19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Vl OfAK 2000 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA HiJvUll\_/İTİJ. / ekonomi/'cumhuriyet.com.tr 13 Şuoat aymda açıklanacak oranlar hedeflerin tutturulması açısmdan büyük önem taşıyor Gözier yılm ilk enflasyonundaEkotomi Servisi - Ocak ayı enflas- yonu, optan eşya fiyatlannda yüzde 20. tületici fiyatlannda ise yûzde 25 olan 2(00 yılı enflasyon hedefınin sor- gulannaya başlanacağı ilk aşama ola- cak. Fyat artışlan yanı sıra para ve kur poitikası hedeflerinin de yakala- nabiliriği konusunda gösterge olma- sı bekknen ocak ayı enflasyonu endi- şe yantıyor. Mercez Bankası Başkanı Gazi ErçeL ilan ecilen kur politikasından hiçbir şekildt sapma ve değişiklik olmayaca- • Ocak ayı enflasyonu, toptan eşya fiyatlannda yüzde 20, tüketici fiyatlannda ise yüzde 25 olan 2000 yılı enflasyon hedefinin sorgulanmaya başlanacağı ilk aşama olacak. Beklentiler, toptan eşya fiyatlanndaki yıllık artış eğiliminin ocak ayında da az da olsa devam edebileceği, tüketici fiyatlannda ise tersi bir durum yaşanabileceğinde yoğunlaşıyor. ğını söylerken gözier 3 Şubat'ta açık- lanması beklenen 2000 yılının ilk ay- hk enflasyonuna çevrildi. 3 Şubat'ta açıklanacak oranlar 1999 sonunda toptan eşya fiyatlannda yüz- de 62.9, tüketici fiyatlannda yüzde 68.8 olan enflasyonun yönü ve hükü- metm hedefleri açısından önem taşıyor. Geçen yıl ocak ayında toptan eşya fi- yatlan yüzde 3.6, tüketici fiyatlan yüz- de 4.8 oranında artmışu. Eğerbu yıl ocak ayı oranlan bu oranlann üzerinde ger- çekleşırse yıllık enflasyon oranı yük- selişini sürdürecek. Bu oranlann altın- da kalması halinde ise enflasyonda bir düşüş eğilimi başlayacak. Ancak beklentiler toptan eşya fiyat- lanndaki yıllık artış eğiliminin ocak ayında da az da olsa devam edebilece- ği, tüketici fiyatlannda ise tersi bir du- rum yaşanabileceğinde yoğunlaşıyor. Terör ve deprem büyük darbe vurdu Turistingözü korktu İSTANBUL(AA) -Türk turizmi 1999 yılını turist sayısında yüzde 24.1, ttrizm gelirlerinde ise yüz- de 36 oranında gerilemeyle kapat- tı. DünyaTurizmOrgütü'nün ilk ge- çiciverlerinegöre, 1998'de8mil- yon 960 bin olan Türkiye'ye gelen günübirlik ziyaretçilerin dışındaki turist sayısı, 1999'da 6 milyon 800 bine geriledi. Turizm gelirlerinin azalma ora- nmın, turist sayısındaki gerileme- den fazla olması ise dikkat çekti. Önceki yıl 7 milyar 809 dolar dü- zeyinde bulunan, ulaştırmadan sağ- lananlann dahil edilmediği turizm gelirleri, 1999'da 5 milyar dolar seviyesine düştü. Bu ilk \erilerden vararlamlarak yapılan değerlendirmede Türki- ye, dünya turizm liginde, gelen tu- rist sayısı açısından 2 sıra, turizm gelirlerinde de 9 sıra gerileyerek 21.oldu. Geçen yıl yapılan ve 1998'i kap- sayan değerlendirmede, Türkiye gelirlerde 12'nci, turist sayısında da 19'uncu sırada bulunuyordu. Turist sayısı açısından I999"da Fransa 71 milyon 400 bin kişiyle ilk sırayı aldı. Dünya Turizm Orgütü'nün ge- çen yıla ilişkin geçici ilk istatis- tiklerinden yararlanarak hazırla- nan sıralamaya göre, geçen yıl. , 1998 yılına göre turist sayısı ve tu- rizm gelirlerinden en büyük kay- ba uğrayan ülke Türkiye oldu. Turizmde hızlı düşüş Ü'ke Ji/ /ImTurizm geliri (Mılfon S- ^^«a Şff^p 1998 1999%. , igjta 1-ABD ' 71,250 73.000 ^ S , 2- Italya 3- Ispanya 4- Fransa 5- lnqiKere 6-Çin 7- Avusturya 8-Kanada 9- Almanya 10-Meksıka 11-Rusya Fed. 12-Avustralva 13-lsvıçre 14-Hollanda Î5-Hong Kong 16-Taytand 17-Polonya 18-Arjantın 19-Kore 20-Yunanıstan ınıı 21-TÜRKİYE ' 224>orteki2 23-Brezitya 24-Sıngaput «-Mıstr 29309 29,737 29,931 20,978 12,602 11,184 9,393 16,429 7397 6,508 7.335 7315 6303 7,083 5,934 7,946 5,363 5,890 5.182 7,80» 4,853 3,678 5,162 2,564 31.000 25,179 24,657 20.972 14,099 11,259 10,282 9,570 7350 7,771 7.525 7,355 7.051 ' /*^X ' ».W! { f'6.680 V J 6,100 5,616 5,600 5.471 5,000 4,928 4,444 4,362 3,815 K$8/97 -ZB 0.3 11.6 6.9 4.7 4.4 13 6.4 -0.4 4.0 -9.2 -19.0 -1.3 7.6 -23.4 -153 -8.4 5.8 15.1 37.4 -3.4 14.3 41.7 -•M.9 -31.2 değişim 99/98 2.5 4.0 9.5 6.3 0.0 11.9 0.7 9.5 -0.2 -0.6 19.4 2.6 -5.9 3.6 -Ö.6 12.6 -23.2 4.7 -4.9 5.6 -36.0 1.5 20.8 7.5 483 Üretimde yüksek verinı amacı, giderek ekotojik dengenin korurunasına dönüşüyor. Tanmda doğal denge özeni ASUMAN ABAC1OĞLU İZMİR- Ege Cniversitesi Ziraat Fakülte- si öğretim üyesi Prof. Dr. Ediz Ulusoy. tanm- sal üretimin, insanlanndaha iyi ve sağlıklı bes- lenmelerini sağlamanın yanı sjra doğal kay- naklan korumayı da amaçlaması gerektiğini söyledi. Yakın bir geçmişe kadar en yüksek üretim ve en yüksek verim amacınayönelik yapı lan tanmsal üretime, günömüzde "ekonomik üre- tim vedoğai dengeleri bozmayan üretim'' gö- revimn de eklendigini kaydeden Prof. Dr. Ulusoy. sözlerini şöyle sürdürdü: Ekonomik ve ekotojik denge "Toplumun >aşam kalitesini iyilestirmeye vedoğal ka\ nakianngeri kazanılamazbiçnn- de kötü kuüaııımını öntemeveçalışırken" eko- nomik" ve 'ekolojik' dengekrin kurulması Mç dekolay değildir.Gelişmvmiş ülkelerinve- y zeme özentisi. vürdürülebilir iiretimden çok, medya etkishk de insantaracazip geten'kul- lan-at' rüketim modeiini ortaya çtkarmakta- dır. Ornıan gibi biyotik. toprak. su gibi abiyo- tikkavnaklann.\eratorenginliklerinin:turiz- me yönefik çeşitii hizmetkrin 'ekonomik ge- lişme' adınabOinçsizcekuiiantoasLdoğanuı ODanhmazölçüdesömürüknesineyoiaçmak- tadır. Böylece özenflea 'kullan-at' tfiketim modeü, 'toplumsal geleceğimiz'in de kulla- ndıp aülması somıcumı doğurmaktadır" İbplumun geleceği adına doğal dengele- ri koruma göre\ i üstlenen çiftçilere. varhk- lannı sürdürebilmelen için belirlı bir yaşam standardının sağlanmasmın da toplumun gö- revi olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Ulusoy, bu açıdan Türkiye'nin de tanm politikasını gözden geçirmesi gerektiğini vurgııladı. Dünyada, 2000'li yıllann başında tanmsal üretimi etkileyecek kavram değişiklikleri ve gelişmelerin yaşanacağını belirten Prof. Dr. Ulusoy. ancak ülkelerin farkh gelişmişlikdü- zeyleri ve üretim potansiyelleri düşünüldü- ğünde, bötün "gjobafleşme" söyiemlerine karşm genel bir dünya tanm politikası oluş- tunnanın mümkün olmadığını söyledi. Prof. Dr. Ediz Ulusoy, bu nedenle dünya ekonomik kurallannı ve ülkemiz gerçekleri- ni unutmadan, ba^ta çiftçi kuruluşlan olmak üzere geniş tabanh göruş birliğine dayanan bir tanm politikasmın geliştirilmesi gerekti- ğini savunarak "Bupoütika. 'çiftçiler'inw geniş halkkesimininortakcıkarlannayöneMk olnıalıdır" dedı Tahminler TEFE'deki aylık artışın yüz- de 3.5 ile yüzde 4, TÜFE'de ise yüzde 4 ile yüzde 4.5 oranlan arasında ola- bileceğini gösteriyor. Mevsimlik beklenti Ocak konjonktürel olarak enflasyo- nun yüksek seyrettiği bir ay olarak bi- liniyor. Merkez Bankası araştırmacıla- nnın fiyatlardaki mevsimlik hareket- lerle ilgili incelemesine göre, ocak ay- lannda genellike tanmsal fiyatlardaki artışlar yüksek seyrediyor. Özel imalat sanayii firmalan fiyat ayarlamalannı bu ay yapıyor. Ocak ayı kamu imalat sanayiinde en yüksek ar- tışlann yaşandığı bir ay olarak bilini- yor. Ancak kamu kesiminin fiyat artış- lannı bu kez aralık ayında gerçekleş- tirerek ocak ayına bırakmamasi. ocak ayı enflasyonunun düşük çıkmasına olumlu bir katkı olarak değerlendirili- yor. Elektrik zammının yüzde 2.1 'e çe- kilmesi, akaryakıtta önce fiyat indiri- mine gidilip daha sonra da yüzde 10'a kadar zam yapmamak için ATV yükü- nün aşağı çekilmesi de artış hızını aşa- ğı doğru çekecek etkiler olarak gözü- küyor. Bu arada ocak ayının genellik- le kira sözleşmelerinin yenilenme ayı olması. kira artışlannı yüzde 25'le sı- nırlayan yasanın henüz çıkmaması ef- lasyonu yükseltecek bir etki olarak de- ğerlendiriliyor. Ocak ayı oranlannın yıllık enflasyo- nun yükselme eğilimini sürdürdüğüne işaret etmesinin, uygulanan program açısından olumsuz bir puan oluştura- cağı ifade ediliyor. Aralık ayı enflasyonunun beklenenin üzerinde çıkmasını önemsemeyen pi- yasalann 2000 yıhna yükselme eğili- minde bir enflasyonla başlanmasına nasıl tepki verileceği bilinmemekle bir- likte, uygulanan programın yeniden sorgulanmasına neden olacağı vurgu- lanıyor. 'Biraz zaman gereklf Merkez Bankası Başkanı program- dan bir sapma olmayacağını belirterek Merkez Bankası tarafından ilan edilen kur politikası uygulamalannın değer- lendirilebilmesi için biraz zaman geç- mesi gerektiğini bildirdi. Merkez Bankası Başkanı Erçel, Isviçre'nin Davos kentinde yaptığı açıklamada "Kur politikasını 18 aylık olarak ilan ettik. Ondan sonrabir 18 ay- lık döncmi daha vardır" dedi. Piyasa- lan günlük ve her an izlediklerini be- lirten Erçel şöyle devam etti: "Hiç değjşmeyok. Değişmeolduğu za- man, piyasada döviz alıp satr,oruz. Do- lavısıvla kur politikası aynı doğrultuda de\ am edivor. l ç > ıllık kur politikasıy- la ilgili çizdiğimizçizgide, hiçbir sapma olmadan doğru gidi> orduk. Bu polirika 3 yıl daha gidecek.* 1 DÜNYA E K O N O M İ S İ N E B A K I Ş / ERGÎN YILDIZOĞLL ergin(« ergin.demon.co.uk Bir hesaba göre Davcsta toptanan yaMaşık 2000 kişi dünyanın tüm ekonomik kapasitesinin yüz- de 60 ila 80'ini denetliyorlarmış (Böylece de ser- best piyasanın, serbest rekabet anlamına gel- mediğini de bir kez daha kavramış oluyoruz). Küreselleşmenin bu elit tabakası, bu sene önle- rine yeni bir görev koymuşlardı: Ekonomik kü- reselleşmeyle, toplumsal çıkarlar arasında, git- tikçe keskinleşen çelişkilere bir çözüm bulmak gerekir. Yıllardır liberalizmi yalnızca mallann ve sermayenin dolaşımında özgürlük olarak anla- yanlar, bireysel özgürlükleri, bunlann gerçekle- şebileceği siyasi yapılanmaları, insani ve etik prensipleri görmezden gelenlerşimdi bu iş böy- le gitmeyecek bir çare bulalım, yoksa.. demeye başlıyoriar. "Ekonomi değil, toplum" başlıklı tartışmanın sunucusunun dedi- ği gibi "Seattle olaylan bir kalk boru- su olmuştu" herkes için. Bu yüzden Davos 2000 yılı zirvesinin gündeminin teması "yeni başlangıçlar" olarak sap- tanmıştı. Günlerdir süren tartışmalann içeriğine bakarak "Eski tas eski ha- mam" olsaydı sanınm çok daha uygun olacaktı. Bir "dejâvu" Davos'taki toplantılan izlerken (inter- net aracılığıyla) bende, anlamını ilk an- da kavrayamadığım bir iç sıkıntısı hâ- kim oldu. Halbuki 1990'lann başından beri dilimizde tüy bitercesine tekraıia- dığımız eleştiriler, şimdi böyle bir zirve- de dile getiriliyordu. Derken bu sıkıntı- ya neyin yol açtığını kavradım. Bu sıkın- tıya toplantılann üç özelliği yol açıyor- du. Birincisi, ABD'li konuşmacılar, tüm iktisat bilimini reddederek, "Sırfbizya- pıyorvz, oluyorişte" şeklinde bir inat- la ve küstahlıkla geri kalanlara "yeni ekonomi" dtye bir şey dayatıyorlardı. Ikincisi, toplantılarda gündeme getirilen sorunlan izler- ken bende bir "dejâvu" (ben bunlan daha ön- ce görmemiş miydim) duygusu hâkim oluyordu. Tartışmaya açılanlar, en az 100 yıl eski konular- dı. Üçüncüsü, sorunlan ortaya getirenler, arka- sından ya çözüm üretmekten kaçınıyorlar.. ya da aslında bir çözüme sahip olmadıklannı sergile- yen, komik laf cambazlıklanna girişiyorlardı. Geç- mişte, bu "yeni ekonomi" üzerine çok konuştuk.. bu yüzden bir kenara bırakıp diğer ikisi üzerin- de biraz daha durmak istiyorum. Dejâvu şurdan kaynaklanıyor: 19. yüzyılın ikin- ci yansında, serbest ticaret ve küreselleşme yi- ne ortalığı kasıp kavururken, bu sürecin dinami- ği, toptumsal (siyasi, etik, küttürel) yaşam üze- rindeki yıkıcı etkileri, ekonomiden siyasete ve sa- nata kadar çok etraflı bir biçimde tartışılıyordu. Aklıma bu tartışmalann etkilerini yansıtan iki ya- Davos Sıkıntısı pıt geliyor hemen: Katı olan her şey havada eriyor (Marshall Beıman, Ingilizce baskısı 1992) ve Modern Epic- Wor1d System form Goethe to Garcia Marquez (Go- ethe'den Garcia Marques'e Dünya Sıstemi, Fran- co Moretti: 1996) Ekonomideki tartışmaiar için başlangıç olarak, V.l. Lenin Bütün Eserleri 39. Cilt, Emperyalizm Defterleri'nin, ya da Har- ward Üniversitesi'nden Prof. Jeffery William- son'un American Economic Association'ın Şu- bat 1996 toplantısına sunduğu "Küreselleşme ve eşitsizlik dün ve bugün: 19. ve 20. yüzyıl sonu karşılaştırması" çalışmasının biblıyog- lumsal sorunlan siya- si iradenin tasarrufu- na devredecek ted- birler almak zorunda kaldılar. Serbest piyasacı ekonomik görüşlertam anlamıyla entelektüel gettolara sıkıştı, bunlan savunmak, biravuç "Çatlak, ya da eksantrik, fa- şist eğilimli vb." olarak tanımlanan ekonomis- te kaldı (1). Çünkü zamanın ekonomistleri ve si- yasetçileri en azından üç alanda piyasanın ya- pısal olarak başansız olduğunu kavramışlar: 1 - Tam rekabet koşullan yoksa: Tekelci kapitalizm döneminde tam rekabet koşulu yoktu. 2- Eşit- lik, sağlık, eğitim gibi toplumsal hizmetlerin su- nuşunda: Hem bu alanda kâr değil insan yaşa- Fransız çiftçilerin lideri Jose Bove, Seattle ^bi Davosta da gösterUere kaüldı. Serbest piyasa ekonomisine karşı tepkiler o kadar yoğunlaşmıştı ki, düzen partileri, piyasa mekanizmasını denetleyecek, toplumsal sorunlan siyasi iradenin tasarrufuna devredecek tedbirler almak zorunda kaldılar. rafyasına bakılabilir. Sürecin ayrıntılannı ve etki- lerini izlemek için de artık klasik olmuş bir yapı- ta, Karl Polanyi'nin (1944) Great Transforma- tion: The Political end economic origines of ourtime (Büyük dönüşüm: Zamanımızın siyasi ve ekonomik kaynaklan) adlı yaprtına da başvu- rulabilir. Polanyi daha o zaman (iki dünya sava- şı arası, 1930'lann krizinin ardından) "İnsan ya- şamının ve doğal çevrenin kaderini yalnızca piyasa mekanizmasının eline oırakmak... Top- lumsal bir yıkıma yol açacaktır" (sf: 73) sonu- cuna ulaşıyordu. Nitekim, serbest piyasa meka- nizmasına (ekonomik liberalizme) karşı tepkiler o kadar yoğunlaşmış ve giderek kapitalizme kar- şı tepkilere dönüşerek tüm sistemi tehdit etme- ye başlamıştı ki, başta sosyal demokrasi olmak üzere düzen partileri, sistemin elitleri, piyasa mekanizmasını denetleyecek, smırlayacak, top- mı ve etik kaygılar önceliğe sahipti; hem de nü- fusun büyük bir kısmı bu hizmetleri özel olarak kullanacak ekonomik kaynaklardan yoksundu, ancak vergiler yoluyla kaynaklannı birieştirip bu hizmetlere ulaşabilirlerdi. 3- Ekonominin çevre üzerindeki olumsuz etkilerini engellemenin, ne girişimciye, ne de şirkete getireceği bir kazanç vardr. Bu kazanç toplumsal olarak, rekabet ko- şullan dışında sağlanacak bir şekilde düzenlen- meliydi. Burada, kimi toplumsal hizmetlerin üre- timinde, optimum verimin sağlanabilmesi için gerekli ölçeğin bir doğal tekel koşulu gerektirdi- ğine, dolayısıyla bu alanlarda en iyi seçeneğin kamu işletmesi olduğuna ilişkin tartışmaları da hatıriayabiliriz, ama uzatmayalım. Vurgulamak is- tediğim şu ki, en az 50 yıl sonra bu konular ye- niden gündeme geliyor, piyasalann toplumsal ge- reksinimlere cevap veremeyeceğine ilişkin kay- gılar, yeniden ama utangaç bir şekilde tartışılma- ya başlanıyor, hem de "Yeni Yönelişler" adı al- tında. Somut çözüm yok. Etîk önerelim, ya da sabır... Peki bu sorunlan, oldukça utangaç bir şekilde, tereddütle gündeme getirenler bari bir çözüm üretebiliyorlar mıydı? Ne gezer. Ortadatam bir en- telektüel karmaşa var. Örneğin, bu sorunlann ola- sı çözümleri neler olabilir? Cevap: Toplumsal po- litikalar gerekli. Bunlarne olabilir? Bilmiyoruz, tar- tışalım! Peki bu toplumsal politikalar, bu küresel ekonomi ortamında ("bu süreç as/a geri çevrile- meyeceğine göre") kimler tarafından uygulana- cak? Dünya hükümeti olamaz! Ulusal devlet de, piyasanın çalışmasını aksatmamalı! Özel sektör inisiyatifi.. ama daha önce olmadı, neden şimdi? Cevap yok. Ya da, herkes toplumsal çıkan birey- sel çıkannın önüne koysun! Bunu daha önce yap- mayanlar şimdi niye yapacaklar? Kimse yapma- sa bile siz yapınız, etik nedenlerle fılan... Piyasa koşullan içinde bu intiharolur. Biz keriz miyiz? Ce- vap yok. Sonra, çok daha bayat, en azından 250 yıl kadar bayat kimi yakınmalar: "Geleneksel etik kurallaryok olmaya başladı", "Dayanışma kav- ramını hiç kimse ağzına almıyor" (Tabii bu eleş- tiriler sol için, "Searfte insani" için geçerii değil). Sonra, hiçbir maddi kanıta dayanmayan iyimser- lik: Modern iletişim teknolojisinin yaygınlaşması (1920'lerde radyo etrafında çıkarılan şamatayı hatırlayınız) krtlelerin demokrasi isteği, küreselleş- menin oluşturduğu ortak kimlik, sorunlan zaman içinde çözer. Peki biz, yarın çıkması vaat edilen (garanti olmayan yalnızca vaat edilen) çiçeklere neden bugün gübre olmayı kabul edelim? Biz bu plağı 1980'lerin başında, "Seçenek yok", "Ekonominin doğal yasalan", "Biraz sabır" fılan diye dinlememişmiydik. Dedim ya, Davos'u izlemek, bu kadar şamataya ve harcanan paraya rağmen ortadaki fikirlerin düzeyinin düşüklüğü, Umberto Eco gibi söz- de yüksek kalibreli konuşmacıların şaşkınlığı (Eco bir ara Davos dinleyicisine, demokrasi konuşulurken, 1968 Parisi'nde "devrimci mec- lislehn" neden işleyemediğini anlatmayabaşlıyor- du, ki birden nerede olduğunu farkedip konuyu değiştirdi) bende bir iç sıkıntısı yarattı. Doğrusu, Davos'u izlerken kimi zaman, kendimi, Bec- kett'in Godot'yu Beklerken piyesindeki karak- terlerinin abuk ruh hali içinde buldum adeta. Neyse bitti... Gerçek dünya çok daha ilginç ve umutdolu... (1) Bu görüşlerin daha sonra nasıl norm, tek seçenek haline gelmesinin kısa ama traji-komik hikâyesi için: Susan George: How to win the war ofideas, Dissent, 1997, Cilt 44 sayı 3 http://www.igc.org/dissent/archive/archive.html ANKARA PAZARI • YAKUP KEPENEK 'Kamıı Yararı' Yok Edilirse... Kamu, Yunus Emre'den bu yana tüm halk anla- mına gelir. Kamu yaran da halkın ortakyaran oluyor., Kamu yarannı sağlayacak olan, her düzeydeki ka- mu görevlileri ve kurumlandır. Cumhurbaşkanından en son memura uzanan tüm kamu çalışanlan, kamu • yarannı gözetmek ve korumakla yükümlüdür. Kamu yaranna işleyen sağlıklı bir kamu düzeni kurumlaha oluşturulabilir. Yalnız bunlar da değil, başta basın- yayın kuruluşlan olmak üzere kamuoyu oluşturan kesimler de kamu yarannı gözetmelidir. Ancak, hiç de öyle olmuyor. Özel çıkar, kamu ya- ran anlayışını giderek teslim alıyor ve bir hastalık gi- bi toplumsal yapının tüm hücrelerine yayılıyor. Yıllar- dır, kamu adına ne varsa karalanıyor, kötüleniyor ve aşağılanıyor. Bu akıma kimi kamu görevlileri de hız- la katılıyor. Halkın ortak çıkarını savunanlarla görevi- ni yapan kamu görevlileri ise çoğu kez aptal sayılı-: yor. Bu gidiş, çok zararlı ve yıkıcı boyutlar kazanmış | bulunuyor. • • • j Kamu düzenini sağlayacak olan birinci etken, ku-1 rumlaşan ve yasalan eksiksiz uygulayan kamu de- netimi yapısıdır. Kamu yönetimi, öncelikle yansız,, eşitlikçi sorumluluk anlayışıyta ve etkili çalışan bir \ düzenleme ve denetim sürecine dayanmalıdır. Tür-; kiye'de kamu adına bu nitelikte denetim yapılmamak- tadır. Yaya kaldınmlannın park yeri yapılması; kamu | alanlarında araç park edenlerden haraç alınması; sa-' tılan gıda ürünlerinin denetimsizliği sayısız ömekten yalnızca birkaçıdır. Işte son bir örnek: izmir'de, ka-' çak satılan at ve eşek eti, kentin toplam et tüketimi-1 nin yansı kadar, en az yüzde 30 dolayındaymış. Baş-' ka söze gerek var mı? ; Geçenlerde TV'de ilginç görüntülerle şu olay yer • aldı: Amerika Birieşik Devletleri, Istanbul Konsolos-1 luğu için yeni bir bina yapmak üzere bir arsa almış. Ancak, bina yapımı başlamadan birileri buraya ge-! cekondu yapar korkusuyla, arsanın başına nöbetçi- [ ler dikilmişti. Kamuya ait kent arsalannın kimlerin elinde ve nasıl kullanıldığı açıklanabilir mi? • • • Türkiye'yi yönetenler bugünlerde ekonomide bû- • yük işler peşindeler. Telekom'u özelleştirmenin yol- \ lannı açıyor; enerjı sektörünü uluslararasılaştınyor-, lar. \ Telekom konusunda, önce şimdiki uygulamaya j değinilmelidir. GSM (cep) telefonu abonelerinden alt- j nan sabit ücret ne ölçüde yasaldır? Telekom, önce- i leri telefon abonelerine uygulanan 400 bin liralık sa- i bit ücreti, Ankara'da açılan bir dava sonucu kaldır-" dı. Telekom, yasa gereği onayladığı cep telefonu ta- rifelerinden sabit ücreti kaldırmıyor. Her aboneden ; ayda 2.5 milyon lira sabit ücret adı altında bir para. alınıyor. Bu yolla her ay trilyonlarca lira (eğer abone , sayısı öngörüldüğü gibi 8 milyona ulaşmışsa ayda 20 trilyon lira) kullanıcılardan alınıyor. Bu ödemenin yasal olmadığı savunulmakta, Sanayi ve Ticaret Ba- kanlığı Tüketıciyi Koruma Genel Müdürlüğü, yapılan. tahsilata karşı tüketicilerin borçlar hukukuna göre, dava açabıleceğini basına açıklamaktadır. Bu tür çö- zümsüzlukler, kamuyaranna duyariı bireyleh tek baş»: lanna uğraşmaya sürüklüyor. Av. Sermin Gürbüz, sa 3 bit ücret uygulamasının yasalara aykırı olduğu savıy- la uğraşıyor. Konuyla ilgili bakan, bu ortamda yeni sözleşme dönemine kadar yapacak bir şey yok di- yebiliyor. \ Kamu yarannı elden çıkarmanın en son ve de bü- yük örneklerinden biri de tahkim konusudur. Kamu- oyunca yeterince tartışılmadan, bir gece yarısı ace- le ile çıkarılan Tahkim Yasası, kamu yaran açısından tam bir duyarsızlık örneğıdır. Çünkü yargı, yanı Da-. nıştay yetkisiz kjlınıyor. Tekellerin serbest çalışması- nın yollan ardına kadar açılıyor. Üstelik yasa, geç- mişe yönelik olarak da geçerii sayılıyor. Yerli başın- da yeterince yer bulmayan yasayı yabancı haber kaynaklan daha aynntılı yorumladı. Yabancılar, Ener- ji Bakanlığı kaynaklı açıklamalarında, geriye dönük bu yasa ile 4.2 milyar dolar değerinde 23 hidrolik ve termik santralın; 1.3 milyar dolar değerinde 8 termik santralın işletilmesinin ve 1.7 milyar dolar değerin- de 15 bölgede elektrik dağrtım hakkının kapsandı- ğını belirtiyor. Yabancı kaynaklar, tahkim konusunun, Türkiye'ye yabancı sermaye yatınmlanyla yakından ilgilenen IMF tarafından çok yakından izlendiğini açıklıyor. Akkuyu'da nükleer santral yapımı sürekli gündem- de tutuluyor; büyük özelleştirmeler yapılacağı sa- bah akşam açıklanıyor. Sakın son düzenli elektrik ke- sintilerinin gerçek amacı nükleer santralın ne kadar gerekli olduğunu kanıtlamak olmasın? Ülkenin kamu düzeni, var olan durumuyla ya da şimdiki gücü, birikimi ve yetkınliğiyle büyük serma- ye ortaklıklannın çalışmalarına düzenleme getire- mez. Düzenleme yapılamayınca denetim de olmaz. Elektrik dağıtımı ile başlayan, enerji ve telekom gibi büyük sermaye ortaklıklannın imtiyazlı olarak at oy- natacaklan bir döneme giriliyor. Bu sırada kamu ya- rannı korumak ve bu amaçla düzenleme yapmak, çok büyük bir toplumsal duyarlılık ve siyasal sorumluluk gerektiriyor. Ancak halkın seçtikleri, sekiz kez yargı- dan dönen kıyak emeklilik düzenlemesi yapıyor. Kamuya ait kent arsalannı bile koruyamayan, Iz- mir ve öbür büyük kentlerin halkına kaçak et yediril- mesini engelleyemeyen bir kamu yönetiminin, imti- yazlı tekellerie halkın çıkarını koruyacak biçimde uğ- raşması ve bunlan denetlemesi beklenemez. Türki- ye'de kamu yaran kavramı giderek artan bir hızla yok ediliyor. Girilen süreç, yine halkın, bu kez daha ağır bir biçimde ve artan bireysel çaresizlikle daha çok soyulması, ezilmesi ve yoksullaşması olacaktır. e-posta: yakup'a metu.edu.tr Sanayiciye faiz indipimi • Ekonomi Servisi- Sanayi ve Ticaret Bakanı Ahmet Kenan Tannkulu, organize sanayi bölgeleri ve küçük sanayi sitelerine kullandınlmakta olan kredilerin yıllık faiz oranlannın, ekonomik istikrar programı hedefleri doğrultusunda düşürüldüğünü bildirdi. Tannkulu, çalışmalar sonucunda, 1 Ocak 2000'den önce normal illerde yüzde 40 olarak uygulanan faiz oranının yüzde 15'e, birinci derecede kalkınmada öncelikli yörelerde yüzde 25'ten yüzde 10'a. gelişmiş illerde ise yüzde 50"den yüzde 20'ye indırildiğini kaydetti. Tanm reformuna hc verildi • Ekonomi Servisi - Tanm ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp, tanm reformu çalışmalanna hız verdiklerini bildirerek 2000 yılı başlannda üç pilot bölgede doğrudan gelir ödemelerine geçileceğini ve hızla tanmsal veri tabanı oluşturulacağmı söyledi. Bakan Gökalp yaptığı yazıh açıklamada, reform programının uygulanmasına paralel olarak, 2002 yılinda ülke genehnde yeni destekleme sistemlerinin uygulamasına başlanacağını kaydetti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle