Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
22 EKİM 2000 PAZAR CUMHURİYET SAYFA
17
Etikmiş
Fatih AKaylı, Kanal
D'de "medyada etik"
konusunda program
yapacakmış... 11
gazeteciye haber
salmışlar; kimi canlı
yayına katılacağını
söylemiş, kimisi
katılamayacağım...
Sonunda üç kişi kalmış;
Hikmet Çetinkaya,
Emin Çölaşan, Yalçın
Pekşen... Kanal D'de
düşünüp, taşınmışlan
bu gazeteciler
konuşursa, kimileri
"mağdur" olacak,
n'apsınlar "Teke Tek"i
yayından kaldırmışlar...
Hikmet Ağbi'ye
sordum, "Programa
katılsaydın ne
söyleyecektin" diye,
"Resmi evrakta
sahteciliği ve
dolandırıcılığı
mahkeme kararıyla
kesinleşmiş bir
gazetecinin bir
televizyonun yöneticisi
olduğunu
anlatacaktım" dedi...
Medyada etik yani
ahlak, her babayiğidin
konusu değil... O gece
eve dönerken durakta
Türkiye Gazeteciler
Cemiyeti Başkanı Nail
Güreli'ye karşılaştık;
yağmur çiseliyordu...
"N'oluyor Nail Ağbi"
dedim, "Kimileri
villalarda oturup,
yatlara, lüks ciplere
binsin diye, bizim
gibiler de durakta
belediye otobüsü
bekliyor" dedi;
gülüştük.
Etektronik posta: denizsomecunrfHiriyet.com.tr Tel: 0.212.512 05 05 Faks: 0.212.512 44 97
- ABD'deki Ermeni tasansı
geri çekilmiş...
"Birkaç yıl sonra
vine ileri cekerteri"
N
üfus sayımı için hazırianan afişlerde "Var mı-
sın?" deniyor... Meydan okurcasına birso-
ru... Var mısın, yok musun, çabuk söyle! So-
kaklardaki afiştere bakıp kendi kendinize "Va-
nm", demek yetmiyor... Bugün, bütün gün sokağa
çıkmadan evde oturup sayım memurunu beklemek
gerekiyor. llla eve gelip soracaklar:
- Var mısın?
- Bir dakika bakiim... Evet, vanm.
Genellikle beş yılda bir sayılıyoruz...
Sayılıyoruz ama her sayımdan sonra Aziz Ne-
sin'in öyküsünü aratmayacak Yaşar Yaşamazlar'la
tanışmaya da devam ediyoruz... Sayımlarda Yaşar
Yaşamazlar'ı mı sayamıyoruz yoksa Yaşar Yaşa-
mazlar sayımdan sonra mı dünyaya geliyor, orası he-
nüz belli değil...
Belki de sayım işini beş yılda bir yaptığımız için,
pratik eksiğimiz var, uygulamada aksamalar bu yüz-
den oluyor... Aradaki süre kısaltılmalı... Sayım, her
Sayım
yıl yapılmalı... Alt tarafı yılda bir gün...
Evde oturup sayım memurunu beklemesine bek-
leriz de bizi saydıranlann işi bitmiyor ki... Beş yılda
bile sayımın kesin sonuçlannı birtürlü öğrenemiyo-
ruz... Saymakla bitmiyor muyuz ne!
Yoksa başka bir sorun mu var? ömeğin sayım mer-
kezinde toplamanın sonuna doğru gelinmek üzere:
- Altmış iki milyon dört yüz seksen altı bin sekiz
yüz yetmiş dokuz... Altmış iki milyon dört yüz sek-
sen altı bin sekiz yüz seksen... Altmış iki miiyon dört
yüz seksen altı bin sekiz yüz seksen bir... AJtmış iki
mil...
Tam bu sırada sayım merkezinin yanıbaşındaki il-
kokulda matematik dersi yapılıyor:
- Ahmet söyle bakalım; iki kere iki?
- Dört eder örtmenim!
Haydi bakalım sil baştan: s ..
- Bir, iki, üç, dört, beş, altı... * v
Aslında, nasıl bizi bir gün eve kapatıyoriar, bizi say-
dıranlar da kesin sonuç alıncaya kadar sayım mer-
kezinden dışarıya çıkartılmamalı... Çocuk oyunca-
ğı mı bu, oturup işlerini adam gibi yapsınlar!
Bu arada sayım için 30 trilyon lira harcanacakmış...
Küsuratlan katmadan 60 milyon nüfusta kişi ba-
şına 500 bin lira masraf demektir:
- Var mısın?
- Evet vanm...
- Gitti, 500 bin lira daha!
Hükümetimiz tasarrufa önem veriyor... Kısa süre-
de 120 milyonu bulursak kişi başına masrafı 250 bin
liraya indirebiliriz... Ancak her şey parayla ölçül-
mez... Sayımın birde manevi yönü var... Çünkü dev-
let vatandaşını sayıyor...
Say beni sayayım seni!
SESSİZ SEDASIZ (!)
4
NURÎKURTCEBE N'olacak bu eczanelerin hali?
Bir Bağ-Kur'lunun, Istahbul'un orta
yerinde gecenin bir saatinde nöbetçi
eczanelerde reçetesini yaptıramadı-
ğını yazmıştık; Kuşadası'ndan eczacı
Süleyman Arstantürk, eczacılann gö-
rüşünü sormadığımız için çuvaldızı bi-
ze batırmakla birlikte igneyi de fena hal-
de meslektaşlanna batırıyon
"Bizler, 1950'lerde düşünülmüş, for-
malitelere boğulmuş ve bugün 'ilaç
dükkânı' diyebileceğim eczane tiple-
ri ile baş etmeye çalışmaktayız. Ec-
zacılar, uzun zamandan beri sesleri-
ni yükseltmeden kendi aralannda sü-
rekli mızmızlanmakta fakat işin için-
den nasıl çıkılacağına da kafa yonma-
maktalar.
Her konuda olduğu gibi, eczaneler
de 'benim eczacım işini bilir
1
formü-
lü ile kendi haJterine bırakılmakta, sağ-
lığın önemli bir ucu olan bu yerlerçü-
rümeye terk edilmektedir. Yan yana,
sırt sırta, göz göze, diş dişe açı-1
lıp saçılmış olan eczaneler, sey-'
yar satıcı kurnazlıkları ile varlıkla-'
nnı sürdürmeye, kullara uymayarak
komşusundan daha çok iş yapmaya
koşuşturmaktalar. 'Elimi sallasam el-
lisi, en ucuz veren en iyisi' düsturu ile
reçeteyi karşıdan gösterip kapı kapı
dolaşan vatandaşlanmız ise şimdilik
işin keyfini çıkarmaktalar.
1950'li yıllardan kalma kanun terk
edilerek, eczanelerin dördünü, beşi-
ni bir araya toplayıp 'eczane gibi ec-
zaneler' oluşturulmalıdır. Tam dona-
nımlı otomasyonlaria sağlığın ciddiye-
tini koruyacak kesintisiz kontroller ya-
pılmalıdır. Dünyanın hiçbir ülkesinde
olmayan 'sınırsız eczane açma key-
fiyeti'ne izin verilmemelidir.
Bunların şartlan, eczacı odalannda
tartışılıp Türk Eczacılan Birliği'nde to-
parlanmalıdır."
ÇED KÖŞESI
OKTAY EKlNCİ
Belediyelerin "Nüfus Avcılığı"
Devletin belediyelere ayır-
dığı parayı "nüfuslarına gö-
re oranlayarak" paylaştırma-
sı, yıllardır fazla itiraz edilme-
yen bir yöntem. Yerel hizmet-
ler "kent ya da belde sakin-
lerine" venldiğine göre, mer-
kezi yönetimin bu "kamu hiz-
metine" katkısının da yerel
nüfus gözetilerek düzenlen-
mesı, "hakça" bir kural gibi
görünüyor...
Ne var kı hem beledıyelere
aynlan paylann gerçekten çok
az olması hem de özellikle "ta-
til yörelerindeki" belediye-
lenn yaz aylannda kış nüfus-
lanrun neredeyse 5-10 katına
yine aynı kamusal hizmetleri
"aynıbütçeyle" götürmekzo-
runda kalmalan, bu hakça ku-
ralın "haksız sonuçlar" yarat-
tırabümek için. ınsanlan "ödül-
leodirmeye" ya da "cezalan-
dırmaya" varacak kadar radi-
kal çıkışlarla kendi belediye
sınırlan içinde sayılmaya böy-
lesine "zorlamayı", acaba
"haketmiş" durumdalarmı?..
İşte bu sorunun yanıtı da -ne
yazıkki- "hayır" olduğu için,
çoğu belediye - "param yok"
derken haklı olsa bile "sayım-
da bizimle olun" derken hak-
sız, hatta "sevimsiz" bir konu-
ma düşüyor...
Birincisi, yıne çoğu beledi-
ye yönetımı, ellerindeki kıt
kaynaklan bile gerçek kent hiz-
metine değil "gösteriş proje-
lerine" harcayarak halkın ge-
lecegi yerine "siyasal gele-
ceklerine" hizmet edıyorlar...
lkincisi. yetkilerini genel-
Sckak artık yok ki "çıkmak"da yasak olsun...
rrusına da yol açabiliyor...
<)rneğin nüfusu 10 bıni aşan
beedıyelere 20 mılyar. nüfu-
su50 bini aşanlara 75 milyar,
nînısu 100 bini aşanlara 150
miyar... gibi zaten yetersiz ra-
kanlarla belırlenen îller Ban-
k a ı paylannın bile büyûk ço-
ğmluğu yine kimı devlet ku-
runlan tarafindan "kamn ala-
ca^ı" olarak (SSK gibi) daha
ka-nağındayken kesiliyor.
ienzer şekilde özellikle "ge-
liıvergilerinden" belediye-
l e s aynlan paylar da "gelirin
e l e edildiği" yerleşmelerde-
kâieğıl, şirket merkezlerinin
by^undugu (yanı veıginin öden-
dLii) kentferdeki belediyelere
v>£İldiğinden, bu uygulamada
«iiDüyükkentler dışındaki ye-
r«yönetiınler sûrekli "mağ-
d l r " durumda kalıyorlar.
iütün bunlara, son deprem
V.'dımlarındakı "partizan-
«=:j' tunımlardan kaynaklanan
catgesızlüderi ve belediyele-
r^eeterli kaynak sağlaması he-
c31enen "yerel yönetimler
K-ormnnun" da sürekli "er-
tenmesini" eklediğimizde,
trDnüfiıs sayımında tûrlü yön-
tsûlerle "hemşeri avına" çı-
•BCL belediyelere de bir bakıma
^^Iılayışla" yaklaşmak gere-
fccor...
• • •
Jununla birlıkte belediye-
tiller Bankası paylannı art-
likle kentin ve toplumun ortak
çıkarlanna aykın kullanarak,
özellikle "imar" konusunda-
ki kayırmalartyla altyapı ma-
liyetlerini sürekli arttınp yıne
o kenti daha "sorunlu" hale
getiriyorlar...
Üçüncüsü de belediyelen
"siyasal örgütlenme" yuva-
sı yapıp halkın parasını "yan-
daşlanna" ücret olarak dağıt-
maktan bir türlü vazgeçmeyen
belediye sayısı da az değil...
• • •
Nitekim, özellikle bu tür uy-
gulamalar içindeki belediye-
lerin nüfus sayımı için birbir-
lerinden "hemşeri çalmala-
rına" tepkısiz kalmalan da il-
ginç değil midir?..
Oysa, sayımda "ağırianan"
hemşeriler, asıl yaşadıkları
kentte kendilerine sunulan hiz-
metın "bedeüni" de konuk ol-
duklan kente annağan ederek
bir tür "gelir hırsızlığına" da
ev sahibi belediye adına "kur-
yelik" yapmış oluyorlar...
Sözün kısası. bu nüfus sayı-
mındaki "nüfus avcılığı", ye-
rel yönetim düzenimizin ne
denli "yozlaşmış" olduğunun
da açık göstergesi... Plansız ve
yasadışı kentleşme yüzünden
70 milyon insanı "evlere hap-
sederek"saymak ıse merkezi
ve yerel yönetimlenn yıllara
varan "ortak aymazlıkları-
oın" sonucu değil mi?..
KlM KtME DUM DUMA BEHÎÇAK behicak@ttirk.net
ÇlZGlLİK KÂMtL MASABACI
HARBİ SEMİH POROY semlhporoy@yahoo.com
BULUT BEBEK MRAYÇIFTÇI
hüyitic Ayı ite- Küçük Ayı'yt
ilîe -, ÖUCE 0 VAŞLAT7I
Sf2§
TARlHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 22Ekim
PAUL CEZAA/NE
6? >»Ç/MC)A,SO(kJK/U-&/M.IĞ/NDAN ÖU>Ü. İZCE-
C0
LİKLE PISSAJ&O IL£ Bl*L/xrâ ÇM/fM/f, BU AKI-
MIN OR1WC UAtSURiAeM/DAN ÇOĞUMU YAPmA-
RINA YANSmU/ŞTI. AMA CB2ANNE "AAftN eES-
MİNİ YAPMIYOIUHJjtcauClfPAyANIKLI V£UZUN
Sü/İEU ŞEYL£RtN RESSAMIYDt. "BUYÜK
KA&NLAR* mSlOSUNU
DEN OLAN eeSSAKI, PO&ADAKİ CİSİMLERIN ANA
ÇJ26İi£/İİN/N, KONİ,KÜ£E l/£SJUND/KLEK OIPU
ĞUMU SAVUNMUÇ, ESKİ ĞÖt££ -I$1K t/£ P£R£P£İ
TlF AAILAY/Ç/AJ//V C* P/ŞIMA Ç/KAISA/C, BUNLARI
KSNDİ BOYHMA nRZIYLA H ftt
PANO
DENİZ KAVUKÇUOGLU ı
Çağrışımlar (I) !
Geçen hafta Izmir'de, Izmır Küttür Sanat Eğitim Vak- i
fı'nın düzenlediği "Banş Kültürü" başhklı 2. Kültüri
Kongresi'nın oturum araîanndan birinde, Ataturk Kül-i
tür Merkezi'nin geniş, mermer merdıvenlerini bırlik-;
te inerken, Prof. Bakır Çağlar bir ara durmuş, güle-
rek "Biliyormusunuz..." demişti, "ben teknikten hiç
anlamıyorum... Yeni bir müzik seti aldım. Doğru du-\
rüst çalıştıramadığımdan, haftalardır hep aynı müzi-1
ği dinliyonım..." Altı yıl Strasburg'da, Avrupa Insarn
Haklan Mahkemesı'ndeTürkiye'nin avukatlığını yap-{
mış bu ünlü hukuk adamının modern teknoloji kar-;
şısındaki çaresizliği beni de güldürmüştü. Olası sah-
neleri gözümde canlandırdıkça gülüyordum. Hoca,-
akşam üzeri yorgun argın eve geliyor, kendisine bir(
İÇki hazırlıyor, koltuğuna yerleşmeden önce müzik se-
tinin düğmesine basınca, odaya, daha önce kimbi-.
lir kaç kez dinlediği, kimbilir daha kaç kez dınleye-,
ceği "o aynı müzik" yayılıyordu... llk günlerde aygı-
tın.CD-çalar kumanda edeceğini düşün ne kadar
düğmesi varsa oynamış, orasını burasını kurcalamış,,
ama o müzik CD'sinı aygıtın içindeki yuvasından çı-'
kartmayı birtürlü başaramayınca, sonunda "pes"et-,
mişti.
Prof. BakırÇağlar'ın bu sempatik "itiraf"\, yıllarön-i
ceyaşadığım bir "o/ay"ı çağrıştırmıştı bende... 1988
ya da 1989 yılı olmalıydı. Hamburg'da o zamanlar ça-'
lıştığım bir şirket adına önemli bir görüşme yapmak
üzere bir günlüğüne Londra'ya gelmiş, kentin en iyi'
adreslerinden bıri olan Park Lane'deki Hilton Oteli'ne
yerleşmıştim. Parka bakan odam, o güne kadar gör-
düğüm en görkemli otel odasıydı. Şirket, tabıi her şey-ı
den önce kendi itibarını düşünerek Londra'nın en
pahalı otellerinden birinde konaklamamı uygun gör-
müştü. Gelir gelmez otelin kat görevlisini çağırmış,
çeşitli yerlerinde, uçaktaki son derece alımlı, ama
aynı derecede de deneyimsiz bir hostesın sakarlığı-
nın izlerini taşıyan takım elbısemi, "acil temizleme "ye
vermiştim. Sonra odamdaki "mini bar"dan bir içki al-
mış, pencerenin yanındakı rahat koltuklardan birine
oturup, karşıdaki parkın yeşilliğini seyre koyulmuş-
tum...
Görüşeceğim Italyan asıllı Amerikalı yatınm uzma-
nı, bir iş gezisi için gittiğı Singapur'dan New York'a
dönerken, benimle buluşabilmek için yol güzergâhı-
nı değiştirmiş, yolculuğuna Londra'da birkaç saatli-'
ğıne ara vermişti. Zamanı kısıtlıydı. Birlıkte akşam ye-
meği yedıkten sonra uçağına yetışecekti. Benim ise
zamanım vardı. Bbisem geldikten sonra giyinip, dı-
şan çıkacaktım... Ikindi saatlerinde Oxford Street'de,
Trafalgar'da eller cepte dolaşmayı, ara sokaklarda-
ki "publardan birinde bir bira içmeyi düşünüyor-
dum... Tam bu sırada kapım vurulmuştu... Kapıdaki,
bıraz önce elbisemı teslim ettiğım kat görevlısiydi...
Yüzünde, üzülüyor mu, yoksa alay mı ediyor, belli ol-
mayan bir ifadeyle, elbisemı "önümüzdeki saatlerde
getiremeyeceğini", bunun "mümkün olabileceğini
sanmadığını" söylüyordu. Bunun bir açıklaması da var-
dı doğal olarak... Otel personeli, -çamaşırhane, ku-
ru temizleme, ütü birimleri de dahil-, tum bölumler-
de hizmetı durdurmuştu. Bağlı bulundukları sendika-
nın da onayıyla, işi durdurarak, otelde konaklayan bir
Güney Afrika delegasyonunu protesto ediyorlardı.
"Irk aynmcılığının temsilcileri" otelden ayrılana kadar
hiçbir otel müşterisine hizmet vermeyeceklerdi. Aşa-
ğıda göruşmeler suruyor, fakat Güney Afrika delegas-
yonu otelden aynlmaya razı edilemiyordu. Ne olaca-
ğı "/?eA7üz"be(lideğildi...
Don gömlek kalakalınca, görkemi bir anda yitip
giden, anlamsızlaşıveren o otel odasının ortasında bir
o yana, bir bu yana gidip gelirken, ne yapacağımı dü-
şünüyordum. Banyodaki, göğsüne sarı ibrişimle ote-
lin arması işlenmiş beyaz bornozla sokağa çıkama-
yacağıma göre iş görüşmesı de bir "pub"da bira ıç-
mek de benim için bir hayaldi artık... Televizyon bile
çalışmıyordu. Yeniden pencerenin yanındaki koltu-
ğaoturdum, ayaklanmı uzattım... Bu "çaresızlık" için-
de bir tek karşımdaki park vardı bana kalan... Tuhaf-
tı ama, parkın bıraz önceki yeşilliği şimdi daha baş-
ka görünüyordu gözüme... Aynı rengin, her bakışta
başka renkte, başka renklerde görünebıleceğınin,
yeşilin inanılmayacak kadar çok renginin olduğunun
o gün, o otel odasında farkına varmıştım.
Bakır Çağlar da, başkalarının belkı her dinledikle-'
rinde "aynı" buldukları, "aynı" bulabılecekleri o mü-
ziği dinlerken, her defasında başka bir muzık duyu-
yordu. Mutlaka öyle olmalıydı. Çünkü biz, duyduğu-
muzu da, gördüğümüzü de yalnızca bir kez duyuyor,
bir kez görüyorduk. Hiçbir duyuş, hiçbir görüş bir ön-
cekinin ya da bir sonrakinın "tekran", "aynısı" değil-
di... Herkulak verişte başka bir "ses", her bakışta baş-
ka bir "renk" vardı... Sesler hep aynı duyulsa, renk-
ler hep aynı görülse, bu hayat böylesine yaşanma-
ya deger miydi zaten?
e-posta: dkavukcuogluö tuyap.com
BULMACA SEDAT YAŞAYAN
1 2SOLDANSAĞA:
1/ Sürütme
agı... Halk di-
linde "dert,
hastalık" anla-
mında kullanı-
lan sözcük. II
Birıhmız...Bır
yazının kısal-
nlmış bıçunı. 3/
Ses... Ressam
sehpası. 4/
Meyve kuru-
su... Kum falı. 9
5/ Mantık. 6/
Hafifkadifemsı bır gö-
rünüş kazandınlmış sı-
ğır densı. Şenlıklerde
caddelere kurulan süs-
lü kemer. 7/ Iyisini kö- 4
tüsünden ayırmak. 5
ayıklamak... Baryum 5
elementının simgesı. y
8/ Danışma kurulu... R
"Cemıl ": Ressa- °
mımız. 9/ "Ak sakallı
9
pır koca / Bilemez halı nice / — vermesın hacca / Bir
gönül yıkar ıse" (Yunus Emre)... Tatsız tuzsuz yiye-
cekler için kullanılan bır sözcük.
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1/ Sınema ve tıyatroda teknık ustalıkla yapılan hile...
Dışa vuran sevınç. II Tırpana balığma venlen bır baş-
ka ad... "Dimler" anlamında eskı sözcük 3/ Kımya-
da basit şekerlere verilenad... Yemışınden turşuyapı-
lan, çaUya benzer bir bıtkı. 4/ Kokmuş hayvan ölüsü...
Sıcak bölgelerde yetişen ve meyvesi ekşilık vermek
için yemeklere katılan bır ağaç. 5/ Eğrilmekte olan yün,
keten gibi şeylerin tutturulduğu çatal değnek. 6/ Sı-
ğırlara dadanan bir sinek... Bir türjimnastik ayakka-
bısı 7/ Ululuk... Radyum elementının simgesi. 8/ "-
- - eder insanı bu dünya / Bu gece, bu yıldızlar, bu ko-
ku' Bu tepeden tırnağa çıçek açnuş ağaç" (Orhan Ve-
li)... Akla ve gerçeğe aykın. 9/ Kınk kemıklen bır ara-#
da tutmak amacıyla kullanılan tahta gıbı düz nesne...
tnanılan düşünce.