14 İ U r t . kultur@cumhuriyet.com.tr
SAHNEDEN AYŞEGÜL YÜKSEL
Tiyatro Çisenti'de Enver Aysever tarafindan sahneye konan, Terence Mc Nally'nin "Frankie ve Johnny"smi konuk oyuncu olarak kaülan Özlem Ersönmez ve Levent Ulgen canlandınyortar.
'Matruşka' fle 'Franlde ve Johnny'"îki kişilik oyun"lar modern tiyatro-
nun \ azgeçılmezleri arasında yer alıyor.
tki kişi arasındaki ilişkinin odak nokta-
sı olduğu, seyirciyi soluk soluğa yaşa-
nan bir hesaplaşma ortamına sokan, söy-
leşim (diyalog) ağırlıklı, sanatçılann
oyun gücünün ön düzeyde algılandığı
bu türde yerli ve yabancı yüzü aşkın ör-
nek var. Hem masrafsız yapımlarla ger-
çekleştinlebıldiği, turne kolaylığı sağla-
dığı, hem de sanatçılara sahnede bece-
rılennı sunma olanağı sağladığı için ikı
kişilik oyunlann modası geçmiyor.
Ankara'da geçen sezonun sonlanna
doğru art arda iki ayn "üd lrîşilik oyun"
gündeme geldi. Tuncer Cücenoğlu'nun
"Matruşka"sı Oda Tıyatrosu'nda perde
açarken, Akköprü'deki yenı Mıgros Alış-
veriş Meıkezi'nde, îstanbullu sanatçı En-
ver Aysever'in girişimiyle oluşturulan Ti-
yatro Çisenti, TerenceMc Naiy'nın "Fran-
kie ve Johnny"sim sahneye getırdi.
Benim düşüncemi sorarsanız, iki ki-
şilik oyunlann "donıktakfler"i, Melih
Cevdet Anday'ın "Mikado'nun Çöple-
ri" ile Ionesco'nun "tskemk4er"i, HaroM
Pinter'in "GitgelDolabı" ve Edv/ard Al-
bee"nin "Hayvanat BahçesPdir. Hem
ıçerik hem biçım açısından önemli oyun-
lardırbunlar. Yerli ve yabancı tiyatro ya-
zmında bu oyunlann düzeyine biçim ya
da içerik açısından yaklaşan bir dolu es-
ki-yeni "iki kişüikoyundan" da söz edi-
lebilir. Ama genellikle "idareeder" de-
nebılecek çeşittendir bildiklerimiz, gör-
dükJerimız.
Matrnşka'yı açükça
Tuncer Cücenoğlu "Matruşka"da ol-
gun yaşta evli bir erkekle genç bir kadı-
nın "kaçamak" aşk seriivenini dile ge-
tiriyor. Kültür düzeyi ortanın üstünde
olan bu kentli ikiliyi bir araya getiren "dn-
sel çekün"i. her ikisi de daha önce baş-
kalanyla yaşamış. (Erkek'ın bu tür ka-
çamak ilişkileri "ahşkanhğa dönüştür-
dügü" de söylenebilir.) Oyun, birbiri-
nin hem "âşık"ı hem de "hasnu" olan
taraflann, dişe dis göze göz bir çatışma
ıçinde, ilişkilerini baştan sona yeniden
canlandınşlannı dile getiriyor. "Açık bi-
çim'' tiyatro anlayışına göre biçimlendi-
rilen oyunda, "yaşanan rol" ile "oyna-
nan rol"ün dunnadan yer değiştirme-
Tuncer Cücenoğtu "Matruşka"da olgun yaşta evö bir erkekle genç bir kadının "kaçamak" aşk serûvenini dile getiriyor.
siyle oluşan "uzak bakış açtsı", güldü-
rücü olanla "an verici" olanı dengeler
görünüyor. Yazar "karagüldürü" olarak
tanımlıyor yapıtını.
Bir kadın ile evli bir erkek bir ilişki-
den ne bekler? Kadın ne bekler, Erkek
ne bekler? Taktikler nasıl uygulanır? tç-
tenlikle yalan nasıl sarmaş dolaş olur?
Iç içe yerleştirilmiş Matruşka bebekler
açıldıkça Erkek de Kadın da aşama aşa-
ma küçülüyor gözümüzde. llişki gitgi-
de çirkinleşıyor. Ya da Cücenoğlu'nun
deyişiyle, Matruşka'lar "açıkukçaorta-
ya dökülûyor her şey~"
Ancak ilişkinin tüm aynntılan ve bu
sözler oyun metninde var da sahnedeki
oyunda yok. Aslında iki perde olan oyu-
nu tek perdelik hızlı bir akış içinde izle-
yenler, tiyatrodan sıkılmadan çıkmış ol-
manın rahatlığına yaslanabilirler. Oyun-
dan garip bir "eksüdik" duygusuyla çık-
tığım için beni şeytan dürttü, bır de öz-
gün metni okudum. Sahnede izlediği-
mizden daha uzun olan oyun metninde
Erkek daha "maço" çizgide aynntüarla,
Kadın ise daha "sıradan" sevgıli taktik-
leriyle donatılmış. Alaturka bir ilişki
alafranga bir biçimde işleniyor kısaca-
sı. Kişiler "karakter" boyutuna ulaşama-
ymca da oyun uzayıp gidiyor.
Yönetmen Ege Aydan'ın, oyunun
"oyun içinde oyun" özelliğine denk dü-
şürûlmüş "ovunsu" yorumuna tetnel olan
kısaltılmış sahne metninde ise ilişkinin
daha az "kara", daha çok "güldürü" ıle
sarmalandığı, bu arada da Erkek'i ve
Kadın'ı sevimsizleştiren aynntılann tır-
panlanıp, ortaya daha "şakacı", dolayı-
sıyla da seyirciye daha kolay "hazmet-
tirflebflir" bir metin sunulduğu görülü-
yor. Aydan'ın eneıjik yonımuyla, duy-
gusallığın kanırtılmadığı bir uçuculuk
içinde akıp gidiyor oyun. Ancak sahne-
ye getırilen bu metinden oyunun adının
neden "Matruşka" olduğu bile anlaşıl-
mıyor. Sahnenin ortasında oyun boyun-
ca içi açılmaksızın duran dev Matruşka
bebeğin nasıl bir işlev taşıdığı seyirci
için bir giz olarak kahyor. Düzelteyim der-
ken bozmak mı demeli?
Mehmet Ege yaşını başını almış Er-
kek'te, Miraç Eronat genç sevgilide se-
vimli bir oyunculuk yaklaşımıyla, "oyun-
su" bir "çaüşma" ortamı kuruyorlar.
Güldürenle güldürmeyeni öyle hızlı bir
akış içinde harmanlıyorlar ki, bir bakı-
yorsunuz siz daha sıkılamadan oyun bit-
miş. Ankara Devlet Tiyatrosu'nda iz-
lence değişikliği olmazsa 23 Kasım'da
yeniden başhyor oyun.
Frankie kadın, Johnny erkek
Birkaç yıl önce Yıkfaz Kenter'in ve
Ayten Gökçer'in yorumundan izlediği-
miz, Maria CaDas'ın Maria Callas'ı di-
le getirdiği "Masterdass" oyununun ya-
zan Amerikalı Terence Mc Nally, bu İcez
New York'un ara sokaklanndaki tek oda-
lı bir apartman dairesinde, lokanta işçi-
si bir kadmla erkeği buluşturuyor.
Kadının, daha sonra anlayacağımız
gibı, sakrnarak giriştiği, erkeğin ise ba-
lıklama atladığı bir ilişki bu. Neil Si-
mon'un, Broadway sahnelerinde sunu-
lan oyunlannda kullana kullana eskitti-
ği taktikler bu oyunda da yinelenıyor.
Kişilerde ne yapıp edıp "psikolojik de-
rinKk'' yaratma becerisi, "güldüren"le
"güldürmeyen"in dengeli buluşması, yer
yer duygusal yoğunluk noktalanna ula-
şılması, bir dolu espriye yol açacak bir
dolu aynntının oraya buraya serpiştiril-
mesı, sonuç olarak da ılişkiyi yaşayan ki-
şilerde görülen dönüşüm... Bu tür yüz-
lerce Hollywood filmi gördüğümüzü
anımsayalım. "Frankie ve Johnny"nin
de filmi yapıhnış zaten. Johnny'yi Al
Pacino oynamış. Yakın çekim tekniğinin
sağladığı oyunculuk olanaklan nedeniy-
le Hollywood yüdızlannın ve film yapım-
cılannın avuçlannı keyifle kaşındıran
türden bir oyun kısacası.
Yönetmen Enver Aysever oyunu yal-
nızca fihninden mi izlemiş, yoksa sah-
nede de görmüş mü bilmiyorum. Bile-
bildiğim, "söz"ün mimik ve jestle mut-
laka bütünlenmesini gerektiren bir oyun
için, Akköprü'deki Tiyatro Çisenti sah-
nesinin yeterince donanımlı ohnadığı.
Sahneyi seyirciden ayıran bir "per-
de" olmadığı için, oyunu başlatan yatak
sahnesi öyle uzuyor ki yorganın alnnda-
ki kişiler "merak öğesi" olmaktan çıkı-
yor. Dahası, sahne ışıklan oyunculann
mimiklerini gösteremeyecekdenli "loş"
tutulmuş. Anladık, oyun New York'un ka-
ranlık bir apartman dairesinde gece ge-
çiyor ama, sahnenin sahte aydınlığı ol-
mazsa seyirci ne görecek?
Frankie ile Johnny'yi Tiyatro Çisen-
ti 'ye konuk oyuncu olarak kaülan Oztem
Ersönmezve LeventÜlgencanlandmyor-
lar. Devlet Tiyatrolan genç kuşağmın, ol-
gunluk dönemine adım atmakta olan iki
başanlı oyuncusu. Gerçek yaşlan ne olur-
sa olsun, oyundakı kışılere göre "gençgö-
rfinüşlü'' kahyor ikisi de. lyı bir ekıp oluş-
turmuşlar, ustaca götürüyorlar oyunu.
Birde yüzlerini görebilsek... "Loş" sah-
ne ortamı oyunun enerjisinin epeycesi-
ni alıp götürüyor. Geri kalan enerji de bi-
raz fazla "Amerikan" olduğundan bi-
zim enerjimize çok önemli bir katlada
bulunmuyor.
Sahne olanaksızlıklan, Amerikan bı-
çeminde tipik bir "tekodahdaire'nin ger-
çekçi biçimde yansıtılmasını da engel-
liyor.
Gerçekçi tiyatro ancak tüm iç kural-
lan uygulanabilıyorsa tam etkılı olabi-
lir. Sahnede bir dolu "sahtetik" kullan-
ma yoluyla
tt
yanılsama"yı "gerçek"miş
gibi göstermektedir işin sırn. Bunu ger-
çekleştiraıek için de kullanılan tiyatro uza-
mı ve ışık-dekor bağlamında teknik us-
talıklar önem taşır. Gönül isterdi ki yö-
netmen Enver Aysever, özel tiyatrolan ba-
nndırmakta zorluk çeken Ankara seyir-
cisi için, eldeki tiyatro uzamına ve sah-
ne olanaklanna daha uygun, daha çarpı-
cı bir başlangıç oluşturabilecek bir oyun
seçmış olsun.
"Frankie ve Johnny"yı aylar önce Ti-
yatro Çisenti ilk açıldığında izlemiştun.
Umanm, sahne donanımıyla ilgili so-
runlara şimdilerde çözümbulunmuştur.
"Frankie ve Johnny" bu hafta sonu
sergileniyor. Akköprü Migros Alışvenş
Merkezi'nde hafta sonu geçirecekler bir
de tiyatro yaşantısının tadına baksınlar...
Lauren Bacall, Stockholm Film Festivali'nde Yaşamboyu Hizmet Ödülü aldı
'Aıiık sinemadaIdasoyuncularyok'
GÜRHANUÇKAN
STOCKHOLM - 16 Eylül
1924 te New York'ta bir kız ço-
cuğu doğdu: Betty Perske. 19 ya-
şındayken moda dergisi Harper's
Bazaar'm kapağında resmi çıktı.
Görünce derhal dikkat çeken, ba-
kanın nıhuna işleyen bakışlan
olan bir genç kızdı o zaman. Der-
ginin kapağını, zamanm tanınmış
yönetmenlerinden Howard
Hawks'ın eşi gördü. Kocasını,
epey ısrar ettikten sonra, bu genç
kızı uçakla New York'tan Holly-
wood'a getirerek bir deneme fil-
mi çekilmesi için stüdyoya sok-
maya ikna etti. Kısa bir süre son-
ra bu genç kız, Lauren Bacall
adıyla kendisini zamanın en bü-
yük aktörü Humphrey Bogart'ın
karşısmdabuldu! "ToHaveornot
Have"de onun karşısmda oynar-
ken 'bacaklan titriyordu'. Yıl
1944 ve 2. Dünya Savaşı bitmek
üzereydi. Anlamlı bakışlan, çeki-
ci soğukluğu ve boğuk sesiyle
Hollyvvood'un yeni yıldızı ohnuş-
tu bile. Aynı zamanda, 1945'te
kendinden 25 yaş büyük olan Bo-
gart 'la evlendi; sinemanm bu ufak
tefek, ama bitirim adamı Bogart,
artık onun için 'Bogey'di.
Isveç'e, 11. Stockholm Film
Festıvali'nin onur konuğu olarak
gelen Lauren Bacall, cuma günü
sinemaseverlerin ve basmuı konu-
ğu oldu Onunla söyleşiyi, Is-
veç'rn en önemli sinema eleştir-
menı Nils Peter Sundgren yaptı.
Bacall, bu festivalin onur konuğu
olmaktan ve 'Yaşamboyu Hizmet
Ödülû'ne layık görülmekten mut-
luydu. 76 yaşındaki sanatçı cıvıl
cıvıldı ve zarif biçimde büyük bir
zevkle sorulan yanıtlıyordu.
"Martin Scorsese'ye,ısrarlaba-
na bir mafya patronu rolü yarat-
masını söyledim. Bir 'Don' ola-
rak çok iyi rol yapacağımı anlat-
tnn. Bir şey çıkmadL"
Steven Spielberg de, Scorse-
se'ye birlikte en beğendiği yönet-
menler arasında.*Büyük yönet-
menler var, ama arHk o eski klas
oyuncular yok" diye yakınıyor,
"Çabukparlayıp çabuk sönüyor-
lar. Bogart, Tracy ve Cagney gibi
kimseyok. Benim, sinemadürrya-
sına giren gençlere tavsiyem şu:
Bu sanaü smrdan başla\ arak ve en
küçflk aynnnsına kadar öğrenin.
Tek amaanızderhalyıkhzlaşmak.-
sa, başaramazsımz."
Ya günümüzdeki filmler?..
"Eski filmler gibi değU" diyor,
"Arok insanlar ve insan iUskUeri
işlenmiyor. Aşın fazla vur-lar ve
efekt var. Bunlar kalıcı olmaya-
cakür."
Lauren Bacall tiyatro öğrenimı
görmüştü. Yaşantısuun bu yanmı
da zevkle anımsıyor: "Sam Men-
des ve Haroid Pinter gibi usta yö-
netmenlerle 20 vihm sahnede geç-
ti. Beyazperdede bana az iş buhı-
nuyordu, ama sahne benim için
her zaman açıkn."
Bu yılın ilk yansmda Nod Co-
ward'uı bir piyesinde 6 ay oyna-
mıştı. Lauren Bacall, Bogart'tan si-
nema sanatı üzerine çok şey öğren-
dığını söylüyor Eşinı 1959'dakay-
bettikten sonra onun bırçok görü-
şünün doğruluğunu daha iyı anla-
dığını eklıyor: "Sinema oyunculu-
ğunu dünyanm gözûönûndeöğren-
dnn. Herşeyeanstzm vesfirdan baş-
ladnn. Yıhn başuıda benikimseler
tannmyordu; sonunda umslarara-
sı bir yüdızdım! Bogey bana,' Sah-
neye girmeden önce en son ne yap-
mış olduğunu düşün; kitap mı oku-
dun, saçuıı mı taradın. Ondan son-
ra girişmı yap' demiştLBuhep ba-
na yararh olmuştur."
6te yandan Humphrey Bogart'ın
giriştiği her şeyde deneümı ehnde
tutmak istemiş olmasından yakını-
yor Sesindeki hafîfkederbelli olu-
yor. "Beni hep önceeşi, sonra sine-
ma sanatçısı olarak gördü ve hep
ayn bir yere oturttu. Eğer beni de
denetimi alüna aldığı oyuncular
arasında tutsaydı film kariyerim
daha uzun ohırdu."
Sanatçının en klasik fümleri ara-
sında "Büyûk Uyku" ve "Şark
Ekspresi'ndeCfaayet" de var. Gre-
gory Peck ile başrollerini paylaşti-
ğı "Designing\Voman"fümıni de,
ancak olgun kadınlara özgü zarif
bir gülümseyişle anımsıyor:
"Bu fflmde kadın oyuncu rolû
bana verflince Grace Kelly çüaşü.
'Rolümü benden aldın!' dedL Ona
şuyanıü>«rdim: 'Ama sen de pren-
sesoldun!'"
Bir sinemasever soruyor:
- Eski fılmlerinize arada bır ba-
kıyormusunuz? "Eğerzorunhıol-
mazsa,bakmıyonım" diyor. "Ama
bazen televizyonda kanaOan doJa-
şvken bir tanesinin karşıma çıkn-
ğı oluyor. Bir bakryorum,Bogey ve
ben. Ö zaman haİime gülerek bir
süre izliyorum. Bir zamanlarnaal
muthı olduğumu anmısıyorum."
Ve son bir soru:
- Size hep Bogart'la ilgili soru-
lar sorulmasından bıkmadınız mı?
"Bıknğun anlar oluyor" diyor
çok cıddı bır sesle, "Ama Bogey'den
asla!"
Cazuı ve klasik
müzigin yılclızlaıi
KûltûrServisi-Cazm ve
klasik müzık dünyasmın
ünlü isimleri, keman virtü-
özü VıktoriaMuBova, Bre-
zirya ritımleny le TaniaMa-
ria ve ünlü viyolonselci
MischaMaiskybu aynı son
haftasmda tş Sanat Kültür
Merkezi'nde konser vere-
cek.
Viktoria Mullova,
"Through the Looking
Glass" adlı yeni albümü
dolayısıyla gerçekleştirdi-
ği dünya turnesinde ünlü
caz piyanisti JulianJoseph
ve 7 kişilik grubu ile bir-
likte 25 Kasım Cumartesi
akşamı saat 19.30'da Iş Sa-
nat'ta bir konser verecek.
Albüm, MBesDavis,Du-
ke Ellington, The Beaties,
Alanis Morisette'in eser-
lerinin Matthev. Barley ta-
rafindan Mullova için özel
olarak yapılan düzenleme-
leri içeriyor. Mullova, kon-
serlerinde genellikle 1723
yapımı bir Stradivarius
" Juhus Falk" kemam çah-
yor.
Brezilyalı sanatçı Tania
Maria, ülkesinin halk mü-
ziği funk ve cazı özgün bir
sentezle sunan konseriyle
27 Kasrm Pazartesi günü
müzikseverlenn karşısında
olacak. Sanatçı, yeni albü-
mü "VivaBrazü"den par-
çalar sunacak.
Ünlü viyolonsel sanat-
çısı Mischa Maisky ise 30
Kasrm ve 1 Aralık tarihle-
rinde İş Sanat'ta konserler
veTecek. Maisky, İş Sa-
nat'taki konserlerinde
Bach ın "Viyokmsel Sntle-
ri"nin tamamını seslendı-
recek.
(tş Kıtleleri, 4. Levent,
Tel (0212/31600 00. Kon-
ser bilet satışları Biletvc
kanahyla gerçekleşiyor.
(0216/45415 55)
YAZI ODASI
SEIİM tLERİ
Oteller
Otellerle tanışmam, belleğim beni yanıltmıyor-
sa, Kıbns'tan Istanbul'a gelen akrabalanmıza ote)
arayışlanmızla başlar.
Gerçi daha önce, epey önce Almanya'da bir ge-
ce bir otel odasında kalmış, ertesi sabah uçakla
Istanbul'a dönmüştük. Fakat bu geceye ilişkin tek
anı, otel odasında çekilmiş bir iki fotoğraf; ben
hiçbir şey hatırlamıyorum.
Servet Yenge'yle Tevflk Amca o yaz Istanbul'a
geleceklerinden ve bize "zahmet vermek" iste-
mediklerinden, onlaraotel aramaya koyulmuştuk.
O yaz dediğim, nüfusu canavariaşmamış, tenha
Istanbul'un yazlanndan biri...
Parkotel üzerinde durulmadı. Oysa evimize en
yakın otel, Parkotel'di. Onun seçilmemesinln se-
bebi, hayli pahalı oluşuydu. Parkotel'de ancak
zenginler kalabilirmiş.
Beyoğlu otellerinden biraz ürkülerek söz açılıyor-
du. Zaten büyüklerimizde Beyoğlu'na karşı kolay
kolay dinmeyecek bir uzaklık hissolunurdu. Ben,
sinemalanna, mağazalannın süslü vitrinlerine, ka-
ranlık cephelerinden gizem fışkıran yapılanna tut-
kunken, büyüklerimiz, Beyoğlu'nu gidilip ille dö-
nülecek bir yer olarak görürlerdi.
Bununla birlikte Tepebaşı'na gittik. Eski Dram Tı-
yatrosu'nun karşısında birkaç otele baktık. Büyük
Londra Oteli'nin odalan beğenildi. Caddeye bakan
bir odanın balkonuna çıktık.
Balkona çıkış bana büyüleyici gelmişf. Engin gö-
rünüm bir yaz başlangıcı sabahının ışıklannı kuşan-
mıştı. Yalnız ışıklannı değıl; ince buğudan bir tülü
de kuşanmıştı.
Büyük Londra Oteli'nden fryat alındı. Mermer sü-
tunlu kapı, yol halılan, armalı camlar, girişteki avi-
ze çok hoşuma gitmişti. Hâlâ unutamam.
Sonra Sirkeci'ye gittik. Sirkeci otelleri için de
öyle pek ahım şeyler söylemiyordu büyüklerim.
Bir iki otel dolaştık. Necip Fazıl'ın keder dolu "Otel
Oda/an"nı o zamanlarokumamıştım. Günün birin-
de okuduğumda, hep o yaz sabahı ve Sirkeci otel-
leri...
Sirkeci'de, şimdi adını yanltş harjrtamıyorsam, Ipek
Palas beğenildi. Yengemle amcam orada kalabi-
lirlerdi, Ipek Palas'tan da fiyat alındı.
Böylece otellerle karşılaşıyordum. Tuhaf bir mut-
luluk duymuştum lüksçe, derli toplu otel odalann-
dan. Bu duygu bende sürdü. Yerteşik ev düzeni be-
ni çoğu kez boğmuştur. Otellerin dünyasında hep
başını alıp gitmek vardır.
Kıbns'tan geten akrabalanmız o yaz Büyük Lond-
ra Oteli'nde kaldılar. Bir başka yaz da Ipek Palasta.
Derken bir sonbahar Almanya'dan tanıdtğımız
Profesör Rnk ve kansı, Ikinci Dünya Savaşı sıra-
sında sığındıklan Istanbul'a yeniden geldiler ve
Parkotel'de kaldılar. Parkotel'i o zaman görebildim.
Şaşaasını büsbütün yitirmemişti. Küçük bir or-
kestranın çaldığı büyük yemek salonu, Beyoğ-
lu'ndaki Yeni Melek sinemasında seyrettiğimiz
Hollyvvood filmlerinin görkemli sahnelerini çağnş-
tınyordu.
Hilton'un kat kat yüksetmesi IstanbuJ'da başlı ba-
şına bir olay oldu diyebilirim. Hele otelin iç döşe-
mine başlandığında, Hilton neredeyse bir efsa-
neydi.
Açıldıktan sonra, herkes akın akın Hitton'a gitti.
Çarşısı, salonlan, yıldız ışıklı Şadırvan'ı, şusu bu-
su çok konuşuldu. Biz Hilton'a gitmedik. Parko-
tel'den de pahalı, hem de çok pahalı Hilton'da çay
içmek, bir şeyler atıştırmak aile bütçemize denk
düşmüyordu.
Hilton'u çok uzun yıllar sonra gördüm. Hilton ben-
de, babamın anneme bir zarf içinde teslim ettiği
*maaş"ıyla iç içe, hayli buruk yaşar.
Divan, Maçka Oteli, Tarabya Oteli derken, Istan-
bul usul usul bir oteller kenti olup çıkryordu. Pera
Palas nostaljisi de o sıralara rastlar.
Yımni yıl önceydi, Edip Cansever'in sesinden:
"Oteller, oteller, o bakımsız suçluluğum benim/
Geçmem kapınızdan bile artık."
An, ben hâlâ bir otelden bir otele savrulup gide-
bileceğim günleri düşlüyorum...
Takvimde Iz Bırakan:
"Gitmek!yazmışım defterime çoktan/Rıhtımlar, gûz
halatlan, daha bir sürü şey/ Şuramda darmada-
ğınık." Edip Cansever, Kuşatma".
liyatrokare yeni sezonda
I Kümlr Servisi - Tiyatrokare, 2000-2001
sezonunda çocuklar için bir oyunu sahneliyor.
'Benim Güzel Pabuçlanm' adlı oyunu da
repertuvanna katan tiyatro, 'Çocuk ve Gençlik
Tiyatrosu Birimi'nde, yönetmen Dersu Yavuz
Altun'la çahşıyor. Oyun; savunmasız bir çocuğa
yüklenen teknolojik bombardımanın giderek onu
yahıızlaştırdığı bir dönemde edilgin bir seyirciye
dönüştürüldüğü gerçegini irdeliyor.
Afroıft heykefi Bergama
Müzesrnde
• BERGAMA (AA) - tzmir'in Bergama ilçesi
Yortanlı Barajı sahası içinde bulunan Allianoi antik
kent kazısı srrasında bulunan 'Arrodit' heykeli,
Bergama Müzesi'ne getirildi. Yaklaşık 15 gün önce
Allianoi kentinde bulunduğu yerden çıkanlan
Afrodit heykeli, temizlenerek Bergama Müzesi
kapalı bölümde sergilenmeye başlandı. Afrodit
heykeli, Allianoi kenti kazılannda bulunan eserlerle
birlikte daha sonra Bergama'nın başka bir
köşesinde yapılacak ayn bir müzede sergilenecek.
Kamaımame tamamlandı
• KAMAN (AA) - Japon sosyolog-yazar Prof. Dr.
Morino Ono tarafindan kaleme alınan ve
'Kamanname' adı verilen kitap tamamlandı. Tokyo
Üniversitesi'nde öğretim üyesi olan sosyolog-yazar
Ono, Japonya Ortadoğu Kültür Merkezi Yönetim
Kurulu üyesi olması dolayısıyla bu merkez
tarafindan Çağırkan beldesi yakınlannda sürdürülen
Kalehöyük kazı çalışmalarının kıtabın
haziTİanmasında etken olduğunu belirtti. Kaman'a
1994'te geldiğini ve ilçe halkıyla kaynaşarak onlan
yakından tanıdığını söyleyen Ono, Japonya'da
Türkiye'nin komşu ülkeleri gibi tutucu Islam
anlayışıyla yönetildiğinin düşünüldüğünü, ancak
Türkiye'ye geldiğinde hiç de öyle olmadığını,
Atatürk'ün kurduğu çağdaş bir ülkeyle
karşılaştıklannı kaydetti. Kitap, Japonya'da şubat
aymda yayunlanacak. Ono'nun birçok ülkede
yayunlanmış 10 kitabı bulunuyor.