Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 28MAY1S1999CUMA
14 KULTUR
Festivalin galipleri: 'Rosetta' ve 'Insanlık', ticari sinemanın kalıplanm zorlayan yapımlar
Cannes'dajüıi zoru seçti• Festivalin son günü gösterilen, bu yüzden ödüllere
ilişkin tahminlerde adı hiç geçmeyen 'Rosetta'nın
sürpriz zaferini, ticari uzlaşmalardan uzak kalmaya
çabalayan sanat ve deneme sinemasımn zaferi olarak
nitelemek yanlış olmaz.
VECDtSAYAR
52. Uluslararası Can-
nes Film Festivali'nin
sonuçlan sinema dün-
yasma bomba gibi düş-
tü. Kanadalı yönetmen
David Cronenberg'in
başkanlığında toplanan
uluslararası jûrinin ver-
diği kararlar daha uzun
süre tartışılacağa ben-
zer.
ödüllerin önemli bir
bölümünün, ticari kaygı
taşımayan iki Avrupa fıl-
mi, "Rosetta" ve "tn-
sanhk" üzennde toplan-
ması Cannes'da yoğun
teplci alırken. jürinin bu
cesur tavnru onaylayan-
lar da yok değil. Kendi
payıma,jürinin kararla-
nna büyük ölçüde katı-
lıyorum. Özellikle, Al-
tın Palmiye konusunda-
ki kararlanna.
Festivalin son günü gösterilen, bu yüz-
den ödüllere ilişkin tahminlerde adı hıç
geçmeyen "Rosetta"nın sürpriz zaferi-
ni, ticari uzlaşmalardan uzak kalmaya
çabalayan sanat ve deneme sinemasımn
zaferi olarak nitelemek yanlış olmaz.
Cronenberg başkanlığındaki jürinin ka-
rarlan Avrupa sinemasımn tek çıkışının
Amerikan sinemasına benzemek olduğu-
nu sayunanları kızdıracaktır hiç kuşku-
suz. Ödüle karşı çıkanlar, geniş kitlele-
re hitap etmeyen bir filmin Altın Palmi-
ye almasının festivalin profilini düşüre-
cegini söyleyeceklerdir. Bence, çoğun-
luğunu toplumsal angajmanlan ile tanı-
nan sinemacılann oluşturduğu jürinin,
ticari sinema düzenine pabuç bırakma-
yan tavn, saygı ile karşılanmayı hak edi-
yor.
Belçıkalı iki kardeş, Luc ve Jean-Pî-
erre Dardenne"in ortaklaşa yönettigi "Ro-
setta", sinema sanatının toplumsal işle-
vi olduğuna ınanan sorumlu sinemacıla-
tm hâla.vat olduğunuJcanıtlayan bir ya-
pit. Dardcnne kardeşler, smıflar arasın-
daki uçurumun giderek büyüdüğü, açlı-
ğın ve sefaletin kol gezdiği dünyarruzda,
sinemacının bu toplumsal gerçeklere ka-
yıtsız kalmaması gerektiğini vurguluyor-
lar "Rosetta" ile.
Kuşkusuz, "Rosetta"nın tek meziye-
En tyi Kadın Oyuncu Ödülü'nü paylaşan Emile Dequenne 'Rosetta'da.
Luc ve Jean-Pierre Dardenne
ti, toplumsal içeriği değil. Dardenne kar-
deşler, son derece yalm, ama o oranda vu-
rucu bir anlatım sergiliyorlar. Film, tü-
müyle elde kamera ile gerçekleştirilmiş
ve tek bir sahnede bile müzik kullanıl-
mamış. Bu açıdan, Dogma grubunun be-
lirii ölçüde etkisinden söz açmak ola-
naklı. Ama, bu estetik seçim, modaya
uymak kaygısından kaynaklanmıyor, fil-
min içerigi ile tamı tamına örtüşüyor.
tşsiz bir genç kızın yaşam mücadele-
sinden gerçekçi birkesit sergileyen Bel-
çikalı yönetmenler, fimlerine evrensel
bir boyut kazandırmak için özel bir ça-
baya girmemişler, ama ele aldıklan so-
run öylesine evTensel ki... Dardenne kar-
deşlerin en önemli avan-
tajlanndan biri. belgesel
geleneğinden gelmele-
ri. iki kardeş, 1975 yı-
lından bu yana kendi
belgesel yapım atölye-
lerinde 60 belgesel ger-
çekleştirmişler. tlk uzun
metrajlı çalışmalan ise,
1986 tarihli "Fabch".
1989'da gerçekleştirdik-
leri "Sizi Düşünüyo-
rum"dan sonra. 1995
yapımı "Vaafle (La
Promesse) Cannes'da
Yönetmenlerin Onbeş
Günü'ne seçilen ve pek
çok uluslararası festi-
valde ödüllendirilen
Dardenne kardeşler, si-
nemasal kariyerlerinde
en ufak bir sapma ol-
maksızın, bildikleri yol-
da yürümeyi seçen bi-
lınçli ve kararlı iki sanat-
çı. Jürinin Altın Palmi-
ye'yi "Rosetta"ya ver-
mesini bu yüzden bütün kalbimle destek-
liyorum.
Film, entrikadan medet ummayan, ha-
yatın kendisi kadar yalın dramarik yapı-
sı ile olduğu kadar, başrolü üstlenen Emi-
lie Dequenne'in oyun gücü ile de etkili-
yor ızleyiciyi. Hayatm zorluklanna kar-
şı inatla direnen, gündelik ekmeğini ka-
zanabilmek, herkes gibi "normal" bir
hayat sürdürebilmek için savaşan, ama
kendini topluma kabul ettiremeyen Ro-
setta'yı büyük bir inandıncılıkla canlan-
dıran Dequenne'in En lyi Kadın Oyun-
cu Ödülü'nü paylaşması beklenen bir so-
nuç değildi. Ama, jüri fılmi seçerken
koyduğu radikal tavn oyuncu ödüllerin-
de de sürdürmeyi seçmişti besbelli. Si-
nema dünyasına yeni adım atan bir oyun-
cunun önünü açmaya yarayacaksa neden
olmasın?
Bir karakter yaratmak yerine, bir insa-
nı anlatmayı seçen yönetmenler, başrol
için amatör bir oyuncuda karar kılmışlar.
Filmin ritmini bu doğal oyuncunun ne-
fes alıp vermesi ile sağlıyorlar ve seyır-
ciyi genç kızın acısına, var oluş savaşı-
na ortak ediyorlar. Bunu yaparken de, en
ufak bir duygusal sömürüye baş vurmu-
yoriar. Rosetta'nın umutsuz savaş,ını biz-
lere bütün gerçekliği içinde sunmakla
yetiniyorlar.
'insanhk',Juri Büyük Ödülü, En tyi Erkek ve Kadm oytıncu ödülünü akn.
Bir başka radikal
seçim: Insanlık
Cannes Jürisi, "Ro-
setta"yı seçmekle gös-
terdıği radıkal tavn, Jü-
ri Büyük Ödülü'nde de
sürdürdü. Bruno Du-
moııt'un "tnsanbk"ad-
h fihni, festivalin ikin-
ci büyük ödülünün sa-
hibi olmakla kalmadı,
başrolleri paylaşan iki
amatörün daha yüzü-
nü güldürdü. Festival-
de En tyi Kadın Oyun-
cu Ödülü'nü. Belçikalı Dequenne
ile paylaşan '•Insanlık" fılminın oyun-
cusu SewrineCaneete"in yanı sıra En
îyi Erkek Oyuncu Ödülü de bu fil-
min basrolünü üstlenen Emmanuel
Scbotte'ye verildi.
Kuzey Fransa'da küçük bir taşra
kasabasınin ürünü olan bu karakter-
leri belki dehiçbirprofesyonel oyun-
cu böylesine inandıncı kılamazdı.
Benim için, belki de tüm seyirciler
için bir sır olarak kalan mesele ise,
Schotte'nin gerçekte canlandırdığı
komiser yardımcısından farklı bir
kişiliğe sahip olup olmadığı. Eğer,
Schotte filmde -ve ödül töreninde-
izlediğimiz gibi, birtakım doğal ye-
tenekleraçısindan geri kalmış -özür-
lü- bir insan ise, böyle bir insanın
oyun gücünü yargılamak kolay mı?
Filme verilen ödülü anlıyorum ve
saygryla karşıbyorum. Cronenberg'in
başkanhk ettiği, AndreTechine'nin
üyesi olduğu bir jüriden beklenebi-
lecek bir karar. Ama, oyunculuk
Bruno Dumont
ödulleri için kuşkula-
nmı koruyorum. Bu
işin sonu, belgesel fes-
tivallerde de oyuncu-
luk ödulleri verilmesi-
ne kadar gitmesin?
Genç Fransız yönet-
men Dumont'u
"İsa'nm Yaşamı" adlı
ilk fılminde daha çok
sevmiştik. Orada -tıp-
kı "Rosetta"da oldu-
ğu gibi- gerçeğin ken-
disi vardı. "İnsanlık"ta, taşra yaşa-
mı gene bir karabasan gibi üstümü-
ze çöküyor çökmesine de, karakter-
ler daha sıradan insanlar olamaz mıy-
dı? Belki de, normalle anormalin sı-
nırlannda gezinen bu kişiliğin bize
inandıncı gelmemesi bundan kay-
naklanıyor ve belki de Corenen-
berg'in fılme bu kadar bayılması-
nın nedeni de bu.
Ticari sinemanın onaylayacağı so-
nuçlardan kaçınmak adına biraz zor-
lanmış görünen, ama "sinema-ger-
çek" nitelemesini hak eden bir sine-
ma anlayışına pnm vermesi açısın-
dan son derece olumlu ve iddıalı bir
ödül listesinin "sürpriz" olarak ni-
telendirilmeyen tek karan,fledroAl-
modonr'a verilen En lyi Yönetmen
ödülü oldu. Hoş. bu ödül de ne se-
yirciyi ne de elestirmenleri tatmin et-
medi ya.. Zira, hemen herkesinbek-
lentisi "Annem HakkındaHerşe>"İT)
festıvalden Altın Palmiye ile aynla-
cağı yönünde idi.
Çılgın yaratıcıdan kadın dünyasına saygıPedro Almodovar'ın
en olgun yapıtı diye
adlandırabıleceği-
miz. çılgınlığından
ödün vermeksizin,
usta işi bir ürün ol-
mayı başarabilen
u
Annem Hakkuıda
Herşey", yönetme-
nin tüm temalannın
bir sentezi sanki. Eşcin-
sellik ve kadınlar hakkında bu
kadar çok şeyi, hiç ukalahk yap-
madan, seyircisinin önyargıla-
nnı göz ardı etmeksizin anlatma-
yı becerebilen kaç yönetmen var-
dır? Hem de. ne anlatma... Müt-
hiş bir dinamizm ve bütün seyir-
cileri kucaklıyabilen bir yürek-
le... Almodovar'ın, zekâ ile duy-
guyu aynı derecede ustalıkla kul-
lanabilen bu sinema dehasını,
cinsel tercihleri sizi hiç ilgilen-
dirmese de, onun dünyasına ya-
bancı kalamıyorsunuz. Toplu-
mun en "marjinal" kesimlerin-
den, en aynksı kişilikleri -bize
ne kadar yabancı olurlarsa ol-
sunlar- tanımamızı ve sevme-
mizi sağlıyor Almodovar.
Eşcinsel de olsa, bir eTkeğin
kadın dünyasını bu den-
li "içerden" anlarma-
sı, nasıl olur diyorsu-
nuz. Ama, oluyor iş-
te. "Annem Hakkm-
da Herşey"i anne ol-
mak isteyen herke-
se, sinemada kadın
rolleri oynayan oyun-
culara adamış lspanyol
sinemasımn bu çılgın ya-
ratıcısı. Altm Palmiye bekler-
ken, En lyi Yönetmen ödülü ile
yetinmek zorunda kalmasından
ötürü biraz alınmış görünüyor-
du ödül töreninde, ama gene de
"Bu ödülü yanşmadaki bazıyö-
netmenlerle pavlaşmak istiyo-
rum" demeyi ihmal etmedı.
Anımsayabildiğim kadan ile,
Egoyan'ın, Jarmusch'un, Kita-
no'nun, Lynch'in, Ripstein ın
adlannı saydı. Gerçekten de, us-
ta yönetmenlerin sayısı hiç de az
değildi bu yıl. Yapıtlann genel
ortalamasımn da oldukça yük-
sek olduğunu söylemeliyim. Ne
var ki, insanı sarsacak denli güç-
lü yapıtlann sayısı biri ikiyi geç-
miyordu.
Senaryo ödülü ve jüri ödülü-
Almodovar, 'Annem Hakkında Herşey' ile en iyi yönetmen seçildi.
nün sahipleri de ıslıklarla karşı-
landı bu yıl. Ödül listelerinin
herkesi tatmin ettiği görülmüş
şey değildir, her zaman birileri
bazı ödüllere karşıdır, ama ödül-
lerin genel bir hoşnutsuzlukla
karşılandığı nadir yıllardan bi-
rindeydik bu kez. Senaryo ödü-
lünün Alexander Sokurov'un
"Moloch"ta (Incil'de adı geçen
kötülüklertannsı) çalıştığı sena-
ristler Youri Arabovve Maria Ko-
roneva'ya verilen ödül kadar.
ManoeldeOBvera'ya verilen jü-
ri ödülü de bu yılın radikal lis-
tesine yakışıyordu. Ne var ki,
Sokurov'un her zamanki kusur-
suz plastik bütünlüğü dışında,
bu fılmlerin sinema sanatına ge-
tirdikleri katkıyı tanımlayabil-
mek kolay değil. Belki ikinci bir
seyir gerektiriyor. O da, esaslı bir
sabır...
Sinemamız için iyi yıldı
Sinema yazarlannm gelenek-
sel FIBRESC1 ödulleri, buyıl ra-
dikallik açısından uluslararası
jürinin gerisinde kaldı. Resmi
bölüme karılan fılmlerarasında
EmilieDeleuze'nin "TazeTen"i
(Peau Neuve), diğer bolümler-
den de Nobuhiro Suzwa'nın
"A/na"sı (M'other) bu ödüle de-
ğer bulundu. Altın Kamera'nın
bu yılki sahibi ise, "BeUi Bir Ba-
kış Bölümü"nde filmini ızledı-
ğimiz Hintli yönetmen MuraB
Nairoldu.
Türk sıneması açısından iyi
bir yıldı. "Befli Bir Balaş''ın ka-
panış fılmi olarak gösterilen Fer-
zanOzpetek'in ttalyan-Fransız-
Türk ortak yapımı "Harem Su-
are", bazı eleştirmenlerce "zor"
bir film olarak nitelendirildi ise
de. genel izlenim Özpetek'in
"Hamam"labaşladığı serüven-
de kararlı adımlarla yürümeye
devam ettiği yönünde idi. Dün-
yanın dört bir yanından gönde-
rilen yüzlerce yapıt arasından
"Eleştirmenler Haftası"na se-
çilmeyı başaran Serdar Akar'ın
"Gemide"si de Cannes'da olum-
lu puanlar toplayarak, Türki-
ye'nin dünya sinema platfor-
munda varlığını perçinleyen bir
yapım oldu. Bu iki filmin yanı
sıra. CananGerede'nin yeni ta-
mamladığı ve film pazanna ye-
tiştirdiği tzlanda, Türkiye, Fran-
sa ortak yapımı "The SpBt" (Ay-
nlık) ve Sinan Çetin'ın Propa-
ganda'sı da pazarda ilgi topladı
ve uluslararası festivallere çağ-
nlar aldı. Kültür Bakanhğı'nın
desteği ile SESAM'ın gerçek-
leştirdiği "Türkfıhn" standı da
bu yılın artılan arasında yer alı-
yordu.
Sonuç olarak. çok sayıda "ke-
çiboynuzu"nun yanı sıra birkaç
değerli taşla yetinmek durumun-
da kalsak da. dünya sinemasımn
içinde bulunduğu krizı, yaşadı-
ğı sorunlan yansıtması açısından
ilginç ipuçlan taşıyan 52. Can-
nes programı. ilerde Bruno Du-
mont'un ve Pedro Almodovar'ın
yapıtlan ile anımsanacak bana
kahrsa...
YAZI ODASI
SELİM İLERİ
Kafka ve Ben
Franz Kafka'yı ne zaman okudum? Bu, hayl
bulanıktır.
Belki orta sondayım, belki lise birde. Galata-
saray'dan arkadaşım Ahmet Kaptan tek sayfa-
lık. bilemediniz bir buçuk sayfalık öyküler yazı-
yor. Bu öykülerden birinde, tırtıl var, ne oluyorsî
ölüp gidiyor tırtıl...
Edebiyat öğretmeni rahmetli Melâhat Mansu-
roğlu, Ahmet'e, Kafka'nın etkisinde yazdığın
söylemiş. Bızde bir Kafka telaşı başlıyor.
Fakat hemen o zaman mı okuyorum Kafka'yı
yoksa bir iki yıl geçınce, Ferit Edgü, Demir Öz-
lü, Orhan Duru okumalanm başladığında, öğ-
retmenım Vedat Günyol'un yönlendırişiyle mi?
Kafka'dan Değişim'l okuyorum. Değişim, Ve-
dat Günyol'un çevirisinden. Öylesine içim bur-
kuluyor ki, Ahmet Kaptan'ın tırtılına üzülmek biı
daha aklımdan geçmiyor. (Ahmet de çok geçme-
den öykü yazmayı, başladığı gibi, hızla bıraka-
cak.)
Edebiyata, sinemaya, tiyatroya, resme, sana-
tın bütün yelpazesine büyük coşkuyla yaklaştı
ğımız, sanattan kendimize bir hayat biçmeye, bi
yaşama biçimi kuşanmaya çabaladığımız dö
nemlerdi. Kafka artık başucumuzdaydı.
Dava 'yı Arif Gelen'in çevirisinden, Şato'yu Kâ-
muran Şipal'inkinden okudum. Gerçekten tadı
na vanyor muydum bu romanların, kestiremem
Bir okuma gerekliliğiydi ola ki.
SonraAmerika'ya vuruldum. Amerika'yı birsü
re elimden bırakamadım. Sokağa çıkarken bik
illeAmerika, çantamda, kolumun attında, cebim
de Amerika...
LJse son sınıftaydık, ögretmenimiz rahmetli Ra-
uf Mutluay, edebiyata tutkun gençlerin bu Kaf
ka hayranlığını anlayamadığını söylemişti. Bi
Kafka tartışması yaşanmıştı sınrfta. Mutluay, Kaf
ka'yı fazla soyutlamacı buluyordu. Büyük edebi
yat, öğretmenimize göre, ayaklan yere basar
edebiyattı.
Bense, Amerika'dan öyle derin tatlar aldıkça
soyutlamanın çok ötesinde bir söylemi az buçul
alımlayacaktım.
Ernst Fischer, Franz Kafka adlı denemesindı
diyor ki:
"Kafka'nın dünyasmda geçmişin duvarian ara
sında tutuklu kalan, çürüyenyaşlı birevren genç
likle, günün ilk ışıklanyla, hiçbir zaman yitip git
meyen ütopyayla kanşır. Çaresizliğin en uç nok
tasında bile bir umut esintisi, insanlardan oluş
ma bir başka dünyaya ilişkin birsezgi vardır." (Ah
met Cemal çevirisi).
Max Brod'un Kafka'sıyla Fischer'inki pek uyuş
maz. Bizim ilk Kafka okumalanmız, Brod'un yo
rumlan çerçevesindeydi ve yalnızca 'mistik' Kaf
ka'yı okur gibiydik.
O özJü denemeyi okuduktan sonra, Kafka'yı d;
yeniden ve mutlaka okumam gerektiğini düşün
müştüm. "Babaya Mektup" bir bakıma öyle okun
du. , ... ..,l t l
Uzunca bir alıntı FisCher'den:
"Bürokrat için insanca ilişkiler değil, yalnızd
nesne ilişkileri vardır. İnsan, evraka dönüşür. E
raka verilen sayı ile belirgin kılınan, ölmüş bı
variık olarak evrakın akışına girer. Bu vahık şah
sen çağnldığı zaman bile bir kişi değil, yalnızc.
'olay'd/r 'Konu' ile ilgili olmayan ne varsa akı\
gitmiştir. Resmi dairelerin koridortan aşağılanm.
kokar. Sigara içmek kesinlikle yasaktır. Bu yasa
ğın kapsamına soluk almak da girer. Buna kar
şılıkyürek çarpıntısına izin vardır, dahası, çarpın
tı, olması istenen bir şeydir. Her türlü ümit uçu\
gider. Kapıdan kapıya gönderilen kişiye suçlu
luk duygusu aşılanır."
Birçoğumuzun... pek çoğumuzun hayatını an
latan satırlar bunlar.
Şimdi evimde tek başıma Dava'yı yeniden oku
yorum. Bu kez Ahmet Cemal'in yıllarca sürmü
titiz çevirisinden. Can Yayınlan'nın verimi bu da
vayı okurken elbette fosur fosur sigara içiyorurr
ama her satırda, hemen her cümlede, resmi da
irelerin ürküntüsünü şiddetle hissederek...
Takvimde lz Bırakan:
"Ve kimi kültür tarihçilerinin savlan doğrultu
sunda, kimi çağlann 'özetleyicisi' olan sanatç
lar varsa eğer, Kafka da korkunun çağı olan 2i
yüzyılı bu niteliğiyle en yetkin düzeyde özetleye
bilmiş birkaç yazardan biridir." Ahmet Cema
Dava'ya önsözden, Can Yayınları, 1999.
R Ü L T Ü R İ Ç İ Z t »
K Â M Î L M A S A R A C l
Lumiere Kardeşler'in yaklaşık yüzyıl önceki çalışmalan restore edilecek
Filmlerbisküvi kutusunda bulundu
Aguste ve Louis Lumiere'in filmleri tarüşma yaratn.
Kültür Servisi -Lumiere Kardeşler'in yakla-
şık yüzyıl önce yaptıklan iki film Lyon yakın-
lanndaki bir tavanarasında bir bisküvi kutusun-
da bulundu. İki filmin makaralan Hautville"de,
daha önceleri sanatoryum olarak kullanılan bir
binada, Lumiere fılmlerine ait 96 adet kopyay-
la birlikte bulundu.
Bulunan makaralann çoğu daha önce katalog-
lara kaydedilmiş olan Lumiere fılmlerine ait.
Ancak 'Bad weather at sea' ve 'Children whh
their cat and dog' sinema tarihçilen tarafindan
daha önce bilinmeyen filmler.
17 metre uzunluğundaki makaralann 1895 ve
1905 yıllan arasında çekildiği tahmin ediliyor.
Kötü durumdaki filmler, Fransız Ulusal Film Ens-
titüsü tarafindan restore ediliyor. Filmler ancak
birkaç hafta sonra seyredilecek hale gelecek.
Sinema tarihçileri de bu buluşun önemı üze-
rinde ikiye aynlmış durumdalar. Ulusal Film
Enstitüsü'ndeki Lumiere Koleksiyonu'nunbaş-
kanı NathaüeMorena bu keşfin büyük bir önem
taşıdığını belirtiyor. "Lumiere imzası taşrvan
bir film buunak çok enderdir. Daha önce hiçbir
şekilde dağıüma girmemiş, hatta bugüne kadar
varlığını bilmediğuniz fîlmler bunlar"
Öte yandan bir başka Lumiere uzmanı Jean-
Christophe Ienne, bu iki filmin 'yüzyüın keşfi'
olmadığını vurguluyor: "Bu iki film oldukça kı-
sa ve bizlere Lumiereler'in yöntemkrijle, tarz-
lanyla ilgili olarak daha önceki filmlerinden el-
de ettiğimiz verilerin dışında yeni bilgiler sunma-
yacak."
Filmler sanatoryumun tavanarasma nasıl mı
gitti? Louis Lumiere bir süre Fransa'da kapıla-
nnı fakir hastalara açan ilk senatoryum olan bu
merkezın yöneticiliğini üstlenmişti. Merkezden
aynhrken fılmlerin kopyalannı hastalann eğ-
lenmesi için sanatoryuma bırakmış olabileceği
düşünülüyor. Filmler şu anda bir rehabilitasyon
merkezi olarak kullanılan binanın restorasyonu
sırasında ortaya çıktı.
Yüzyılın başından kalan fılmlenn özel ko-
şullarda saklanmadıklan halde ömürlerinin 80
yılla sınırlı olduğu biliniyor. Bu nedenle biskü-
vi kutusunda saklanmış olan Lumiere kopyala-
nnın çoğaltıhp izlenebilmesi olasılığı düşük gö-
rünüyoT.
Ressam ve fotoğraf sanatçısı Antonie Lumi-
ere'nin oğullan olan Auguste ve Louis Lumiere
tarihteki ilk sinematograf gösterisini 1895 yılı-
nın başlannda Pans'teki GrandCafe'de gerçek-
leştirmişlerdi. Otuz beş izleyici, her biri ikişer
dakika süren on bir fılmi izlemek için birer frank
ödemişti.
Auguste Lumiere kısa süre sonra kendisini tıb-
bi çalışmalara verdi. Louis ise sinemaya mera-
kını sürdürdü, 28 Aralık 1895 'te yine Grand Ca-
fe'de tarihteki ilk gerçek sinema gösterisini ger-
çekleştirerek tarihe geçti. Çektiği kısa filmler-
de de yaşamdaki olaylan olduğu gibi vermeye
çahşan. yapay olan her şeyden kaçan Louis Lu-
miere tarihte belgeciliğin gerçek kurucusu ve ön-
cüsü oldu.
r