18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 15HAZİRAN1999SAU 14 KULTUR SAHNEDEN AYŞEGÜL YÜKSEL Tiyatroya geçit vermemekŞu tiyatro denen sanatm ülkemizde "deveku$u" örneği bir serüven yaşadığı yadsuıabilirmi? Birtürlü "deve" mi "kuş" mu olduğuna karar verilemeyen 'tiyat- ro" olgusu bağlamında her kafadan bir ses çıkmaktadır. Pek az kişi tiyatroya gider; gitmeyen- lerin çoğunluğu ıçin tiyatro, onlann "ya- şam biçimkri" içinde yer almayan. ope- ra ve bale gibi fazlasıyla "efit", "ukala" bir sanattır. Tiyatroya gitmeyen çoğunluk içinde yer alan ve "seçkmd" olarak tanım- lanan azınlık ise Türkiye'de yapılan tiyat- ronun "sanatsal düzey"inin yeterince "efit" olmadıgından dem vunnayı alışkanlık edinmiştir. Tiyatroya gıden azınlığın bir bölümün- de ise bu sanatı "eğlencefik" olarak gör- meeğilimi\ardır. 1980'liyıllardabirmil- letvekilinin, Devlet Tiyatrolan repertuva- nnı, "Millet zaten bunalmış. tç kapabcı oyuıılaryerine neşeli bir şeyler oynayın da birazsıkıntı atsınlar" bıçımınde eleştırdı- ği hatırlardadır. Gerçekten de sırf seyirci- yi eğlendırmek ıçın kotanlmış, bol tele- v izyon ">ildız*'lı sıradan yapıtlann başa- n şansı -geçici olarak- oldukça yüksektır. Hele televizyon dizi ya da izlencelerinde- ki "komiklikler". popüler sanatçılan "y»- kından görmek" ıçın gelmiş seyirci kar- şısında sık sık >inelenıyorsa. Bu tür yapımlar.tiyatroizleme alışkan- lığı çoğunlukla olmayan "siyasiler"in de favorisidır. Oyunlann içerdığı "edep dı- şt"lığı da. dahası, laflann arasına "uysada uymasa da" sıkıştınlmış bir iki zararsız politık taşlamayı da "cokdemokrat", "çok hoşgörülü" bir yaklaşımla sineye çeker- ler. Anlaması ve izlemesi zor olmayan bu türeğlencelikler. "tryatro"yu sıradanlaş- tırdığı, cıddiye alınamayacak bir gösteri- ye indirgediğı ıçin. içerdıği açık saçıklı- ğın da, küfürlerin de, politık eleştinnın de "korkulası" yanı yoktur. 'Evcilkşme' tiyatro düşmarudır Oyunlann sahnelendiği Anadolu il ya da ilçelerinin sorumluluğunu taşıyan dev- let, belediye ve emniyet mensuplannı il- gilendiren ise "ciddi" olarak yapılan, dü- şünsel ıçeriği olan tiyatrodur. Bu oyunlar her şeyden önce siyasal açıdan "sakınca- lı" olabilecek ya da yetkililerin temsil et- tiğiideolojiyeavkındüşecekniteliklerta- şımamalı. örf ve âdetlere ters düşmeme- li, "siyaseten ve ahlaken" kafalarda soru- laruyandırmamalı, "haUagaleyaııagetir- memefi" ve genç-yaşlı, konu-komşu, amir- memur tüm izleyicilere hoşça vakit geçir- tip. olumlu bir hayat dersi veren, "akdh uslu" bir öykü anlatmalıdır. Oysa, tiyatroyu "yaşam biçimlerinin bir parçası" yapmış, süreklı olarak tiyat- roya giden "aanhk" bilir ki, tiyatro hıç- bir toplumsal, politık ya da ahlaki kalıp g^^ içinde dondurulamayacak, kimseden emir almayan, içeriği ve biçimiyle kimscye ya- ranmak zorunda olmayan çılgın bir sa- nattır. En büyük düşmanı "evcflles,me"dir. Tiyatronun tek hedefi seyircidir; seyir- ciyle sahne arasındaki duyarlı dengeyi ku- rabilmektir. Bu denge kurulamayınca se- yirci zaten ya olumsuz tepki gösterir ya da oyun seyirci bulamaz. Bu durumda ka- lanbirtoplulukdasahnedesergiledigi sa- nat ve dünya görüşünü yeniden gözden ge- çirmek zorunda kalır. Tiyatroda "vaponm sürekli olarak enflasyon altinda bunalan, zorunlu olarak gitgide artan bilet ücretle- ri yüzünden, seyirciye sinemadan daha ucuz tiyatrohizmeti götüren Devlet Tiyat- rolan ile yanşamayan, üstelik kurulduğu büyük kentlerde bir salona bile sahip ol- mayan özel topluluklann Anadolu turne- si yapması aynı zamanda ekonomik bir zo- runluluktur. Dolayısıyla, bûyük kent seyircisi için ha- zırlanmış bir oyun, turne döneminde Ana- dolu'ya da götürülmektedir. Böylece, eko- ideoJojiye ters düşebiür" kaygısıyla en- gellemelerin artık tarihe kanşması gerek- tiğini yıllardır savunuyoruz. Son birkaç yıl içinde, Anadolu'da tiyatro yapan başka özel topluluklar yanında, AST; Ankara Birlik Tiyatrosu, özellikle de Ankara Ekin Tiyatrosu'nu bürokratik/yasalarla ilişkisi olmayan engellere takarak tiyatroculann maddi ve manevi yönden hırpalamakta sakınca görmeyen kimi mülki amir/emni- yet müdürü/belediye başkanlannın artık tiyatro olaylan üstüne kişisel düşünceler • 'Tüküreyim böyle sanatın içine' biçemindeki söylemin değişkenlerinin ilden ile, ilçeden ilçeye salgın bir hastalık gibi yaygınlaşması olasıdır ve engellenmelidir. Tarsus'ta son üç hafta içinde yaşanan olaylann bu tehlike bağlamında önemli bir gösterge oluşturduğuna inanıyorum. 19 Mayıs akşamı Tiyatro Stüdyosu'na bir sanat olayına yapılabilecek, ancak 70 yıl önce Afife Jale'ye yapılanlarla kıyaslanabilecek, en büyük "hakaret" gerçekleştirilmiş; yetkili kişiler, tiyatro sanatını ayaklar altına almayı neredeyse başaracaklan bir noktaya ulaşmışlardır. göcü" seyircidedir. Öte yandan ülkemizdeki tiyatro sana- tı, tüm topluma hizmet ulaştıracak biçim- de örgütlenmiş değildİT. Devlet Tiyatro- lan'nın son otuz yıl içinde yoğunlaşan, ni- celik açısından gelişme çabası, aşın dal- lanıp budaklanmadan dolayı yeni sorun- lara yol açarken, tiyatronun yalnızca dev- let eliyle yaygınlaştınlamayacağı gerçe- ği de ortaya çıkmıştır. Özel topluluklar gündemdedir ve gündemde kalmak zo- rundadır. Bu gerçek bilindiğinden, devletten her tiyatro dönemi için proje destegi almak için başvuran özel topluluklara "Anadolu tur- nesi" yapma koşulu getirilmiştir. Dahası, nomik koşüllann zorlayıcılığı rastlantıy- la olumlu bir sonuca ulaşmış, tiyatro adı- na yararlı ve eşitlikçi bir ortam olusturmuş- tur. Büyük kent seyircisi için hedeflen- miş bir özel tiyatro yapımını yıl içinde küçük kentlerdeki seyirci de izleyebil- mektedir. Tiyatro, çeşitli yapısal/yasal/kül- türel/ekonomik düzenlemelerle tüm top- luma mal olana dek bu kahıriı serüven yaşanacak... Hal böyleyken, özel topluluklara "ağ- anınpayınıverme" işini ûstlenenlerin git- gide çeşitlenerek çoğaldığı görülüyor. Turneye gelen özel tiyatrolan zora koş- ma, sanatçılan aşağılık kişiler sayma ey- lemlerinin, bir tiyatro yapımını "resmi ürettikleri de, dahası. bu düşünceler doğ- rulrusunda, oyun sırasında harekete geç- tiklen de görülmektedir. "Tüküreyim böy- le sanabn içine" biçemindeki söylemin değişkenlerinin ilden ile, ilçeden ilçeye salgın bir hastalık gibi yaygınlaşması ola- sıdır ve engellenmelidir. Tarsus'ta son üç hafta içinde yaşanan olaylann