01 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 EYLÜL1999 PERŞEMBE V E C r O R U Ş L J L J K [email protected] Bir Konuşmanın Ardından Sabih KANADOĞLU Yargıtay U. Ceza Dairesi Başkam Y enı adli yıla törenle ve Yar- gıtay Başkanı'nın konuş- masıylagırilmesine 1943 yılında rahmetlı HaBI tb- ndıimÖzyörük'ün açışıy- la başlanmış ve gelenek- sel devamhlığı 1730 ve 2797 sayilı yasa- larla yasal dayanaga kavuşturulmuştur. 2797 sayılı yasanın 21/1. maddesine göre, Yargıtay'ı birinci başkan temsil eder. 59. maddedeise "HeradSj^Ankara'da birtö- renle açıhr. Yargrtav Birinci Başkam bir ko- nuşma yapar. Açılış konuşmasırun metni ve tören gündemi üzerinde daha önceden Başkanlar Kurulu'nun düşüncesi ahnır" hükmü yer almıştı. Bu hüküm, konuşma- nın Yargıtay tüzelkişiliği adına yapılması gereğinin d'oğal ve buyunıcu sonucudur. Oysa, Başkan Sami Selçuk'un kamu- oyunda geniş tartışmalara, bÖlünmelere yol açan ve açacak olan son konuşması; met- ni üzerinde Başkanlar Kurulu'nun düşün- cesi ahnmamış, güdülen amaca aykın, yar- gınm ve Yargıtay'ın ve bu bağlamda ülke- nin çığ gibi büyüyen sorunlanna yeterin- ce değinmeyen, çözüm yollannı gösterme- yen, kısa süre önce çıkanlan yaşamsal ve aynca kişiye özgü yasalara suskun, siya- sal istısmara açık kişisel nitelikte bir ko- nuşmadır. Çeşitli yaym organlannda, değişik ta- rihlerde yayımlanmış, panel, seminer ve konferansiarda söylenmiş fıkir ve düşün- celer. okunmadığından yakınılarak ve Yar- gıtay Başkam söylemı ağırhğından yarar- lanıîarak yeniden kamuoyuna sunulmuştur Bu tutum öncelikle yasanın amacına aykı- ndırve Yargıtay'ın kurumsal kışiliğını açık- ça zcdelemiştir Unutulmamalıdırki, Sayın Başkan'ın deyişi ile "çajaT olmanın iOc koşulu bencıl olmamaktır. Yargıtay Başkanlar Kurulu'nun üyesi olarak, konuşmanın metni üzerinde, zo- runlu olmasına karşm alınmayan düşünce- lerimi kamuoyuna açıklamayı -üzülerek de olsa- tnesleki bir ödev sayıyorum. Konuşmada, bılim ve hukuk adamlan- nın en önemli özelliğı olan tevazu bir tara- fa bırakılarak benci ve iddialı birbiçemkul- lanılmıştır. Konuşmanın biçemi bir yana, içeriğine de tümüyle katılmak mümkün değildir. Tarihsel gerçekler saptınlmış, çe- kirdek fîkirier alıntılarla örülmüş, soyut ve felsefı kavramlarla örtülmüş ve edebi bir söylemle bezenmıştir. tstenen çağcıl de- mokrasinin geçerliliğini kanıtlamaya set çektiğine inanılan devlet ve cumhuriyet ol- gulannı kötülemek ihtiyacı içinde ve ya- pay biçimde hukuk devleti-hukukun ûs- tünlügü ve cumhuriyet-demokrası kavram aynlığı yaratılmıştır. Bu sonuca varabil- mek için hukukun üstünlüğü ilkesınin, hu- kuk devletinin önde gelen niteliği olduğu ve özde cumhuriyetin demokrasi dışında dü- şünülemeyeceği gerçekleri gözardı edilmiş- tir. Hayranlık duyulan Anglo-Sakson ülke- lerinde devletin terörle yaptığı mücadele- deki yasal düzenlemeler ve uygulama ile ilgılı Avrupa însan Haklan Mahkemesi ka- rarlanna değinilmemiş, yargı birliğınin, kurumsal parçalamanın ve toplumun hu- kuküretmesinin tarihi gelişim sürecinde Tür- kiye'de somut olarak uygulamaya naııl ge- çınlecegı açıklannunus, oluı tonuçûn ir- delenroemiştir. Anctk heptindm önemli- si anayaıt ve laik.uk ilkMİ il« llgili düfün- celerdir 1982 Antyauıı'nın hinrlınmâ- sı, oylanmaıı ve içeriji ile «ntidemokrttik oldugunda ve degişmeıi gerektijmde gö- rüş birliği vardır. Buna ragmen bugttne ka- dar anayasanın biçimsel meşruluktan yok- sun, geçersiz oldugunu ve maddi meşru- luğunun da kalmadıgını ilanetmekhiç lrim- senin aklına gelmemişti. Meşruiyetsizli- ğin, direnme hakkını meşru kılacagı, tem- sil ettiği kurumun ve kendi meşruiyetinin de bu anayasadan dogduğu ortada iken baş- kanın bu değerlendirmesi hatahdır. Konuşmanın din ve devlet ilişkisine ait bölümünde Türkiye'nin toplumsal, siyasal ve tarihsel gelişimi gözetilmeden yapılan değertendirmeler de gerçege uygun düşme- miştir. Laiklik, demokrasüıin olmazsa ol- maz koşuludur. Türkiye Cumhuriyeti'nin devlet örgût- lenmesi açısmdan teokratik, dini yönlen- dirme açısından laikçi bir devlet olduğu iddiasına da katılmak olanaksızdır. Özel ve karnusal yaşamı dinin belirledi- ği, devletin din merkezli olduğu ve değiş- mez, ilişilemez dogmalarla yönetildiği, re- jimin teokrasi olduğu, doğru biçimde vur- gulandıktan sonra Türkiye Cumhuriye- ti'nin devlet örgûtlenmesı açısıyla sınır- landınlsa dahi teokratik bir devlet olduğu ileri sürülerek çelişkiye düşülmüş ve cum- huriyete haksızlık edilmiştir. Laikçi deyiminin hukuksal değerininbu- lunmadıjı ve dejişik amaçtakı çevrelerin laikligi küçûltmek için kullandıklan poli- tik bir löylem olduju açıkken, konuşma- da Türkiye Cumhuriyeti'nin dini yönlen- dirme açısından laikçi oldugunu vurgula- mak ayn bir talihsizlik olmuştur. Kurtuluş Savaşı'nda din sömûrûsünden çok çeken Atatürk ve arkadaşlannın o dö- nemde dini denetim altında tutmalan an- laşılır ve gerçekçi bir tutum olarak değer- lendirilirken cumhuriyet döneminde bu sö- mürünün ulaşuğı boyutlar (Şeyh Sait lsya- nı, Menemen ve Sıvas olaylan) ve bugün dahi rejimı tehdit ettiği olgusu göz ardı edilmiştir. Cumhuriyeti kuranlar, laiklik ilkesini anavatanı Fransa'dan alıp Türkiye'de haya- ta geçirirken egemenligı kilisenin elinden kurtarmak için yapılan savaşımı ve aradan geçen 140 yılm Hınstiyanlığın iktidar id- diasını ortadan kaldırdığını çok iyi biliyor- lardı. Ancak,geçmiştekiacıanılarvemev- cut potansiyel tehlike, laiklik ilkesinm ev- rensel boyutuna, Türkiye'ye özgü devletin dini denetim altında tutma basiretini ekle- di. Inanıyorum ki, aksi halde bugün daha çok demokrasi isteme olanağı bulanamaz ve Sayın Başkan, Atatürk'ün okullannda okuduğundan övünçle bahsedemezdi. Islamiyetin din ile devlet işlerini kay- naştırdığı, insanlann devlet içindeki dav- ranışlannı tannsal kurallara bağladığı gö- zetilirse, kendine özgü hukukuna dayalı ıktidar olma talebi evrim geçirmedikçe din hızmetlerinin devletin genel hizmetleri ara- sında yer almasına -gerekli düzeltmelerin yapılması kaydıyla- devam edılmesi zo- runludur. Zira demokrasilerde, demokra- siyi yok etme özgûrlüğü yoktur. Gönül is- terdi ki, Sayın Başkan, 30 yıl önce Mayıs 1969'da seleflerinden rahmetli trnran Ok- tem'in, insanın evrimi ile ilgili sözleri ne- deniyle cenaze namazını kılmak istemeyen- lerin çıkardığı olaylan ve Yargıtay'ın kına- ma yürüyüşünû anımsasın ve Diyanet tş- leri Başkanlığı'nın kaldınlması, cemaatle- rin din okullan açmalanmn seıbest bırakıl- ması önerilerinin, öğrenim birliğınin kalk- ması nedeniyle doğuracağı kaosu görebil- sin ve Atatürk öğretisinin Türkiye için, öğ- retmeni Sokrates'ın ögütlerinden daha ya- rarlı oldugunu fark edebilsin. Sayın Baş- kan, gerek meşruiyet ve gerekse irticai teh- like konusunda bıraktığı boşluklan ve düş- tüğü çelışkilerı kapatma yolunda açık- lamalaryapsa da öncelikle Yargıtay'a ve lm- ran Öktem'in aziz anısına olan, özür dıleme borcunu bir an önce ödemelidir. EVET/HAYIR OKTAY AKBAL GerçekDepranKafatarda! "Depremden korkma Ata sonsuzluğa göçer göçmez Olkeye el koyan Ankara padişahlanndan kork" F. H. Dağlarca Deprem bir doğa olayı. Kesin, acımasız, yoksul- zengin ayırmayan, zaman zaman patlak verip insanoğ- lunu şaşırtan. Bir çeşit deneyim, bir çeşit aklını başı- na toplama uyansı, bir tokat, bir şamar!.. Ama "Ankara padişahlan"n\n Atatürk ten bu yana bu topluma, bu halka yaşattıklan çok daha acı, çok daha acımasız!.. Bir ayı geçti. Onbinlerce insan toprak altında kaldı. Onbinlercesi ise toprak üstünde perişan, soğuk, yağ- mur, açlık, susuzluk, korku, hepsini büyük bir yalnız- iıkla yaşıyor; buna yaşamak denirse!.. TV ekranlannda gördüğümüz her yüz; kadın, erkek, çocuk, yaşlı her insan yüzü, biröykü, bir roman yaşa- tıyor. Edebiyatımız bakalım ne kazanacak bu acılı se- rüvenden? Yoksa acının ağırlığı edebiyatı bir yana rte- cek mi? Ama işte bir büyük şair dayanamamış, halkı- mıza güç vermiş: "Depremden korkma." Sonra ekte- miş: "Depremden korkma/Bu, sallantidan \k\ gece son- ra uyanmış/ Bu, toplumuna uzak düşmüşl Bu, çağ- daş bilgileri izfememiş/ Bu, yalnız kendisini sevenl Yönetimden kork." Gerçek deprem kafalardadır. Son elli yıldır gelip ge- çen kafalan birdüşün! Birdüşün, Demirel'ı biryedi yıl daha Çankaya'da bırakmak isteyenlen; kâğıdı doksan bin lira olan gazetecikleri yirmı beş bıne satanlan; ça- dırkentleri, çadır üniversiteteri kurararak günü kurtar- mak heveslilerini; istifa denen bir şeyi hatırlanna bile getirmeyen beceriksizleri; marklan, dolarlan ödeye- rek vatan hizmetinden yakayı kurtaranlan!.. Birdüşün "eyyetimiSafa" diyeyazmıştıNâamHik- met, Peyami Safa'ya, o gençlik arkadaşına, bir kita- bını ithaf ettiği ve bu ithafı daha sonra da siltp atma- dığı kişiye!.. Bizler de bir çeşrt yetim degil miyiz? Ata yettmi!.. Boşuna mrydı bir zamanlar, Atatürk devrimi- ni kökünden yıkma girişimlerinin başlatıldığı o günler- de, benim gençlik günlerimde, 'Öksüz Kuşak' adlı bir roman yazmaya kalkışmam!.. Öksüz bir kuşak olmuş- tuk daha 1950'lerin öncesinde, daha da çok sonra- sında!.. Halkın tuttuğu, tutmadığı devrimler aynmının yapıldığı; Türkçe ezanın kakjınkjığı; din simsarlanna mey- danlann teslim edildığı sözüm ona demokrasiye açıt- magünlennde!.. Gıdiştamamdı, bellıydi, Ankara'yapa- dişahlaryerteşmışti. Gerçeklerden, insanlıktan, halkya- ranndan kopukbirtakım padişahcıklar!.. Ogün bugün hep onlar, hep onlari.. Gençlik neler okuyor? Soruş- turmuşlar, çagın gerçek yazarlannı bir bilen çıkmamış. Kimi bir TV oyuncusunu şair saymış, kimi bir anı ya- zannı.. Niye? Çünkü TV'ler edebiyat, sanat diye bu tür 'şey'leri tanrtıriar, sevdirirler!.. Kafa boşlugu en büyük depremdir. Sanatsız, edebiyatsız birgençlik ülkeyi sar- san en güçlü deprem sayılmamalı mı? EmreKongardostumyazdı geçengün:"... buana- yasaya olumlu oy vermeyeceğim diyen Oktay Akbal yargılanarak hapse atıldığı için" 82 Anayasa oylama- sının meşru sayılamayacagını!.. Aradan 17 yıl geçti. O günler masal gibi, ama şimdilerde anlaşılıyortoplumu sarsan, bozan, yeni yeni padişahlar yaratan, o padi- şahcıklann egemenliğini sağlayan gerçek depremin ne olupolmadıgı... Sabah erkenden öğrendim, yine sallanmışız, yine sal- lanacakmışız! Bırakalım bir yana doğa depremterini, önce kafa depremterini önlemenin çaresini arayalım, şairin yazdığı gibi "Uzaklardadır deprem/ Evet uzak- lardadır kurtancı bilim" Kültür ve Sanat Hiçe Sayılıyor... BahirM.ERURETEN tatürk'ün; Türidye Cumhuriye- tünin temel özelliği olarak vur- guladığı 'Türkkültürü' ve 'Türk sanab' cumhuriyetimizin en önemli dayanağıdır. Yüce önder, er vesile ile bu konunun üze- rinde durmuş, halkçılık ve ulusçuluk kavram- lannı 'Türk kûHûrû' üzerine yapılandırmış, cumhuriyetin 'yüksek Türk kültûrüııün' ürü- nü oldugunu çok kez yinelemiştir. Cumhuriyetin onuncu yıldönümü olan 29 Ekim 1933'te söylediği tarihsel söylevinde "Az zamanda çok ve büyük işler yaptik. Bu işlerin en büyüğii; temeü Türk kahramanhğı ve yük- sek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti- dir" diyordu. Aynı söylevinin devamında ise "Yüksek bir insan toplumu olan Türk ulusu- nun, tarihi bir niteliği de, güzel sanatian sev- mekveonda yüksetmektir. Bunun içindir Id,ulu- sumuzun >üiksek karakterini, yorulmaz çabş- kanhğnu, yaradıhstan me-v cut zekâsııu, bilime haglıhgınt, güzel sanaüara sevşsini, ulusal bir- ük duygusımu, sürekti olarak ve her türiü araç ve önlemle besle>erek yücehmek ulusal ülkü- . müzdür"'SÖaleriyle yüceltiyordu ulusumuzu. Bu konulara verdigi önemin gereği olarak, ilkeleri doğrultusunda uygulamaya koyduğu devrim yasalannda, birinci önceliği. ulusalkül- türü geüştirme>e yönelik yasalara vermiştir. Yüce önder. kültür tanımını da, 1936 yılın- da verdiği bir söylevde şöyle dile getirir: "Tûr- krye Cumhuriyeti'nin temeli kültürdür. Kül- tür; okumak, anlamak, görebihnek, görebildi- ğinden aniam çıkarmak,dersabnak,düşünmek, anlama yeteneğini egjtmektir." Anayasamız, kültür ve sanat etkinliklerini, bunlann özendirilmesini, devlete bir görev ola- rak vermiştir. Anayasamızın 64. maddesi ay- nenşöyledir: "Devlet,sanatfaaliyeüerinivesa- natçıyı korur. Sanateserierinin vesanatçmm ko- nınması, değerlendirilmesi. desteklenmesivesa- nat sevgisinin yavıbnası için gereken tedbirteri alırr Kültürü ve sanatı korumak ve yaymak için Eğitim Bakanlığf ndan ayn olarak bir de Kül- tür Bakanlığı kurulmuştur. Buna karşm uygu- lamada, anayasanın bu hükmüne uyulduğunu söylemek olanaksızdır. Tam tersine somut olay- lar, hükümetlerin, kültür ve sanata destek ol- mak yerine zaman zaman, buna köstek oluş- turduklannı ortaya koymaktadır. Öncelikle, toplumun yaranna olan ve olabil- diğince çok okunması gereken yapıtlar, yurt ça- pında dağılması, gönderme ücretlerinin çok yüksek ohnası ve devamlı arttınlması nedeniy- le olanaksız duruma getirilmiş, tüm başvuru- lara karşılık, Kültür Bakanlığı'nın ilgisizliği ne- deniyle çözümü sonuçsuz kalmışür. Örneğin son bir yıl içinde, çok değerli Ata- türkçü dergilerden yirmiye yakını, yazık ki ka- panmak zorunda kalmıştır. Çünkü posta gön- derme gideri. derginin maliyet hatta satış be- delinın de üzerine çıkanlmıştır. Kırk yıldır ya- yımlanmakta olan Kemalist Ülkü dergisi, bu- nun en güzel ömeğidir ve maalesef. sırf Kül- tür Bakanlığı'nın, bunlan taahhütlü (!) gönder- me zorunluluğu yüzünden yayınını tatil etmiş- tir. Kitaplar için de durum aynıdır. Örneğin üç yüz bin liraya malolan bir kitabın. satış bede- linin de üzerinde beş yüz bin ila bir milyon li- ra posta gideri ödenmek zorunda olduğundan, dağıtımı fiilen yapılamamaktadır. Buna karşılık zararlı ve şeriatçı-gerici yayın- lar, amaçlan doğrultusunda bu masraflan kar- şılayanlar tarafindan her yana ulasabilmekte- dir. Kültür Bakanlığrnın önceki yı1larda, sözde kültürü ve sanatı teşvik için satın aldığı kitap- lann listesi incelendiğinde durum çok daha vahimdir. Bu kitaplar arasında en büyük payı şeriatçı yayınlar almakta, ulusal kültüre gerçek- ten yararh olan, Atatürkçü görüşleri açıklayan kitaplaryüzde onlar düzeyinde bile değildir. Ki- tap ahmlannda hangi nesnel ölçünün göz önü- ne alındığı da belli değildir. Bu konuda dedi- kodular ayyuka çıkmış iken, yönetim bunlara duyarsız kalmayı sürdürmektedir. Devlet sa- natçılıgı unvanı dağıtımı ise, toplumu patlama noktasına getirmiştir. örneğin geçen yıl dağıtılan (evet dağıtılan) bu unvanlan alanlarda en büyük çoğunluk 'şarkKi' olarak adlandınlan kişilerdir. Oysa şarkıcı sanatçı değil, sanatın icracısıdır. Asıl sa- natçı, o şarkılann bestesini yapanlardır. Üste- lik devlet sanatçısı seçilen bu şarkıcılar. dev- lete ne katkı yapmışlardır ki, bu unvana yakı- şrr görülmüşlerdir. Bunlann çoğunluğu, Tann vergisi güzel seslerini, kişisel servetlerine da- ha fazla servet katmak için, profesyonel ola- rak gazinolarda sergilemişler, ticari kazanç sağlaıruşlardır. Eskiden sazende ve hanende- ler denirdi bu icracılara. Hiç değilse saygınlık- lannı korurdu bu takımı. Yüksek idare mahkemesi olan Danıştay'ın, bu konu üzerinde ciddiyetle durduğunu, yürüt- meyi durdurduğunu görmek tek tesellimizdir. Hiç değilse bundan sonraki yıllarda, hükümet- lerin daha ciddi bir şekilde davranması bu su- retle sağlanmış olur. Boğaz'a Radar Projesi... Kayıhan ÇAĞLAYAN 7 Ağustos 1999 Cumartesi günkü Cumhuriyet'in 7. sayfasında yayım- lanan "BoğazVla radar projesi" ko- nusundaki yazıyı okuduktan sonra 73 yaşına erişmiş bir Boğaz çocu- ğu olarak Boğaz'ı çirkinleştirmesi yanında, Hazine'ye 100 milyon dolar gider yük- leyecek ve yarar sağlayacağı kuşkulu bu proje- nin çok yersiz ve fantezi bir yatınm olduğu şek- lindeki düşüncelerirni gecikmiş de olsa bildir- mek istedim. 15 binin üzerinde cana mal olan, hastaneler- deki binlerce yaralıyla hepimizi yasaboğarak son- sıız üzen, konut, fabrika, yollanmızla yurdumu- zun bir köşesini harabeye döndüren depremin verdiği bu büyük acılı günlerde oldubittiye ge- tirilmemesi için adını cumhuriyetten alan ve ba- bamın sürekli izlediği için benim 1937-38 yıl- lannda tanıştığım gazetenizde belki etkili olur. Kuzguncuk'ta deniz üzeri yalıda doğmuş bir Boğaz çocuğu olarak Osküdar-Çubuklu, Beşik- taş-Yeniköy arasında rüzgârlı hırçın dalgalar üzerinde anafor ve akıntılarda gençlik yıllanm- da kürekli sandallarda (o zamanlar şimdiki gi- bi babalar daha Johnson motorlannı çocuklan- na alamazdı) her anafor ve akmtıyı tanımak şan- sını elde ettiğimden, akıntı ve rüzgâr altında dü- men kilitlendi denerek kaptan kontrolünden çı- kan kargo ve yakıt tankerlerinin yapacağı kaza- lan önleme olanağı olmadığını rahatlıkla söy- leyebilirim. Büyük yangınlara sebep olan çarpışmalara, Be- bek sahilleri ve feneri ile Akıntı Burnu'na bin- diren, birkaç kez Boğaziçi Üniversitesi kapısı önünde karaya vuran, hiçbir gücün karşı koya- mayacağı deniz kazalanna buradarsistemi, çok önceki yıllarda yapılmış olsa idi bile, engel ola- mazdı. Bu konuda söz sahibi olacak Türk ve Aze- ri mimarlann 2 yakaya kurulacak kulelerin Bo- ğaz'a zarar vereceğini ve Mimarlar Odası Ge- nel Başkam Oktay Eldnci'nin yapılması düşü- nülen radar kulelerinin kentsel peyzaj ve SlT ala- nı açısından kabul edilemez oldugunu bildirdi- ği "Boğaz'a radar kulesi kurmak petrol tanke- ri geçisini meşrulaştırmaktadır" dediği halde yürütülen bu projede bir oldubittiye getirilme- ye çahşılmakta olduğu anlaşılmaktadır. Son bir toplantıda, Azerbaycan Mimarlar tt- tifakı Başkanı Ühan AHyev ise Hazar petrolle- rinin taşınması için en iyı hat Bakû-Ceyhan hatödır diyerek tankerier vasıtasıyla Istanbul Bo- ğazı'ndan geçirilmesinin tarihi ve kültürel do- kuya zarar vereceğine dikkat çekmiş, Mimar- lar Odası Istanbul Şubesi Başkam Prof. Afîfe Batur'un da Istanbul Boğazı'nın çok özel bir coğrafya birikimine sahip olmasından dolayı ko- runması gerektiğini, Istanbul'un doğal konu- sunu zedeleyecek her türlü girişimin karşısın- da olduklarmı, Boğaz'ı çirkinleştinnekle kal- mayıp aynca kültürel dokuyu tehlikeye atacak petrol taşımacıhğı gibirisklibu transit yolunun kullanılmasından vazgeçilmesine işaret ettiği halde ısrar edilip, bu projenin durdurulması gereklidir. Boğaz'ın lodos, poyraz, karayel gibi rüzgâr- lannı. bazen her 300 metrede değişen akıntı ve anaforianm (ters akıntı) kayalık ya da sığ olan sahillenm bilmeyen, yurtdışı ve içerdeki çok zeki girişimcilerin ortaya attıklan; her ne hik- metse bazı idarecilerin de desteklediği, bu manasız yatınma mutlaka bir dur demek gerekiyor. tleride bu tip bitırim işleri kovalayan akıllı ve kurnaz işadamlan çıkıp da gölge yapsın diye Boğaz üzerine şemsiye görevi yapacak bir ten- te germek gibi birkaç saçma teklif getirseler bu projelere de evet diyecek saygıdeğer idareciler- imizin bulunacağmı kabul etmeliyiz. PENCERE Ayııalar Çaflarken... Nedir bu "izm"lerden çektiğimiz!.. Başımıza bir de "Satanizm" ç\M\. . , Polis Satanist avında.. Medyada kıyamet kopuyor. Satanistler Internet aracılığıyla birbirierini arayıp buluyoriarmış... lletişim devrimi şeytana mı hizmet ediyor?.. Satan ne demek?.. Şeytanın adlanndan biri de Satan'dır; namus- suzun çok adı var: Iblis, Lucifer, Mefisto, vb. Ib- lis'ln Tann'ya karşı giriştiği amansız savaşımın uzamı, insanlık tarihidir. Geçmişte Galilei Gali- leo'dan Olordano Bruno'ya degin kaç düşün ve bilim adamı Satan'la işbirliği yaptı diye suçlandı?.. Şeytan boynuzJu, kuyruklu, çirkin görünümlü aşa- ğılık bir yaratıktır; kendimizi koruyalım!.. Mefisto Internet'e bile burnunu soktuğuna gö- re yapmayacağı şey yok!.. _. Şehriban Coşkun ruhunu şeytana satan bir gençkızlObarseninbubar benim ddaşrkenÖmer Çelik, Engin ArsJan ve Zinnur Gülşah'la tanış- mış; bir gün Ortaköy Mezarlığı arkasındaki ağaç- lıkta buluşmuşlar, piknik yapacaklarmış, kafayı bulmuşlar... Akıllanna gelmiş: - Şeytana kurban gerek!.. Şehriban seçilmiş kurban edilmek için, gereği- ni yerine getirmişler... Peki, Satanizm hastalık mı?.. Hasta ruhlann ma- rifeti mi?.. Yoksa inanç mı?.. • Tarihte ve bugün dünyanm çeşitli yöreierinde şey- tana tapanlar az buz değil... Küreselleşme sürecinde Internet araalığıyla Sa- tanistlerin enternasyonal niteliğe kavuşması ola- naksız sayılmaz!.. özellikleAmerika'dabu işinçoK meraklısı var; zaten cadı ve şeytan, tarihin hiçbir döneminde insan yaşamından eksik olmadı... 18'inci yüzyıl Aydınlık Çağı!.. Ancak 18'inci yüzyılın ilk çeyreğinde bile Fran- sa'da kimi zavallı kadın cadılaşıp ruhunu şeytana sattı diye diri diri yakılmış... Ya 20'nci yüzyılda?.. Uzağa gitmeye ne hacet!.. Daha dün Srvas'ta 37 aydını diri diri yakan yobaz kalabalığı ya has- talardan oluşuyordu ya da mürtecilerden... Akıl kurban aramaz.. İnanç kurban ister. Çok eski bir gelenektir bu!.. Kurban tarihsel ya- şamın çeşitli süreçlerinde değişerek, dönüşerek süregelmiş bir tapınma yöntemi!.. Her dinde ken- dine göre renklerle türeyen kurban olgusunun akıl- la, bilimle, insanlıkla bağdaşır yanı var mı?.. Yok!.. Satanistler, şeytanın "iğvasına" kapılmışzaval- lılar mı sayılmalı, günümüz toplumunun hastalığı mı?.. Deprem, gezegenimizde şeytanın sohjğu gi- bi dolaşıyor; çat burda, çat orda, çat kapının ar- kasında!.. Türkiye hop oturup hop kalkıyor. Sure- timize baktığımız aynalar çatlıyor, görüntüler par- çalanıyor; depremin ruhumuza yansıyan şiddeti- ni şimdiden ölçmek olanaksız. 2000'e girerken kör inanamızın kurbanı olursak, Satanist gençlerden ne farkımız kalır?.. Bt. .L Bu kitap " 1999 Yunus Nadi Öykü Ödülü"nü paylaşü.Yüceyi bulma çabasında bir yazarla tanışmak ıstersenız okuyun bu kitabı. Yepyeni bir öykü biçemi, pınl pınl bir dil, insanı sarsan kafaramaıılar... Yazmımıza kutlu OIÂUH. j Çağ Pazarlama A.Ş. Tûrkocağı Cad. No:39/41 kitap kulâbü (34334)Cağaloğlu-lstanbiJİ Tet (212)514 01 96 Yer: Ege'nin en büyük market zincirinin herhnngi bir noktast Tarih: 20 Eylül 1999 Saat: 13:50 <#•% 4 39.900000 İstanbul'da hayat giderek zorlaşırken, îz'kolaylaştırma için geliyoruz... Yer: İstanbul'un en büyük market zincirlerinden herhangi biri Tarih: 20 Eylül 1999 ^ . Saat: 13:50 -* 49.875.000
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle