17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28MAY1S1999CUMA 14 KULTUR Festivalin galipleri: 'Rosetta' ve 'Insanlık', ticari sinemanın kalıplanm zorlayan yapımlar Cannes'dajüıi zoru seçti• Festivalin son günü gösterilen, bu yüzden ödüllere ilişkin tahminlerde adı hiç geçmeyen 'Rosetta'nın sürpriz zaferini, ticari uzlaşmalardan uzak kalmaya çabalayan sanat ve deneme sinemasımn zaferi olarak nitelemek yanlış olmaz. VECDtSAYAR 52. Uluslararası Can- nes Film Festivali'nin sonuçlan sinema dün- yasma bomba gibi düş- tü. Kanadalı yönetmen David Cronenberg'in başkanlığında toplanan uluslararası jûrinin ver- diği kararlar daha uzun süre tartışılacağa ben- zer. ödüllerin önemli bir bölümünün, ticari kaygı taşımayan iki Avrupa fıl- mi, "Rosetta" ve "tn- sanhk" üzennde toplan- ması Cannes'da yoğun teplci alırken. jürinin bu cesur tavnru onaylayan- lar da yok değil. Kendi payıma,jürinin kararla- nna büyük ölçüde katı- lıyorum. Özellikle, Al- tın Palmiye konusunda- ki kararlanna. Festivalin son günü gösterilen, bu yüz- den ödüllere ilişkin tahminlerde adı hıç geçmeyen "Rosetta"nın sürpriz zaferi- ni, ticari uzlaşmalardan uzak kalmaya çabalayan sanat ve deneme sinemasımn zaferi olarak nitelemek yanlış olmaz. Cronenberg başkanlığındaki jürinin ka- rarlan Avrupa sinemasımn tek çıkışının Amerikan sinemasına benzemek olduğu- nu sayunanları kızdıracaktır hiç kuşku- suz. Ödüle karşı çıkanlar, geniş kitlele- re hitap etmeyen bir filmin Altın Palmi- ye almasının festivalin profilini düşüre- cegini söyleyeceklerdir. Bence, çoğun- luğunu toplumsal angajmanlan ile tanı- nan sinemacılann oluşturduğu jürinin, ticari sinema düzenine pabuç bırakma- yan tavn, saygı ile karşılanmayı hak edi- yor. Belçıkalı iki kardeş, Luc ve Jean-Pî- erre Dardenne"in ortaklaşa yönettigi "Ro- setta", sinema sanatının toplumsal işle- vi olduğuna ınanan sorumlu sinemacıla- tm hâla.vat olduğunuJcanıtlayan bir ya- pit. Dardcnne kardeşler, smıflar arasın- daki uçurumun giderek büyüdüğü, açlı- ğın ve sefaletin kol gezdiği dünyarruzda, sinemacının bu toplumsal gerçeklere ka- yıtsız kalmaması gerektiğini vurguluyor- lar "Rosetta" ile. Kuşkusuz, "Rosetta"nın tek meziye- En tyi Kadın Oyuncu Ödülü'nü paylaşan Emile Dequenne 'Rosetta'da. Luc ve Jean-Pierre Dardenne ti, toplumsal içeriği değil. Dardenne kar- deşler, son derece yalm, ama o oranda vu- rucu bir anlatım sergiliyorlar. Film, tü- müyle elde kamera ile gerçekleştirilmiş ve tek bir sahnede bile müzik kullanıl- mamış. Bu açıdan, Dogma grubunun be- lirii ölçüde etkisinden söz açmak ola- naklı. Ama, bu estetik seçim, modaya uymak kaygısından kaynaklanmıyor, fil- min içerigi ile tamı tamına örtüşüyor. tşsiz bir genç kızın yaşam mücadele- sinden gerçekçi birkesit sergileyen Bel- çikalı yönetmenler, fimlerine evrensel bir boyut kazandırmak için özel bir ça- baya girmemişler, ama ele aldıklan so- run öylesine evTensel ki... Dardenne kar- deşlerin en önemli avan- tajlanndan biri. belgesel geleneğinden gelmele- ri. iki kardeş, 1975 yı- lından bu yana kendi belgesel yapım atölye- lerinde 60 belgesel ger- çekleştirmişler. tlk uzun metrajlı çalışmalan ise, 1986 tarihli "Fabch". 1989'da gerçekleştirdik- leri "Sizi Düşünüyo- rum"dan sonra. 1995 yapımı "Vaafle (La Promesse) Cannes'da Yönetmenlerin Onbeş Günü'ne seçilen ve pek çok uluslararası festi- valde ödüllendirilen Dardenne kardeşler, si- nemasal kariyerlerinde en ufak bir sapma ol- maksızın, bildikleri yol- da yürümeyi seçen bi- lınçli ve kararlı iki sanat- çı. Jürinin Altın Palmi- ye'yi "Rosetta"ya ver- mesini bu yüzden bütün kalbimle destek- liyorum. Film, entrikadan medet ummayan, ha- yatın kendisi kadar yalın dramarik yapı- sı ile olduğu kadar, başrolü üstlenen Emi- lie Dequenne'in oyun gücü ile de etkili- yor ızleyiciyi. Hayatm zorluklanna kar- şı inatla direnen, gündelik ekmeğini ka- zanabilmek, herkes gibi "normal" bir hayat sürdürebilmek için savaşan, ama kendini topluma kabul ettiremeyen Ro- setta'yı büyük bir inandıncılıkla canlan- dıran Dequenne'in En lyi Kadın Oyun- cu Ödülü'nü paylaşması beklenen bir so- nuç değildi. Ama, jüri fılmi seçerken koyduğu radikal tavn oyuncu ödüllerin- de de sürdürmeyi seçmişti besbelli. Si- nema dünyasına yeni adım atan bir oyun- cunun önünü açmaya yarayacaksa neden olmasın? Bir karakter yaratmak yerine, bir insa- nı anlatmayı seçen yönetmenler, başrol için amatör bir oyuncuda karar kılmışlar. Filmin ritmini bu doğal oyuncunun ne- fes alıp vermesi ile sağlıyorlar ve seyır- ciyi genç kızın acısına, var oluş savaşı- na ortak ediyorlar. Bunu yaparken de, en ufak bir duygusal sömürüye baş vurmu- yoriar. Rosetta'nın umutsuz savaş,ını biz- lere bütün gerçekliği içinde sunmakla yetiniyorlar. 'insanhk',Juri Büyük Ödülü, En tyi Erkek ve Kadm oytıncu ödülünü akn. Bir başka radikal seçim: Insanlık Cannes Jürisi, "Ro- setta"yı seçmekle gös- terdıği radıkal tavn, Jü- ri Büyük Ödülü'nde de sürdürdü. Bruno Du- moııt'un "tnsanbk"ad- h fihni, festivalin ikin- ci büyük ödülünün sa- hibi olmakla kalmadı, başrolleri paylaşan iki amatörün daha yüzü- nü güldürdü. Festival- de En tyi Kadın Oyun- cu Ödülü'nü. Belçikalı Dequenne ile paylaşan '•Insanlık" fılminın oyun- cusu SewrineCaneete"in yanı sıra En îyi Erkek Oyuncu Ödülü de bu fil- min basrolünü üstlenen Emmanuel Scbotte'ye verildi. Kuzey Fransa'da küçük bir taşra kasabasınin ürünü olan bu karakter- leri belki dehiçbirprofesyonel oyun- cu böylesine inandıncı kılamazdı. Benim için, belki de tüm seyirciler için bir sır olarak kalan mesele ise, Schotte'nin gerçekte canlandırdığı komiser yardımcısından farklı bir kişiliğe sahip olup olmadığı. Eğer, Schotte filmde -ve ödül töreninde- izlediğimiz gibi, birtakım doğal ye- tenekleraçısindan geri kalmış -özür- lü- bir insan ise, böyle bir insanın oyun gücünü yargılamak kolay mı? Filme verilen ödülü anlıyorum ve saygryla karşıbyorum. Cronenberg'in başkanhk ettiği, AndreTechine'nin üyesi olduğu bir jüriden beklenebi- lecek bir karar. Ama, oyunculuk Bruno Dumont ödulleri için kuşkula- nmı koruyorum. Bu işin sonu, belgesel fes- tivallerde de oyuncu- luk ödulleri verilmesi- ne kadar gitmesin? Genç Fransız yönet- men Dumont'u "İsa'nm Yaşamı" adlı ilk fılminde daha çok sevmiştik. Orada -tıp- kı "Rosetta"da oldu- ğu gibi- gerçeğin ken- disi vardı. "İnsanlık"ta, taşra yaşa- mı gene bir karabasan gibi üstümü- ze çöküyor çökmesine de, karakter- ler daha sıradan insanlar olamaz mıy- dı? Belki de, normalle anormalin sı- nırlannda gezinen bu kişiliğin bize inandıncı gelmemesi bundan kay- naklanıyor ve belki de Corenen- berg'in fılme bu kadar bayılması- nın nedeni de bu. Ticari sinemanın onaylayacağı so- nuçlardan kaçınmak adına biraz zor- lanmış görünen, ama "sinema-ger- çek" nitelemesini hak eden bir sine- ma anlayışına pnm vermesi açısın- dan son derece olumlu ve iddıalı bir ödül listesinin "sürpriz" olarak ni- telendirilmeyen tek karan,fledroAl- modonr'a verilen En lyi Yönetmen ödülü oldu. Hoş. bu ödül de ne se- yirciyi ne de elestirmenleri tatmin et- medi ya.. Zira, hemen herkesinbek- lentisi "Annem HakkındaHerşe>"İT) festıvalden Altın Palmiye ile aynla- cağı yönünde idi. Çılgın yaratıcıdan kadın dünyasına saygıPedro Almodovar'ın en olgun yapıtı diye adlandırabıleceği- miz. çılgınlığından ödün vermeksizin, usta işi bir ürün ol- mayı başarabilen u Annem Hakkuıda Herşey", yönetme- nin tüm temalannın bir sentezi sanki. Eşcin- sellik ve kadınlar hakkında bu kadar çok şeyi, hiç ukalahk yap- madan, seyircisinin önyargıla- nnı göz ardı etmeksizin anlatma- yı becerebilen kaç yönetmen var- dır? Hem de. ne anlatma... Müt- hiş bir dinamizm ve bütün seyir- cileri kucaklıyabilen bir yürek- le... Almodovar'ın, zekâ ile duy- guyu aynı derecede ustalıkla kul- lanabilen bu sinema dehasını, cinsel tercihleri sizi hiç ilgilen- dirmese de, onun dünyasına ya- bancı kalamıyorsunuz. Toplu- mun en "marjinal" kesimlerin- den, en aynksı kişilikleri -bize ne kadar yabancı olurlarsa ol- sunlar- tanımamızı ve sevme- mizi sağlıyor Almodovar. Eşcinsel de olsa, bir eTkeğin kadın dünyasını bu den- li "içerden" anlarma- sı, nasıl olur diyorsu- nuz. Ama, oluyor iş- te. "Annem Hakkm- da Herşey"i anne ol- mak isteyen herke- se, sinemada kadın rolleri oynayan oyun- culara adamış lspanyol sinemasımn bu çılgın ya- ratıcısı. Altm Palmiye bekler- ken, En lyi Yönetmen ödülü ile yetinmek zorunda kalmasından ötürü biraz alınmış görünüyor- du ödül töreninde, ama gene de "Bu ödülü yanşmadaki bazıyö- netmenlerle pavlaşmak istiyo- rum" demeyi ihmal etmedı. Anımsayabildiğim kadan ile, Egoyan'ın, Jarmusch'un, Kita- no'nun, Lynch'in, Ripstein ın adlannı saydı. Gerçekten de, us- ta yönetmenlerin sayısı hiç de az değildi bu yıl. Yapıtlann genel ortalamasımn da oldukça yük- sek olduğunu söylemeliyim. Ne var ki, insanı sarsacak denli güç- lü yapıtlann sayısı biri ikiyi geç- miyordu. Senaryo ödülü ve jüri ödülü- Almodovar, 'Annem Hakkında Herşey' ile en iyi yönetmen seçildi. nün sahipleri de ıslıklarla karşı- landı bu yıl. Ödül listelerinin herkesi tatmin ettiği görülmüş şey değildir, her zaman birileri bazı ödüllere karşıdır, ama ödül- lerin genel bir hoşnutsuzlukla karşılandığı nadir yıllardan bi- rindeydik bu kez. Senaryo ödü- lünün Alexander Sokurov'un "Moloch"ta (Incil'de adı geçen kötülüklertannsı) çalıştığı sena- ristler Youri Arabovve Maria Ko- roneva'ya verilen ödül kadar. ManoeldeOBvera'ya verilen jü- ri ödülü de bu yılın radikal lis- tesine yakışıyordu. Ne var ki, Sokurov'un her zamanki kusur- suz plastik bütünlüğü dışında, bu fılmlerin sinema sanatına ge- tirdikleri katkıyı tanımlayabil- mek kolay değil. Belki ikinci bir seyir gerektiriyor. O da, esaslı bir sabır... Sinemamız için iyi yıldı Sinema yazarlannm gelenek- sel FIBRESC1 ödulleri, buyıl ra- dikallik açısından uluslararası jürinin gerisinde kaldı. Resmi bölüme karılan fılmlerarasında EmilieDeleuze'nin "TazeTen"i (Peau Neuve), diğer bolümler- den de Nobuhiro Suzwa'nın "A/na"sı (M'other) bu ödüle de- ğer bulundu. Altın Kamera'nın bu yılki sahibi ise, "BeUi Bir Ba- kış Bölümü"nde filmini ızledı- ğimiz Hintli yönetmen MuraB Nairoldu. Türk sıneması açısından iyi bir yıldı. "Befli Bir Balaş''ın ka- panış fılmi olarak gösterilen Fer- zanOzpetek'in ttalyan-Fransız- Türk ortak yapımı "Harem Su- are", bazı eleştirmenlerce "zor" bir film olarak nitelendirildi ise de. genel izlenim Özpetek'in "Hamam"labaşladığı serüven- de kararlı adımlarla yürümeye devam ettiği yönünde idi. Dün- yanın dört bir yanından gönde- rilen yüzlerce yapıt arasından "Eleştirmenler Haftası"na se- çilmeyı başaran Serdar Akar'ın "Gemide"si de Cannes'da olum- lu puanlar toplayarak, Türki- ye'nin dünya sinema platfor- munda varlığını perçinleyen bir yapım oldu. Bu iki filmin yanı sıra. CananGerede'nin yeni ta- mamladığı ve film pazanna ye- tiştirdiği tzlanda, Türkiye, Fran- sa ortak yapımı "The SpBt" (Ay- nlık) ve Sinan Çetin'ın Propa- ganda'sı da pazarda ilgi topladı ve uluslararası festivallere çağ- nlar aldı. Kültür Bakanhğı'nın desteği ile SESAM'ın gerçek- leştirdiği "Türkfıhn" standı da bu yılın artılan arasında yer alı- yordu. Sonuç olarak. çok sayıda "ke- çiboynuzu"nun yanı sıra birkaç değerli taşla yetinmek durumun- da kalsak da. dünya sinemasımn içinde bulunduğu krizı, yaşadı- ğı sorunlan yansıtması açısından ilginç ipuçlan taşıyan 52. Can- nes programı. ilerde Bruno Du- mont'un ve Pedro Almodovar'ın yapıtlan ile anımsanacak bana kahrsa... YAZI ODASI SELİM İLERİ Kafka ve Ben Franz Kafka'yı ne zaman okudum? Bu, hayl bulanıktır. Belki orta sondayım, belki lise birde. Galata- saray'dan arkadaşım Ahmet Kaptan tek sayfa- lık. bilemediniz bir buçuk sayfalık öyküler yazı- yor. Bu öykülerden birinde, tırtıl var, ne oluyorsî ölüp gidiyor tırtıl... Edebiyat öğretmeni rahmetli Melâhat Mansu- roğlu, Ahmet'e, Kafka'nın etkisinde yazdığın söylemiş. Bızde bir Kafka telaşı başlıyor. Fakat hemen o zaman mı okuyorum Kafka'yı yoksa bir iki yıl geçınce, Ferit Edgü, Demir Öz- lü, Orhan Duru okumalanm başladığında, öğ- retmenım Vedat Günyol'un yönlendırişiyle mi? Kafka'dan Değişim'l okuyorum. Değişim, Ve- dat Günyol'un çevirisinden. Öylesine içim bur- kuluyor ki, Ahmet Kaptan'ın tırtılına üzülmek biı daha aklımdan geçmiyor. (Ahmet de çok geçme- den öykü yazmayı, başladığı gibi, hızla bıraka- cak.) Edebiyata, sinemaya, tiyatroya, resme, sana- tın bütün yelpazesine büyük coşkuyla yaklaştı ğımız, sanattan kendimize bir hayat biçmeye, bi yaşama biçimi kuşanmaya çabaladığımız dö nemlerdi. Kafka artık başucumuzdaydı. Dava 'yı Arif Gelen'in çevirisinden, Şato'yu Kâ- muran Şipal'inkinden okudum. Gerçekten tadı na vanyor muydum bu romanların, kestiremem Bir okuma gerekliliğiydi ola ki. SonraAmerika'ya vuruldum. Amerika'yı birsü re elimden bırakamadım. Sokağa çıkarken bik illeAmerika, çantamda, kolumun attında, cebim de Amerika... LJse son sınıftaydık, ögretmenimiz rahmetli Ra- uf Mutluay, edebiyata tutkun gençlerin bu Kaf ka hayranlığını anlayamadığını söylemişti. Bi Kafka tartışması yaşanmıştı sınrfta. Mutluay, Kaf ka'yı fazla soyutlamacı buluyordu. Büyük edebi yat, öğretmenimize göre, ayaklan yere basar edebiyattı. Bense, Amerika'dan öyle derin tatlar aldıkça soyutlamanın çok ötesinde bir söylemi az buçul alımlayacaktım. Ernst Fischer, Franz Kafka adlı denemesindı diyor ki: "Kafka'nın dünyasmda geçmişin duvarian ara sında tutuklu kalan, çürüyenyaşlı birevren genç likle, günün ilk ışıklanyla, hiçbir zaman yitip git meyen ütopyayla kanşır. Çaresizliğin en uç nok tasında bile bir umut esintisi, insanlardan oluş ma bir başka dünyaya ilişkin birsezgi vardır." (Ah met Cemal çevirisi). Max Brod'un Kafka'sıyla Fischer'inki pek uyuş maz. Bizim ilk Kafka okumalanmız, Brod'un yo rumlan çerçevesindeydi ve yalnızca 'mistik' Kaf ka'yı okur gibiydik. O özJü denemeyi okuduktan sonra, Kafka'yı d; yeniden ve mutlaka okumam gerektiğini düşün müştüm. "Babaya Mektup" bir bakıma öyle okun du. , ... ..,l t l Uzunca bir alıntı FisCher'den: "Bürokrat için insanca ilişkiler değil, yalnızd nesne ilişkileri vardır. İnsan, evraka dönüşür. E raka verilen sayı ile belirgin kılınan, ölmüş bı variık olarak evrakın akışına girer. Bu vahık şah sen çağnldığı zaman bile bir kişi değil, yalnızc. 'olay'd/r 'Konu' ile ilgili olmayan ne varsa akı\ gitmiştir. Resmi dairelerin koridortan aşağılanm. kokar. Sigara içmek kesinlikle yasaktır. Bu yasa ğın kapsamına soluk almak da girer. Buna kar şılıkyürek çarpıntısına izin vardır, dahası, çarpın tı, olması istenen bir şeydir. Her türlü ümit uçu\ gider. Kapıdan kapıya gönderilen kişiye suçlu luk duygusu aşılanır." Birçoğumuzun... pek çoğumuzun hayatını an latan satırlar bunlar. Şimdi evimde tek başıma Dava'yı yeniden oku yorum. Bu kez Ahmet Cemal'in yıllarca sürmü titiz çevirisinden. Can Yayınlan'nın verimi bu da vayı okurken elbette fosur fosur sigara içiyorurr ama her satırda, hemen her cümlede, resmi da irelerin ürküntüsünü şiddetle hissederek... Takvimde lz Bırakan: "Ve kimi kültür tarihçilerinin savlan doğrultu sunda, kimi çağlann 'özetleyicisi' olan sanatç lar varsa eğer, Kafka da korkunun çağı olan 2i yüzyılı bu niteliğiyle en yetkin düzeyde özetleye bilmiş birkaç yazardan biridir." Ahmet Cema Dava'ya önsözden, Can Yayınları, 1999. R Ü L T Ü R İ Ç İ Z t » K Â M Î L M A S A R A C l Lumiere Kardeşler'in yaklaşık yüzyıl önceki çalışmalan restore edilecek Filmlerbisküvi kutusunda bulundu Aguste ve Louis Lumiere'in filmleri tarüşma yaratn. Kültür Servisi -Lumiere Kardeşler'in yakla- şık yüzyıl önce yaptıklan iki film Lyon yakın- lanndaki bir tavanarasında bir bisküvi kutusun- da bulundu. İki filmin makaralan Hautville"de, daha önceleri sanatoryum olarak kullanılan bir binada, Lumiere fılmlerine ait 96 adet kopyay- la birlikte bulundu. Bulunan makaralann çoğu daha önce katalog- lara kaydedilmiş olan Lumiere fılmlerine ait. Ancak 'Bad weather at sea' ve 'Children whh their cat and dog' sinema tarihçilen tarafindan daha önce bilinmeyen filmler. 17 metre uzunluğundaki makaralann 1895 ve 1905 yıllan arasında çekildiği tahmin ediliyor. Kötü durumdaki filmler, Fransız Ulusal Film Ens- titüsü tarafindan restore ediliyor. Filmler ancak birkaç hafta sonra seyredilecek hale gelecek. Sinema tarihçileri de bu buluşun önemı üze- rinde ikiye aynlmış durumdalar. Ulusal Film Enstitüsü'ndeki Lumiere Koleksiyonu'nunbaş- kanı NathaüeMorena bu keşfin büyük bir önem taşıdığını belirtiyor. "Lumiere imzası taşrvan bir film buunak çok enderdir. Daha önce hiçbir şekilde dağıüma girmemiş, hatta bugüne kadar varlığını bilmediğuniz fîlmler bunlar" Öte yandan bir başka Lumiere uzmanı Jean- Christophe Ienne, bu iki filmin 'yüzyüın keşfi' olmadığını vurguluyor: "Bu iki film oldukça kı- sa ve bizlere Lumiereler'in yöntemkrijle, tarz- lanyla ilgili olarak daha önceki filmlerinden el- de ettiğimiz verilerin dışında yeni bilgiler sunma- yacak." Filmler sanatoryumun tavanarasma nasıl mı gitti? Louis Lumiere bir süre Fransa'da kapıla- nnı fakir hastalara açan ilk senatoryum olan bu merkezın yöneticiliğini üstlenmişti. Merkezden aynhrken fılmlerin kopyalannı hastalann eğ- lenmesi için sanatoryuma bırakmış olabileceği düşünülüyor. Filmler şu anda bir rehabilitasyon merkezi olarak kullanılan binanın restorasyonu sırasında ortaya çıktı. Yüzyılın başından kalan fılmlenn özel ko- şullarda saklanmadıklan halde ömürlerinin 80 yılla sınırlı olduğu biliniyor. Bu nedenle biskü- vi kutusunda saklanmış olan Lumiere kopyala- nnın çoğaltıhp izlenebilmesi olasılığı düşük gö- rünüyoT. Ressam ve fotoğraf sanatçısı Antonie Lumi- ere'nin oğullan olan Auguste ve Louis Lumiere tarihteki ilk sinematograf gösterisini 1895 yılı- nın başlannda Pans'teki GrandCafe'de gerçek- leştirmişlerdi. Otuz beş izleyici, her biri ikişer dakika süren on bir fılmi izlemek için birer frank ödemişti. Auguste Lumiere kısa süre sonra kendisini tıb- bi çalışmalara verdi. Louis ise sinemaya mera- kını sürdürdü, 28 Aralık 1895 'te yine Grand Ca- fe'de tarihteki ilk gerçek sinema gösterisini ger- çekleştirerek tarihe geçti. Çektiği kısa filmler- de de yaşamdaki olaylan olduğu gibi vermeye çahşan. yapay olan her şeyden kaçan Louis Lu- miere tarihte belgeciliğin gerçek kurucusu ve ön- cüsü oldu. r
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle