25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 ARAUK1999 PAZARTESİ O L A Y L A R V E G O R U Ş L E R olay.gorus@cumhuriyetcom.tr Çağdışı Bir 'İnsan Hakları' Anlayışı Vural SAVAŞ Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı B irleşmiş Milletler 17 Ni- hiçbir şekilde haklı gösterilemez. sanl998tarihinde, K ln- san HaklanveTerörizm* başhklı bir karan oyçok- lugu ile kabul etti. Bu ta- rihsel karann öğelerini, 1999 Yunı^ Nadi Sosyal Bilimler Ödü- lü'nü kazanan "Terör ve Demokrasi'' adlı eserinde Pulat Y. Tacar şöyle özet- liyor - Tüm terörizm eylemleri, nasıl, ne- rede ve kim taıafindan yapılırsa yapıl- sın hiçbir şekilde haklı gösterilemez; insan haklanmn yerleşmesi uğruna te- rörizme başvurması da hakJı gösterile- mez. - En temel insan hakkı olan yaşama hakkını ortadan kaldırmayı amaçlayan terörizm, tûm biçim ve belirtileriyle de- vam etmektedir. Terörist gruplar insan haklannı ağir şekilde ihlal ediyorlar. - Terörizm, demokrasiyi, sivil toplu- mu ve kanunun üstünlüğü ilkesini teh- dit etmektedir. Terörizm, demokrasiyi, sivil toplum ve kanunun üstünlüğû ilkesini tehdit et- mektedir. Terörizm, insanlann korkusuzca ya- şayabilecekleri bir ortarru ortadan kal- dırmaktadır. - Rasgele uygulanan terör ve şiddet, kadınlar, çocuklar, yaşlılar dahil olmak üzere, pek çok sayıda masum insanı kat- tetmekte, sakatlamaktadır; bu eylemler - Pek çok terörist gnıp, yasadışı silah kaçakçılığı ve uyuşturucu kaçakçılığı yapan, aynca cinayet, tehditle para sız- dırma, insan kaçırma, saldın, rehin al- ma, hırsızlık, kara para aklama ve ırza tecavüz eylemlerine kanşmış olan baş- ka suç örgûtlenyle, ulusal veya ulusla- rarası düzeyde işbirliği yapmaktadır. - Terörizme karşı alınacak önlemler, uluslararası insan haklan normlanna ve uluslararası hukuka uygun olmahdır. - Devletler arasmda, uluslararası ve bölgesel örgütler arasında, terörizme karşı mücadelede yapılan işbirliği art- tınlmalıdır; dolayısıyla hangi şekilde olursa olsun, nerede ve kim tarafından yapılırsa yapılsın tüm terörizm biçim- İeri ile mücadele edilmeli ve terörizm ortadan kaldınlmalıdır; terörizm her- kes tarafından kınanmalıdır. - Terörizm, insan haklannı ve temel özgürlükleri ve demokrasiyi yok etme- ye yönelik bir eylemdir; bu eylem dev- letlerin toprak bütünlüğünü ve güven- liğini tehditetmektedir, meşru bir şekil- de göreve gelmiş hukümetleri sarsma- ya, çoğulcu sivil toplumu ve hukukun üstünlüğû ilkesini yok etmeye yönelik- tir. Devletlerin ekonomik ve toplumsal gelişmesine olumsuz etki yapmaktadır. - Her türlü etnik kin ve nefret, şiddet ve terörizm kınanır. - Devletler, uluslararası insan hakla- n normlanna ve hukuka tam uygunluk içinde nerede ve kim tarafından yapılır- sa yapılsın her türlü terörizmi önleme- ye, onunla mücadele etmeye ve ortadan kaldırmaya davet edilir, uluslararası ca- mia terörizmi ortadan kaldırmak için işbirliğine çağnlır. Yukanda ana hatlannı verdiğimiz bu karar, 115 lehte ve 57 çekimser oyla Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tara- fından kabul edılmistir. Karar, insan haklânnm hayata geçi- rilmesı bakımından atılmış en önemli adımdır. Çünkü, günümüzde en vahim insanlık hakkı ihlalleri, devletler ve dev- let görevlileri tarafından değil, terör ör- gütlerince yapılıyor. Ne yazık ki, Kıb- ns Rum Yönetimi, Ermenistan, Suriye, Yunanistan gibi PKK'ye açıkça destek veren ülkelerle birlikte, BaO camiasını oluşturan Ingiltere, Almanya, Avustur- ya, Belçıka, Kanada, Danimarka, Fran- sa, Finlandiya, trlanda, tzlanda, ttalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, lsveç, Ukrayna gibi ülkeler de çekimser oy kullanmışlardır. Çekimser oy kullanmalannın nedeni, terörizmin bir insan hakkı ihlali oldu- ğunun kararda yazılı olmasıdır ve ne yazık ki adı geçen ülkelerin çoğu PKK ve benzeri terör örgütlerine açık ya da dolaylı destek veriyorlar. Bu destek bel- gelendikçe, asıl insan hakkı ihlalcüeri- nin bu devletler olduğunun kabulü ge- rekecek. Batı camiasına göre, insan hakkı ih- lalleri sadece devletler tarafından yapı- labilir. Onlara göre, örneğin bir terör örgü- tünün eline atom bombası geçse, bir şehri bombalasa, milyonlarca kişiyi öl- dürse, bu eylem insan hakkı ihlali de- ğildir ama, devlet görevlilerinin kişile- re kötü muamelede bulunması dahi, in- san haklanmn ihlalidir. Levent Kavas Ekim 1999 tarihmde, Star gazetesine yazdığı tt Ne Siz Soran Ne Ben Söyieyevün" başlıklı yazısında bu anlayışı şöyle özetliyor "Terörisüemasayaotnrmayacak" bir yetke 'terörörgfitû'nü bir 'devletçekir- deği' olarak tanımayan bir kimse o ör- gütü 'insanhaklan'nı tammamakla, ko- rumamakla, işletmemekle suçlanabilir. Bir terörörgütü'nü insanhaktan'ru çiğ- nemekle suçlamak, örgüt olarak o örgü- tü, yalnızca "gerçekte" değil, 'hukuken' de bir 'yetke' saymak anlamına gelir. Bir örgüt, bir kişi insan haklan'nı ko- rumakonusunda ŞeÜdB' değilse 'insan haklan'nı çiğnemekten 'sorumhı'da tu- tulamaz." Bizdeki sözde insan haklan savunu- cusu dernekler, özellikle kendilerine "ikincicumhuriyetçT, "iberal" gibi ad- lartakan aydınlar, iracaı faaliyetlerde bu- lunanlar, Batı camiasının benimsediği insan haklan anlayışını savunuyorlar ve böylece bir taşla iki kuş vurabilecekle- rini sanıyorlar. Hem insan haklannı sa- vunur görünecekler ve hem de terörist örgütlerin, irticai faaliyette bulunan ki- "--5*- • şi ve partilerin avukathğını rahatlıkla yapabilecekler. Vatandaşlanmızı "kahrobun insan haklan" sloganlanyla yollara düşüren, Birleşmiş Milletler karanna aykın olan bu çarpık insan haklan anlayışıdır. Çün- kü onlann insan haklannı devlet görev- lilerinden çok, PKK, DHKP/C gibi te- rör örgütleri, mafya benzeri çıkar amaç- lı suç örgütleri ihlal ediyor ve bizdeki sözde insan haklan savunuculan da, bu çeşit örgütlere destek vermekten başka bir şey yapmıyorlar. Yirmi birinci yüzyıl, gerçekten insan haklanmn hayata geçirildiği bir yüzyıl olacak. Ancak, yirmi birinci yüzyıhn insan haklan anlayışı, anılan Birleşmiş MilletleT karanna uygun, hem devlet görevlilerine hem de terörist örgütlere ve hem de çıkar amaçlı suç örgütlerine karşı "masumu" koruyan, çağdaş bir insan haklan anlayışı olacak. Bu konuda gerçek Türk aydınına, Türk devletine büyük görevler düşüyor Çünkü, çağdaş insan haklanmn hayata geçirilmesi için yaptığımız savaşta, Ba- tı camiasından ve onlann içimizdeki yardakçılanndan bize hayır yok. Gölge etmesinler, başka ihsan istemiyoruz. Türkiye Cumhuriyeti, Kurtuluş Savaşı mücadelesmi Batı toptuluğuna karşın yapabilmiş bir ülkedir. İnsan haklan mücadelesini de, Birleşmiş Mületler'de- ki çağdaş insan haklannı savunan dev- letlerle işbirliği ve onlara öncülük ya- parak kazanacagına inanıyorum. ARADA BtR Prof. Dr. GÜNEŞ YİJREĞtR KSÜ Tıp Fak. - Kahramanmaraş . .HaftmızııCoşkusuyla. Bir Cumhuriyet çocuğu olarak, Cumhuriyet Bayramı'nın coşkusunu, bayraklarladonatılmış sokaklan, törenleri izleyebilmek için iyi biryer bul- ma heyecanını, hele bir öğrenci olarak törenle- rin içinde bulunma kıvancını nasıl unutabilirim? Hepimizin belleğinde onlarca Cumhuriyet Bay- ramı anısı vardır. llkokul, ortaokul ve lise sıralarında bulundu- ğumuz yıllarda, 29 Ekim öncesi ve sonrası haf- talarda, dersler içinde Kurtuluş Savaşımızın ay- nntılannı ve bizden önceki kuşaklann neler pa- hasına yurt topraklarını karış karış bağımsızlığa kavuşturduklannı işlememiz nasıl unutulabilir? Törenlerde asker birliklerinin, tanklann, Kuvayı Milliyeci mücahitlerin veardından da, büyükten küçüğe doğru öğrencilerin geçtşleri, hem izle- yiciler hem de törene katılanlar için bir eğitim ve geleceğe inançla bakma kaynağı olmamış mı- dır? Her 29 Ekim'de yapılan halka açık törenler, Cumhuriyet'in ülkemize ve insanımıza neler ge- tirdiğinin tutku ile tekrariandığı eğitsel bir ayin niteliğindeydiler. Nasıl ki bir ailenin bireylerini belirli günlerde bir araya getiren gelenekler ve töreter ise, bir ulusun bireylerini bir araya geti- ren, onlan yüce bir ülkü çevresinde birieştiren ve yannlanna umut ve inançla bakmasını sağ- layan da ulusal bayramlardır. 17 Ağustos depremi, ülkemiz için sonuçları ile toplumun bütün katmanlarını sarsan, gerçekten bu yüzyıhn en büyük doğal afeti olmuştur. Top- lumsal aymazlığımız ve rant temeline oturtul- muş kentleşmemiz bir felakete dönüşmüştür. Bu yüzyıllık felaketin ve ayıplanmızın daha algı- lanmadığı (idrak edilemediği) günlerde 30 Ağus- tos Bayramı'nın alışılmış törenlerle kutlanma- ması bir dereceye kadar kabul edilebilirdi. An- cak görsel medyada lüks yaşamın her reklam- da teşvik edildigi, lüks tüketimin bir toplumsal çılgınlığadönüştüğü, siyasal nikâhlarda 12mil- yarliralık takılann takıldığı, giderfehnin birkaçyûz milyonla Ölçüldüğü bir dönemde ve böyle bir anlayışın egemen olduğu bir toplumda tasar- ruf nedeniyle kutsal bir ulusal bayramı, halkın dış- landığı resmi protokollü birtörenle geçiştirmek kabul edilemez bir davranıştır. Büyük kentlerde halkın ve sivil toplum örgüt- lerinin Cumhuriyet Bayramı'nı kendi kendilerine kutlamaya kalkışmaları, özellikle halkın kendili- ğinden Anrtkabir'e akın etmesi, Istanbul halkı- nın Kadıköy'de gündüz ve gece süren coşkulu bayram kutlaması, Bakanlar Kurulumuza önem- li bir iletidir (mesaj). Deprem vurgunu halkımız da kısttlamaya candan katılmıştır. Atatürk ulusçuluğunun birleştirici harcı olan ulusai bayramlarımızın en geniş halk katkısı ile kutlanmasının sağlanması yönünde ulusumuzun içten isteğl bilinmelidir. YÖK, Üniversiteler ve Demokrasi BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ? YEPEK PARÇA 6ARANTISİ •Alfemo moduler ürunlennın yedek parça garantisi taştdığını, •Herhangi bir nedenden dolayı anzalanan, hasar gören kısmtn modülün tamamına zarar vertneden değijtirilebtldigini, •Zamanla üretimden kalkan ütünlerin bile Wr süre ihtiyacı karjılayabilecek yedek parça stoklarının bulunduğunu biliyor muydunuz! A L F E M O ı r o m u r Prof. Dr. Haınza BULUT lzmir Üniversiteleri Öğretim Elemanlan Derneği (İZÜNÎDER) Başkanı YÖK, 6 Kasım 1981 tarihinde çıkanlan 2547 sayıh Yükseköğretim Yasası ile yapılandınlan bir kurumumuzdur. Yükseköğretim kuruluşla- nnı yönetmek üzere oluşturulan bu kurum, bir yıl sonra, 1982 Anayasası'nın, "Yükseköğre- tkn knrumlannı,üst knruluslannıw özd hüküm- lere bağlı olanlannı" düzenleyen 130,131 ve 132. maddeleriyleanayasalbiryapıyakavuştu- rulmuştur. Anayasanın 131. maddesinde. "Yükseköğre- tim Kurulu (YÖK), üniversiteler, Bakanlar Ku- rulu ve Geneikurmay Baskanhğı'nca seçflen ve sayıhru nHeBklerive seçflmebiçirnieri yasayla be- liıienen ada>lar arasından, rektörlükve öğretim üvdiğindebaşanh hizmetvapmışprofesörlereön- ceiflc veriknek üzere, Cumhurbaşkaru'nca ata- nan üyelerve Cumhurbaskanhğı'ncadogrudan beürienen üyelerden kurulur" denilmektedir. 2547 sayıh yasaya göre, YÖK üye sayısı baş- langıçta Cumhurbaşkanlığı'nca dogrudan ata- nan 8, Bakanlar Kurulu kontenjanından atanan 6, Geneikurmay Başkanlığı kontenjanından ata- nan 1. Milli Eğitim Bakanlığı kontenjanından '' atanan 2 ve Üniversitelerarası Kurul (ÜAK) kontenjanından atanan 8 olmak üzere toplam 25 olarakbeürlenmiştir. Ancak bu sayı, 1987 ve 1988 yıllannda yapılan yasa gücündeki düzenleme- lerle 25'ten 24'e indirilmiştir. Aynı düzenleme- de, Bakanlar Kurulu kontenjanı 6'dan 7'ye yük- seltilirken, Cumhurbaşkanı ve 0 AK kontenjan- lan 8'den 7'ye düşürûlmüştür. Anayasa Mahke- mesi'nin 14.5.1997 tarih ve 48 sayıh karanyla Milli Eğitim Bakanlığı kontenjanımn geçersiz sayılmasıyla da YÖK üye sayısı bugün 22'ye duş- müştur. 12 Eylül 1980 ara döneminin ürünüolan YÖK, özel ve kamu tüzelkişiliğine sahip bir kurum- dur. Bu kurum, 1988 yılında yapılan düzenle- meler sonucunda, her yan yılda üçer kez topla- nan bir Gend Kurula dönüştürülmüş ve görev- leri başkanla birlikte 9 kişıden oluşan ve sürek- li çalışan Yürütme Kurulu'na bırakmıştır. YÖK Başkanı'nın Cumhurbaşkanı'nca 4 yıllıkbir sü- re için atanma biçiminde ise bir degişiklik ol- mamıştır. Siyasetin Gölgesi: YÖK'ün oluşum biçimi ve bu oluşumda siyasetin agırlığı, 2547 sayıh ya- sanın yürüriüğe girmesinden bu yana geçen 18 yıl boyunca kamuoyunda güncelliğini sürekli ko- rumuştur. Bunda 2547 sayılı yasanın antide- mokratik, merkeziyetçi, hiyerarşik ve buyurgan donanımlı olmasının büyük payı vardır. O gün- den bugüne, hem YÖK'ün ve hem de üniversi- telerin üzerinde siyasetin ve siyasetçilerin göl- gesi hep var olmuştur. Aslında, bu gölgeyi 2547 sayılı yasanın ken- disi yaratmaktadır. YÖK Genel Kurulu'nun 7 üyesinin Cumhurbaşkanlıği'nın ve 7 üyesmin de Bakanlar Kurulu'nun temsilcileri olmalan bu ka- nımızı doğrulamaktadır. Ü AK'nın kontenjanın- dan atanan 7 kişınin varlığı ise pek bir şey de- ğiştirmemektedir. Çünkü, üniversite rektörleri ve her üniversitenin senatolan tarafından seçi- len birer üje ile 1 Geneikurmay temsilcisinin olus- turduğu Üniversitelerarası Kunıl'un yapısına bakıldığında. YÖK'ün ve rektörlerin ve atanmış- lann üzerinde siyasetin ve siyasetçilerin gölge- sinin olmadığını söylemek inandıncı olmamak- tadır. Bugün, bazı siyasi partilerimizin YÖK Başkanı'nı hedef alan eleştirileri ve YÖK Baş- kanı'nı değiştirmeye yönelik girişimleri bu göl- genin bir parçasıdır. 'YÖK-Üniversitebağı' 2547 sayılı yasa, YÖK'ü merkez almakta ve merkez-üniversite bağını güçlü kılmaktadır. Rektörlerin, dekanlann, yüksekokul, enstitü ve merkezmüdürierinin, bölüm ve anabılim dal ı baş- kanlannın atanma biçimleriyle yetki kullanım- lan sıradüzes (hiyerarşik) olmÂtediE Bu yüz- den, çağdaş demokrasinin ve bilimsel anlayışın en.temel ilkeleri olan katıl|m,.ye paylaşım ya- şam bulmamakta ve üniversitelerimiz atanmış- larla yönetilmektedir. Üniversitelerimizin içinde bulunduğu bu du- rum, Türkiye'dekı demokratikleşme sürecinin dı- şında tutulmuş ve 2547 sayıiı yasadaki antide- mokratik maddelerin ayıklanması yoluna gidil- memiştir. Yalnızca, 1991 yılında yapılan bir de- ğışiklikle, rektörlerin o üniversitenin öğretim üyeleri tarafından belirlenmesi süreci başlamış- ör. Buna göre; üniversitenin öğretim üyeleri ta- rafından seçimle belirlenen ve aldıklan oylara göre ilk 6 içinde yer alan 6 rektör adayı YÖK'e bildirilmekte, YOK bu 6 adaydan 3'ünü cum- huıbaşkanına sunmakta ve cumhurbaşkanı da bu 3 kişiden birini o üniversiteye rektör olarak ata- maktadır. Bu uygulamaya göre; rektör seçilmiş midir, yoksa atanmış mıdır? Bu uygulamada hangi de- mokrasinin kurallan geçerlidir? Atamalarda hangi ölçütler göz önüne alınmaktadır? Atanan rektörlerde, u _uluslararası A ya da B smıfi der- gDerde çahsmalan yavnnlanmif ve atdlar alnuş otanak" gibi olması gereken temel bilimsel öl- çütler istenmekte midir? Öğretim üyeleri oyla- nm hangi beklentilere göre vermektedir? Rek- törlüğe atananprofesör, hangi programlanyla öğ- retim üyelerinden oy almıştır? Bu ve buna benzer daha birçok soruya, bu- güne değin bir yanıt alrmş değiliz. Ama şu bir gerçek ki, üniversitelerimizin her düzeyindeki yöneticilerinin birçogu, Türk siyasetinden çok şeyler öğrenmişlerdir. Yönetmek isteyenler ile seçmenler arasındaki ilişkilerde Türk siyaseti- nin yarattığı "kasaba poütikacıkğı''nın üniver- sitelerde de geçerli olması düşünmeye değerdi. 18 senedir ayakta duran ve her geçen gün daha da güçlendirilen bu sistem. demokrasiyi kalbin- den vurmuştur. Bunun sonucunda; bazı üniver- setelerde siyasi kadrolaşmalaroluşmuş, akade- mik yükseltme ve atamalarda niteliksel aşınma hızlandınlmış ve geleceğimizi tehdit eder bo- yuta getirilmiş, üniversiteler ticari kurumlara dönüştürülmüş, eğitim ve öğretimde ezber-ka- lrp ağırlığını koymuş, üniversiteler işlevlerinden uzaklaştnlmış ve nıtelik düşmustür. 2547 sayılı yasa, seçtiğimiz (*)rektörlerege- niş yetkiler tanımaktadır. Dekanlar, yükseko- kul, enstitü ve merkez müdürleri rektörler tara- fından belirlenmekte, diğer alt yöneticüerin atanma işlemleri de rektörler tarafından onay- lanmaktadır. Böylece, YÖK-rektörler-dekan- lar-bölüm başkanlan- anabilım dalı başkanlan arasmda sıradüzen oluşmaktadır. Sonuc: Bütünlük içinde bir sıradüzenin ol- masından çok, sıradüzenin oluşumunda geçer- li olan ölçütlerin neler olması gerektigi önemli olmahdır. Üniversiteler gibi, bir toplumun ya- şamsal önemi olan kurumlannın yöneticileri için, buölçütlerin bilimsel temele dayanması bek- lenmelidir. Ancak, uygulamanın hiç de böyle ol- madığı ve istenen ölçütlerde genellikle yakm- lujçı, şadıklığın, sadakatliliğin ve uyumluluğun ağır basttğını 18 senedir görmekteyiz. Türkiye, bu 18 senenin faturasını pahalıya ödemektedir. Görevi, bilimi ve teknolojik geliş- meleri öğrenmek-öğretmek, özümsemek-özüm- setmek, yenilemek-yeniletmek, katkı koymak- katkı koydurtmak ikililerini yaşama geçirmek ve bu ikilileri yaşama geçirmeye hazır insan gü- cünü yetiştirmek olan üniversitelerin, bu koşul- lar albnda işlevlerini yerine getirememesi buna bir ömektir. Bilimin ve teknolojinin öneminin giderek art- tığı ve ülkelerin gelişmişlik ölçütü ile rekabet gücünü belirlediği günümüzde, kasaba politika- cılığı ile üniversitelerimizi çağdaşlannın konu- munave işlevlerine kavuşturmak hayaldir. Rek- törlük seçimlerinde, "_benzin istasvoıılan,otet- ler, kafeteryalar, süper markeöer kuracağmı; seçmenlerine kadro süandsı çektirtmeyeceğini; tam gün çahşma, prim sistemi uvgulaması ve ek işoianaklan konusunda kimse)e dokunmayaca- ğuu (açıkça söylemese de) ve de sistemin aynen devam edeceğinL." garantisini veren ya da inan- dıran kişi oy alıyorsa eğer, şapkamızı koyup dü- şünmemizve suçluyu uzaklarda aramamamız ge- rekmektedir. Demokrasi, niteliksizlikler üzerine kurul ma- malıdır. 'Oniversitelerini ticarethaneye, yerleş- kelerini gecekonduya ve hastanelerini muaye- nehaneye dönüştüren; çağdaş eğitimin ve bi- limsel araştırmanın olrnazsa olmaa olan tam gün çalışmayı uygulamayan; akademik yükseltme ve atamalarda evrensel ölçüleri gözden kaçıran; bilimsel çalışma ortarru ve olanağı yaratmayan, niteliği artürmak için kafa yormayan ve nitelik- gelir arasındaki doğru orantlı bir ilişkiyi göre- meyen bir anlayışın, üniversitelerimizi çağdaş- lannın konumuna ve işlevine kavuşturacağını bek- lemek olumsuz gidişe onay vermek olmaktadır. Somn sistemdedir, çözümünüç açan ise "nitefik, nrteük,nkelik''rir. Hıyanet tçindekiler... AhmetARPAD D enize düşen yılana sanlur. 19. yüzyı- hn sonunda borçlan 280 milyona ulaşmış Osmanlı devleti, sınırlannı ya- bancı yaünmlara açmak zorunda ka- lm Ancak Avrupa kapitalizminin yatınmlan Os- manh sanayisinin gelişmesine pek katkıda bu- lunmaz. Ülke, Avrupa'nın harrîmadde sağlayı- cısı ve pazan durumuna gelir. Daha önceki yıl- lardabüyük devletlere verilmiş kapitülasyonlar bağımsızlığın gittikçe yitirilmesine neden olur. Bu ayncalıklar bir türlü kaldınlamaz. Avrupalı alacaklılann kurduğu Düyun-u Umumiye, ağır egemenlik kaybımn başlangıcı olur. Yıllar üer- ledikçe iktisat ve maliyenin denetimi onun eli- ne geçer, devlet içinde devlet gibi hareket etme- ye başlar. 19. yûzyılm sonlannda emperyalizmin yük- selişi, Avrupa'nın yayılışı "dünyanın paylaşü- ması''nı amaçlamaktadır. O yıllarda Osmanlı'da ise bir yanda yeni zenginlerin sefahati, öte yan- da yoksullaşanlann sefaleti vardır. Karaborsa ve enflasyon memur ile dar gelir- linin alım gücünü silip süpürmekte, spekülas- yon ve karaborsa yapanlar, devlet parasını yü- rütenler dev servetlere kavuşmaktadır. Daha çok dış borçlar alınır, Avrupa büyük devletlerinin ülke ekonomisindeki etkinliği hız- la ilerler. Demiryollan, limanlarve Tekel yaban- cı girişimcüere yok pahasına peşkeş çekilir. Re- jime karşı çıkanlar ise sessizliğe mahkûm edil- miştir. Kamuoyu suskundur. Yığmlar, yönetenlerden çoktan kopmuştur. Kopanlmıştır.Ortadoğu'ya yerleşmek isteyen emperyalizra, eski oyunu, bilinen tablolarla ye- niden sahneliyor. Dış para babalan Türkiye'nin yazgısına egemen. Aracılan, maşalan hep gö- revde... Ülkeyi tümüyle teslim etmeye hazırbek- liyoriar. Onlar Atatürk'ün "hryanet içinde bu- hınabOirlerJ' dedikleridir. Onlardır, son 30 yıl- da ekonominin sağlam devlet kurumlannı tek tek elden çıkaranlar, Atatürk devriminin kural- lannı, yerleşik ve üretici toplum gerçeğini yok edenler. Şimdi: "Devfctineiindekaynakkalınadı'' ger- çeğini itiraf eden, gerekli yasa degişikliklerini yaparak dış sermayeye kapılanmızı ardma ka- dar açmak zorunda kalan E^evit'e yüklenmek acaba ne derece doğru? Geçmişin "halkçı Ece- vtt"i bugün bile bile "yıfauıa santayor" ise dü- şünün Türkiye'yi ne duruma getirmişler. Kimi "sorumhı'' çoktan rahmetli, anıtmezarda. Emek- li, Marmaris'te. Hacıyatmaz örneği üstdüzey gö- revde, Ankara'da. Ülke bir yol aynmında. Son yıllarda gün ışı- ğına çıkan bazı acı gerçek insanımızın gözünü artık iyice açmalı, "hryanet icindekfler" karşı- lannda uyanmış bir taban bulmalıdır. Toplum, yönetenlerden önce bilinçlenebilir. Belirtileri seziliyor. Kıpırtılar da. Ecevit IMF'nin istekle- rini yerine getirirken oldukça kararlı idi. Var gücünü göstermişti. Aynı kararhlığinı ülkeye düşünce özgürlüğü- nü, gerçek demokrasiyi getirmek için de göste- rirmi dersiniz? Sizce, ılımlı tslam kisvesi altın- da sinsi sinsi gelmesinden korkulan şeriatı en- gelleyecek çabalarda bulunur mu? Çoğunluğun beklentisi köklübir anayasa değişikliğini yapar mı? Halkın gücü Türkiye politikasma yansır mı? 1%1 Anayasası'nuı ışığmda özgüriüklerini ya- şayanlar, düşüncelerini söyleyenler için şimdi o günler "öztem" (nostalji). Biliyorlar ki, toplu- mun elinden o anayasanın öngördüğü haklar alınmasaydı, bugün ülke bambaşka bir konum- da olurdu. Gittikçe daha çok insanımız 1961 Anayasası'mözlüyor, 1923 Devrimi'nedörtel- le sanlmak istiyorsa Türkiye toplumu bir değiş- me sürecinde demektir. "Ben değistimn diyen deneyimli başbakan, uyananlann, kıpırdananlann artık yeni beklen- tiler içinde olduğunu, o değişirken toplumun da değiştiğıni sezmelidir. Siyasal yaşamının son yıllannda ülke insanlannı karşısına almadan, "sankhğı yılan" denizin derinliklerine çekme- den, Türkiye 100 yıl önceki Osmanlf nın duru- muna düşmeden... CUMHURtYETTEN OKURLARA ORHANERİNÇ Gazeteciliğin en zor yanlanndan biri de sabah sabah bütün gazeteleri okumak, en azından göz atmaktır. Medyamız, kendi dediğine ve özel ilketerine gö- re bağımsız-tarafsızdır ama, önemli olaylardan ki- misini görmezden gelmek, kimisini tersyüz etmek, kimisini de canı nasıl isterse öyle göstermek gibi haklara sahiptir. Bu yüzden geçen hafta yine aklımın ermediği iş- lerte karşı karşıya kaldım. Aklım yine kanşıverdi. DünyaTıcaret Örgütü'nün PTÖ-VVTO) Seattte'da yapılan, daha doğrusu yapılamayan bakanlar top- lantısı büyük tepki topladı. Kapitalizmin ve küre- selleşmenin dayatmacısı olan ABD'ninyurttaşla- n bile gösteri yaptılar. Protestolar, sokağa çıkrna yasağı konulacak düzeye ulaştı. Küreselleşme ya da Yeni Dünya Düzeni söyle- miyle başlayan ve Çok Taraflı Yatınm Anlaşması (MAI) eliyle başkalannın çıkan için sömürülmekte olanlar oyunun ayırdına varmışlardı. DTÖ Genel Sekreteri Moore, engellenen top- lantı için "dünyadaki tüm çalışanlann ve aileteri- nin yaranna bir sonuç arandığını" gerçek dışı da olsa söylemek zorunda kaldı. ABD Dışişleri Baka- nı Albright ise insanlan bir yana iterek, "Küresel- leşme hepimizin yanrtlaması gerekenyasa/ sorun- lara neden olmuştur" dedi. Kurtuluşu DTÖ'nün tahkim kurulu ile MAI'nin act- masız kurallannda bulan siyasilerimiz ve medya- mız ise suspus. Haberler iki satır. Medyamızın ya- zarlan ise (bir ikisi dışında) okurlanna yeni dünya düzeninin yararlannı anlatan öyküler yazmakla meşgul. UlusaJ devietin bittiğine inandıklan için, Fransa'nm MAI'den çekilmesini, neredeyse kendilerine kar- şı konulmuş bir tavır olarak algılıyorlar. • • • Medyamız, üçüncü vergi reformunu degerlen- dirirken (Bay Temizel'inki gerçek reformdu) ver- gi yükünün çok kazananlarda olduğuna karar ver- di ve manşetier buna göre hazırlandı. Allahtan bir arkadaşımız rantiyelerden alınacak 1.6 katrilyon verginin 1.4 katrilyonunun faiz olarak kendilerine iade edileceğini yazdı da ayıp dengelenmiş oldu. Çoğu emekçi, esnaf, dar gelirti, emekli yurttaş- lann ödeyeceği 2 katrilyona yakın vergi neredey- se yok sayılacaktı. Vergitere yönettilen en önemli eleştiri, ek gelir ver- grsi için yeniden beyanname alınarak vatandaşa eziyet edilmesiydi. Oysa alacağına şahin verece- ğine karga olan Hazine, beyanname almalrydı ki gündeme damga vergisi de girmiş oteun. Yaka- lanmış kazlardan fırsat bu fırsat birkaç tüy daha yolmak Hazine çıkan için doğal bir davranıştı. Ni- ye yadırgandt anlayamadım. • • • • ' "' : Memurlann yargılanma evrelerini düzenleyen 86 yıllık yasa yürürlükten kaJktı ve parlamenterle- rimizin gece mesaisi sonunda yeni biryasamız oi- du. Yasa, koalisyonun iyi şeyler yapmakta okJuğu- nu yansıtmakla görevti medyamızda, pembe göz- lükler aracılığıyla duyuruldu. "Memurlann zırhı de- lindi", "Memuhara dokunuldu•"gibi başlıklaraba- karsanız sanırsınız ki memuriar korkulanndan yurt- taşa artık iyi davranacaklar. Yasanın dokunulmaz- lığı güçlendiren diğer maddelerini bir yana bırakıp dördüncü maddenin şu fıkrasını okuyalım: "Bu kanuna göre memuriar ve diğer kamu gö- revlileri hakkında yapılacak ihbar ve şikâyetlerin soyut ve genel nitelikte olmaması, ihbar veya şi- kâyetlerde kişi ve olay belirtilmesi zorunludur." Hiç değilse eski yasaya göre "filanca karakol- da görevli polisler şu saatte beni dövdüler" diye başvurduğunuzda, yetkililer başvuruyu ciddiye alırlarsa soruştumna açıp o saatteki göreviiteri top- lar, yüzleştirme yaparak sonuca ulaşmaya çalışır- lardı. Artık böyte başvurular çöp sepetine gidecek. Çün- kü başvurunuzda sizi dövenlerin adlan yer almı- yor. Yakalarda numaralar olmadığı için öğrenme şansınrz da yok. Hoş, olsa bile gözteriniz bağlan- mış ya da ceket çıkanlmışsa yediginiz dayak ya- nınıza kâr kalacak. Siz de bu sonucu alkışlayacak- sınız. • • • Avrupa Konseyi'ne üye olup, "Insan Haklanmn ve Temel Özgüriüklerin Korunmasına llişkm Söz- leşmeyi imzalayacaksınız. Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi'nin "zoa/n/uyarg/yeÖcJs/n/"tanımak- la kalmayıp, bireysel başvuru hakkını kabul ede- ceksin'ız. Mahkemede bir de yargıcınız olacak. Sonra da "Avrupa ne hakla iç işlerimize kanşıyor" diye celalleneceksiniz. Sözleşmenin idam ceza- sını kaldıran 6 numaralı ek protokolü "Asmayalım da besleyelim mi?" döneminde düzenlendiği için Türkiye imzalamamış. Imzalamamış ama "Bizde zaten 1984 yılından bu yana idam cezası uygu- lanmıyor" diye AlHM'ye önce el altından, sonra açıkça savunma göndermeyi de ihmal etmemiş. Hazırianan ceza yasası tasanlannda da idam ye- rine "ağıriaştınlmış müebbet hapis cezası" öngö- rülmüş. Şimdi terör örgütünü kullanmak isteyen ülkele- re duyulan kızgınlıkla AlHM'yi de aynı kaba koy- ma çelişkisinden kurtulma zamanıdır. Çözüm İçin en kestirme yol da 6 numaralı ek protokolü imza- lamaktır. Yıllardır hem "Avrupalıyim" deyip hem de Avrupa normlannın dışında kalmanın yollannı aramak tipik bir şark kurnazlığıdır. Ama görülüyor ki yöneticilerimiz alışkanlıklanndan aynlmak iste- miyor. ••• ûnümüzdeki pazartesiye kadar gönlünüzce bir hafta geçirmeniz dileği ve saygılanmızla. oerinc@cumhuriyetcom.tr Arkadaşımız ., Murat Okur ve Necla Kalfa 03.12.1999'da evlendiler. Mutluluklar dileriz. Cumhuriyet Çahşonlon
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle