20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
1<<4MAFM999PAZAR CUMHURİYET SAYFA 17 Ormana bakarken Orman Bakanlığı, Adana'da büyük bir toplantı düzenliyor. Tüm üst ve orta düzey yöneticiler Adana'da toplanıyor. Makam otomobilleri, devletin olanaklan seferber oluyor. Orman Bakanı Arif Sezer'in başkanlığındaki toplantı dan ormanlarla ilgili herhangi bir karar alınması, yeni bir politika üretilmesi bekJenmiyor. Çiçeği burnundaki Orman Bakanı Arif Sezer'in bürokratlarıyla tanışacağı sanılıyor. Bu toplantı ile Orman Bakanı Arif Sezer'in, seçim bölgesi ve memleketi Adana'da devletin olanaklanyla hem kendisi hem de partisi DSP adına gövde gösterisi yapacağı söyleniyor. Arif Sezer'in başanlı olması halinde arkasındaki Moon bağlantılı ve Fethullahçı destekli adayı da parlamentoya taşıyacağı biliniyor. Şu dünyanın haline bakın: Ağaçlara bakmaktan ormanı göremiyoriar; ormana bakanlar ağaçlan götürüyorlar! Tet: 0.212.512 05 05 Faks: 0.212.512 44 97Bektroffik posta: [email protected] ABD, Kanada'yı solculukla suçlamış... "Bizim döneklerden birkaçını 'Amerikan vardımı' olarak Kanada'va aönderelim!" P olitikacılar dört yıl aradan sonra aynı vaat- lerle çıktıkları seçim meydanında konuşur da, biz beş yıl önce yazdığımız bir fıkrayı yeniden kaleme alamaz mıyız! Efendim fık- ra bu ya, karşılıklı ticari işbirliği için bir araya gelen iki ülkenin yöneticileri, anlaşmayı imzaladıktan son- ra şerefe kadeh kaldırmak üzere yanlarına işadam- larını da alarak tarihi kraliyet sarayına geçmişler. Sarayın en görkemli salonunda muhteşem bir sof- ra hazırlanmış. Antika değeri olan tabakların yanı- na altın çatal-bıçaklar dizilmiş. Sofrada birtek kuş- sütü eksikmiş. Evsahibi ülkenin başbakanı yemek sırasında bir de ne görsün başyardımcısı altın ka- şıklardan birini cebine indirmiyor mu? Başbakan, gördüğü sahne karşısında ıçinden "ya- zıklar olsun" demiş ama gözü altın kaşıklardan bi- rine takılmış. Bir kaşık da kendisi aşırmak istemiş. Kimsenin kendısiyle ilgilenmediği bir anda kaşıgı alıp cebine doğru götürmeye çalışırken kristal ka- Çınnnn!dehlerden birine çarpmasın mı! Salon "çınnn" sesiyle inlerken başbakan elinde ka- şıkla öylece kalakalmış. Herkes susmuş, konuşma yapacak diye başba- kana dönmüş. Hemen toparlamış kendini başbakan, ayağa kalk- mış ve elinde kaşık olduğu halde anlaşmanın anlam ve önemini belirten bir konuşma yapmış. Elindeki kaşığı yerine koyup oturmuş. Konuk başbakan da konuştuktan sonra yemek de- vam ederken başbakanın gözü yine altın kaşığa ta- kılmış. Çevreyi kollamış ve fırsatı yakaladığı an kim- seye hissettirmeden elini kaşığa doğru uzatmış. Tam cebine götürürken kaşık yine kristal bardaklanndan birine çarpmış ve salon "çınnn" diye inlemiş... Ma- sadaki herkes konuşmasını yarıda kesmiş, salon derin birsessizliğegömülmüş, bütün gözleryeni bir konuşma yapacağı sanılan başbakana çevrilmiş. Az önce konuşan başbakanın söyleyecek bir sözü yokmuş ve fakat elinde altın kaşık olduğu halde ça- resiz ayağa kalkmış. Deneyimli bir politikacı olan başbakan kısa süre- de kendini toparlamış ve konuşmaya başlamış: "Değerli ekselans, muhterem konuklar! Imzaladı- ğımız işbirliği anlaşmasının verdiği heyecanla sizle- re bir kez daha seslenme gereği duydum. Ülkeleri- miz arasındaki ticari işbirliğinin getireceği parlak günleri şimdiden görüyorgibiyim. Bizlersadece pc- litikada değil ticarette de neye elimizi atsak başan- lı oluruz. Aynen bir sihirbaz gibı. Bakın, elimdeki gördüğünüz şu kaşığı cebime koyuyorum." AJtın kaşığı cebine koyduktan sonra: "Şimdi aynı kaşığı başyardımcımın cebinden çı- karıyorum." SESSİZSEDASIZ(Î) NVRİKURTCEBE Yüksek Yerilim Hattı Erdinç UTKU ICûskûn seçmenler de gidip Patagonya'da oy kullansın! Eczanelerde bulunmasızorunlu ilaçlar Sağlık Bakanlığı llaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü, geçen yılın sonu- na doğru valiliklere bıreryazı yazarak, "eczanelerde bulundurulması mec- buri müstahzarlar"ın denetlenmesinı istemiş. Valilikler de sağlık ocağı hekimleri aracılığıyla 20 bine yakın eczane ve ecza deposunda denetim yaptırmış. 1934 tarihli talimatnamenin 11. mad- desine göre aranan ilaçlarla ilgili de- netimin sonucu hiç iyi çıkmamış... Çünkü bulundurulması zorunlu ilaç- ların çoğu bulunamamış... Eczacılar ise Süleyman Demirel gibi "ilacı bulduk da bulundurmadık mı" demekten kendini alamamış. Çünkü, Sağlık Bakanlığı'nın bulun- durulmasını zorunlu tuttuğu yılan ve akrep sokmasına karşı serum gibi "müstahzar"ın çoğu, gelişen dünya ko- şullarında üretimden kalkmış! Sağlık Bakanlığı, 15 yıldır üre- tilmeyen ilacın bile farkında de- Denetimler üzerine bir ec- u zacı şöyle demekten kendini alamamış: "Eczanelerde aranan ilaçlann önem- li bölümü sağlık ocaklannda bulundu- rulması gereken ilaçlar... Ama Sağlık Bakanlığı gözünü ecza- nelere dikiyor. Çünkü Hıfzısıhha'da üretilip stokla- n şişen yılan ve akrep serumlannı baş- ka türlü tüketemeyecekler..." Bu arada bugün 14 Mart... Tıp Bay- ramı kutlu olsun! ÇED KÖŞESİ OKTAY EKINCI Sinop'ta ve Kuşadası'nda 'seçim sınavı tstanbul'da 3. köprüyü dayatan- lan "etkisiz'' kılabilmek için seçim- lerin büyük bir "fırsaf olduğunu yazan Hasan Pulur, Milliyet'tekı köşesinde şunu önerdi: "Buişi(3.köprügjnşimini)şırt- ( Tayan, ön projeyi yaptıran Bakan, DYP'den transfer ANAP'lı Ya- şar Topçu, şimdi Sinop'ta seçi- me hazırlanıyor... O halde, köp- rfiye karşı olanlar. başta Amavut- köy semt girişimi. sivil toplum örgütleri de bu polirikacının se- çimi kazanmaması için, gerekir- se Sinop'a gitmeli, sorunu anlat- malıdıriar..." (8 Mart 1999) Aynı öneriyi, birkaç hafta önce Yalçın Bayer de yapmıştı. Ama\ i ut- köy'deki İcahve toplantısında Ya- şar Topçu'nun yeniden pariamen- toya girmemesi ıçın "Sinop'a gi- dip çalışma yapılmalı" diyen Ba- yer, izleyen günlerde Hürrnet'te- lri köşesinde de bunun önemini özet- le şöyle vurgulamıştı: "Bu tür adaylara tepki göste- rilmeyip yeniden seçilmelerine şans tanındığı zaman, sadece ken- dileri değil, politikaları da sürek- çekınmedi... Topçu'ya Sinop'ta verilecek her bir oy, ülke zenginliklerinin siyasal ve eİconomik çıkarlar adına ve üs- telik "devlet parasıyla" gözden çıkaruhp ypk edilmesi anlayışına da desVelc'oîmak anlamına gelmeye- cek midir?... Bu nedenle Sinoplular şimdi "ta- rihsel bir sınava" giriyorlar. tstan- bullulann 3. köprü için dile getir- dikleri "ricalanna" kulak asmanın ötesınde. tüm Karadeniz'e olan "Karadenizli sorumluluğu" için- de de bu sınavı geçmeleri gereki- yor... Imar suçlarının adayları Yine bu seçim sürecinde benzer bir sınav da Ege'nin eski güzelle- rinden Kuşadası'nda yaşanacak... "Eski" diyorum, çünkü imar ran- tı hırsı ve betonlaşma çılgınlığı, da- ha 10yılöncesınekadarsevimli\e "kimlikli" bir kıyı kasabası olarak güzelliğini koruyabilen Kuşada- sı'nı bugün tam bir "yağma ken- ti" haline getirdi. Kuşadasrnı işte bu hale getirenler, şimdi yeniden seçilip "yaptıklarını sürdürmek" istiyorlar. Çünkü, az da olsa hâlâ yağmalanmamı; yerler var... li iktidarda oluyor..." Hasan Pulur'un ve Yalçın Ba- yer'in bu önerilerine lstanbullula- nn yanı sıra, aslında "Sinoplular" da sahip çıkmalı. Boğaziçi'nin "ulu- sal bir miras" olmasından ötürü de değil. Yaşar Topçu'nun, doğrudan doğruya Sinop'u ve tüm Karadeniz Bölgesi'ni "tehdıt ve tahrip ede- cek" olan "Kıyı Yolu" prpjesinde izlediği duyarsız ve "çevre düş- manı" yöntemden ötürü... Daha geçenlerdekifirtınanındal- galanna bile hemen yenilerek, ne denli "ekolojiye aykırı" bir bilım dışı "dolgu" anlayışıyla inşa edil- diği açıkça ortaya çıkan Karadeniz Kıyı Yolu Projesi, Türkiye'nin en zengin doğal ve kültürel zenginlik- lerinin bulundugu bu eşsiz kuşağa sözcügün tam anlamıyla "acıma- sızca" çullanıyor. Şimdi aynı kuşağın Sinop ilinden oy isteyen Yaşar Topçu ise bu pro- jenin hiç değilse "en az zarar ve- recek şekilde" gerçekleşebilmesi- ni sağlayabilecek bir "ÇED etüdü- •ö" bile Karadeniz Bölgemize çok gördü. Inşaat ihalesinin "gecikmemesi" ve yolu yapacak firmalann "ken- di bakanlığı döneminde" belirle- nebümesi için "vakit kaybetmeme- yi" hesaplayan ve bu nedenle de böl- geyi tahribattan kurtaracak ÇED çalışmasını "gereksiz" bulan Ya- şarTopçu, Karadeniz'in çevre \e ya- şam değerlerini de işte bu çıkarcı politikasına kurban etmekten hiç O kadar ki turizm firmalan bile "eski huzuru" ve "insancıl doku- su" artık kalmadığı için Kuşadası'nı defterden silmeye başladılar. Za- vallı ilçemiz, arazi talanıyla ve spe- külatif inşaatlarla kara paralannı aklama peşinde koşan imar mafya- sının "rant cenneti" olurken. şe- hircilik açısından da bina yığınla- nnm işgali altında "cehennem aza- bı"çekeroldu... işte bu sürecin "baş sorumlusu" 1 ve "yasal yükümlüsü" olan CHP'li Belediye Başkanı Engin Berbe- roğhı şimdi yeniden "aday"._ O ka- dar ki Danıştay m 7.10.1998 tarih ve 2692 sayılı karanyla, kentin rek- reasyon alanlannı bile imara açtı- ğı için "yargılanması gerektiği" hükme bağlanmış. Bununla ilgili duruşması Aydın Ash>e Ceza Mah- kemesi'nde sürerken. imaryolsuz- luklanna karşı muhalefet eden mi- marlara yaptığı "baskı" nedeniy- le de hakkında verilen suç duyuru- lannın mahkemesi, "görevi kötü- ye kullanma" savıyla aynca de- vamediyor... CHP, geçen yıllarda "parti soruş- turması" bile açıp kurtulmaya ça- lıştığı bu kişiyi şimdi yeniden aday yaparak. Kuşadası'nda açıkça sı- nıftakaldı. Bakalım Kuşadası halkı seçim sınavını nasıl geçecek? Çünkü an- latıldığına göre. diğer adaylann da çoğunluğu "kente değil, imar ran- üna duyarlı" kesimleri temsil edi- yorlar... HAYVANLAR ISMAÎL GÜLGEÇ KİM KİME DUM DUMA BEHLÇAK behicak(aturkjnmt<t HARBt SEMtH POROY BULUT BEBEK NiRAYÇiFTçt icın hcriım çcüe. kücâkf TARİHTE BUGÜN MİJMTAZ ARIKAN 14 Mart S/S DÜDÜGU.. 18fS'rE gUĞÛM, İNGİLTERB KJYIIARJNA SİS DÜPÜĞÜ YERLEŞTİgİLMEYE &AŞLANt>/. 13. YÛZY/UfJ İUC Ç£Y- REĞİHDEU &ERJ DeH£NMEKTE OLAN SİS DÜDÛK- IMRİNİN HİÇ Sİ& SU SÜYÛKLJÛK </E 6ÛÇTS OE- eiLOİ. KESIF SİSTE YOLUNU BULAMAYAN PENİZ. AKAÇLA&t /Ç/A/ G&ZÇEKLEŞTİ&LEN, BASiMÇU BUHA& ÜFLSAIEN OEV BİR BOfZU BlÇİM/NDET- Oi. ANCAK, BUHAS /l£ BORU AI5ASIMA,£Ü&EK- Ü 0ÖMEAJ, KBNAKI D&.İKLI SİR 0/SK YE&LEŞT/- RlLtoİŞrİ. 8ASINÇU BUHAR PİSKE ÇARPIYOR, PELİSe RASTC4YIHC/İ PA BÜYÛK BİR. SES Çl- KAR'YOROU. BU SES, BORU W*e£>/M/>ZA 3~4 DEAJ/ZM/Lİ U2A&A ULAŞT/RJUYOR£>U. BU S.İS PÛDUGÜAJÜA/ REKORU /S£, 16. &EHİ2 MlLİ OLA- RAK SAf>TANMIŞTI L PANO DENİZ KAVUKÇUOGLU Daha 35 Gününüz Var... Bir gorüşme için gittiğim cam, çelik ve beton yı- ğını gökdelenin asansöründen genel mudurlük ka- tının bekleme salonuna adımımı atar atmaz karşı- laştığım 'manzara' karşısında önce, "Acaba rar.de- vu saatini mi şaşırdım?" diye düşünmüştüm. Mavı tulumlannın üzerindeki 'logo 'dan taşeron bırfirma- ya ait olduklan anlaşılan işçiler, konuklar için hazır- lanmış görkemli bekleme salonundaki ağır deri kol- tuklan, kalın cam masalan sağa sola taşıyorlar, ka- palı yerlerde ancak özel bir ışık altında yaşayabilen, büyük yapraklı dev tropikal bitkilerın yerierini değiş- tiriyorlardı. İki ayaklı yüksek bir merdivenin üzerin- de, tavandaki halojen lambayı sökmeye çalışan bir işçi, ben yanından geçerken dengesinı yıtırıp mer- diven sallanınca, genel müdürun kapısının önunde- ki masasında çalışmakta olan sekreter. "Aman be- yefendi..." diyerek ayağa fırlamıştı. 'Tehlike' geçın- ce konuşmaya başlamıştık... Randevu saatinde bir yanlışlık yoktu. Bir 'taşın- ma' da söz konusu değildi. Ne var ki, son iki aydır buraya gelen konuklar sık sık benzer görüntülere ta- nık oluyorlardı. Nedenine gelince.. Patrona, son zamanlarda 'birhaller' olmuştu. Ne zaman bu kata inse, mutlaka bir şeylere 'takıyordu'. Önce duvar- ların rengini beğenmemiş. tüm kat baştan aşağı ka- naryasarısına boyanmıştı. Sonra duvarlardaki tab- loların yerieri değiştirilmişti. Şimdi de sıra koltukla- ra, saksılara gelmişti. Bunlarla kalsa yine lyıydi!.. Tuvalet kâğıtlanna, deterjanlara, masaların üzerm- deki kalemliklere de kanşıyordu. Genel müdür da- hil, kimsenin karşı çıkması mümkün değildi. Hemen savunmaya geçiyor, 'neden haklı olduğunu' uzun uzun anlatıp bir dizi 'gerekçe' sıralıyordu. Uzunca bir su- redir, 'herşey'ı en iyi kendisinin bildiğine ınanmış, 'çekilemez ölçüde sıkıcı' olmaya başlamıştı. Yok'ian gelip kısa zamanda bir banka, bir beş yıl- dızlı otel, yedi ticaret, üç deyüklenım şirketınin sa- hibi oluveren 'büyük işadamı'ndan oldukça bunal- dığı anlaşılan sevimli sekreterin söyledıklerı, bana birkaç yıl önce Söke'nin minik otogarında hızmetı- ne başvurmak zorunda kaldığım çok bilmiş tuvalet- çiyi anımsatmıştı. Koşar adım geldiğım tuvaletin ka- pısının yanındaki duvarın önüne yerleştırdiğı küçuk bir masada oturan tuvaletçinin, "Nereye" sorusu karşısında bir an apışıp kalmıştım. Elımle ıçensını gös- terince, beni yukarıdan aşağıya suzup "Önce su al!" diye buyurmuştu. Kapının öbür yanındaki du- vann dibinde dizilı, içi su dolu, yosunlanmaya yüz tutmuş, yandan kesik pet şişelere uzanırken "Dur!" demiş, ben yan büklüm kalınca, "Bu taraftan üçün- cüsünü al!" diye eklemişti. 'Zordurumlarda', tuva- letçilerle tartışmaya girilmemesi gerçeğini çok ön- ceden kavramış bir insan olarak, öfkemi içıme at- mış, adamın saçmalıklanna boyun eğmiştim. Adam- ia tartışmak, örneğin "Nıçin ilk şışe değil de sağdan üçüncü şişe" diye sormak ya da şışelerın dıplerın- deki yosunlan gösterip "Sen önce bupıslıklere bak!" türünden karşı saldınya geçmek hiçbir şeyı değış- tirmeyecekti. Söylediği 'şeyler'io mutlaka gerekçe- leri de vardı. Bu açıdan bakıldığında, Istanbul'daki 'büyük' işadamı ile Söke'deki 'küçük' tuvaletçı ara- sında hiçbir fark yoktu. Her ikisı de sahip olduğu 'erk r \ kullanıyordu. Büyük işadamı, 'genelmüdürdahıl'ya- nında çalışan insanların 'ışsiz kalma' korkusuyla, küçüktuvaletçi ise müşterilerinin, "Uzatırsakaltımı- za ederiz" kaygısıyla kendilerine karşı çıkamaya- caklannı biliyordu. '£rk' onlan rahatlatıyordu. Son günlerde televizyon kanallarında politikacı- lan daha sık izliyorum. 18 Nisan yaklaştıkça, 'seçıl- me telaşlan' artıyor. Kendilerini seçmenlere beğen- dirmek için büyük çabalar harcıyor, seçmenlere şı- rin gözükebilmek için ekranlarda kan ter içinde ka- lıyoüar. Hangi partiden olurlarsa olsunlar, parlamen- toda temsil edilen partilere ait olanlarının birçok or- tak özelliği bulundugu görülüyor. Her şeyden önce, 'her jey'den haberi olan, 'herşey'\ bilen, her soru- na çözüm üretebilen politikacılar olarak öne çık- mak istiyorlar. Derslerine 'sıkı' çalışmışlar. Sorulan her soruya, -yüzeysel de olsa-, verilecek bir yanıt- lan, söytediklerine gösterebilecekleri bir gerekçele- ri var. Urettikleri laf kalabahğıyla seçmenlerı etkile- yeceklerini düşünüyotiar. Son çözümlemede he- defleri ortak: Erk!.. Bunu yitırmezler ya da ellerine geçirirlerse, dünyanın en mutlu insanları olacaklar. Köylere, beldelere, belediyelere, metropollere, dev- lete hükmedecekler... Zenginlikleri dağıtacaklar, is- terlerse zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul kılacaklar... kolay mı? Gittikleri konserde, tiyatrolar- da, açılışlarda, törenlerde herkes, -yani halk- sıra- larda otururken onların altına rahat koltuklar süru- lecek... Hiç istenmez mi? Herkes onlan dinleyecek, alkışlayacak. Hiç kimse sözlerini kesmeyecek. Her- kesten 'saygı'görecekler... Çoluk çocuklarıyla 'mü- reffeh' ve 'mutlu' bir yaşam sürecekler... Siz olsa- nız, istemez misiniz?.. Onları izleyin! Anlattıklarını dinleyin! Nıçin 'erk sahibi' olmak istediklerini sorgulayın! Daha 35 gününüz var... Faks:0216-418 8410 BULMACA SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4SOLDAN SA- ĞA: 1/ Radyoaktif cisimlertaraftn- dan yayılan üç ışından biri... Briçte, atılan bir kâğıtla eşi- ne oynamasını isted'iği kâğıdı belirtme.2/"-- -Kavur":Sine- ma yönetmeni- miz...Karfırtı- nası. 3/ Yıldız- lann yerlerini ve durumlannı göste- ren çizelge... Vilayet. 4/ Fazla bön, avanak... Yapma, etme. 5/ Düz- gün, güzel ve kolaylık- la söz söyleyen. 6/ Oyunda cezalı çocuk... Ozeri bir cins cila ile kaplanmış metaller için 6 kullanılan sözcük. II 7 Olumsuzluk belirten bir önek... Yurdumuzun Göller Yöresi'nde bir dağ. 8/ Acınma. yerinme... Arap harfleriyle yazılan hir yazı türü. 9/ Pokerde, değişik renkli beşli diziye veri- len ad... Güzel koku. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Su kaynağı, pınar... Yanağın ait kısmı. 2/ Yardım is- tendiğini belirten bir sözcük... Kısa bacaklı bir köpek cinsi. 3/ Çorba gibi yiyeceklere lezzet kazandırmak ıçın un ve yağla yapılan sos... Hay\'anlara vurulan damga. 4/ Sancagı, yefkeni ya da sereni direkten aşağı alma... Ağız muKozasında oluşan yüzeysel yara. 5/ Kuzu ağı- lı. 6/ Tanrıtanımaz... Küçük çocuklan korkutmak ıçın uydurulmuş yaratık. II Atasözlerine dayanan dıdak- tikÇinşiiri... Bir yerde oturma. 8/"—tıyatro": Ber- tolt Brecht'inöncülügünü yaptığı tiyatroanlayışı... Düz ve açık su kıyısı. 9/ Leylak rengi, açık mor... Tutsak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle