20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 14 MART 1999 PAZAR a OLAYLAR VE GORUŞLER CT afralanmak",sözlük anlarruyla •yukanya I sıçramak1 demek. • Osmanlıcada 'bflim- I sel yükselme' ya da " • •" Jk*. 'riitbe alma' anla- mında kullanılıyor: Medreseierde görev >apan 'sanklı' müderrisler (günümüze göre akademisyenlerimiz) on iki derece- li ilmiyye smıfında, bir aşamadan üstün- dekine 'ruusa tafraedilmek' suretiyle ge- çiyorlar. Işlerin ciddi tutulduğu dönem- de. bu yoldan yükselmek -tafralanmak- için. iyice 'pişmek', 'olgunlaşmak' gere- kiyor. Medrese kültürünü tam olarak ka- zanmaya 'talipolan" aday, ancak uzun ve çileli bir öğrenimden geçtikten sonra. en üst dereceye kadar 'tafralanabiliyor'. O 'mertebeye' ulaşınca da artık. en sert pa- dişahlarkarşısında bile, sözünü, eleştıri- sini sakınmayabilen saygın 'hocaefendi' kimliğine sahip oluyor. Halkdilinde tafra'nın, Tafralanma'nm kötü bir anlamda kullanılmasının nede- ni ıse şu: Bilımsel derecelerin birtakım cahillere bılim dışı ölçütlere göre dağı- tılmayabaşlanmasıyla, hocalann saygın- lığı \e değeri de aşınmaya başlıyor. Bi- lim ve bilim adamlığı parayla. servetle, ıitimasla alınır-satılır bir nesne halıne dö- nüşünce, bu yoldan layık olmadıgı bır Tafra rütbeye ulaşıp bununla övünen 'ham ld- şiler' içın, halk. alaylı bir yakıştırmayla. lafraknıyor' diyor. Tarihimizde 'beşikule- ması',okiıryazarolmayan 'kadılar'.dev- let örgütünde yükseklere çıkmış kimi ka- racahil 'yönetidler' içinde bu alaylı sö- zün muhatabı olmayı hak eden kımbilir kaç kişi vardır? Medreseye bağlı bilim geleneği orta- dan kalkınca, akademik anlamıyla tafra- lanmak usulü de sona erdi. Ama kötü ve alaycı anlamıyla tafralanma işi, toplu- mun her kesiminde sürüp gitti. Cumhu- riyetin ilk döneminde devrimin amaç ve hedeflerini bir tûrlü doğru olarak algıla- yıp kavrayamamış kimi yöneticilerin hal- kın önünde nasıl tafralandıklannı göste- ren pek çok örnek vardır. Bunlardan bırinin biryazısını anımsı- yorum: Devrimci kadronun değişmez millervekillerinden veyazarlanndanolan zat, devlet parasıyla yaptığı Atlantik aşı- n bir deniz yolculuğu ile ilgıli gezi not- lannda, nasıl utandıklannı (mahcup ol- duklannı) anlatıyordu: Bu tür yolculuk- AYDINAYBAY larda, ilk gece gemınin yemek salonuna inilirken frak, smokin türiinden elbise gi- yilmezmiş; o gece yemek günlük kıya- fetle yenirmiş! Yazar, bu kuralı bilme- dikleri için smokinle salona girdiklerin- de nasıl utandıklannı anlatıyor. Onun bu utanç duyrnasını öğrenen ve o tarihlerde yansı çıplak ayakla dolaşan yoksul hal- kın da bu bilgiyi edindikten sonra, aynı hataya düşmediği tahmin edilebilir. Cumhuriyet döneminde bu anlamda tafralanmakla ilgisi olduğunu düşündü- ğüm bir âdet ortaya çıktı: Bakanlık, baş- bakanlık gibi postlara gelen kişiler. res- mi yazışmalarda, eger varsa. akademik unvanlannı da kullanıyorlar. Resmi Ga- zete'de yayımlanan Bakanlar Kurulu ka- rarlannda ya da üçlü kararnamelerde, ımzayı atan bakan ya da başbakanın ay- nı zamanda profesör olduğunu da öğre- niyorsunuz! Bir bilimsel 'rûtbe'ye sa- hip olmak, kuşkusuz, önemli bir şeydir. Bunun işlevsel yönden gerekli ya da uy- gun olan yerlerde (örnegin. bir bilimsel makalede, hatta bir gazete yazısında) kullanılmasına da diyecek yoktur. Ama bir hükümet kararnamesine imza atan sayın bakanın, aynı zamanda profesör ya da doçent oluşu kendisinden başka kimseyi ilgilendirmez. Cumhuriyetin ikinci sayfasmda sık sık yazılan yayım- lanan rahmetlı profesör Setaa Meray, bu yazılarda akademik unvanını niçin kul- lanmadığını soranlara, "Yazılan unva- rum degil, ben yazryorum" dermiş. Ba- kanlığı ya da başbakanhğı 'ekiş' olarak yapan bazı zevatın asıl kimlik ve mari- fetleri ile tafralanmalanna olanak veril- se, adlann önünde kimbilir neler neler okurduk: 'Kaçakçıhk işleri uzmanıVçe- te görevtisi', 'banka içi boşaltma ustasT, 'işkence işleri baş gözetmeni', 'birinci SJ- nıf ihale takipçisi' vb. gıbi... Tafraianmaya merakiı olan bır takım da medyada her Allah'ın günü boy gös- teren kişilerdır. Bunlardan kendine güven- le kibri, alçakgönüllülükle yılışıklığı bir- birine kanştıranlann baş meraklan, fir- sat ve olanak çıkınca hemen tafralanmak- tır. Vaktiyle, Van Valisi Naman Efen- di'nin, dahilıye nazınna yazdırdığı tez- kerede, kendisi için kullandığı sıfatın öy- küsünü bilırsiniz. Numan Efendi, kendi- sini nazınn 'kakası' sayarken, öte yandan Van halkına karşı. kimbilir, nasıl tafrala- nıyordu! Şimdilerde de bunun pek çok ör- neği var kuşkusuz: Bir yandan milletve- kili aday hstesinde yer tutabilmek içın 'şefin kakası ohna'yı kabullenme zılletı: öte yandan kof kişilik nedeniyle. ele fir- sat geçtikçe, gencecik insanlan astrrmak da dahil, her türlü 'denaet'in işlenmesi- ne 'aftırtafiır' katılma rutkusu... Sayısı çok olan bu tür yaratıklann '»- lahT için biryol-yordam var mı; bilemi- yorum. Yalnız, resmi yazışmanın altına akademik unvanlannı yazarak birçeşit taf- ralanan siyasetçilere şöyle bir hatırlat- mada bulunabilirim: YOK sayesinde bu unvanlar, o kadar bol keseden dağıtıldı ki sonuçta, eski beşik uleması gibi, nerdey- se, darbukacıdan, boyacıdan bile profe- sörler imal edildi. Bu biryana. YÖK'ün mucidi ve tek yö- netıcısi malum zat, unvanlannı genellik- le uzun ve çileli bir süreçten geçtikten son- ra alabılmiş meslektaşlannı "Bayrağın ucunu biktutmazlar"' diyerek aşağılayan zamanın hukuk tanımaz egemenine de 'hukukprofcsörii' unvanıru verdirdi. Ben- denanımsatması! 0 nsan emeğinin ve çahşmasının elbette bır I parasal karşılığı olmalıdır. Bu olgu insanın yaşamasının, ilerlemesinin ve çevTesıne ya- rarlı bir yurttaş olmasının vazgeçilmez ko- şuludur. Bu parasal karşıhğın değişik yasa- larımızdaki adlan başka başka olabilmekte- dir. Ancak adı ne olursa olsun bu parasal karşılık bıremeğin ve çalışmanın bedelidir. Dogrusu budur. Bir çalışma ve emek karşılığı olmayan parasal ka- zançların adı haraç'tır Çalışma karşılığı alınan be- delin lş Yasası'ndaki adı ücret Devlet Memurlan Yasası'ndaki adı maaş.Türkıye Büyük Mıllet Mec- lisı Üyeleri Hakkındaki Yasa'da ise bunun adı öde- nek'tir. Işçı ücreti. günlük yedi buçuk, haftahk45 saat ça- lışmasının karşılığıdır. Miktan ise işverenle karşı- lıklı anlaşma ile belirlenir. Ancak ilke olarak çalış- ma yapılmadığı süre ücret de yoktur. Devlet Memur- lan Yasası'na göre çahşan memurlar da, maaş adı altmda aylık olarak çalışma karşılıklarına hak ka- zanırlar. Miktan ise giriş taban ücretine her yıl büt- Milletvekili Ödenekleri Av. Dr. CENGİZ ABBASGİL çe yasalanna konulan ilke ve katsayılara göre be- lirlenen parasal karşılıklannın eklenmesı ile bulu- nur. Ancak maaşa hak kazanmak için yıne bır ça- lışma ve yeteriilik gereklidir. Geçerlı özürii olma- yan bir memurun çalışmadan maaşa hak kazanaca- ğı düşünülemez. Şimdi gelelim milletvekillerimizin aldıklan pa- rasal karşılıklara... 3671 sayılı yasada bu karşılık- lar ödenek, yolhık ve tazminat olarak sayılmışlar- dır. Bunlann toplamı, sıradan birçalışanm aldığı pa- rasal karşılıklann çok üst düzeyindedir. Bir kere bu tutarlar kamu vicdanında sorgulanmaya başlamış- tır. Bu kadar büyük miktarlann ödenmesinde ne gi- bi haklı gerekçeter olabilir. Artık yurttaş bunlan sormaktadır. Bunun ötesinde, acaba alınan bu mik- tarlar hak edilmekte midir? Alınan parasal karşılık, adı ne olursa olsun, bir çalışmanın ve emeğin kar- şılığıdır. Bunlar olmadıkça parasal ödemelerin de haklı bir yanı ve açıklaması olmak gerekır. Millet- vekillerimizin işi, yüce Meclisimizin yasama ve de- netleme görevlennin yürütülmesi işidir. Sayılan iş- lerin yürütülmesinde birinci koşul, Meclis çalışma- larına kesintısiz ve sürekli katılmaktır. Şimdi geri- ye dönüp baktığımızda Meclis'te yasalaşmayı bek- leyen yüzlerce tasannın beklemesine karşın otu- rumiar, yetersayı buJunaınadığından yapılamamak- tadır. Bırakın sıradan ışlen, ivedı ve yaşamsal önem- deki yasalar bile yeterli sayı bulunamadığmdan çı- kanlamamıştır. Bunlann başında Bütçe Yasası ile Bankalar Yasası gelmektedir. Bu yasalann görü- şülmesı sayın millervekillenmiz seçim telaşlanndan daha az önemde bulunmuştur. Ardından ülkemizin terör belasından kurtulmasında önemli ve büyük bir adım olan bölücübaşınm yakalanarak getirilmesi- ne karşın yüce Meclisimiz, sayın milletvekillerimi- zin (oplanamaması yüzünden görevini bir kez da- ha yerine getirememekle karşı karşıya bırakılmış- tır. Terörle etkin savaşım için pişmanlık yasasınm çıkanlması gerekli olmuşken sayın milletvekilleri- mizin seçim telaşı buna da engel olmuş, yüce Mec- lis yine işlevsız bırakılmıştır. Millervekili ödenekleri, üç aylık toptan peşin ola- rak ödenmektedir. Anılan yasa bunu öngörmekte- dir. Nitekim sayın milletvekıllerimız son oturumun ardından azımsanmayacak bir miktar tutan bu öde- neklerini de alarak dağılmışlardır. Yine anılan ya- sa gereği, seçılemeseler de bu para kendilerinden alınmayacaktır. Şimdi yurttaşlanmız haklı olarak so- ruyor: Neden bu kadar yüksek ödenek? Sayın ve- killerimiz aldıklan bu yüksek ödenekleri hak edi- yorlarmı? Ödenek bir emek ve çalışma karşılığı de- gil midir? Bir çalışma ve emek karşılığı olmadan sağlanan parasal çıkann adı nedir? Talat Halman, Mevlana Celaleddin Ru- mi'den çevırdiğı seçme rubaılere 'Candan Ca- na' adını vermiş: "Rubai çevirisi zaten güç ve nankör olan bir sanatm en zor çabalanndan bi- risidir. Bir başka dilin dehasından antılmış olan yoğunluğu üç kafiyeli, belirgin vezintikısacık şi- irler içinde yeniden eritmek kolay bir iş değil- dir." Hep zor işleri sever Halman... Önceki birçok çahşmasında, çevırisinde bunu kanıtlayan bi- ri... Önce şairliği, derin edebiyat bilgisi, ayrıca güzeli arayıp bulma sezgisi, Mevlana'dan yap- tığı çevirileri de başarılı ve canlı kılmış. "Âruz bizde ölmemiştir, yeni Türkçe için el- verişli ve ahenklidir. Zorluklarına rağmen rubai türü de gücünü sürdürüyor. Nâzım Hikmet'in o güzelim rubaileri, vezinsizdir, ama çoğu ru- bai biçiminde (a/a/b/a) kafiyelenmiştir. Yahya Kemal Beyatlı'dan sonra Cemal Yeşil ve Arif Nihat Asya aruzla rubaiyi yaşattılar. Fuat Bay- ramoğlu ile Ümit Yaşar Oğuzcan türün nefis örneklerini verdiler." Mevlana'yı Iranlı şairCami şöyle tanımlamış: "Birpeygamberdeğil, ama bir kutsal kitap yaz- EVET/HAYIR OKTAY AKBAL Halman'ın v Mevlanar sı... mış." Halman "Ortaçağdan yeni çağlara uza- nan birgönül iklimi. Mistik coşkunun güçlü şa- iri" sayıyor Mevlana'yı... "Bizlerşarap içmeden, kadehsiz de hoşuz I Gündüz de ışıldanz, güneşsiz de hoşuz I Oer- ler ki: 'Sizin hiç sonunuz yok' Doğru I Asla so- numuz yok, ama biz böyte hoşuz." "Yazgım seni seçmektir - elden ne gelirrÛz- gün gönlüm mecalsiz - elden ne gelir? I Sor- dun: 'Feleğin çarkına bağlandık mı?' I Bir baş- ka işim yok benim - elden ne gelir?" "Türksün ve güzelsin - gülüşün neşe bana I Hayran yaşanm darmadağın saçlanna I Aldın da azat belgeni benden - tuttun I 'Kuldur' di- ye yazdın beni bak mazbatana." Mevlana bir Türk şairidir elbet. Gerçi şiirieri- ni Farsça yazmış, ama "Farsça yazmışsam da Türküm" diyor... Türk ya da Iranlı, ya da Arap, şairierin milliyeti sorulur mu? Bir Apollinaire Polonya kökenlı, ama Fransız şairi... Juiien Green GOney Amerikalı, ama Fransız yazan. Pa- nait Istrati nem Romen, hem Fransız roman- cısi... Mevlana da döneminîn kaçınılmaz kûşul- larına uymuş. Farsça yazarak tanıtmış kendi- ni... Denecek ki, Yunus Emre nediyeTürkçe yaz- mış?.. Bugüne kalmasında, yüz yıllardır sevile- rek okunmasında halkın öz dilini kullanmasının payı yok mu? Mevlana'yı çevirilenyle tanıyoruz, Yunus'u ise kendi diHnden' Tevfik Fikret'i, Ahmet Haşim'i bile Türkçe- leştırilen parçalanyla anlıyoruz, seviyoruz. Oy- sa Haşim'in düzyazıları öyle değil... Neden al- danmışlar bunca degerli insan! Niye anadilleri- ni küçümsemişler? Yınminci, on dokuzuncu yüz- yılın şairteri bile Arapça, Farsça yazmak tutku- sundan kendilerini kurtaramazsa, Mevlana 13. yüzyılda ne yapabilirdi? Bırakın onlan, günümüz- de bile gencecik şairter Osmanlıca sözcükler- le şiirterini zenginleştirdiklerini sanmryoriar mı? Güzel, an birTürkçeyi biryana itip eskimiş, yoz- laşmış Osmanlıcayı açık açık savunmaya kal- kışmıyorlar mı? lş Bankası Yayınlan'nda çıkan 'Candan Ca- na'nm bir başka özellıği de Mevlana'nın ruba- ilerinin Erol Akyavaş tarafından resimlendiril- mesi... Şlfrfere yeni birgüzellik katıyor Akyavaş'ın resimlerı... Son olarak Mevlana'nın kendini, kökenini an- lattığı şu rubaiyi okurlanma sunmak istiyorum: "Ulkem bu benim, yerim bu, yurdum işte I Geldim, nicedir kök saldım memlekete I Düş- man gibigörseniz de düşman değilim I Ben Hint- çe konuşsam bile, Tün\ûm yine de." Tabîi ki, sadece, Bellona'da. Şimdî Bellona oturma grubu veya koltuk takımı sahibî olabilmeniz için, o kadar çok kolaylık var kî... • Zengin koleksıyon, uygun fiyat • Peşin fiyatına 5 taksit • 1 1 a y a v a r a n vade seçenekleri • Peşin ödemelerde özel indirim • Adrese teslim hm. Dtscm Drspnu Bu komponya, T.C Sanayi Bokonlığı'nın 25 05 1994 tarih ve 21940 soyıl teblıg hükumlerıne uygun olarak yopılmoktodır 01 03 99 torihı iMbarıyle başlayan kampanyo, üretim ve stok imkanlanyla sınırlıdır BOYTAŞ A.Ş OSB 8Cd. No. 14 38070 Kayseri www.bellona.com.tr Ûcr«5İl TOkMtci Hattı 0 800 361 8986 BELLONA PENCERE Bir Yıldız Daha Kaydı.. Hacivat'ın evi Köşede ufaraktan Bir tüfek atımı duraktan Kapı pencere elekten Döşemeler zemberekten Dökülmekten sökülmekten Incelmiş süprülmekten 1950'li yıllarda dilden dile dolaşırdı bu şiir; ez- berlenmesi, söylenmesi kolaydı, o günün Istan- bul'una yakışıyordu. O günün Istanbul'u güzeldi. Nostalji değil bu, gerçek. Kentin havası kirlenme- mişti. Şehir betonlaşmamıştı. Yosun kokuyordu de- niz. Bulutlar zehirie yüklenmemişti. Salâh Bey de dogrusu bu Istanbul'a, öncelikle Beyoğlu'na ya- kışryordu. Taksim'deki ünlü Kristal'in tam altmda, meydana bakan kahvede tanımıştım onu; insana akvaryumdaki bir balık gibi bakıyordu; ama, insa- nın akvaryumu edebiyat oldu mu, kişinin düşün- cesindekı dünya, evrenin ortasındaki kavanoz gi- bi saydamlaşır. Birsel tam bir edebiyat ve kültür adamıydı; yıl- lar bu kişiliğinı zenginleştirdi; şiir, roman, günlük, deneme türierindeki üretimiyle 2000 yılına 9 ay ka- layadekyaşadı... Ne ki bu yaşam kolay mıydı?.. ''*"'' " Salâh Birsel anlatıyor: "Ben denemelenmi şiirgibiyazanm. Boyuna söz- cükler ve tümcelerie boğuşurum. Biryerde yazı- nın iplerini çekenin ben olmadığımı, benim yeri- me, deneme yapısına kanşmış sözcüklerin karar verdiğini, buyruklar savurduğunu görûrüm. (...) Uzun, upuzun denemelenmi de parça parça ya- zar, onlan sonradan birbirine eklerim. Bu parça- larkafamda önceden belirlenmiştir. (...) Kurguyu bitirdikten sonra da denemeye, baştan başlaya- rak, yeniden yazmaya koyulurum. Kendi gözyaş- lanma bile bakmam, yeni budamalara girişirim. Şu var ki bu parçaiann hazıriığı çok önceden ya- pılmıştır. Onlarla ilgili kitaplar okunarak bir sürü fiş çıkartılmış, parçanın tümcelerı kafamda oluş- turulmuştur. Yazarken bu fişlerden, bu alıntılardan çoğunu elemeye özen göstenrim. 'Oh, deneme- yi bitirdim!' dedim mi, bu doğru değildir. Asıl cur- cuna ondan sonra başlayacaktır. Deneme yeni- den okunacak, kimi yerier yine atılacak, kimiyer- lere eklemeler yapılacaktır. Bunlar için de hiç tez canlılıkgöstermem. Hiçbirşeyizorlamadan birkap- lumbağa yürüyüşüyle ileriemeye çalışınm. Ama bir kannca gibi de sağa sola saldınnm. Diyece- ğim, tümcelerin kalemime, daktiloma (yazarken bunlann ikisini de kullanınm) takılması için bıkma- dan, yılmadan beklerim." (Türk Dili Dergisı. s. 305. 1977). Yazarlık çilesini göze almadan özgün kişiliğe kavuşulabilirmi?.. Salâh Birsel, geriye, inceden in- ceye dokunmuş, damıtılmış, ürünler bıraktı... Ve gitti... • Gidengidene.. "H < J I •" ' "• >xj Yaprak dökümü.. . b ^ Neden?.. " ' ' ; ; Simurg denen masal kuşu, kimi tarihsel dönem- de yaratıcılığın yumurtalarını bir toplumun kuluç- kasına bırakır. '1923 Aydınlanma Devrimi', özün- deki felsefeyle yazar ve sanatçıları tohumladı. Cumhuriyet'in uyanış ve yükseliş çağında yıldız kü- meleri gibi göğümüzde parlayan şairier, yazarlar, sanatçılar kuşağının önde gelenleri, şimdi birer birer kayıyoriar. Salâh Birsel "Aşk İçinde ölmek" şiirini gençli- ğinde yazmıştı: "Ben de kımıldatmasını bilirdim Kollanmı Bacaklanmı Başımla selam da verirdim ölümümden beş dakika önce Cigara da içmiştim" EDİBE GÜVEN (1927Mardin- ) Dereler, ırmaklar, nehirler habire Koşarlar denizlere doğru Sonsuz uzaklıklar içinde yollar aşıla Ve sessiz sessiz sabahlar beklene. Sevgili Anneciğim aynlığımızın « ; 6. yılında seni çok özlüyorum. Uğur Güven EDİBE GÜVEN (1927Mardin- ) Ben uyanığım, yağmur uyanık -. Boş yere gözler dururum ufku . Acının doruklannda Yıldız yıldız parlayan Yaralarla. Aynlığımızın 6. yılında hasret ve sevgi ile anıyoruz. D0STURI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle