Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 9OCAK2000PAZAR
HABERLER
DUNYADA BUGTJN
ALİStBMEN
Dolmuf mu, DoMunifmu?
Sevgili, •
AJmanya'ya ilk kez 1962 yılı yazında gitmiş-
tim. Sirkeci'den kalkan tren 48 saatte Münih'e
vanyordu.
22 yaşında bir Türk gencinin ilk Avrupa gezi-
sinin oldukça şaşırtıcı geçtiğini tahmin edebi-
lirsin.
Hamburg'da kentin varoşlannda oturan bir
dostun evinde kaJıyorduk. Ulaşım aracı tram-
vaydı. Henüz metro oraya uzamamıştı.
Metro ve kamu ulaşjm araçlannın gelişmişli-
ği, Almanya ve Avusturya'yı içeren o gezimde
dikkatimi en çok çeken noktalardan biri olmuş-
tu.
Anımsarsın herhalde Sevgili, altmışlı yıllarda
nüfusu henüz bir milyon dolayında olan ve Ab-
dülhamid döneminden kaimış, yalnızca 600-
800 metretik, "tünel" adını verdiğimiz, kayışla
çekilen, Karaköy ile Istiklal Caddesi'nin baş-
langıcı arasında kısa bir metrosu bulunan Istan-
bul'un belli başlı kara ulaşım aracı dolmuşlar-
dı.
Dolmuş, 2. Dünya Savaşı'nın zortuk dolu yıl-
lannda bulunmuş bir Türk icadı idi ve özellikle
altmışlı yıllarda iyice gelişmişti.
Hemen her bölgeye; beş, eskiden kalma stra-
pontenli lenduhalarda sekiz kişi taşıyan araba-
lar, kaldınmda beklerken önünüzde durur, sizi
alır, ineceğiniz yer anayol üzerinde ise kapıya
btrakırdı. , ' - . *•-<-.-•
•••
Toplumsal yaşamımızda, pratik Türk zekâsı-
nın enfes bir ürünü olarak algılanırdı "dol-
muşlar.
Ama Sevgili, ben sonraki yıllarda, gelişmiş ül-
kelerin hiçbirinde, dolmuş denen sisteme rast-
lamadım.
Örada metrolar ile yeraltından, otobüslerle
tercihli yollardan sağlanıyordu ulaşım. Hattaza-
man zaman gençler, bizdeki gibi 300 metrelik
• mesafede dolmuşla indi bindi yapmak yerine,
bir-iki kitometreyi yürüyorlardı; geniş, düzgün ve
üzerinde arabalann park etmemiş olduğu kal-
dınmlarda...
Söz konusu ülkeleri ziyaret ettiğimde, pratik
Türk dehasının ürünü olan dolmuşu düşüneme-
miş olmalanna, önceleri için için gülerdim.
Sonra bir gün düşündüm. Bu geniş caddele-
ri yapan, gerçek kentler inşa eden, patlamalı
dört zamanlı motoru bulan, otomobili yüzyılımı-
• an simgesi haline getiren bu insanlar, nasıl olu-
yor da pratik dolmuşu kullanmak yerine topra-
ğın altını, tramvaylan, otobüsleri yeğliyorlardı?
Aslında yanıt basitti. Dolmuş korkunç bir
akaryakıt, malzeme, insangücü ve zaman isra-
fıtdi. '
Bir araoayla bir sürücü ve beş kişryf taşımak
yerine beş vagonlu metroyla yüzlerce kişiyi bir
anda taşımak hem daha ekonomikti hem de
trafik açısından daha rahat. Aynı gerekçe, ter-
cihli yollarda muntazam çalışan otobüsler için
de geçeriiydi.
Elâlemin, sokağa atacak parası ve zamanı
yoktu. Biz ise eğri büğrü daracık Istanbul so-
kaklannda, dolmuşlar içinde vakit harcıyorduk.
Kjsacası, pratik Türk zekâsı, her açıkgözlük
gibi, aslında büyük bir ahmaklık ırmağına akan
küçük kurnazlık derelerini andınyordu.
•••
Gazetelerin bildirdiğine göre, duvar yıkıldı-
ğından berit
büyük bir dünya kenti olma yolun-
da dev adımlarla ilerleyen Berlin'de, uyanık
Türkler dolmuş sistemini yürüriüğe koyacak-
larmış; izin çıkmış, uygulama başlıyormuş.
Doğrusu sonucu çok merak ediyorum. Baka-
lım, dolmuşlu ulaşımda Berlin sokaklan ve tra-
fiği ne hal alacak?
Acaba Almanlar, pratik Türk zekâsıyla Alman
disiplinini birleştiren bir çözümü yaşama geçi-
rebilecekler mi?
Ama sonuç ne olursa olsun, değnekçilerin
anonslan olmayınca, bu işin gerçek tadına va-
nlmayacak.
Gerçekten, şöyle değnekçiler, Ku Dam'ın kö-
şesinde "Haydi Kreuuzbeerg biriki!" diye ba-
ğırmadıklan sürece, o dolmuşun tadı olur mu?
Kaçırılan Zehra vakfı yoneticileri
Poİisegöre en yakın
olasılık HİTJbullah
SEKTAÇEŞ
ANKARA - Istan-
bul'da kaçınlan Nurcu
Zehra Vakfi yoneticileri
ve bazı işadamlannı bul-
mak amacıyla yürütülen
operasyonlar Hizbul-
lah'ın etkin olduğu Gü-
neydoğü'yu da kapsaya-
cak şekilde genişletiliyor.
Emniyet Genel Müdûrü
Turan Genç, şu anda net
bir şey olmadığını, en ya-
kın ihtimal olarak Hiz-
bullah.ın üzerinde durul-
duğunu kaydetti.
1990'hyülardaGûney-
doğu'da satır, pala ve si-
lahlı eylemler gerçekleşti-
ren Hizbullah'ın tlim
Grubu'nun iç çaüşma içi-
ne girdiği bildirildi. Nur
Tarikatı'nın .kunıculann-
dan Said-i .Nursi'nın Kürt
yönûnü ön plana çıkara-
rak, bu konuda araşurma-
lar yapan Zehra Vakfi yo-
neticileri ve bu vakfa ya-
kın ışadamlannın kaçınl-
ması dikkatlerin yeniden
llim Grubu'na çevrilme-
sine neden oldu.
Emniyet Genel Müdü-
rü Turan Genç, konu ile
ilgili birimlerin çalışma-
lannı sürdûrdüklerini be-
lirterek, "Şu anda net bir
şey yok. Bütün ihtimalkr
üzeride duruluyor. En ya-
kmihtnnal olarakdaHiz-
bnOah üzerinde duruhı-
yor" dedi. Zehra Vakfi
yoneticileri ile tlim Gru-
bu'nun Doğu kökenli ol-
duklanna dikkat çeken
Genç, "HizbuHah'uı keo-
dine karşı görüşiere kar-
şı tutumu biündiği için o-
nun üzerinde de dunılu-
yor" diye konuştu.
Genç, Eski Mersin Be-
ledıye Başkanlanndan
Halil Kuriş'ın akrabası
Konca Kuriş'in kaçınl-
ması olaymdan da olum-
lu veya olumsuz bir so-
nuç alınamadığını kay-
detti. Emniyet Genel
Müdürü Genç, "O da he-
nüz izlemede. Yaşryor
mu, yoksa yaşamıyor mu
bir bflgi akunadık. O da
iztediğûniz, günceDiğini
koruyan komılar arasm-
da" dedi.
îşkenceyi belgelemeye yönelik İstanbul Protokolü bu ay uygulamaya giriyor
Heküııleıiıı işkeıice savaşmu
ASUMAN ABACIOĞLU
İZMİR - tşkence konusunda kötü bir
üne sahip Türkiye'de 1999 yıh da,
kamuoyunu sarsan bir dizı hak
ihlalleriyie öne çıkü. Ancak bu kez
işkenceye karşı mücadelede Türkiye
kaynakJı bir girişün uluslararası
anlamda önem kazandı ve Birleşmiş
Milletler Genel Kurulu'nda 4 Aralık
1999'da onaylanan ve Ocak 2000'den
itibaren yürüriüğe gırecek olan
işkenceyi belgelemeye yönelik İstanbul
Protokohı'nün oluşumuna Türk
hekimleri damgasını vurdu.
İstanbul Protokolü, çeşitli ülkelerden 34
kuruluşun üç yıllık ortak çahşması
sonucu hazırlandı. Protokolün
'tstanbul' adıyla anılmasında, işkenceyi
kanıtlayabilmek için 13 yıldır
"aJternatif adü üp raponan" hazırlayan
Türk hekimlerinin çalışmalannın
"model ahnmaa'' etken oldu. Türkiye
Insan Haklan Vakfı ve Tüık Tabipleri
Birliği üyesi hekimlerin, "işkence
yoktur'' şeklindeki resmi adli üp
raporlan karşısuıda işkenceyi
kanıtlayabilmek için gelişürdikleri
yöntenîler, istanbul Protokolü'nde
"uluslararası standart" olarak yer aldı.
Yaygın ve sıstemaük işkence uygulanan
ülkeler arasuıda yer alan Türkiye'de,
işkence mağdurlannı tedavinin yanı sıra
onlann işkence gördüklerini
kanıtlayabilmek için "ieri tetküder" de
geliştirmek durumunda kalan Türk
hekimleri, bu çalışmalanyla İstanbul
Protokolü'ne kendi damgalannı
vurdular. tşkence ve kötü muamelenin
yasal ve übbi olarak araşnnlması ve
belgelenmesı için uluslararası
standartlar getiren bir protokol
oluşturulması düşüncesı ilk kez
Türkiye'de ortaya çıkti. Protokolde,
Türk hekimlerinin, alternatif adli üp
raporu hazırlama yöntemleri model
alindı.
Tıbbi teknik geHştirilmeti
Türkiye'de işkencenin varlığı kolay
kolay kabul edihnediği için, işkenceyi,
üzerinden uzun bir süre de geçse
saptayabilecek "üeri übbi tetküder''
geliştiren Türk hekimlerinin bu
yöntemleri, protokolde, yapdması
gereken işlemler arasında yer aldı.
Protokolün başlangıç ve hazırlık
çalışmalanna katılan kuruluşlara
mensup kişiler içinde en "motive"
olanlar, Türkiye'dekilerdi. Çünkü kendi
deyımleriy le "en çok onlann canı
yamyordn". tşkence yaygnıdı ve •
Türkiye 'de hekimler işkenceyi *" *~*
belgeledikleri için çok ağır baskı
alündaydılar. İşkencenin
kanıtlanmasında çok büyük engellerle
karşılaşılıyordu ve onlan bu konuda
"akematif adli üp raponan" çözümüne
iten bu" büyük çaresizlık ıçindeydiler.
Bu yüzden, dünyanın hiçbir ülkesinde
gerekmediği halde, suf Türkiye'de
»işkencenin varkğmı lüuuttayabümek
için" yapmaya zorunlu kaldîklan
sinügrafi ve biyopsi gibi ileri tetkikleri
tstanbul Protokolü'ne koymakta ısrar
ettiler. Birleşmiş Milletler'de protokolü
hazırlayan kuruluşlar adına konuşan
Türkiye tnsan Haklan Vakfı (TİHV)
tzmir Temsilcisi Prof. Dr. Veli Lök,
işkence iddialanna yönelik übbi
inceleme, araşürma, muayene,
değerlendirme ve rapor hazırlanmasında
uyulması gereken standartlan içeren
tstanbul Protokolü'nün bir tavsıye
belgesi olduğuna dikkat çekerek, bu
standartlann uygulanmasında hekimlere
olduğu kadar hukümete de sorumluluk
yüklendiğini vurguladı. Yapünmı
olmamasına karşın, uygulanmadığı
takdirde resmi adli üp raporlannın
geçersızliğinin daha rahat bir şekilde
reddedilmesi olanağı doğduğunu
kaydeden Prof. Dr. Lök. "Eskiden
'işkence yoktur' şeklindeki resmi adli üp
raponannın vanh^hgm^ vetersizliğini,
uluslararası buunsel birikime ve etik
knrauara dayanarak hazuiadığunız
aJternatif adü üp raporiannda ortaya
koyuyor ve mahkemeiere getiriyorduk.
Şimdi bu protokole dayanarak yetersiz
raportarm reddmi sağlayabieceğiz"
dedi. tşkencede yaşamını yitıren Baki
Erdoğan ile ilgili davada, yine bir BM
belgesi olan Minnesota Otopsi
Protokolü'ne uyuhnadığı gerekçesiyle
otopsi raporunun yetersızliğını iddia
ettiİderini anımsatan Prof. Dr. Lök,
buna dayanarak hazırladıklan alternatif
adli tıp raporunun Adli Tıp Genel
Kurulu'nda resmi adli üp raporuyla
karşılaştınldığını ve sonuçta kendi
hazırladıklan raporun kabul edildiğini
söyledi. Bundan sonra İstanbul
Protokolü'ne uyulmadan hazırlanan her
raporun hekinı için bir yetersizlik olarak
kabul edileceğini kaydeden Lök, bu
yetersizliğin ortaya konulmasında
alternatif raporlara bir süre daha iş
raporiannda uzun süredir
kullandıklannı anımsatan Lök,
protokolün hükümetlere yüklediği
sorumluluğu da şöyle anlattı:
'Sağhk Bakanhğı eğitıneB'
"Halkuı şaghgmrian sonımhı olan
Sağhk Bakanhğı, protokoMe yer afan
ııygııhmahra ilişkin eğitimi hekimlere
vermek mecburiyetinde. Aynı zamanda
ünrvershelerin de bö>1e bir mecburiyeti
var. Adli üp eğhiminde buna göre
değişüdikler \^pdmalıdır. Öte yandan
protokolde zorunlu tutulan ileri
tetldklerin yapdması önemU masraflar
getiriyor. Biz bunlan vakfimız kanafayla
karşılnorduk. Ancak işkence ola>i
hasûnelere vakfimız üzerinden
düşeceğini belirtü'. İstanbul
Protokolü'ne kadar işkenceyi
kanıtlamaya yönelik adım adım
yapılması gerekenleri belirleyen
uluslararası kurallar bütünü ounadığuu
kaydeden Lök, bu eksikliğin yanı sua
Türkiye'de hazırlanan resmi adli tıp
raporlaruun da büyük bölümünün yanlış
sonuçlar ıçerdiğıni ammsatü.
istanbul Protokolü
Buna; polısın baskısı, hekimin bilgi
yetersizliğinin yam sua esas olarak bu
raporlann hazırlanmasında gelişmiş
tıbbi araşürmalann yapılmamasının
neden olduğunu vurgulayan Lök,
tstanbul Protokolü'nün bu eksikliği de
ortadan kaldırdığuu söyledi. Bu
gelişmiş tıbbi araştırmalan,
kendilerinin, alternatif adli üp
gttmediği zaman, vatandaşlar adli üp
mua>enelerinin masrafinı kendileri
karşılamak zorunda kahyordu. Bu da,
\-atandaşın bu ileri tetkikleri
kııBanmamaa sonucunu doğunnt>rdu.
Şİmdİ devietin DU hnkânbın ımgtantaa
gereldyor. Madem hekhni adli üp
raporu vermek için göreviendirdiniz,
onu, uygun araşürma ve bdgi>le teçhiz
etmeniz gerekir."
Türkiye'deki resmi adli üp raporlannın
yetersizliği üzerine TÎHV ve Türk
Tabipleri Birliği'nce başlaülan alternatif
üp raporlannın hazırlanması,
mahkemeiere sunulması ve olumlu
sonuçlar aunmasının uluslararası
toplanülarda gündeme geririlmesi ve
ilgi görmesiyle İstanbul Protokolü'nün
model oluşturduğunu vurgulayan Prof.
Dr. Veli Lök, "Biznn alternatif üp
rarjorianmceda kuland^nnız ueri
araşürmalann hepsi Istanbal
Protokolü'nde yer akfa" dedi. Tıp
alanında kullanılan sintigrafı, biyopsi ve
MR gibi yöntemlerin, işkencenin
belgelenmesinde dünyada ilk kez
Türkiye'deki hekimler tarafından
kullanıldığını vurgulayan Prof. Dr. Lök,
uluslararası platformlarda bu ileri
yöntemlerin gerekliliğini savunmak
durumunda kaldıklannı ve bir tarüşma
zemini yaratüklarmı söyledi.
Lök, işkenceyi belgelemeyi amaçlayan
uluslararası bir protokolün 'tstanbul'
adıyla anılmasının Türkiye için
anlamını da şöyle anlattı:
"Protokolün tstanbal adını afanasmda,
burada daha önce bizkr taranndan
Hekimlere
baskı
Türkiye'de, dürüst ve onuriu
hekimlik yaparak, yazdıklan resmi
adli üp raporiannda işkenceyj
belgeledikleri için hakkmda dava
açılan Dr. Eda Güven ile hapse
atılan Dr. Cumhur Akpmar
örneklerinde olduğu gibi işkenceyi
görmezden gehneyen' hekimler
üzerinde büyük bir baskı
bulunuyor. Diğer yandan, resmi
adli üp raporlaruun büyük öiçüde
gerçekleri yansırmaması ve
"işkence yoktur'' şeklinde hatalı
negatıf sonuç içermesi nedeniyie
"atternatif adli üp raporu"
hazırlayan Türkiye Insan Haklan
Vakfı ve Türk Tabipleri Birliği
hekimleri de son zamanlarda çeşitli
gerekçelerle sindiriuneye
çalışılıyor. Gönüllü olarak
kanldükJan çahşmalarda,
hazırladıklan alternatif raporlarla
işkenceyi belgeleyen ve bu
raporlann mahkemeler tarafından
kabul edihnesiyle işkencecıler
hakkında da\-a açıhnasun sağlayan
bu hekimlerden biri olan TIHV
tzmir Temsilcıliği'nden Dr. Zdd
Uzun, terör örgütü üyelerine
yardun-yataklık yaptığı
suçlamasıyla DGM'de yargılanıyoT.
Dr. Zeİd L'zun. aynı zamanda
gözalonda işkence gördûğûnû de
açıkladı. Yine TIHV tzmir
Temsilciliği hekimlerinden ve „.
tstanbul Protokolü'nün hazu-lık
çalışmalanna katılan Psikiyatr Dr.
Alp Ayan, Bergama Cezaevi'nde
yargılanmavı bekh'yor. Dr. Alp
Ayan ve TTHV tzmir Bürosu
çahşanlanndan Gönseli Kaya,
Ulucanlar Cezaevi'nde öldürülen
Nevzat Çiftçi'mn Aliağa'daki
cenazesi sırasuıda, 30 Eylül
1999'da gözaltına almmışlardı.
TtHV tzmir Temsilcisi Prof. Dr.
\«i Uk, demokratik bir bakkı
kullanmanm, yanı cenaze törenine
kaülmak için bir köy yohmda
toplanmanın, fiili olarak bir
cezalandırmaya dönüştüğünü
söylemıştı.
yürütülen ckkü çahşmalann uluslararası
arena>-a çıkmış ohnası etkendir. Diğer
bir etken de. Türkhe'nin işkencenin bol
olduğu bir ülke olmasıdu-. Uçüncü etken,
utuslararası alanda çahşan
mesiektaşlanmızm çok rahat bir şekflde
gerek Türk Tabçieri Bhüği, gerek
Türkiye tnsan Haklan Vakfi ve gerekse
AdK Tm Uzmanlan Derneği 3e birfikte
ç»hytw oianağı buhnasKhr. Bu
kunduşiar konu üzerine çok ciddi bir
şekflde eğuerek uhıslararası bihmsel
lan-Dtnşlana çok i\i bir dr\alog içine
ginnişterdir.''
'Standartiar ohışturulda'
TİHV tzmir Temsilciliği hekimlerinden
ve tstanbul Protokolü'nün hazırlık
çalışmalanna katılan Dr. Türkcan
BaykaL tstanbul Protokolü'nün, yeni
standartlar geürmekten çok, dünyada
zaten var olan bilimsel etik birikımı bir
araya toplayıp tüm ülkelerde
uygulanabihr, her konum için geçerii ' •
aynnülı standartlar bünınü
oluşturduğunu söyledi. Protokolün üç:
yıllık hazırlık çalışması sırasuıda en çok
değişik koşullar ve ülkelerde geçerii bir
elkitabuun olması konusunda
zoriandıklannı belirten Dr. Baykal,
"Her yer için geçerii standartlar bütünü
oioşturabihnek çok zordu. Çünkü
hepimizin koşuDan ve öncelik sıralaması
farldn.dı'" dedi. Protokolün,
hükümetleri yasal olarak bağlayıcı
kılabilecek prensipler bölümünde, bir
resmi adli üp raporunun hukuksal ve
adli üp açısından neleri içermesi
gereküğine ilişkin standart ve ilkelerin
yer aldığına dikkat çeken Dr. Baykal
şöyle konuştu:
"Bu prensiplerin temel amaa; arnk hem
BM'de hem AB'de ve bem de Dünya
Tabipleri BirngTnde işkencenin suç
olduğu ve önlenmesi gerekriğine ilişkin
yeterince belge var. Arük önemh' olan
temel sonın, bu beJgelerin nasıl yaşama
geçirfleceğL tşkencenin önlenmesi için
kküalann iyi araşorunıası gereldyor. Bu
araşünnavı yapryomz demek için de
protokoMeki Ukekrin yaşama
geçirümesi gereknor. Eğer protokolü
uyguhumyorsanız işkencni
antsürmad^uuz orta>a cıkacak.
Protokol, hukuksal \v übbi yönden
hükümetlere de araşürma\ı nasıl
yapmalan gerektiği konusunda aynntıh
kurallar sunuyor."
Protokolün Türkiye'de yaşama
geçmesinin, sivil toplum örgütlerinin ne
kadar baskı unsuru oluşturabileceğine
bağh olduğunu kaydeden Dr. Türkcan
Baykal, Türkiye Cumhuriyeü
Devleti'nin işkenceyi suç kabul
etmesine karşın Türkiye'de işkence ile
ilgili iddıalann gerçek biçimde
araşanhnadığını, bütün çabanın
işkencenin üstünü örtmek yönünde
harcandığını söyledi.
En motive gnıp Tûrkler
Dr. Türkcan Baykal. sözlerini şöyle
sürdürdü: "İstanbul Protokolü'nün
hazniannıasuıa dünyadaki birçok
organizas>t>n kadkü. Biz çok
morjveydflc, çünkü bizlerin canı çok
yanıyor. Motiveydik, çünkü burada
işkence var ve işkenceyi kanıüayan
hekimler üzerinde çok ciddi basknar
>ar; meslektaşlanmız son derece kötü /
, dnrumda çahşrvoriar. Resmi rapor
\erine alternatif rapor düzenleyen
insanlar üzerinde çok sıkı basküar var,
rehabflitasyon merkezkri üzerinde baskı
var ve işkencenin
t
"""rt
gn
m»M
noktasında Türkiye'de çok ciddi engefler
var. Bütün bu araştırmalan
yapmamızın, sinugrafi. bhopsi. ruhsal
değerlendirmeler gibi standartlan
alternatif raporianmızda \aşama
geçirmemizin temel nedeni aynı
zamanda çaresizhğimiz. Dünyanm her
yerinde resmi raportar için ruhsal
değerkndirme isteniyor, uygun
koşullarda görüşme yupıbyor zaten ve
işkence zaten resmi raportar aşamasında
araşünhyor. Ama Türkiye'de işkenceden
zarar gören insanlar bir de ek
olarak işkence gördüklerini
kanıtiayamadıklan için aa çekiyonar.''
İstanbul Protokolü'nün hazu-lık
sürecinde en fazla tartışılan noktalardan
birinin de "ileri übbi araşürmabr"
olduğunu \-urgulayan Dr. Baykal,
"Tartişmalar ve yaztşmalar sırasmda
ferk eöik ki, dünvadaki diğer ülkelenk
Idşinin işkence gördüğünü, örneğin
falakava yaünldığnu kanıtlaması için i k
de sintigrafisini göstermesi gerekmhor.
Ruhsal olarak aa çekiyor ohnası ve
hekhnin de bu kanaatte ohnası sonuçta
işkencenin varhğnun kabulü için yeterfi.
Ama Türkiye gibi ülkelerde sadece
hekunin kanaat vermesi yetmediği gihi
ndakaya yaünkhğmı kanniayabflnıesi
için effle üıüüabflir denuere ihtiyaç var.
Bu noktada ileri tetküder gündeme
geoyor ve biz bu tetkiklerin protokolde ;
yer ahnaanı sagamaya çattşnk" diye
konuştu.
SlFIR NOKTASI /ORAL ÇALIŞLAR oralcalislar@yahoo.com
Çocukluğumun önemli bir bölü-
mü, Dursun anneannemle birlikte
geçmişti. Yaz aylannda dedem Bül-
büloğlu Mehmet Emin Efendi,
Namrun Yaylası'ndaki bakırcı dük-
kânını açmak üzere erkenden anne-
annemi de alarak yaylaya taşınırdı.
Tarsus'taki dükkânı eski kalfası ve
daha sonra ortağı olan Agop Göçe-
roğlu'na btrakırdı.
Ben de anneannem ve dedemle
birlikte yaylaya giderdim. Namrun
Yaylası, Toros Dağlan'nın tepesinde,
çam ormanlannın ortasında bir say-
fiye yeriydi. Hâlâ da Tarsuslular bu
çok eski geleneği sürdürür ve yayla-
ya taşınırlar. Tarih kitaplannı kanştı-
nnca anlaşılıyor ki, yüzlerce, belki
binlerce yıldan beri yaz aylannda Çu-
kurova'dan Toroslar'a bir göç yaşa-
nırmış.
Çukurova'nın san sıcağında, ba-
taklıklannda üreyen sivrisinek, sıtma
salgınlanna neden olur, binlerce in-
san bu salgınlarda yaşamını yrtirir-
miş. Çukurovalı sıtmadan kurtulmak
için canını yaz aylannda Toros Dağ-
lan'nın serin yaylalanna atarmış.
Anneannemle Eski Bayramlarda...
Namrun (Ne hikmetse şimdi adını
Çamlıyayla diye değiştirdiler), işte bu
yaylaların en eskilerinden. Eski bir
Ermeni yerleşim yeri olduğuna ilişkin
kayıtlar da var.
Anneanneme ben hiç anneanne
demedim, onun adı benim yanımda
hep "Dursun Anne"yd\. Dedem
Mehmet Emin Efendi'nin adı ise "De-
debaba"ydı. Sanınm bunlan bana
benden 5 yaş büyük teyzem Nuran
öğretmişti. Yaylada otururken akşa-
müzeri anayola çıkar ve dedemi Nu-
ran teyzemle karşılardık. Dedem bir
elinde bastonu, bir elinde ortası de-
lik yuvarlak ekmekle uzaktan görün-
düğünde sevinirdik. Elindeki ekme-
ği, başka paket varsa onlan alır, ko-
nuşa konuşa yokuştan aşağı evimi-
ze yönelirdik.
Dedem de, anneannem de beş va-
kit namazlannı kılar, oruçlannı eksik-
siz tutariardı. Dedem ramazan ayla-
nnda Kuran okurdu. Eğitimli bir in-
sandı. Hem eski yazıyı hem yeni ya-
zıyı çok güzel yazar ve okurdu. An-
neannem ise okuma-yazma bilmez-
di. Dedemin ve anneannemin kar-
deşleri yaşamlannı Çanakkale Sava-
şı'nda ve Birinci Dünya Savaşı'nda
yitirmişlerdi. Anneannemin yalnızca
bir erkek kardeşi hayatta kalmıştı.
Dedemin ise hiç erkek kardeşi kal-
mamıştı.
Dedem, aydın bir Müslümandı.
Beş kızının beşini ve iki oğlunu da
okutmuştu. Hiçbir zaman kızlannın
örtünmelerini istememişti. Bu yüz-
den bizim ailede anneannem dışın-
da örtünen kadın olmadı. Annean-
nem, Osmanh'ya ve Cumhuriyet'in
kuruluş yıllanna tanık olmuştu. Bu
nedenle Cumhuriyet'in modernleş-
me atılımını yürekten desteklerdi.
Atatürk'e ve Ismet Inönü'ye çok
özel bir bağlılığı vardı.
• • •
Anneannem, namazını kılıp oru-
cunu tutancen İslamcılann gerici tu-
tumlanna karşı hepimizden daha ra-
dikal tepkiler gösterirdi. Annean-
nem, otoriter bir kadındı, bütün to-
runlan ondan korkardı, benimle ise
özel bir ilişkisi vardı. Benimle oturur,
uzun uzun sohbet ederdi. Bir bay-
ram günü, karşılıktı derin birmuhab-
bet halinde iken ona "Anneanne bü-
yûyûp para kazanınca seni hacca
götûreceğim" demiştim.
Bu onunla benim aramda, bir me-
saja dönüşmüştü. Onu her gördü-
ğümde, "Büyüyüp, seni hacca gö-
tûreceğim" derdim. Bundan çok
mutlu olacağını sanırdım. O ise,
"Peki oğlum, inşallah" der, geçişti-
rirdi.
Üniversiteye başladım. 1968
gençlik hareketleri okJu. Sonra da
12 Mart 1971 askeri darbesi. Tutuk-
landım. 1974 yılında serbest kaldık-
tan sonra anneannemi son kez
Namrun Yaylası'nda gördüm. Artık
onu hacca götürmekfikrigeride kal-
mıştı. Ona dönüp "Anneanne hatır-
lıyor musun, sana yıllar önce böyle
bir söz vermiştim. Ama hâlâ para
kazanıp bu sözümü yerine getire-
medim" dediğimde, "Yavrum, ben
zaten hacca gitmek taraftan değilim
ki. Sen böyle söylediğin için ben de
pekiyi demiştim. Onun masrafıyla
ülkemize bir yatınm yapmayı, bir
yardım kuruluşuna destek olmayı
tercih ederim" deyivermişti.
Rahatlamıştım. Onunla kucaklaş-
tık. Son kez kucaklaştığımı nereden
bilebilirdim. Mahkemeler ve ceza-
evleri arasında koşuşturmalar sıra-
smda anneannemin ölümünü duy-
duğumda çok üzülmüştüm. Onun-
la aramızdaki hac konuşmasını
anımsamıştım.
Her Ramazan Bayramı'nda anne-
annemi ve dedemi hatırlanm. Onla-
nn hem laik hem de beş vakit namaz
kılan Müslümanlıklannın Anado-
lu'da yerieşmiş bir geleneği temsil
ettiğini şimdi daha iyi anlıyorum.
Türkiye'yi diğer Islam dünyasından
daha farklı bir yere koyan bu köklü
gelenek, onlann anılarıyla benim
açımdan farklı bir anlam kazanıyor.
Hepinize, iyi bayramlar diliyorum.