butehlike bağlamında önemli bir gösterge oluşturduğuna inanıyorum. Tiyatro Stüdyosu gerek lstanbul'da ge- rekse Anadolu'da sayguüığnu kanıtlamış, yenilikçi, yürekli ve sanatsal nıteliği ön dü- zeyde gözetmesiyle ün salmış, bu neden- le de son yıllarda ödül üstüne ödül kazan- mış bir topluluktur. tstanbul'da salonu bu- Ernst Ludwig Kirchner'in yapıtlan Münih ve Bonn'da sergileniyor Çizgflerin ve renlderin arkasındaki sesler • Brücke grubunım kurucu üyelerinden Kirchner, Afhka heykellerinin etkisinde kalarak formlannı sadeleştirmeyi, özellikle insan vücudunun biçimini bozarak etkileyici bir 'söylem dili'oluşturmayı başarmıştı. Bu iki kapsamh sergi, Kirchner'in temelinde büyük bir aşkla boyama, yaratma tutkusunun yer aldığı yapıtlannı retrospektif açılarla sunuyor. NECMİSÖNMEZ MÜNtH - Dışavurumcu Alman sanatının önde gelen temsılcilerinden biri olan Ernst Ludwig Kirchner 1880- 1938 Münih ve Bonn'da açılan iki geniş çaplı sergiyle sanat ortamının gündemine geldi. 1905 yılında Dresden'de kurulan "Brücke" gnıbunun kurucu üyelerinden biri olan Kirchner, Afh'ka heykellerinin etkisi altında kalarak formlannı sadeleştirmeyi, özellikle de insan vücudunun biçimini bozarak etkileyici bir "söylem dffi" oluşturmayı başarmıştı. Kunstmuseum Bonn ve Münih'teki Hypo- Kurrurstiftung'da açılan iki kapsamlı sergı, Kirchner'in temelinde büyük bir aşkla boyama, yaratma tutkusunun yer aldığı çalışmalannı retrospektif açılarla sanatseverlere sunuyor. Bonn'daki sergi. sanatçının "renk" kavramını nasıl yorumladığını özellikle kâğıt işlerinde sorgularken Münih'teki sunum, ağırlıklı olarak yaglıboya ve özgün baskılar üzerinde yoğunlaşıyor. Yaşamı, sanatı, "aşk" etrafında temellendirilmiş olan kavramlar olarak yorumlayan Kirchner yaptığı resimler karşısında, sorgulayan, güvensizliği elden bırakmayan bir tavır sergi leyerek pek az dışaNTarumcu Avrupalı sanatçıda görülen "form dinamizmine" varmıştır. Doğada ve insan vücudu üzerinde yaptığı gözlemlerinde gereksiz gördüğü herdetayı ayıklayarak sonuçta çizginin renklerle "koşulsuz" birlikteliğine varan sanatçının hem Bonn'da hem de Münih'teki çalışmalan içinde 1909- 1910 yıllan arasındaki işleri kendilerine özgü renk ve form yorumlanyla ayncalıkh bir yere oturuyor. Dresden'den Berlin'e taşındıktan sonra, yüzyıl başında Avrupa'nın en canlı Ernst Ludvvig Kirchnen- 'Yıkanan Kızlar' (1911) sanat merkezlerinden biri olan bu kentte sanatsal dilini değiştırerek erken sayılabilecek olan bir olgunluğa vanyor Kirchner. Genellikle Berlin caddelerinde gezinen aylak insanlan konu alan resimlerinde, özellikle renkli kalemlerle yaptığı desenlerde metropol yaşamını, sokaklann yaratıcı gürültüsünü bir tür metafor olarak resimlerinin arka planına geçirmeyi başaran sanatçının perspektif-anatomi kurallannı altüst ederek vardığı "anlaüm dffl" son derece etkileyici bir "kurgn evreniyle T ' baş başa bırakıyor izleyeni. I. Dünya Savaşı'nın çıkmasının ardından askere alınan Kirchner'in ruh ve vücut sağlığı. bir yanda değişen yaşam koşullan öte yanda resimlerinin, beklediği ilgiyi görememesi yüzünden bozulur. 1917'de Isviçre'nin Davos kentine yerleşerek tedavi görmeye başlar. Alp Dağlan'nın manzaralan, köy yaşamına ait konulann sanatçının resimlerine girdiği bu yıllarda (örneğin "Wieseo Köprflsü", 1920) onun yoğun olarak gravür ve tahta baskı yapmaya yöneldiği görülür. Kent yaşamından sonra Davos'un sakin atmosferi onun, sağlığına tekrar kavuşmasını sağlar. Bu döneminde daha çok portre ve çıplak konulan üzerinde yoğunlaşan sanatçmın, insan vücudunun biçimini bozarken keskin çizgileri, volümleri açılmış renklerle birlikte yorumlayarak bir tür senteze varmaya çahştığı gözlemleniyor Bonn'daki sergide görülen renkli kalemle yaptığı desenler (örneğin "Oturan Kadm". 1910) onun aynı zamanda Okyanusya ve Hint sanatından da etkilendiğini ortaya çıkanyor. Etki kaynağı ne olursa olsun sanatçı karalama ile çiziktirme arasmda bir yerde konumlandrnlabilecek olan desenlerinde çizgilerin ve renklerinin arkasındaki sesleri ortaya çıkaran bir yaklaşıma sahip. Acı çeken bir ruhun, üretmekten, çizmekten başka çaresi olmadığını düşündüren bu özellik Kirchner'in "hırçın stilinin" gövdesini oluşturuyor aynı zamanda. 1930'lann başında Almanya'da güçlenmeye başlayan Naziler kültür yaşamına da büyük bir darbe indirmişlerdi. Viyana Akademisi'nin giriş sınavında başanlı olamayan Adolf Hider, modern sanatı Alman müzelerinden temizleme harekâtını başlatmıştı. Picasso, Matisse, Van Gogh başta olmak üzere müzelerdeki tüm modern sanat yapıtlan koleksiyonlardan çıkanlarak "Dejenere Sanat" / Entartete Kunst başlığı altında sergılenir. Ernst Ludv*ig Kirchner'e ait 32 resim de bu arada müze kolleksiyonlanndan çıkanlrr. Bunun sanatçı üzerinde bıraktığı etki, resim stilini değiştirmesine neden olacak denli güçlü olmuştur. Picasso'nun etkisi altına girerek formlannı yumuşattığı görülür. Dağ manzaralanm. atölyesini konu alan resimlerinde Kirchner'in konulannı daha soyut bir teknikle ele almasına rağmen 1933'ten itibaren onun "hırcm stfihtden" uzaklaştığı gözlemlenir. İçine düştüğü ruhsal bunalunlara paralel olarak politik olaylar, Nazilerin her geçen gün daha da güçlenmesi onun dünyaya daha karamsar bakmasına neden olur. 1938'de intihar etmekten başka bir çıkış yolu olmadığına inanan Ernst Ludvvig Kirchner defalarca desenini çizdiği Davos Mezarhğı'na gömülür. Bonn ve Münih sergileri 20. yy. sanatının en etkin ressamlanndan biri olan Kirchner'i trajik olmayan bir tarzda izleyicilere sunduklan için etkileyici bir bütünlüğe sahiptiler. lunmayan toplulugun bu yılki oyunu. ün- lü Amerikalı yazar David Mamet'in, Pı- nar Kür çevirisiyle sunulan ve tiyatro oyu- nu sahnelemedeki ritizhğiyle tanınan ge- nel sanat yönetmeni Ahmet Le>r endoğ- ta'nunyorumuyla sahneye aktanlan "B^- la Şu Işi** başlıklı oyunudur. Seçtikleri oyunlann "Türidyepröıniyeri" olmaözel- liğini gözeten toplulugun bu çalışmasın- da tiyatro okulu mezunu üç genç sanatçı yer almaktadır. (Dolayısıyla yetkili kişi- ler bu sanatçılan tanımamaktadn-lar.) îzk\icinin özgür iradesi Tarsus 75. Yıl Kültür Merkezi salonun- da yalnızca 19 Mayıs akşamı sunulacak ve Güney Anadolu turnesini başka kent- lerde sürdürecek olan "BagbŞulşj", Ame- rikan "maço" dilinin yoğun biçimde kul- lamldığı ve bu dil kullanımı yoluyla, ka- pitalizmin "fere yanşı"nda, sürekli olarak çıkar ilişkilerini kollama eylemınin yoz- luğunu sahneye getiren bir oyundur. Tarsus Kültür Merkezi'nde salon dolu- dur. Baştan sona söze dayalı olan ve dü- şünsel yoğunlaşma gerektiren oyunun 10. dakikasında salondan içeri kaymakam, belediye başkanı ve Tataristan'dan gelen konuklanyla, hepsinin eşleri girer. On sı- raya oturtulurlar. Belli ki yabancı konuk- lan ağırlamanın bir parçasıdır tiyatro ola- yı. Oyuna neden geç gelındiği ve on da- kikası geçmiş bir oyuna nasıl girilebildi- ği anlaşılmaz. Ilçe yetkilisi, izleyiciler oyunun başuıı bilmedikleri için sahnedeki tartışmayı iz- leyememekte, metin gereği yer yer küfür ve belden aşağı imlemeler ıçeren Ameri- kan "maço" dilini duymakta, yanlannda bulunan eşlerine ve yabancı konuklanna mahcup olmaktadırlar. Sahnedeki oyun- culann (söz gelimi "YıkhzKeDter" düze- yinde) tanınmış olmayışının verdiği "yû- reklenme" sonucunda, bu "rezalefe da- ha fazla dayanmayarak sesli tepki verme- ye başlarlar. Oyun sürmekte, bir salon do- lusu insan oyunu izlemektedir. Ardından salonu güriiltülü biçimde terk eden yetki- liler ve konuklan, oyunun kesilmesi ve seyircinin salondan çıkanlması için hare- kete geçerler. Arka sıralardaki 70 dolayın- daki seyirci zorla dışan çıkanlırken oyun sürer. De\Teye, kaymakamı giriştiği iş- lemden vazgeçirmeye çalışan güvenlik görevlileri de girmiştir. Oyunda "sakın- calı" unsurlar aramakla görevlendirilen- ler, aradıklannı bulamamaktadırlar. Zor- la dışan çıkanlan seyirciler de fırsat bu- labildiklennde salona geri dönerler. Tüm bu gürültü paürtı içinde, üç sanatçının yüz yüze, soluk soluğa oynamalannı gerekti- ren oyun sürer ve noktalandığı anda seyir- cinin coşkulu alkışlanyla ödüllendirilir. Aslında bir sanat olayına yapılabilecek, ancak 70 yıl önce Afife Jale'ye yapılan- larla kıyaslanabilecek. en bü- yük "hakaret" gerçekleşti- rilmiş; yetkili kişiler, tiyatro sanatını ayaklar altına alma- yı neredeyse başaracaklan birnoktaya ulaşmışlardır. An- cak, artık tiyatronun Osman- lı zaptiyeleri taranndan kova- landığı bir toplumsal ortam- da değiliz. Seyirci, sahnede- ki sanat olayına baştan sona sahip çıkarak belki kişisel korkusunu da yenerek, artık başka bir Türkiye'de yaşadı- ğımızı, tiyatronun seyircisi- nin, "mülki'Vsiyasal baskı karşısında bile özgür irade- sini kullanabildiğini göster- miştir. Yaşanan toplurnsal ve sanatsal rezalete neden olan- lar ise ne Tiyatro Stüdyo- su'nu ne de Ahmet Leven- doğlu'nu tanımaktadırlar... "Vatan haini" Nazım Bu olayın hemen ardın- dan, 24 Mayıs'ta aynı salon- da Tiyatro 01'un ilk kez 3 Haziran 1998'deMoskova'da Türkçe olarak sahnelenen "Hoşgekün Nâzun" başlıklı yapımı sunulur. Oyunun, gör- düğü yoğun ilgi üstüne 8 Ha- ziran'da bir kez daha sahne- lenmesi söz konusudur. On gün önce Tiyatro Stüdyosu bağlamında yaşatılan reza- letin sorumluları arasında olan, Tarsus'un kıdemli, MHP'li belediye başkanı BurhanettmKocamaz'a pro- tokol ziyareti yapan topluluk yetkilileri, görüşmeleri sua- sında başkanın ağzından çı- kan şu cümleyle sarsılırlar: "\atan haini Apo'dan farkh görmediğim vatan haini Nâ- zım Hikmet için hiçbir şey y^pmam." Durum vahımdir. Karma- kanşık bir ekonomik. poli- tik, toplumsal ve kültürel or- tamda yol almaya çalışan ti- yatromuzun karşısına diki- len tehlike büyüktür. Yönet- sel erk ile erki taşıyan kişi- nin bireysel ideolojik/ahla- ki/sanatsal görüşlerinin yün- yumak olduğu bir Türkiye'de tiyatroya "geçit vermemek" için, tiyatroyu "zorla evcfl- ieştirroek" için yapılması ola- sı hareketlerin önü zaman ge- çirmeden aluımalıdır. Tiyatro "devekuşu'' değil- dir; dahası, ne develeştirile- bilir ne de kuşlaştınlabilir. YAZI ODASI SELİM İLERİ Efsaneden Issızlığa O kitaplan şimdi artık yerinde yeller esen, Kadı- köyü'nün Kadife Sokağı'ndaki eski evde görmüş- tüm. Üç cilttiler. "Istanbul Üniversitesi Ingiliz Ede- biyatı Profesörû" HalkJe Edib-Adcvar ın kaleme aldığı Ingiliz Edebiyatı Tarihi... Kırklı yıllann hemen başında yayımlanmış bu ki- taplar elbette hemen ilgimi çekmişti. Ne var ki on- lara kavuşmam için yıllar geçecekti. Kadıköy'ü evinin yakışıklı oğlu Halide Edib'in asistanıyla evtenmiş ve bu evlilik uzun sümıemiş; asistan hanım evden ayrılırken kitaplannı bırakmış, sonradan kitaplar alınıralınmaz, Halide Edib-Adı- var'lar da gözümün önünde yitip gidecekti. Bununla birlikte asistan hanımın anlattığı Hali- de Edib portresi silinmedi. Asistan hanım profe- sörüne hayranmış. Hatta Halide Edib Hanım, Ka- dife Sokak'taki eve bir kez gelmiş. Büyüklerimiz gitmişler. O zamanlar, yani kırkı aşkın yıl önce, ro- mancılann film yıldızları çapında ünleri vardı ve bi- zim evde günlerce Handan yazarı konuşulmuştu. Ingiliz Filolojisi adı herhalde o zaman belleğime çakıldı. Ben yine üç cittlik esere döneyim. Halide Edib, Ingiliz edebiyatını belki biraz dağınık, fakat döne- mi için çok kapsamlı anlatır. Ikinci cilt Elisabeth çağına ve Shakespeare e ay- nlmıştır. Halide Edib'in çizdiği Elisabeth, sonra- dan filmini izlediğimiz Elisabeth'e hem çok ben- zer, hem de bir katılıkla dile getirılir. Handan'ı, Kalb Ağnsı'ru yaşamının bir dönemecinde bırakmış ro- mancı, Elisabeth'e büsbütün aamasız yaklaşır, onu siyasal ikiyüzlülükle suçlar. Mary Tudor'un gözaltında tuttuğu Elisabeth odasına haçlar asar, koyu bir Katolik gibi davra- nır, "Protestanlaıia münasebeti olmadığını göster- mek için elinden geleni" yapar... Bu eser, hiç şüphesiz, kırklann Türkiyesi için üs- tün bir çalışmadır. Ingiliz Filolojisi'nin de zaten ni- ce zamanlar sürüp gidecek efsanesi söz konusu- dur. Üniversiteye girdiğim dönemde, tek sözcük, In- gilizce bilmememe karşın, Ingiliz Filolojisi'ndeak- lım kalmıştı. Nasıl kalmasın! Düşünce hayatımızda, edebi- yatımızda gerçek birer değer sayılan kişiler, ftlolo- jide öğretim üyesiydiler. Başta Mîna Urgan. Ola- ğanüstü akıcı, iki satır okumaktan hoşlanan her- kes için yazılmış eserleriyle Mîna Urgan. Onun iki cittlik Shakespeare'leri baş ucumdaydı. Ingiliz edebiyatıyla yetmmeyip, edebiyatımıza, Türk romanına eğilmeyi gereksinen Berna Moran. Ber- na Moran'ın Matmazel Noraliya'nın Koltuğu üze- rine incelemesi Yeni Dergi'de yayımlanmıştı; etki- lenerek okumuştum. Sanat-edebiyat değerlerini akıllara durgunluk verici bir ülküyle savunmuş Akşit Göktürk. Dü- şünce dünyamızın en büyük kayıplarından Akşit Göktürk. Türkçeyi seven Akşit Göktürk... Çeviri şiirin tadını, çabasından duyumsayabildi- ğimiz Cevat Çapan... Ingiliz edebiyatı konusun- da olsun, Türk edebiyatı konusunda olsun, müt- hiş donanımını yakından saptayabildiğim Murat Belge... Ve şimdi adlannı hatırlayamadığım baş- ka değerli hocalar: Ingiliz Filolojisi bir efsaneydi. Geçenlerde çok genç bir kızlatanıştım. Istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Ingiliz Dili ve Ede- biyatı Anabilim Dah'ndaokuyormuş. Ikinci sınıfta. Yüksek puan kazanarak bu bölüme girebilmiş. Edebiyata tutkusu sözlerinden belliydi. Ama anlattıklan, yakındıklan iç burkucuydu: Yak- laşık iki yüz, iki yüz elli kişilik sınıflarda öğretimi sa- dece iki doçent, bir okutman gerçekleştiriyomnuş. Üç de araştırma görevlisi; derslere giremiyortar. Al- tı kişilik bir kadro, yüzlerce öğrenci. Genç kız ho- calanndan büyük saygıyla söz açtı. Onlann ülkü- sel tutumları olmasa, bu efsane bölümün çökme ihtimali bile varmış. Bunlara sebep? Genç kız, kadro yokluğu diyor- du. Ingiliz Dili ve Edebiyatı ülkemiz için büsbütün mü önemsizdir? Tezgâhtar Ingilizcesiyle, taklitçi, züppe, hasta, mağaza adlan Ingilizcesiyle mi ye- tineceğiz? Ingiliz Filolojisi gibi bir efsaneyi, böyle- si hüzün verici ıssızlığa dönüştürdüğümüze bakı- lırsa... Yolun başında, ülküterle donanmtş öğrencinin göz- lemini, yetkililerin dikkatini çeker umuduyla kale- me getirmeye çalıştım. Takvimde İz Bırakan: "İnsan, yaşamakta olduğu hayatın ortalık yerin- de, kendini, hiç yaşamadığı bir hayata onu yaşa- mışçasına, yaşarcasına adayabilir." Ahmet Cemal, Şeref Bey Artık Burada Yaşamıyor, Can Yayınla- n, 1999. Ankara'da açıkhava sinema gunlerı • Kültür Servisi - Hotel Bilkent- Ankara'da 'Açıkhava Sinema Günleri' 17 Haziran Perşembe akşamı Carlos Saura'nın yönettiği Tango ile başlıyor. Yaz boyunca sürecek Sinema Günleri çerçevesinde gösterilecek fılmler arasında Hayat Güzeldir, Truman Show, Armegeddon, Âşık Shakespeare, Patch Adams ve Meet Joe Black yer alıyor. Giriş ücreti 2 milyon 500 bin olarak belirlendi. Akbank yaz etkinUkleri başlıyor • Kültür Servisi - Akbank 1999 16. Yaz Ffesim Etkinlikleri, Sakıp Sabancı Anadolu Lisesi'nde gerçekleştiriliyor. 28 Haziran-2 Temmuz arasında kayıtlann yapılacağı etkinlikte 6-16 yaş arasındaki öğrencilere, 5 Temmuz-24 Ağustos döneminde pazartesi ve salı günleri eğitim verilecek. Akbank tarafından ücretsiz olarak gerçekleştirilecek çalışmalar sonrasında seçilen resimler sergılenecek ve öğrencilere katılım belgesi sunulacak. Katıhm için 227 46 11 ve 261 21 31 numarah telefonlara başvunılabilir. Aygaz Tıyatrosu'ndan 'Boyacr I Kültür Servisi - Genel sanat yönetmenligini Şemsi Inkaya'nın üstlendiği Aygaz Tiyatrosu. Tuncer Cücenoğlu'nun yazdığı 'Boyacı' adlı oyunu sahneliyor. Tuncer Cücenoğlu'nun yazdığı ve Sönmez Atasoy'un yönettiği oyunda Şemsi lnkaya, Murat Akkoyunlu, Cem Cücenoğlu, Özlem Tekin, Osman Çağlar, Didem Karahan. Burcu Ergenekon, Bülent Düzgünoğlu, Tunç Özdil, Suna Dizdar ve Vural Buldu oynuyor. Boyacı, 17 ilde sahnelenecek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle