25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
22 EKİM 2000 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 17 Etikmiş Fatih AKaylı, Kanal D'de "medyada etik" konusunda program yapacakmış... 11 gazeteciye haber salmışlar; kimi canlı yayına katılacağını söylemiş, kimisi katılamayacağım... Sonunda üç kişi kalmış; Hikmet Çetinkaya, Emin Çölaşan, Yalçın Pekşen... Kanal D'de düşünüp, taşınmışlan bu gazeteciler konuşursa, kimileri "mağdur" olacak, n'apsınlar "Teke Tek"i yayından kaldırmışlar... Hikmet Ağbi'ye sordum, "Programa katılsaydın ne söyleyecektin" diye, "Resmi evrakta sahteciliği ve dolandırıcılığı mahkeme kararıyla kesinleşmiş bir gazetecinin bir televizyonun yöneticisi olduğunu anlatacaktım" dedi... Medyada etik yani ahlak, her babayiğidin konusu değil... O gece eve dönerken durakta Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nail Güreli'ye karşılaştık; yağmur çiseliyordu... "N'oluyor Nail Ağbi" dedim, "Kimileri villalarda oturup, yatlara, lüks ciplere binsin diye, bizim gibiler de durakta belediye otobüsü bekliyor" dedi; gülüştük. Etektronik posta: denizsomecunrfHiriyet.com.tr Tel: 0.212.512 05 05 Faks: 0.212.512 44 97 - ABD'deki Ermeni tasansı geri çekilmiş... "Birkaç yıl sonra vine ileri cekerteri" N üfus sayımı için hazırianan afişlerde "Var mı- sın?" deniyor... Meydan okurcasına birso- ru... Var mısın, yok musun, çabuk söyle! So- kaklardaki afiştere bakıp kendi kendinize "Va- nm", demek yetmiyor... Bugün, bütün gün sokağa çıkmadan evde oturup sayım memurunu beklemek gerekiyor. llla eve gelip soracaklar: - Var mısın? - Bir dakika bakiim... Evet, vanm. Genellikle beş yılda bir sayılıyoruz... Sayılıyoruz ama her sayımdan sonra Aziz Ne- sin'in öyküsünü aratmayacak Yaşar Yaşamazlar'la tanışmaya da devam ediyoruz... Sayımlarda Yaşar Yaşamazlar'ı mı sayamıyoruz yoksa Yaşar Yaşa- mazlar sayımdan sonra mı dünyaya geliyor, orası he- nüz belli değil... Belki de sayım işini beş yılda bir yaptığımız için, pratik eksiğimiz var, uygulamada aksamalar bu yüz- den oluyor... Aradaki süre kısaltılmalı... Sayım, her Sayım yıl yapılmalı... Alt tarafı yılda bir gün... Evde oturup sayım memurunu beklemesine bek- leriz de bizi saydıranlann işi bitmiyor ki... Beş yılda bile sayımın kesin sonuçlannı birtürlü öğrenemiyo- ruz... Saymakla bitmiyor muyuz ne! Yoksa başka bir sorun mu var? ömeğin sayım mer- kezinde toplamanın sonuna doğru gelinmek üzere: - Altmış iki milyon dört yüz seksen altı bin sekiz yüz yetmiş dokuz... Altmış iki milyon dört yüz sek- sen altı bin sekiz yüz seksen... Altmış iki miiyon dört yüz seksen altı bin sekiz yüz seksen bir... AJtmış iki mil... Tam bu sırada sayım merkezinin yanıbaşındaki il- kokulda matematik dersi yapılıyor: - Ahmet söyle bakalım; iki kere iki? - Dört eder örtmenim! Haydi bakalım sil baştan: s .. - Bir, iki, üç, dört, beş, altı... * v Aslında, nasıl bizi bir gün eve kapatıyoriar, bizi say- dıranlar da kesin sonuç alıncaya kadar sayım mer- kezinden dışarıya çıkartılmamalı... Çocuk oyunca- ğı mı bu, oturup işlerini adam gibi yapsınlar! Bu arada sayım için 30 trilyon lira harcanacakmış... Küsuratlan katmadan 60 milyon nüfusta kişi ba- şına 500 bin lira masraf demektir: - Var mısın? - Evet vanm... - Gitti, 500 bin lira daha! Hükümetimiz tasarrufa önem veriyor... Kısa süre- de 120 milyonu bulursak kişi başına masrafı 250 bin liraya indirebiliriz... Ancak her şey parayla ölçül- mez... Sayımın birde manevi yönü var... Çünkü dev- let vatandaşını sayıyor... Say beni sayayım seni! SESSİZ SEDASIZ (!) 4 NURÎKURTCEBE N'olacak bu eczanelerin hali? Bir Bağ-Kur'lunun, Istahbul'un orta yerinde gecenin bir saatinde nöbetçi eczanelerde reçetesini yaptıramadı- ğını yazmıştık; Kuşadası'ndan eczacı Süleyman Arstantürk, eczacılann gö- rüşünü sormadığımız için çuvaldızı bi- ze batırmakla birlikte igneyi de fena hal- de meslektaşlanna batırıyon "Bizler, 1950'lerde düşünülmüş, for- malitelere boğulmuş ve bugün 'ilaç dükkânı' diyebileceğim eczane tiple- ri ile baş etmeye çalışmaktayız. Ec- zacılar, uzun zamandan beri sesleri- ni yükseltmeden kendi aralannda sü- rekli mızmızlanmakta fakat işin için- den nasıl çıkılacağına da kafa yonma- maktalar. Her konuda olduğu gibi, eczaneler de 'benim eczacım işini bilir 1 formü- lü ile kendi haJterine bırakılmakta, sağ- lığın önemli bir ucu olan bu yerlerçü- rümeye terk edilmektedir. Yan yana, sırt sırta, göz göze, diş dişe açı-1 lıp saçılmış olan eczaneler, sey-' yar satıcı kurnazlıkları ile varlıkla-' nnı sürdürmeye, kullara uymayarak komşusundan daha çok iş yapmaya koşuşturmaktalar. 'Elimi sallasam el- lisi, en ucuz veren en iyisi' düsturu ile reçeteyi karşıdan gösterip kapı kapı dolaşan vatandaşlanmız ise şimdilik işin keyfini çıkarmaktalar. 1950'li yıllardan kalma kanun terk edilerek, eczanelerin dördünü, beşi- ni bir araya toplayıp 'eczane gibi ec- zaneler' oluşturulmalıdır. Tam dona- nımlı otomasyonlaria sağlığın ciddiye- tini koruyacak kesintisiz kontroller ya- pılmalıdır. Dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan 'sınırsız eczane açma key- fiyeti'ne izin verilmemelidir. Bunların şartlan, eczacı odalannda tartışılıp Türk Eczacılan Birliği'nde to- parlanmalıdır." ÇED KÖŞESI OKTAY EKlNCİ Belediyelerin "Nüfus Avcılığı" Devletin belediyelere ayır- dığı parayı "nüfuslarına gö- re oranlayarak" paylaştırma- sı, yıllardır fazla itiraz edilme- yen bir yöntem. Yerel hizmet- ler "kent ya da belde sakin- lerine" venldiğine göre, mer- kezi yönetimin bu "kamu hiz- metine" katkısının da yerel nüfus gözetilerek düzenlen- mesı, "hakça" bir kural gibi görünüyor... Ne var kı hem beledıyelere aynlan paylann gerçekten çok az olması hem de özellikle "ta- til yörelerindeki" belediye- lenn yaz aylannda kış nüfus- lanrun neredeyse 5-10 katına yine aynı kamusal hizmetleri "aynıbütçeyle" götürmekzo- runda kalmalan, bu hakça ku- ralın "haksız sonuçlar" yarat- tırabümek için. ınsanlan "ödül- leodirmeye" ya da "cezalan- dırmaya" varacak kadar radi- kal çıkışlarla kendi belediye sınırlan içinde sayılmaya böy- lesine "zorlamayı", acaba "haketmiş" durumdalarmı?.. İşte bu sorunun yanıtı da -ne yazıkki- "hayır" olduğu için, çoğu belediye - "param yok" derken haklı olsa bile "sayım- da bizimle olun" derken hak- sız, hatta "sevimsiz" bir konu- ma düşüyor... Birincisi, yıne çoğu beledi- ye yönetımı, ellerindeki kıt kaynaklan bile gerçek kent hiz- metine değil "gösteriş proje- lerine" harcayarak halkın ge- lecegi yerine "siyasal gele- ceklerine" hizmet edıyorlar... lkincisi. yetkilerini genel- Sckak artık yok ki "çıkmak"da yasak olsun... rrusına da yol açabiliyor... <)rneğin nüfusu 10 bıni aşan beedıyelere 20 mılyar. nüfu- su50 bini aşanlara 75 milyar, nînısu 100 bini aşanlara 150 miyar... gibi zaten yetersiz ra- kanlarla belırlenen îller Ban- k a ı paylannın bile büyûk ço- ğmluğu yine kimı devlet ku- runlan tarafindan "kamn ala- ca^ı" olarak (SSK gibi) daha ka-nağındayken kesiliyor. ienzer şekilde özellikle "ge- liıvergilerinden" belediye- l e s aynlan paylar da "gelirin e l e edildiği" yerleşmelerde- kâieğıl, şirket merkezlerinin by^undugu (yanı veıginin öden- dLii) kentferdeki belediyelere v>£İldiğinden, bu uygulamada «iiDüyükkentler dışındaki ye- r«yönetiınler sûrekli "mağ- d l r " durumda kalıyorlar. iütün bunlara, son deprem V.'dımlarındakı "partizan- «=:j' tunımlardan kaynaklanan catgesızlüderi ve belediyele- r^eeterli kaynak sağlaması he- c31enen "yerel yönetimler K-ormnnun" da sürekli "er- tenmesini" eklediğimizde, trDnüfiıs sayımında tûrlü yön- tsûlerle "hemşeri avına" çı- •BCL belediyelere de bir bakıma ^^Iılayışla" yaklaşmak gere- fccor... • • • Jununla birlıkte belediye- tiller Bankası paylannı art- likle kentin ve toplumun ortak çıkarlanna aykın kullanarak, özellikle "imar" konusunda- ki kayırmalartyla altyapı ma- liyetlerini sürekli arttınp yıne o kenti daha "sorunlu" hale getiriyorlar... Üçüncüsü de belediyelen "siyasal örgütlenme" yuva- sı yapıp halkın parasını "yan- daşlanna" ücret olarak dağıt- maktan bir türlü vazgeçmeyen belediye sayısı da az değil... • • • Nitekim, özellikle bu tür uy- gulamalar içindeki belediye- lerin nüfus sayımı için birbir- lerinden "hemşeri çalmala- rına" tepkısiz kalmalan da il- ginç değil midir?.. Oysa, sayımda "ağırianan" hemşeriler, asıl yaşadıkları kentte kendilerine sunulan hiz- metın "bedeüni" de konuk ol- duklan kente annağan ederek bir tür "gelir hırsızlığına" da ev sahibi belediye adına "kur- yelik" yapmış oluyorlar... Sözün kısası. bu nüfus sayı- mındaki "nüfus avcılığı", ye- rel yönetim düzenimizin ne denli "yozlaşmış" olduğunun da açık göstergesi... Plansız ve yasadışı kentleşme yüzünden 70 milyon insanı "evlere hap- sederek"saymak ıse merkezi ve yerel yönetimlenn yıllara varan "ortak aymazlıkları- oın" sonucu değil mi?.. KlM KtME DUM DUMA BEHÎÇAK behicak@ttirk.net ÇlZGlLİK KÂMtL MASABACI HARBİ SEMİH POROY semlhporoy@yahoo.com BULUT BEBEK MRAYÇIFTÇI hüyitic Ayı ite- Küçük Ayı'yt ilîe -, ÖUCE 0 VAŞLAT7I Sf2§ TARlHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 22Ekim PAUL CEZAA/NE 6? >»Ç/MC)A,SO(kJK/U-&/M.IĞ/NDAN ÖU>Ü. İZCE- C0 LİKLE PISSAJ&O IL£ Bl*L/xrâ ÇM/fM/f, BU AKI- MIN OR1WC UAtSURiAeM/DAN ÇOĞUMU YAPmA- RINA YANSmU/ŞTI. AMA CB2ANNE "AAftN eES- MİNİ YAPMIYOIUHJjtcauClfPAyANIKLI V£UZUN Sü/İEU ŞEYL£RtN RESSAMIYDt. "BUYÜK KA&NLAR* mSlOSUNU DEN OLAN eeSSAKI, PO&ADAKİ CİSİMLERIN ANA ÇJ26İi£/İİN/N, KONİ,KÜ£E l/£SJUND/KLEK OIPU ĞUMU SAVUNMUÇ, ESKİ ĞÖt££ -I$1K t/£ P£R£P£İ TlF AAILAY/Ç/AJ//V C* P/ŞIMA Ç/KAISA/C, BUNLARI KSNDİ BOYHMA nRZIYLA H ftt PANO DENİZ KAVUKÇUOGLU ı Çağrışımlar (I) ! Geçen hafta Izmir'de, Izmır Küttür Sanat Eğitim Vak- i fı'nın düzenlediği "Banş Kültürü" başhklı 2. Kültüri Kongresi'nın oturum araîanndan birinde, Ataturk Kül-i tür Merkezi'nin geniş, mermer merdıvenlerini bırlik-; te inerken, Prof. Bakır Çağlar bir ara durmuş, güle- rek "Biliyormusunuz..." demişti, "ben teknikten hiç anlamıyorum... Yeni bir müzik seti aldım. Doğru du-\ rüst çalıştıramadığımdan, haftalardır hep aynı müzi-1 ği dinliyonım..." Altı yıl Strasburg'da, Avrupa Insarn Haklan Mahkemesı'ndeTürkiye'nin avukatlığını yap-{ mış bu ünlü hukuk adamının modern teknoloji kar-; şısındaki çaresizliği beni de güldürmüştü. Olası sah- neleri gözümde canlandırdıkça gülüyordum. Hoca,- akşam üzeri yorgun argın eve geliyor, kendisine bir( İÇki hazırlıyor, koltuğuna yerleşmeden önce müzik se- tinin düğmesine basınca, odaya, daha önce kimbi-. lir kaç kez dinlediği, kimbilir daha kaç kez dınleye-, ceği "o aynı müzik" yayılıyordu... llk günlerde aygı- tın.CD-çalar kumanda edeceğini düşün ne kadar düğmesi varsa oynamış, orasını burasını kurcalamış,, ama o müzik CD'sinı aygıtın içindeki yuvasından çı-' kartmayı birtürlü başaramayınca, sonunda "pes"et-, mişti. Prof. BakırÇağlar'ın bu sempatik "itiraf"\, yıllarön-i ceyaşadığım bir "o/ay"ı çağrıştırmıştı bende... 1988 ya da 1989 yılı olmalıydı. Hamburg'da o zamanlar ça-' lıştığım bir şirket adına önemli bir görüşme yapmak üzere bir günlüğüne Londra'ya gelmiş, kentin en iyi' adreslerinden bıri olan Park Lane'deki Hilton Oteli'ne yerleşmıştim. Parka bakan odam, o güne kadar gör- düğüm en görkemli otel odasıydı. Şirket, tabıi her şey-ı den önce kendi itibarını düşünerek Londra'nın en pahalı otellerinden birinde konaklamamı uygun gör- müştü. Gelir gelmez otelin kat görevlisini çağırmış, çeşitli yerlerinde, uçaktaki son derece alımlı, ama aynı derecede de deneyimsiz bir hostesın sakarlığı- nın izlerini taşıyan takım elbısemi, "acil temizleme "ye vermiştim. Sonra odamdaki "mini bar"dan bir içki al- mış, pencerenin yanındakı rahat koltuklardan birine oturup, karşıdaki parkın yeşilliğini seyre koyulmuş- tum... Görüşeceğim Italyan asıllı Amerikalı yatınm uzma- nı, bir iş gezisi için gittiğı Singapur'dan New York'a dönerken, benimle buluşabilmek için yol güzergâhı- nı değiştirmiş, yolculuğuna Londra'da birkaç saatli-' ğıne ara vermişti. Zamanı kısıtlıydı. Birlıkte akşam ye- meği yedıkten sonra uçağına yetışecekti. Benim ise zamanım vardı. Bbisem geldikten sonra giyinip, dı- şan çıkacaktım... Ikindi saatlerinde Oxford Street'de, Trafalgar'da eller cepte dolaşmayı, ara sokaklarda- ki "publardan birinde bir bira içmeyi düşünüyor- dum... Tam bu sırada kapım vurulmuştu... Kapıdaki, bıraz önce elbisemı teslim ettiğım kat görevlısiydi... Yüzünde, üzülüyor mu, yoksa alay mı ediyor, belli ol- mayan bir ifadeyle, elbisemı "önümüzdeki saatlerde getiremeyeceğini", bunun "mümkün olabileceğini sanmadığını" söylüyordu. Bunun bir açıklaması da var- dı doğal olarak... Otel personeli, -çamaşırhane, ku- ru temizleme, ütü birimleri de dahil-, tum bölumler- de hizmetı durdurmuştu. Bağlı bulundukları sendika- nın da onayıyla, işi durdurarak, otelde konaklayan bir Güney Afrika delegasyonunu protesto ediyorlardı. "Irk aynmcılığının temsilcileri" otelden ayrılana kadar hiçbir otel müşterisine hizmet vermeyeceklerdi. Aşa- ğıda göruşmeler suruyor, fakat Güney Afrika delegas- yonu otelden aynlmaya razı edilemiyordu. Ne olaca- ğı "/?eA7üz"be(lideğildi... Don gömlek kalakalınca, görkemi bir anda yitip giden, anlamsızlaşıveren o otel odasının ortasında bir o yana, bir bu yana gidip gelirken, ne yapacağımı dü- şünüyordum. Banyodaki, göğsüne sarı ibrişimle ote- lin arması işlenmiş beyaz bornozla sokağa çıkama- yacağıma göre iş görüşmesı de bir "pub"da bira ıç- mek de benim için bir hayaldi artık... Televizyon bile çalışmıyordu. Yeniden pencerenin yanındaki koltu- ğaoturdum, ayaklanmı uzattım... Bu "çaresızlık" için- de bir tek karşımdaki park vardı bana kalan... Tuhaf- tı ama, parkın bıraz önceki yeşilliği şimdi daha baş- ka görünüyordu gözüme... Aynı rengin, her bakışta başka renkte, başka renklerde görünebıleceğınin, yeşilin inanılmayacak kadar çok renginin olduğunun o gün, o otel odasında farkına varmıştım. Bakır Çağlar da, başkalarının belkı her dinledikle-' rinde "aynı" buldukları, "aynı" bulabılecekleri o mü- ziği dinlerken, her defasında başka bir muzık duyu- yordu. Mutlaka öyle olmalıydı. Çünkü biz, duyduğu- muzu da, gördüğümüzü de yalnızca bir kez duyuyor, bir kez görüyorduk. Hiçbir duyuş, hiçbir görüş bir ön- cekinin ya da bir sonrakinın "tekran", "aynısı" değil- di... Herkulak verişte başka bir "ses", her bakışta baş- ka bir "renk" vardı... Sesler hep aynı duyulsa, renk- ler hep aynı görülse, bu hayat böylesine yaşanma- ya deger miydi zaten? e-posta: dkavukcuogluö tuyap.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN 1 2SOLDANSAĞA: 1/ Sürütme agı... Halk di- linde "dert, hastalık" anla- mında kullanı- lan sözcük. II Birıhmız...Bır yazının kısal- nlmış bıçunı. 3/ Ses... Ressam sehpası. 4/ Meyve kuru- su... Kum falı. 9 5/ Mantık. 6/ Hafifkadifemsı bır gö- rünüş kazandınlmış sı- ğır densı. Şenlıklerde caddelere kurulan süs- lü kemer. 7/ Iyisini kö- 4 tüsünden ayırmak. 5 ayıklamak... Baryum 5 elementının simgesı. y 8/ Danışma kurulu... R "Cemıl ": Ressa- ° mımız. 9/ "Ak sakallı 9 pır koca / Bilemez halı nice / — vermesın hacca / Bir gönül yıkar ıse" (Yunus Emre)... Tatsız tuzsuz yiye- cekler için kullanılan bır sözcük. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Sınema ve tıyatroda teknık ustalıkla yapılan hile... Dışa vuran sevınç. II Tırpana balığma venlen bır baş- ka ad... "Dimler" anlamında eskı sözcük 3/ Kımya- da basit şekerlere verilenad... Yemışınden turşuyapı- lan, çaUya benzer bir bıtkı. 4/ Kokmuş hayvan ölüsü... Sıcak bölgelerde yetişen ve meyvesi ekşilık vermek için yemeklere katılan bır ağaç. 5/ Eğrilmekte olan yün, keten gibi şeylerin tutturulduğu çatal değnek. 6/ Sı- ğırlara dadanan bir sinek... Bir türjimnastik ayakka- bısı 7/ Ululuk... Radyum elementının simgesi. 8/ "- - - eder insanı bu dünya / Bu gece, bu yıldızlar, bu ko- ku' Bu tepeden tırnağa çıçek açnuş ağaç" (Orhan Ve- li)... Akla ve gerçeğe aykın. 9/ Kınk kemıklen bır ara-# da tutmak amacıyla kullanılan tahta gıbı düz nesne... tnanılan düşünce.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle