23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
MART 1999 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 17 Hayvan dostlarına Kadıköy Belediye Başkanlığı, hayvan dostlannı sahipsiz hayvanlar için Küçükbakkalköy'de yeni açılan hayvan bannağına katkıda bulunmaya çağınyor. j Hayvan bannağının işletilmesinden denetlenmesine kadar "demeç" yerine gönüllü olarak destek ve emek vermek isteyenler Kadıköy Belediyesi'nin Halkla llişkiler Müdürü Menzure Urunca'yı 0.216.414 38 80 numaralı telefondan arayabilir. Aşk İkı Kişiliktir Ataol Behramoğlu 1994-1998 arasındaki şiirterini topladığı "Aşk Iki Kişiliktir" kitabında diyor ki: "Bir anı bile kalmamıştır/ Geceler boyu sevişmelerden;/ Binlerce yıl . uzaklardadır/ Bînlerce kez dokunduğun ten;/ Yazabileceğtn şiirter/ Çoktan yazılıp bitmiştir,/ Ölümdür yaşanan tek başına,/ Aşk iki kişiliktir." Tel: 0.212.512 05 05 Faks: 0.212.512 4*97Etektrofltkposfcsontöpost - Fethullah Gülen hakkında soruşturma başlatılmış... "Hoşgörenler düşünsün!" B ugüne dek insanların birlikte ve özgürce ya- şayabilmek için bulup uyguladığı en iyi yö- netim biçiminin demokrasi olduğu biliniyor. Bundan sonrasında belki demokrasinin pa- bucunu dama atacak biryönetim biçimi de buluna- caktır ama şimdilik var olanla yetinmek durumun- dayız. Kaldı ki demokrasi dünyaya gökten zembil- le inmedi; uzun bir tarihi süreç içinde yaşanan acı ve tatlı deneyimlerle kurum ve kuralları oluştu; gi- derek olgunlaştı. Türkiye'nin demokrasi ile tanış- ması ise çok farklı oldu. Türkiye'ye demokrasi gök- ten zembille indi. Insanları kulluktan yurttaşlığa yük- selten Atatürk bir devrimci olarak topluma demok- rasinin nimetlerini de sundu ama hazmedemediler. Daha sonra toplumun fazla bir katkısı olmadan "çok partili sısterrT'ie demokrasi geldi. Bugüne geldiğimizde, demokrasiyi hâlâ hazme- demediğimiz görülüyor. Demokrasinin evrensel kurum ve kurallarını bir Hazım kenara bırakın ve en belirgin özelliği olan insanların seçme haklarını özgürce kullanabilmelerinin hangi düzeyde olduğuna bakın. Toplumun önemli bir kısmınt oluşturan kadınlar ko- calarının baskısı altında eziliyor; genış bir kesimde kadıntn kocasından farklı bir partiye oy vermesi söz konusu olamıyor. Bu olguyu evrensel demokrasinin neresine yerleştirebilirsiniz? Azımsanamayacak sayıda kadın ve erkek, aşiret reislerinin egemenliği altında yaşıyor; ınsanları top- rağıyla birlıkte bir mal gibi alıp satabilen aşiret reis- leri toplumsal varlıklannı sürdürüyor. Bu gerçeği, demokrasi ile nasıl bağdaştırabilirsiniz? Şeriat batağına sürüklenmiş kitleler kadını ve er- kegi ile tarikat şeyhlerinin ağzının içine bakıyor; ak- lın tutsak edildiği ve itaatin egemen kılındığı tarikat- lar "sivil toplum örgütü" sayılıyor. Bu çelişkiyi de- mokrasinin sağladığı özgürlükler içinde nasıl açık- layabilirsiniz? Ve doğal olarak seçme özgürlüğü olmayan bir toplumda insanların seçilme özgürlüğü de bulunmu- yor... Seçilebilmek, siyasi parti genel başkanlarının iki dudağı arasından çıkıp aday listelerinin üst sıra- larında yer almakta yatıyor. Sıyasete girmek için "sermaye" gerekiyor; sermaye, siyasi bilgi ve biri- kim değii para anlamına geliyor. Bir şekilde seçilip de yeniden seçime gidilmesi- ne karar verenlerin, seçiiemeyeceklerini anladıkla- rında ve kişisel hesapları tutmadığında seçimi erte- lemeye yeltenmesi "demokrasi" oluyor. Ismet Inönü'nün dediği gibi: Hadi canim siz de! Demokrasiyi hazmedebilmek için daha birkaç fı- nn ekmek yememiz gerekiyor... Poşetli ya da poşetsiz, fark etmez! SESSÎZ SEDASIZ (!) NURİKURTCEBE Takvimdeki fıkra kimden söz ediyor? Bir takvim: Hicret Takvimi... Takvi- min 7 Kasım 1999 tarihli yaprağında "fıkra" başlıklı bir yazr. "Okula gelen müfettiş bütün sınıfları gezdı. Son- ra Ahmetlerin sınıfına girdi. Duvar- da hayvan resimleri vardı. Müfettiş, öğrencileri kaldırarak hayvanlann isim- lerini sordu. Hepsi de bu hayvanları tanıyıp hemen cevap verdiler. Sonra müfettiş elindeki meşhur bir adamın resmini göstererek bunun ismini so- runca Ahmet parmak kaldırdı: - Öğretmenim, dedi. Biz daha bu hayvanı tanımıyoruz." Böylesine aşağıhk bir fıkra ile kendilerini tatmin eden ve "meşhur" olsun olmasın sonuçta bütün insan- ları hayvan yerine koyan yaratıklar- dan hesap soracak yetkili bir adam ta- nıyor musunuz? Nurculuk faaliyeti üzerine bir karar Isparta'nın Yalvaç ilçesinde Ata- türk'e hakaretten yargılanan Asliye Hukuk Mahkemesi zabıt katibi Erdo- ğan Büyükkorkmaz hakkında Cum- huriyet Başsavcılığı'nca hazırlanan iddianamedeki "Sanığın Nur Cema- ati ile ilgisi olduğu anlaşılmış ise de bu yüzden suç teşkil eden bir fiili tes- pit edilememiştir" şeklindeki ifade üzerine Ankara'dan bir dostumuz Nur- culuk faaliyetinin kendi başına suç oluşturduğunu anımsattı. llgilenenler için Nurculuk faaliyetleri nedeniyle Yargıtay'ın verdiği mahkûmiyet kara- rr. 29.9.1965/E.234/D-1 K.313. Nurculuğu kuran Kürt Sait ve da- ha sonra peşine takılan aymazlarTür- kiye Cumhuriyeti'ni yıkamadığı- na göre Yargıtay'ın karan bugün \ de geçertiliğini koruyor olmalı! ÇED KOŞESI OKTAY EKÎNCİ ;Bodrum'da 'SÎT süreci' ve imar... Bodrum'dakı meslek odaları temsilcilerinin "yarımada ölçe- ğinde"başlatılan""SİT irdeleme- sine" tepki gösterdıklerini yerel Pusula gazetesinde (2 Mart 1999) ' okuduğumda, önce "taerhalde bir ""faıhhş anlama var" diye düşün- "dflft^Araftdâtt a^h^öiikfrffrt 25 -SÇufcat 1999 tanhli "ortak basın 'bildirisini" edındiğimde ise doğ- -TUSU çok şaşırdım ve "tartışmak" ıgerektığine karar verdim... TMMOB'yebağlı odalann tem- , sikıleri, İzmir 2 No'lu Koruma • Kurulu'nca bütün yanmadaya "ko- u ruma disiplini" getırebilecek bir genel SlT karan için "tespit" (sap- tama) çalışmalan sonuçlanıncaya kadar "imar uygulamalarının durdurulmasına" karşı çıkıyor- Jar. Buna gerekçe olarak ise "ruh- 'satlı inşaatlara devara edilmesi" gerektiğıni belirterek, "yasakla- manın kaçak yapılaşmayı körük- .leyeceğinr savunuyorlar. Aynca tu- • nzm sezonuna dek tamamlanama- "vacak inşaatlar yüzünden yaşana- *cak "rezervasyon sorunlanyla" •birlikte aynı yasağın yaratacağı ""görsel Idrliliğe" de dikkat çeki- ""yorlar... *•* • Bodrum Yanmadası'nın tümüy- le korunabilmesini amaçlayan ilk kapsamlı girişim, "milli park" ila- nı için 1970'lerde yapılan hazır- Jıklardıv1980'lerin yagmacı polı- tikalanylabirlikte Orman Bakan- ^lığı da koruma yerine "arazî tah- sislerine v> öncelık vermeye başla- lumsal sorutnluluklan açısından "tartışma götürür" olduğundan. bu şaştlacak ••hırçınlıktaki" tep- ki söylemınde ister istemez "psi- kolojik dürtüler" de aranabili- yor... •••1 SânlhnVMelfkB kâbûi edecektir ki Bodrum Yanmadası düzensiz, özensiz ve tekdüze bir rant yapılaş- masının açık ışgalı altında, tüm do- ğal, kültürel, peyzaj ve hatta or- man değerlenyle birtikte tam bir "yokoluşa" sürükleniyor. Koru- ma Kurulu'nun "SİT irdelemesi süresince imar uygulamalarının durdurnlmasr yönündeki kara- nnı da hiç degılse "elde kalanla- rın tûmünfi kurtarabilmenin" zorunlu bir "önlemi" olarak gör- mek gerekiyor. Bu yönteme dayanak oluşturan, YöksekKurul'un 14.7.1998 tanh ve 602 sayılı ilke karan, bürokra- tik zorlukları açısından elbette ki tartışılabilir. Ancak, "henüz tescil cdilme- raiş" kültür ve doğa varlıklannm SİT kararlan "alınıncaya kadar" geçen süre içinde yıkma. yakma ya da kaçak ınşaat ve hatta "acele ruhsat" işlemlenyle hızla tahrip edilip ortadan kaldınldıklan bir ül- kede. acaba başka "ne yapmak" gerekir? Bodnım gibi. bu gerilim- lenn en yoğun yas,andığı dünya gü- zeli bır yöremizdekı mımar mü- hendislerin de öncelikle yukanda- ki soruya yanıt ve - 'çÖ2Üm" ara- yarak, korumaya dönük SlT ırde- 4şte durdunılan "ruhsath" inşaatlar... Bağınp çağırmay a değer mi?.. lemesine "destek olmalan" bek- lenir. Koruma hedefınden uzak imar planlanyla verilmiş ruhsatla- nn ve söz gelimi "Mariaa" pro- jesi kapsammda "caddeyle deniz arasına" sıralanan rant tesısleri gibi çok sayıdaki spekülatıfyatınm- lann sadece bırkaç ay hk bir durdur- ma sürecıyle uğrayabılecekleri "mağduriyetin" (!) sözcülüğunü ise "başkalan" üstlenmelidir... Eğer yanmadanın tümü SlT kap- samına ahnabilir ve elde kalan "son değerlerinuzi" gözeten bir "koru- ma planlaması" da aynı karann ar- dmdan devreye girebilirse, bundan en "kazançlı" çıkan da yine mi- mar ve mühendisler olacaktır. Çün- kü. mesleklerini artık "tahribata katkı yapacak" şekilde değil, do- ğayı ve kültürü "ezmeden" uygu- layabilmenin "yasal gü^ences^- ne" kavuşacaklardır. Böylece hem "gerilimden", hem de siyasilerin "bu betonlaşmada onların im- zaları var" şeklindeki yagmacı imarplanlannı "aklayıcı'" söylem- lerinden kurtulmanın da huzurunu yaşayacaklardır... Ne dersiniz; sadece böylesi bir onurlu "imar ortamına" ulaşa- bilmek için bile şu "geçici" imar yasağına bir süre olsun "dayan- maya" degmez mı?.. ^ milli park raporlan arşive ikalktı ve hatta "unutuldu..." . Şimdi Koruma Kurulu'nun "SİT hedefıyle" başlattığı bu ikinci gi- Tişimın temelinde ise Belediye Baş- kanı Tuğrul Acar'm önceki yıl !Kültür Bakanlığı'na yaptığı baş- !vuru var. Ne var ki aynı Tuğrul iAcar. bir süre önce mimar ve mü- ıihcndis odalannın projeler üzerin- deki "ruhsat öncesi denetimleri- "ni" iptal edince, SlT'i savunarak edindiği prestijini de sarsmış oldu. Hele ardından "Kaçak yapılar mi- ^narlar ve mühendislerin eseri" .şeklindekı talihsiz demeçleriyle de, örneğin Bodrum'dakı kaçak iske- leleri yıkarken sağladığı güveni ve desteği bile tümüyle yitirmeye baş- ladı... tşte böylesi bir süreçte akla önce şu geliyor: Acaba oda temsil- t cileri, SİT çalışmasına tepki gös- terirlerken, bu çalışmayı Tuğrul Acar önermiş olduğu için bir tür f*duygusal refleks" içine mi giri- >orlar?.. Kuşkusuz buna "evet" demek, her şeyden önce mimarlık ve mü- Jıendislik kavramına yakışmaz. An- cak, koruma hedefine bağlı getinl- nıiş ve üstelik "geçici" olan bİT imar yasağına takınılan bu "pro- testocu" tavır da mimarlığın ve mühendisliğin çevTeye karşı top- HAYVANLAR ISMAIL GVLGEÇ KİM KİME DUM DUMA BEHÎÇAK be/ıtcak(a tunV.net ÇİZGİLİK KÂMtL MASARACl HARBI SEMIH POROY (JWERXM S4Y»I <ÜflCÖMLeR!j TARIHTE BUGUN MVMTAZARIKA\ 21 Mart FBRDI TAYFUR'UN BEÇERISI.. 1958'PE BUGÜ/V, Ü^/CÜ S'UEMA SAHATÇISI TAYFUG., 54- YAŞrMOA ÖLA4ÜŞTÜ. 133i 'D£r "Ç/IAPIK- KALE &BÇ.i(-MEZ " PfLMfYt-e OYUUCUUJ&4 BAŞ- LAYAM f^efU>i TTHYFUie, DAHfl SOMÜA BİIZKAÇ oe YpuerKffen oc/veAtc /MZ/J ATMIŞT*•• AMA, ASIL ÜMJAJU, SeSLENDitSMe (DUSLAT) ALfi- NINDA YAPMtŞTt. SEKIAfZYOyA &AG- Ll KALMAOAN, Ç.E$t?T-/ YEIZBL £S- J İ PE KATAGAK, Ş/l/S TAK.- ü & A HArzoy, PALdeirt) BÜYÛtC İLSİ TOPcAMlŞrt. ANCAK, 'K/ eeCEIZtStNE ÖZSÜMUIĞÜHÜ PANO DENİZ KAVUKÇUOGLU Beyadığa Özenmek••• Sözün geldiği noktada Rutkay Azîz'in anlattı- ğı fıkra, deyim yerindeyse, "cuk" oturmuştu. Bol çocuklu bir zenci ailesinin küçük çocuğu "be- yazlığa özenince", yüzünü, hiç "siyahı kalmaya- cak" şekilde una bulayıp eve koşar... "Baba, bak nasıl oldum?.." Baba bir bakar, sonra çocuğun suratına tokatı patlatır. Çocuk döner... "Anne..." Bir tokat da annesinden gelir. Sonra iki tokat da kardeşlerinden... Artık dayanamaz... Bağırır... "Ya- hu beş dakikadırbeyazım, amma da çok siyah düş- manım oldu!.." Ressam Alaattin Aksoy, Rutkay, ben oturmuş, Türkiye'nin başına "musallat" olan belalardan ko- nuşuyorduk. Türkiye, ne zaman toparlanıp başı- nı kaldıracak olsa, yeni bir bela ile karşılaşıyor- du. Önce "ASALA belası" ile uğraşmıştık. O bit- miş, bela bu kez dağlara çıkmıştı. Şimdi de dağ- larda biterken kentlerde dehşet saçmaya başlı- yordu. Yarın bir gün bu da bitecek, bu kez bam- başka bir yüzle karşımıza çıkacaktı. "Kaynakları ve karşı koyma yöntemleri" üzerine tartışmalar bır yana, karşılaştığımız her "öe/a"bizi pratikte, -en azından kâğıt üzerinde,- bütünleşmek istediğimiz Avrupa'dan bir parça daha uzaklaştırıyordu. Yıllardır tek tek Avrupa ülkeleri ile ilişkilerimiz, o ülkenin, yaşadığımız güncel belaya karşı bulun- duğu tavıra göre belirtenir olmuştu. "ASALA'ya karşı başlardaki tavrına bakarak önce Fransa'ya küsmüştük. Sonra "PKK sonınu" nedeniyle Al- manya ile aramız açılmıştı. İlişkilerimiz, Avrupa Bir- liği'ne üyelik sürecinde bize en yakın duran Ital- ya ile kopma noktasına, komşumuz ve NATO'da- ki "müttefikimiz" Yunanistan ile ise neredeyse bir savaşın eşiğine gelmişti. Bu ülkelere karşı tutu- mumuzda haklıydık. Fakat onlar, bizi tutumumuz- da haklı çıkartacak konuma nasıl ve neden geli- yorlardı. "Bizi, Türk cumhuriyetlerinde kendisine rakip gören, zayıflatmak isteyen" Almanya'yı, "1922'nin acısını unutmayan" Yunanistan'ı anlı- yorduk. Peki, Italya'ya ne oluyordu? Eğer basın- da yer alan haberter doğruysa, Abdullah Öca- lan'a Portekiz niçin pasaport veriyordu? Avrupa, gerçekten bize düşman mıydı? Uğraştığımız "bela"lara karşı aldığımız "yasal" yöntemlerin "biçimleri", "evrensel hukuk" ve "ev- rensel insan haklan" açısından bizi Avrupa ülke- leri ile karşı karşıya getiriyor. Avrupa Konseyi, Av- rupa Parlamentosu, Avrupa İnsan Haklan Mah- kemesi gibi kuruluşlarda "zorduruma" düşüyor- duk. Işin ilginç yanı, Avrupa ülkeleri ile bozulan her ilişkimiz, ABD'nin "diplomatik muhasebe ka- yıtlan"na "artı" olarakgeçiyor, "dost/uöumuz" bi- raz daha pekişiyordu! Bu, tuhaf değil miydi? Oysa Amerikan helikopterlerinin, Güneydoğu dağlarında aç kalan PKK'lilere yukarıdan yiyecek yardımı yaptıklarını biliyorduk. lncirlik'ten kalkan ABD savaş uçaklannın Irak'ı her bombalayışla- rında, bu ülkenin gücünü biraz daha azalttığını, toprak bütünlüğünü tartışmaya açtığını, bu du- rumun Kuzey Irak'ta, ABD'nin öncülüğünde te- melleri atrtan "Kürt devteti"ne güç ktearrtlı'dtğfr nı da biliyorduk. Uzmanlar, bir ara dağda ve kır- salda, neredeyse küçük bir devletin ordusu ka- dar "s/7an// güç* bulunduran, bu güce yetecek "mü- himmafa ve ağır silahlara sahip olan PKK'nin ar- kasında, kendisine "lojistik destek" veren, -ama Iran, Irak, Suriye değil,- "büyük" bir devlet olma- sa ayakta duramayacağını söylüyorlardı. Bu "bü- yük" devlet, kendi "bölge stratejisi'ne uygun ola- rak desteğini çekince, Abdullah Öcalan da orta- da kalmış, bir süre kıtalararası dolaştıktan sonra aynı "büyük" devletin, "resmen teşekküreşayan" katkılarıyla Kenya'da yakayı ele vermişti. Eğer bunlar doğruysa, Avrupa'ya duyduğumuz öfkeyi niçin ABD'ye karşı duymuyor, onu "dost" belliyorduk? Tüm "küreselleşme" safsatalarına karşın, Avrupa Birliği ile Amerika Birleşik Devlet- leri arasında gözle görülür bir "çekişme" söz ko- nusu iken, niçin "Israilleştirilmernize" göz yumu- yor, kendimizi ABD'nin çıkarlan doğrultusundayön- lendiriyorduk? Bugüne kadar her "beyazlığa öze- nişimizde" yediğimiz ilk tokat ABD'den gelmemiş miydi? Terör sonrası önümüze sürülecek yeni be- lanın "şeriatçılık" olacağını biliyorduk. Türkiye'de- ki ABD konsoloslan daha şimdiden şeriatçı güç- lerin koruyuculuğuna soyunuyoriar, ABD'li "bilim adamlan" bu yolda "teori/er" üretiyorlardı. Bu kadar tokata rağmen hiç akıllanmayacak mıy- dık? (Faks:0216-418 84 10) BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Argoda uy- durma ve asıl- sız söze verilen ad. 2/ Eski Türklerde top- lumsal bölüşü- mü düzenleyen sistemyada hu- kuk ... Sakağı da denilen bir hayvan hastalı- 8 ğı. 3/ Sergen... g Uzümtaşımaya yarar tahta kap. 4/ Bir zaman birimi... Araba koşumunda atlann bo- yunlanna geçirilen ağaç çember. 5/ Toplanan süprûntüleri alıp atmak 4 için kullanılan saplı kap. 6/ Bir barajm fazla su- yunu akıtmak içinyapı- lan düzen... Tavlada bir sayı. II Kaide... Eski dilde uyku. 8/ Buyuru- cu... Yeşile çalar toprak rengi. 9/ Uygun ortam bulun- ca ınsanda hastalık yapabilen bir tür bakteri. YUKARIDAN AŞAGIYA: 1/ Güney Amerika yerlilerinin oklanna sürdükleri çok güçlü bitkisel zehir... Meyve kurusu. II Biriyle eğlen- me, onu küçümseme... Japonlara özgü bir tür güreş. 3/ Hafıf ve gözenekli bir çökelti taşı... Balık ağlannın alt ve üst yanlanna geçirilen keçi kilından yapılmış ip. 4/ Yemek... Hz. tsa'nın on iki yardımcısından her birine verilen ad. 5/ Dişi geyik. 6/ Toprağı kazıp siper yap- mak... Alan ölçüsü hektann kısa yazıhşı. 7/ Toplum ku- rallanna uymayan cinsel üişkide bulunma... Osmanlı toprak sisteminde yıllık geliri yüz bin akçeyi aşan dir- lık. 8/ Kalıptapişen bir tür meyveli pasta... Içki dağı- tan kimse. 9/ Ustü kapalı olarak anlatma... "Sayende sayeban olduk Istanbul şehri ' Sayende olduk, aç kaldık, sefil olduk" (Attilâ tlhan).
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle