Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 18 EKİM 2000 ÇARŞAMBA
OLAYLAR V E G O R U Ş L E R olay.gorus@cumhuriyet.com.tr
İrticaya Göz Kırpanlar
Doç. Dr. Tonguç GORKER f
T
V'de büyük haberprog- künsenin ve hiçbir kurumun haklo
ramının yönetmeni, iki yoktur" diyor. DavetUerden ANAP'h
miilervekilini konuştu-
ruyor. ANAP'lı olanı
ılırnlı görünme çabasıy-
la, imam-hatip okulla-
nnda başörtünün kullanılması gerek-
tiğini, laik Batı ülkelerinin ruhban
oicullannda rahibelik öğrencilerinin
örtündüğünü söylüyor. DSP'li millet-
vekili yanıt olarak bu okullann imam
yetiştirmedigini, mezunlannın mü-
hendislik, hekimlik, hukukçuluk vb.
mcsleklere yöneldiğini belirtiyor. Bü-
yük haber programının büyüİc yönet-
meni, kendisinin tarafsız olduğunu
belirterek, gerçekten de laik Batı ül-
kelerinin ruhban okullannda rahibe-
lik öğrencilerinin örtûndüklerini doğ-
ruluyor ve başörtücü milletvekiline
(tarafsızca!) destek veriyor.
Bu görüntüye yakın günlerde ANAP
Başkanı 'nın 28 Şubat sürecini eleştir-
diği söylentileri yayılıyor. Kısa zaman
sonra îstanbul Universitesi'nin açılı-
şında Rektör Profesör Kemal AJenıda-
roğlu, "Dünyada hiçbir demokratik
rejim, varbğmı tehditeden düşünce ve
eylemlere özgürlük tanımaz. tnsan
haklan veözgürlük kavramı içindede-
mokrasi anlayışııu yozlaşürmaya ve
özgürtüiderkaosu hajinegetirmeyebiç
genç bir bakan ısrarla söz ahp el-kol
hareketleri ve artistik görünme çaba-
lan ile rektörün konuşmasını eleştiri-
yor. Bu tür sözleri askerin kullanabi-
leceğini, ancak rektörün konuşmasın-
da aynı sözlerin yakışmadığını söylü-
yor. Toplanöyı izleyenler, bakanın ko-
nuşmasından, askerlerimizin kaba ko-
nuştuklan, rektörün ise yuvarlak, kay-
pak, her anlama gelebilen belirsiz söz-
cükler kullanması gerektiği anlamını
çıkanyorlar.
Politikacılanmız zaman zaman söz-
leri ve tavırlan ile bize Aaz Nesin'i
anımsatırlar. Bu art arda gelen savlar
ve davranışlar, bu kez bana Aziz Ne-
sin'i değil, UğurMumcu'nun "bigisa-
hibi oimadan fUdr sahibi olmak" de-
yimini anımsattı. Başkanıyla, baka-
nıyla, milletveküiyle ANAP yetkilile-
rinin bu tür çıkışlan, bende konu hak-
kında yeterince bilgi sahibi olmadık-
lan kanısına neden oldu. Çünkü ülke-
mizi tehdit eden din sancılanna ve bö-
lücülere destek vermeleri olasılığının
söz konusu olmadığını büiyorum. Ko-
nu hakkındaki gerçekleri bir kez da-
ha anımsayalım:
1 - Laik Ban ülkelerinin rahibe aday-
lannın örtündükleri dogru. Ama imam-
hatip okullannda rahip de yetişmiyor,
rahibe de. Çünkü Müslümanlıkta ruh-
ban sınıâ yok. Müslümanlıkta 'imam"
isimli bir meslek de yok. Toplu namaz
sırasında topluluktan bir kişi namazı
yönetiyor ve namaz kılanlar onunla ay-
nı hareketleri yaparak düzenli görünü-
mü sağlıyor. Toplu namazı yöneten
kişiye imam deniyor. Her toplu na-
mazda ayn bir kişi imamlık yapabili-
yor. tmamın din diploması olması ge-
rekli değil, sadece namaz kılmayı bil-
mesi yeterli.
2- Arap dünyasmda bazı ülkeleri
yöneten kimselere de lider veya yöne-
ten anlamında imam deniyor. Bizde ve
bazı Arap ülkelerinde imam okulu
varlığı, dinin gereği değil. Bu, Hıris-
tiyan dünyasında rahip ya da rahibe un-
vanını almış kişilerin toplumdaki say-
gm yerlerine özenip, Müslümanlıkta
da bunlara benzer unvanlaryaraöp ge-
çim yolu sağlamak isteği. Ulkemizde
yükseköğrenimlilerden daha yüksek
düzeyde imam ayhğı alan kişiler, bu
ayhklannı kamu kurumlanna gerekli
olmadığı halde konulmuş imam kad-
rolanndan alırlar, camilerden değil.
3- Ulkemizde hangi hanıma imam-
lık yapma izni verilmiş? Hiçbirisine.
Pelri, imam-hatip okullanndan mezun
binlerce erkeğin kaçı camilerde imam-
hk yapıyor? Hemen hemen hiçbirisi.
4- Müslümanlıkta camiler, kilise-
ler gibi ibadet evleri değildir. Hıristi-
yanlar kilisede ibadet ederler. Müslü-
man için ibadetin yeri yoktur. Deveüs-
tünde yolculuk ederken bile namaz
kılabilir. Müslümanın camisi, zama-
nın halkevidir. O zamanlarda tatil olan
cuma günleri camiye giden Müslü-
manlar, öğle namazı vakti geldiğinde
zorunlu olarak toplu namaz kılarlar.
Yoksa aynca cuma namazı farz oldu-
ğu için değil. Camilerin temizlik işle-
rini kayyum, mali ve idari işlerini mü-
tevelli yürütür.fltisininde imam olma-
sı gerekmez.
5- Laik yönetimde din eğitimi, ce-
maatin kendi konusudur. Cami, kili-
se ve benzeri binalan, cemaatlerin va-
kıflan yapar ve yürütür. Devlet, kamu
düzenini bozacak eylemler yapılma-
dıkca din inançlanna ve işlemlerine ka-
nşmaz.
Din toplumuna ibadet yeri açmaz,
toplumun açtıklanna kanşmaz. Din
okulu açmaz, devlet okullannda zorun-
lu din eğitimi vermez. Özel olarak ve-
rilen eğitimlere resmi denkhk vermez.
özellikle Müslümanlıkta din eğitimi
ile unvan kabul etmez.
Bir ülkede demokrasiden söz edile-
bilmesi için öncelikle laikliğin varlı-
ğı zorunludur. Laikliğin olmadığı bir
ülkede demokrasi de yoktur. Demok-
rasinin var olduğu bir toplulukta, de-
mokrasiyi yok etme özgüriüğü de yok-
tur, demokrasinin olmazsa olmaz ko-
şulu olan laikliği zedeleme özgürlü-
ğüde.
Olkemizde demokrasi var mıdıryok
mudur, bu ayn bir tartışma konusu.
Ama var olmasını istiyorsak, ılımlı la-
iklik gibi, yararlı tarikatlar gibi, şeri-
ata saygılı olmak gibi demokrasiyle
bağdaşmayacak sözlerden vazgeçme-
liyiz. Herkese mavi boncuk dağıtma
niyetiyle yuvarlak laflardan, kaypak ta-
vırlardan, oy kaygısı ile irticaya göz
kırpmaktan, bölücünün sırtını sıvaz-
lamaktan kaçınmalıyız. Mustafa Ke-
mal'in kendısinden sonraki nesillere
emanet ettiği laik demokratik Türki-
ye Cumhuriyeti'nin varlığını korumak
için ülke gerçeklerinı açık ve yalın bi-
çimde her yerde ve her fırsatta dile
getirmeliyiz. Türk Silahlı Kuvvetle-
ri'nin yaptığı gibi, Istanbul Üniversi-
tesi Rektörü'nün yaptığı gibi.
Ulkemizde dönekliğin, kaypaklı-
ğın, yalancılığın politika olduğu şek-
linde oldukça yaygın bir kanı vardır.
Gecmışte "Ben politikacıyım arkadaş,
gerekli gördüğümdedönerim,dün söy-
lediğimi inkâr ederim" diyen bakan-
lar görülmüştür. Ülkemizin böyle po-
litikacıya gereksinimi yok. Dürüst-
lük, açık sözlülük, varlığı da yoksul-
luğu da paylaşmak, çalışkanlık ve öz-
veri de bir politikadır. Ülkemizin ara-
dığı politikacı tipi budur.
ARADABİR
Prof. Dr. COŞKUN ÖZDEMİR
Özürlüler, Yeni Dünya
Düzeni ve Bilim Adamları
Dünyanın tüm ülkelerinde yaşayan insanlar için
huzurlu ve onurlu yaşam koşullan gerçekleştiriie-
mediği sürece insanlığın uygarlık düzeyine ulaştı-
ğından söz edemeyiz. -Albert Einstein, 7945-
Tüm insanlar özgür doğarlar, eşit hak ve onur sa-
hibidirler. -Insan Haklan Evrensel Bildirgesi, mad-
de 1-
Herkesin sağlık, iyilik ve huzuru için yeterli sayı-
lacak yaşam standartlan içerisinde bulunmaya ve
işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık ve dene-
timi dışında ortaya çıkan her türlü olumsuz koşul-
da güvenlik içinde yaşamaya hakkı vardır. -Insan
Haklan Evrensel Bildirgesi, madde 25-
Tüm özüriü insanlar her türlü aynmcılığa karşı ko-
runma hakkına sahiptirier ve evrensel haklar bil-
dirgesinde belirtilen eşitlikten bir ınsan hakkı ola-
rak eksiksiz yararlanmalıdırlar. Hükümetler özür-
lülerin topluma entegre olmalan ve ona katılabil-
meleri için her türlü bariyer ve engellerin kaldınl-
masından sorumludur. Sivil toplum örgütlerinin ve
özellikle engellilerie ilgili organizasyonlann, onla-
nn eşitliğini ve katılımını sağlamak için gösterecek-
leri gayret ve verecekleri destek büyük önem ta-
şır. -Özürlülerle ilgili ınsan haklan-
Her gün milyonlarca özüriü insan yoksulluk, bes-
lenme ve konut yetersizliği, eğitimsizlik, çevre kir-
liliği ve silahlı çatışmalar nedeniyle insan haklan ih-
lalleri ile karşı karşıya kalmaktadır. Dünyamız, özür-
iü insanlar için çok daha etkili ve yapıcı öniemler
alınmasına ihtiyaç duyuyor.
Bu yukandakileri 30 Eyîül 2000 günü Italya'nın
Capri Adası'nda yapılan bir ödül töreni sırasında
belirttim; toplantı salonundaki perdeye yansıttım
ve sözlerime şunlan ekledim: Benim, çahşma ar-
kadaşlanmla ve derneğimizin bir avuç gönüllü ve
özverili insanı ile birlikte nöromüsküler hastalıklar
(kas hastalıkları) alanında yapabildiklerimin böyle
uluslararası bir platformda değerlendirilmesi ve
dünyanın ünlü bilim adamlannın önünde aldığım
bu ödül mutluluk ve umut vericidir. Ancak, şunu
belirtmek isterim ki yeryüzünde yaşayan ve nöro-
müsküler hastalıklardan birine yakalanmış milyon-
larca insanın büyük çogunluğu bilim ve teknoloji-
nin bugün sevinerek tanık olduğumuz başanlann-
dan ve bunların sağladığı olanakiardan yoksundur.
Bu olanaklar ona gereksinimi olan insanlann ço-
ğunluğuna ulaşamamaktadır. Yazık ki benim ülke-
min insanlannın önemli bir bölümü de bunlann
arasında yer alıyor. Hiç kuşku yok ki yeni dünya
düzeni ve bugünkü durumu ile globalleşme sos-
yal devlet anlayışını zayıf düşürmekte ve eğitim ve
sağlıkta olduğu gibi sosyal güvenlik alanında da
özelleştirmelere öncelik verilmesine yol açmakta-
dır. Böyle bir programlamanın gelişme halindeki ül-
keler için büyük bir yanlışlık olduğu düşüncesin-
deyim. Kas hastalıkları konusundaki uğraşılanmı-
zın ulkemizde yeterince ilgi ve destek görmeme-
sinin en az kısmen buna bağh olduğu kanısında-
yım.
Sözlerimi bu şekilde tamamlayarak kürsüden
indiğimde Amerikalı, Ingiliz dahil Avrupalı ve Avus-
turyalı ünlü bilim adamlannın bana biraz sürpriz gi-
bi gelen övgüleri ile karşılaştım. Sözlerimi ve yeni
dünya düzeni konusundaki değerlendirmelerimi
tümü ile paylaştıklannı belirtiyoriardı. Biz o toplan-
tıda bulunan bir avuç Türk vatandaşı, dünyanın ge-
lişmiş ülkelerine mensup ünlü bilim adamlannın bu
davranışlannı umut verici bir yenilik ve gelişme
olarak karşıladık.
Ummet Dili, Millet Dili
ERTUĞRUL EFEOĞLU TMDM
Y
azıma, başlıktakı yanlışlığı dü-
zelterek başlamak istiyorum.
"Ünunet" sözcüğü ile "nO-
let* sözcüğü gerçekte tek bir
Arapça kökenden gelmekte ve
ikisi de tek bir göndenneyi
göstermektedir. O da anaçizgileriyle şudur: So-
mut altyapısı "ağaük düzeni" olan, soyut üst-
yapısı dinsel inaklann öznel yorumlanna göre
biçimlenen toplumsal evre... Bu tanıma göre,
sözcüklerin kökenbilimsel kaynağına dayana-
rak söylersek, "ûmmet dffi"nden "mlDet di-
K"ne geçişten söz edilemez. Olsa olsa, "ümmet
dili"nden 'hıhıs dffi"ne ya da "ulusal dfl"e ge-
çişten söz edilebilir.
özdekçi tarih anlayışına göre, toplumsal üst-
yapı, toplumsal altyapının evrimine koşut ola-
rak değişir, evrim geçirir. Köleci toplumun di-
li, özekini (kültürü) tüzesi, aile örgütü, dinsel
anlay^şı, vb. ile feodal toplumun dili, ekini, tü-
zesi, aüe örgütü, dinsel anlayışı, vb. birbirlerin-
den nasıl aynlıriarsa, anamalcı toplumsal alt-
yapının kendine özgü üretim-tüketim koşulla-
nnın gereklerine uygun biçünde düzenlenmiş
üstyapısal özellikler ağı da öncekilerden öyle-
ce aynlır. Dolayısıyla, aynlan, başkalaşan, baş-
tan aşağı bütün bir dünya görüşüdür.
Böyle olmakla birlikte, dilsel başkalaşımı
yalnızca bu kalıba sokarak ulamlaşormak ve Ba-
tı dünyasından yapay ve iyi yorumlanmamış ör-
nekler göstererek "Onlarneyapmış,bizne vap-
nnşE?" gibi basmakalıp sorulara sığıştırmak da
yanlışur. Çünkü Baü toplumlannın tarihsel ger-
çekleri ile Türk toplumunun geçmiş birikimi öz-
deş değildir. Dolayısıyla, dilin gelişimi bakumn-
dan da sıkı bir özdeşlikten söz edilemez.
Dilin oluşumu, gelişimi, başkalaşımı temel-
de üç boyutludur Sözdizimsel boyut, yapıbil-
gisel boyut ve sesbilgisel boyut. Dile yeni kav-
ramlann girişini, eski kavramlann edilgen düz-
leme çekilmelerini, yeni anlatım olanaklannnı
ve sözcük türetme yollarmın sınanmalannı da
bu üç temel boyut içinde değeriendirmekte sa-
kınca yoktur. Türkçe de bu bakımlardan olduk-
ça değişmiş, oluşum yülannın yapısından ve ni-
teliklennden oldukça başka görünümlere bü-
rünmüştür. "Onlarda nasıl, bizde nasıl" karşı-
laştırmasım ille yapmak gerekirse, bu açıdan
bir benzetme yapılabüir ve Bilge Kağan Yazı-
tı (732-735) ile Strasbourg Andı'nın (842) dil-
lerinin günümüzdeki anlaşılırlık oranlan sor-
gulanabihr. Kolayca kestirilebileceği gibi, La-
tinceden eski Fransızcaya geçiş sürecindeki bir
kesitte oluşturulmuş bulunan Ant'ın "FransH-
ca"sı ile Bilge Kağan Yazıtı'nın "Tûrkçe''si
bugünkü Fransız ve Türk kuşaklarca eş güçlük-
lerle anlaşılabilecek biçimlerdedir.
Anlaşılmadaki bu eşit güçlüğe lcarşın, bu dil-
lerin gelişim çizgüerinde koşutluk yoktur. Fran-
sızca, önemli bir yabancılaşmaya uğramadan,
kendi yapısal dokusu içinde, kendi yatağında
akarak gelişmiş, bugünkü biçimini de büyük öl-
çüde 17. yüzyılda ahnıştır. Öysa Türkçe, Müs-
lümanlığm benimsenmesi ve göçler nedeniyle
değişen coğrafyası, dolayısıyla yepyeni öze-
kinlerve uygarhklarla karşüaşarak değişime uğ-
ramıştır.
Osmanlıcayı bu gelişimin dışında tutmakta
yarar vardır. Çünkü Osmanlıca, yapıbilgisel
bakımdan, sesbilgisi bakımından ve sözdizim
bakımlanndan "uydunna" bir dildir. Osman-
lıca, toplam nüfusu olsa olsa yirmi otuz bin
olan başkent fstanbul'un Babıâli'sinde birkaç
Dergisi Düzeltmeni
bin kalem efendisinin yalan yaniış kullanabil-
diği yapay bir "kuş dili''dir. Bu dil, Türkçe,
Arapça, Farsça, Rumca, Ermenice, tbranice,
Macarca, Fransızca, vb. birbirlerinden olduk-
ça başka en az on alb dilden alınma sözcükler-
den oluşmuş bir sözvarlığına ve karma, zorla-
ma birdilbügisi kurallar dökümüne dayanmak-
tadır. Bu dilin temel amacı da yöneten kesim
ile yönetilen Türk tophımu arasma dilsel bir en-
gel koymaktır. Türleri ne olursa olsun (sinema
dili, çiçeklerin dili, renklerin dili, sağır ve dil-
sizlerin dili, anlann dili, vb), dillerin asal işle-
vi bireyler ve toplumsal kesimler arasında ile-
tişım kurmak olmasına karşın, Osmanlıca, ile-
tişimi güçleştirmek, iletişimi kesmek amacıy-
la oluşturulmuştur. Bu da, toplum ile toplumun
kendi siyasal örgütü olan devletin birbirlerine
yabancılaşmalarma yol acmıştır. Buna birde im-
paratorlugu oluşturan budunsal çeşitliliği (Türk,
Arap, Acem, Kürt, Çerkes, Rum, Yahudi, Boş-
nak, Arnavut, vb) ve dolayısıyla bu kesimlerin
dillerinin eş dönemlerde bıllanilmalânnın ya-
rattığı kargaşayı da eklersek, ımparatorlugun bi-
linçli olarak beslediği dilsel parçalanmanın bir
hoşgörüden çok, yönetilen kesimlerin düşün-
sel, öğretisel ve siyasal bir dayanışma içine gir-
melerini, bir bütünlük içinde ortak tepkiler
oluşturmalannı engellemeye yönelik olduğu
sezilebilir.
Popûler aşk şiirieri
Bir ümmet toplumu olmakla birlikte, Os-
manlı toplumunun üstdili olduğu ilen sürülen
Osmanlıcanın, Kuran'ın dili olan Arapça olma-
dığını örtük biçimde yukanda anımsatmıştm.
Dolayısıyla, yine ileri sürüldüğü gibi, sayılan
az ve nitelikleri düşük de olsa Osmanlı döne-
minde üretilmiş olan 'ümî ve edebî metinler"
de Arapça değildir. İlle de bir karşılaştırma
yapmak ve koşutluk kurmak istenirse, Batı top-
lumlan için de böyle olmadığı görülür. Ancak
burada, Ortaçağ'dâki kilise Latincesi ile Aydın-
lanma dönemi öncesi Latincesini "ideolojik"
olarak, anlam bakımından birbirinden ayırmak
gerekir. Bunu özellikle, "Erasmus da ümmet
dili Latinceyle yazıyordu, Erastusda ümmet di-
li Latinceyle yazıyordu, Nevtton da ümmet dili
Latinceyle yazıyordu, üşenmesem listevi uzata-
bifirim" diyerek dalgınlık gösteren, Gazi'yi bir
bütün olarak iyice kavrayamamış Kemalist'le-
rin ya da gizli Atatürk düşmanlannın kulakla-
nna küpe olsun diye özellikle vurgulayarak ya-
zıyorum. Alacakaranlıkta imgelemimize takı-
lıveren 'ügiııç'' imgelerle popükr aşk şiirieri
düzülebilir, ama alacakaranlıkta bize "ilginç''
geliveren yorumlamalarla tutarh bir düşünsel
düzvaa oluşturulamaz.
Gerçekten, Latince yazanlar listesini üşenme-
sem ben de uzatabilirim. Ne var ki Batı toplum-
lan ile Osmanlı Imparatorluğu arasında biröz-
deşlik kurarak Avrupa Ortaçağı'nı Batı'nm
*ümmetdönemi" olarak adlandıran kimi aydın-
lar gibi yapmaktan kaçunnm; en azmdan yu-
kanda adlan verilen yazarlann, Latinceyi, Ay-
dınlanma dönemini hazırlayan yazarlar olarak
bambaşka bir dünya görüşüyle, köhnemiş Or-
taçağ karanlığını yarmak amacıyla kullandık-
lannı yazanm. Bu yazarlann doğum ve ölüm
tarihlerine göz atmak bile onlann Latinceyi
hangi işleviyle kullandıklannı kolayca sezin-
letiverir Erasmus 1469-1536; Erastus 1524-
1583; Newton 1642-1727. Ortaçağın kuramsal
olarak 1453'te sona erdiği de anımsanırsa, bu
yazarlann
it
ümmetdönemi" yazarlan olarak anıl-
malanna şaşmak gerekir. Kaldı ki bu üç yazar
da skolastik dönemi ve skolastik yöntemleri
alabildiğine eleştiren hümanist yazarlardır! Bü-
tün bunlara, Avrupa'da basılan ilk kitabın Gu-
tenberg'in''Latince" olarak bastığıKitab-ıMu-
kadddesolduğunu ve basım yılmın da 1453/1454
olduğunu eklemek gerekir. Aynca, basımcılı-
ğın gelişmesinde, çeşitli kolaylıklar sunması
nedeniyle Latincenin ve Latin harflerinin yeğ-
lenmesinin de büyük katkılan olduğunu anım-
samak, Latincenin bu dönemde bir ümmet di-
li olmaktan çok, Aydınlanma dönemine açılan
dönemın dili olarak işlev üstlendigini tanıtlar.
Bu dönemin çoğu hümanist yazan, kilise er-
kinin Ortaçağ boyunca bilisiz (cahil) halkı kan-
dmna, sömürme aracı olarak bin yıl kullanmış
olduğu Latinceyi, bulandınlmamış "antik" çağ
kaynağını iyi özümsemek, ona öykünmek, in-
san onurunu bin yıllık bir karanlıktan sonra yü-
celtmek amacıyla kullanmıştır. Karşılaştırma
yapmayı sevenler için yazmak gerekirse, tıpkı
Osmanlı döneminde olduğu gibi, Batı'nın Or-
taçağı'nda da "söz sanaüan", "bdagat", "gra-
mer" vb. alanlar dışında dişe dokunur, işlevsel,
yaratıcı pek bir şey üretilmiş değildir.
Türk toplumu da, bu tür boş, temelsiz ve kı-
sır konulan aşıp bilimsel nitelikli, yaratıcı ya-
pıtlar üretmek amacıyla, hiç kuşkusuz daha
Genç Kalemler'den başlayarak, bulandınlma-
mış belli birözkaynak arayışma girişmiştir. Ay-
nca bunu, "Uhısai dil pazarlamacı dilidir, rek-
lamahkdilkür'' diye suyuna tirit derinüksiz gö-
rüşlerle de yapmış değildir. Bu girişim, tarih-
sel ve toplumsal boyutlanyla olduğu ölçüde, dü-
şünsel, güzelduyusal, bilimsel, duygusal bo-
yutlanyla da oylum kazanan, bütüselliği olan
devrimci bir atılımdır.
Yanhşhk FaMh Rıfla'da
Mustafa Kemal Atatürk, Ayduılanma devri-
mi çapında bütünsel bir öğretiyi, sınama-yanıl-
ma yöntemiyle, el yordamıyla, rastgele oluştur-
madığı gibi, bu öğretiyi Türkiye Cumhuriyeti
adıyla somutlaştınrken de herhangi bir düşün-
sel bulanıkhğa uğramış değildir. Bu bakımdan,
FaühRıflaBey'üı birkaç aynnnyakapüıp söz-
cük sayımı yapmak yoluyla Atatürk'ün dil dev-
riminden caydığını sanması ne denli yanJışsa,
yüce önderin Ulus gazetesinde imzasız olarak
"Osmanhca kelime>i savunan", dil devrimıne
karşıt yazılar yazdığını ileri sürmek de o den-
li büyük bir haksızlıktır...
Demek, Atatürk öz düşüncelerini, öz görüş-
lerini açık açık savunamayacak denli özgüven-
den yoksun birisiydi, öyle mi?..
Tam tersine; Atatürk ulkemizde düşünsel ve
siyasal tarnşmalann açılmasını isteyen, bunun
için önayak olan bir önderdir. Muhalefet par-
tisi kurulmasını candan isteyen Atatürk'tür. O
günlerde tüm dünyada yeni yeni beliren kadın
haklan eylemlerini Ankara'da perde arkasından
başlatan da odur. Bu gibi örnekleri çoğaltabi-
liriz. Atatürk, tutarlı ve uygar olmalan koşuluy-
la karşıtlanna gereksinme duyan. bu karşıtlığı
yaratmaya çaba gösteren görkemli bir önder-
dir! Büyük ve köhnemiş bir toplumsal yığını
ümmet dağınıklığından sıyınp ulusal birbütün-
lüğe evrimleştiren büyük önderimizi, ne yapa-
cağını arada bir şaşuan birisi olarak değerlen-
diren ve onu anlamakta bugün de güçlük çe-
kenler arasında ozan, fılozof, romancı, senarist,
gazeteci türiinden kişilerin de bulunduğunu
gönnek çok acı. Neyse ki gençlerin çogunluğu
öyle değil.
PENCERE
Madum Miislüman
"Uria İmam Hatip LJsesiöğrencibulamadığı için
kapatıldı." (Hürriyet, 17 Ekim)
Bergama İmam Hatip üsesi'ne kimse yazılma-
dığı için, ilk sınıf kapatılmış. Karşıyaka İmam Ha-
tip LJsesi 100 öğrenci alabilecekken okula 14 kişi
başvurmuş.
Oysa imam hatip okullan, 28 Şubat öncesinde,
dolup taşıyordu.
Neden?..
Kimse imam olmak için okula başvurmuyordu;
imam okullan meslek okulu olmaktan çıkmışlar,
temel öğretim kurumlanna dönüşmüşlerdi.
Mühendis, doktor, savcı, yargıç, bilgisayar mü-
hendisi, emniyet müdürü, vali, kaymakam, vb. ol-
mak için imam okuluna gitmeye gerek var mı?.. Hem
bu okullardinei partilerin arka bahçeteri gibiydi; dev-
let eliyle -yurttaş değil- ümmetçi yetiştirmek, Ay-
dınlanma'ya "karşıdevrimci" üretmek, irtica yo-
lunda devşirmecilik yapmak Milli Eğitim Bakanlı-
ğı'nın işlevi olmuştu.
Islamda kadından imam olmaz, değil mi?.. "Cum-
huriyet Devleti Milli Eğitim Bakanlığı"nın imam
okullannda kız çocuklan okutuluyorlardı; beyinle-
ri yıkanan genç kızlar üniversitelerde "tesettürey-
lemlerinin mücahideleri"ne dönüşeceklerdi.
28 Şubat, laik Cumhuriyet'in anayasal hukuku-
na dönüşü sağladı.
Devlet eliyle irtica yatınmı durdu. ' : '•
•
Dinci partinin lideri Necmettin Erbakan, baş-
bakan olunca ne yapmıştı?..
Dünya coğrafyasında ne kadar şeriatçı devtet var-
sa bir bir kapısını çalmış, köktendinci liderierie hal-
vet olmuş, ama, umduğunu bulamamıştı. Necmet-
tin Hoca AB'yi de "Hıristiyan Kulübü" diye aşağı-
lar, kısmetini "Şarfcta arardı.
Dincilikti yolu..
"Ya kanlı olacaktı buiş.." : <
"Ya kansız..."
28 Şubat dönüm noktası oldu.
Dinci liderin partisi kapatıldı, kendisine siyaset
yasaklandı.
Dinci Erbakan'ın emanetçisi Rocai Kutan şim-
di ne yapıyor?..
Ne Kaddafl'ye gidiyor.
Ne de Hatemi'ye..
Kısmetini Iran'da, Sudan'da, Suudi Arabistan'da
değil, Avrupa'da anyor; Hıristiyan liderierin kapısı-
nı çalıyor.
Refah Partisi'nin gözü "Do^u'da idi.
Fazilet'in gözü "Saf/"da mı?..
28 Şubat'ın "fazilet-i tert)iyetkârisi" şeriatçılığı,
dinciliği, mürteciliği eğitiyor mu?..
Göreceğiz.
•
Tüm dünyada inancına içtenlikte bağlı mazfum
Müslüman acı çekiyor.
Batı'nın dayattığı ekonomik sistem, yoksulların
kalkınmalanna elvermiyon dünya kuzey ve güney
diye ikiye aynldı; Müslümanlar açlık ve besinsiz-
likten yakınan dünya coğrafyasında yer alıyorian
çoğu Islam ülkesi kendi içinde ve dışında baskı,
zulüm, çatışma sürecini yaşıyor. Köktendinciler,
yalnızTürkiye'de değil, Islam coğrafyasının herya-
nında saf müminlerin başına beladırfar.
Mazlum Müslüman içten ve dıştan iki ateş ara-
sında yanıp kül oluyor.
Dincilerin saldırısından korundukça, mazlum
Müslüman rahat edecek; ibadetini siyasetten ann-
dırarak yapmak olanaklanna kavuşacak; köleliğe
karşı savaşımını güçlendirecek...
İLAN
TC
ANKARA16.İCRA
MÜDÜRLÜĞÜ'NDEN
İLAMSIZ TAKtPLERDE ÖDEME
EMRMNİLANEN TEBLİĞ1
DosyaNo: 1999/7153
Alacakh: Pamukbank A.Ş. Av. Murat Kaya, An-
kara.
Borçlu: Selma Aydoğan, 4. Etap 17666 ada, 189.
Sk. 8/11 Eryaman-Ankara.
Alacak: 323.199.359.- TL.'nin yüzde 375 faizi ve
masraflan ile birlikte ödenmesi.
Yukanda yazılı borcunuzdan dolayı adnuza gön-
derilen ödeme emri bila tebliğ iade edilmiş, yapnn-
lan zabıta araştırmasından da adresıruzm meçhul ol-
duğu anlaşılmış olduğundan, işbu ödeme emrinin
ilanen tebligine karar verilmiştir.
İşbu ılanın gazetede yayınlandığı tanhten itibaren
kanuni süreye 15 gün Uave olunarak yukanda yazı-
lı borç ve masraflan 22 gün içinde ödemeniz (temi-
natı vermeniz), borcun tamamına veya bir lasmuıa
veya alacaklının takibat icrası hakkına bir itirazınız
var ise, senet altındaki imza size ait değilse yine bu
22 gün içinde aynca ve açıkça bildırmeniz, aksi hal-
de icra takibinde bu senedin sizden sadır olmuş sa-
ydacagı, imzayı reddettiğiniz takdirde merci önün-
de yapılacak duruşmada hazır bulunmaıuz, buna
uymazsanız vaki itirazınızın muvakkaten kaldınla-
cağı, senet veya borca itirazınızı yazılı veya sözlü
olarak icra dairesine 22 gün içinde bildirmediğiniz
takdirde aynı müddet içinde 74. madde gereğince
maJ beyanında bulunmanız, aksi halde hapisle taz-
yik olunacağınız, hiç mal beyanında bulunmaz ve-
ya hakikate aykın beyanda bulunursanız hapisle ce-
zalandınlacağınız, borç ödenmez veya itiraz edil-
mezse cebri icraya devam edileceği ihtar olunur.
Basın: 58483
ANKARA16. İCRA MÜDÜRLÜĞÜ'NDEN
ÜLAMSIZ TAKtPLERDE ÖDEME
EMRİNtN İLANEN TEBLİĞt
DosyaNo: 1999/6489 ..
Alacakh: Pamukbank A.Ş. Av. Murat Kaya, Ankara.
Borçlu: Ertuğrul Başsezgin, Ankara Merkez Komutanlığı-Ankara.
Alacak: 1.625.533.094.- TL.'nin yüzde 375 faizi ve masraflan ile birlikte ödenmesi.
Yukanda yazılı borcunuzdan dolayı adınıza gönderilen ödeme emri bila tebliğ iade edilmiş, yaptınlan zabıta araştırmasından da ad-
resinizüı meçhul olduğu anlaşılmış olduğundan, işbu ödeme emrinin ilanen tebligine karar verilmiştir.
tşbu ilanın gazetede yayınlandığı tarihten itibaren kanuni süreye 15 gün ilave olunarak yukanda yazılı borç ve masraflan 22 gün için-
de ödemeniz (teminatı vermeniz), borcun tamamına veya bir tosmına veya alacaklının takibat icrası hakkına bir itirazınız var ise, se-
net altındaki imza size aıt değilse yine bu 22 gün içinde aynca ve açıkça bildinneniz, aksi halde icra takibinde bu senedin sizden sa-
dır olmuş sayılacağı, imzayı reddettiğiniz takdirde merci önünde yapılacak duruşmada hazır bulunmanız, buna uymazsanız vaki itira-
zınızın muvakkaten kaldınlacağı, senet veya borca itirazınızı yazılı veya sözlü olarak icra dairesine 22 gün içinde bildirmediğiniz tak-
dirde aynı müddet içinde 74. madde gereğince mal beyanında bulunmanız, aksi halde hapisle tazyik olunacağınız, hiç mal beyanında
bulunmaz veya hakikate aykın beyanda bulunursanız hapisle cezalandınlacağınız, borç ödenmez veya itiraz edilmezse cebri icraya de-
vam edileceği ihtar olunur. Basın: 58485
ANKARA 16. İCRA MÜDÜRLÜĞÜ'NDEN
İLAMSIZ 1AKİPLERDE ÖDEME
EMRİNİN İLANEN TEBLİĞ1
DosyaNo: 1999/7154
AJacakb: Pamukbank A.Ş. Av. Murat Kaya, Ankara.
Borçlu: Mehmet Çevik, Hacettepe Üniversitesi Ayniyat Saymanlığı Beytepe-Ankara.
Alacak: 472.895.010.- TL.'nin yüzde 375 faizi ve masraflan ile birlikte ödenmesi.
Yukanda yazılı borcunuzdan dolayı adınıza gönderilen ödeme emri bila tebliğ iade edilmiş, yaptınlan zabıta araştırmasından da adre-
sinizin meçhul olduğu anlaşılmış olduğundan, işbu ödeme emrinin ilanen tebligine karar verilmiştir.
İşbu ilanın gazetede yayınlandığı tarihten itibaren kanuni süreye 15 gün ilave olunarak yukanda yazılı borç ve masraflan 22 gün için-
de ödemeniz (teminatı vermeniz), borcun tamamına veya bir kısmına veya alacaklının takibat icrası hakkına bir itirazınız var ise, senet
altındaki imza size ait değilse yine bu 22 gün içinde aynca ve açıkça bildinneniz, aksi halde icra takibinde bu senedin sizden sadır ol-
muş sayılacağı, imzayı reddettiğiniz takdirde merci önünde yapılacak duruşmada hazır bulunmanız, buna uymazsanız vaki itirazınızın
muvakkaten kaldınlacağı, senet veya borca itirazınızı yazılı veya sözlü olarak icra dairesine 22 gün içinde bildirmediğiniz takdirde aynı
müddet içinde 74. madde gereğince mal beyanında bulunmanız, aksi halde hapisle tazyik olunacağınız, hiç mal beyanında bulunmaz ve-
ya hakikate aykın beyanda bulunursanız hapisle cezalandınlacağınız, borç ödenmez veya itiraz edilmezse cebri icraya devam edileceği
ihtar olunur. Basın: 58484