Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 6 ARAUK1999 PAZARTESİ
O L A Y L A R V E G O R U Ş L E R olay.gorus@cumhuriyetcom.tr
Çağdışı Bir 'İnsan Hakları' Anlayışı
Vural SAVAŞ Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı
B
irleşmiş Milletler 17 Ni- hiçbir şekilde haklı gösterilemez.
sanl998tarihinde, K
ln-
san HaklanveTerörizm*
başhklı bir karan oyçok-
lugu ile kabul etti. Bu ta-
rihsel karann öğelerini,
1999 Yunı^ Nadi Sosyal Bilimler Ödü-
lü'nü kazanan "Terör ve Demokrasi''
adlı eserinde Pulat Y. Tacar şöyle özet-
liyor
- Tüm terörizm eylemleri, nasıl, ne-
rede ve kim taıafindan yapılırsa yapıl-
sın hiçbir şekilde haklı gösterilemez;
insan haklanmn yerleşmesi uğruna te-
rörizme başvurması da hakJı gösterile-
mez.
- En temel insan hakkı olan yaşama
hakkını ortadan kaldırmayı amaçlayan
terörizm, tûm biçim ve belirtileriyle de-
vam etmektedir. Terörist gruplar insan
haklannı ağir şekilde ihlal ediyorlar.
- Terörizm, demokrasiyi, sivil toplu-
mu ve kanunun üstünlüğü ilkesini teh-
dit etmektedir.
Terörizm, demokrasiyi, sivil toplum
ve kanunun üstünlüğû ilkesini tehdit et-
mektedir.
Terörizm, insanlann korkusuzca ya-
şayabilecekleri bir ortarru ortadan kal-
dırmaktadır.
- Rasgele uygulanan terör ve şiddet,
kadınlar, çocuklar, yaşlılar dahil olmak
üzere, pek çok sayıda masum insanı kat-
tetmekte, sakatlamaktadır; bu eylemler
- Pek çok terörist gnıp, yasadışı silah
kaçakçılığı ve uyuşturucu kaçakçılığı
yapan, aynca cinayet, tehditle para sız-
dırma, insan kaçırma, saldın, rehin al-
ma, hırsızlık, kara para aklama ve ırza
tecavüz eylemlerine kanşmış olan baş-
ka suç örgûtlenyle, ulusal veya ulusla-
rarası düzeyde işbirliği yapmaktadır.
- Terörizme karşı alınacak önlemler,
uluslararası insan haklan normlanna ve
uluslararası hukuka uygun olmahdır.
- Devletler arasmda, uluslararası ve
bölgesel örgütler arasında, terörizme
karşı mücadelede yapılan işbirliği art-
tınlmalıdır; dolayısıyla hangi şekilde
olursa olsun, nerede ve kim tarafından
yapılırsa yapılsın tüm terörizm biçim-
İeri ile mücadele edilmeli ve terörizm
ortadan kaldınlmalıdır; terörizm her-
kes tarafından kınanmalıdır.
- Terörizm, insan haklannı ve temel
özgürlükleri ve demokrasiyi yok etme-
ye yönelik bir eylemdir; bu eylem dev-
letlerin toprak bütünlüğünü ve güven-
liğini tehditetmektedir, meşru bir şekil-
de göreve gelmiş hukümetleri sarsma-
ya, çoğulcu sivil toplumu ve hukukun
üstünlüğû ilkesini yok etmeye yönelik-
tir. Devletlerin ekonomik ve toplumsal
gelişmesine olumsuz etki yapmaktadır.
- Her türlü etnik kin ve nefret, şiddet
ve terörizm kınanır.
- Devletler, uluslararası insan hakla-
n normlanna ve hukuka tam uygunluk
içinde nerede ve kim tarafından yapılır-
sa yapılsın her türlü terörizmi önleme-
ye, onunla mücadele etmeye ve ortadan
kaldırmaya davet edilir, uluslararası ca-
mia terörizmi ortadan kaldırmak için
işbirliğine çağnlır.
Yukanda ana hatlannı verdiğimiz bu
karar, 115 lehte ve 57 çekimser oyla
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tara-
fından kabul edılmistir.
Karar, insan haklânnm hayata geçi-
rilmesı bakımından atılmış en önemli
adımdır. Çünkü, günümüzde en vahim
insanlık hakkı ihlalleri, devletler ve dev-
let görevlileri tarafından değil, terör ör-
gütlerince yapılıyor. Ne yazık ki, Kıb-
ns Rum Yönetimi, Ermenistan, Suriye,
Yunanistan gibi PKK'ye açıkça destek
veren ülkelerle birlikte, BaO camiasını
oluşturan Ingiltere, Almanya, Avustur-
ya, Belçıka, Kanada, Danimarka, Fran-
sa, Finlandiya, trlanda, tzlanda, ttalya,
Lüksemburg, Hollanda, Norveç, lsveç,
Ukrayna gibi ülkeler de çekimser oy
kullanmışlardır.
Çekimser oy kullanmalannın nedeni,
terörizmin bir insan hakkı ihlali oldu-
ğunun kararda yazılı olmasıdır ve ne
yazık ki adı geçen ülkelerin çoğu PKK
ve benzeri terör örgütlerine açık ya da
dolaylı destek veriyorlar. Bu destek bel-
gelendikçe, asıl insan hakkı ihlalcüeri-
nin bu devletler olduğunun kabulü ge-
rekecek.
Batı camiasına göre, insan hakkı ih-
lalleri sadece devletler tarafından yapı-
labilir.
Onlara göre, örneğin bir terör örgü-
tünün eline atom bombası geçse, bir
şehri bombalasa, milyonlarca kişiyi öl-
dürse, bu eylem insan hakkı ihlali de-
ğildir ama, devlet görevlilerinin kişile-
re kötü muamelede bulunması dahi, in-
san haklanmn ihlalidir.
Levent Kavas Ekim 1999 tarihmde,
Star gazetesine yazdığı tt
Ne Siz Soran
Ne Ben Söyieyevün" başlıklı yazısında
bu anlayışı şöyle özetliyor
"Terörisüemasayaotnrmayacak" bir
yetke 'terörörgfitû'nü bir 'devletçekir-
deği' olarak tanımayan bir kimse o ör-
gütü 'insanhaklan'nı tammamakla, ko-
rumamakla, işletmemekle suçlanabilir.
Bir terörörgütü'nü insanhaktan'ru çiğ-
nemekle suçlamak, örgüt olarak o örgü-
tü, yalnızca "gerçekte" değil, 'hukuken'
de bir 'yetke' saymak anlamına gelir.
Bir örgüt, bir kişi insan haklan'nı ko-
rumakonusunda ŞeÜdB' değilse 'insan
haklan'nı çiğnemekten 'sorumhı'da tu-
tulamaz."
Bizdeki sözde insan haklan savunu-
cusu dernekler, özellikle kendilerine
"ikincicumhuriyetçT, "iberal" gibi ad-
lartakan aydınlar, iracaı faaliyetlerde bu-
lunanlar, Batı camiasının benimsediği
insan haklan anlayışını savunuyorlar ve
böylece bir taşla iki kuş vurabilecekle-
rini sanıyorlar. Hem insan haklannı sa-
vunur görünecekler ve hem de terörist
örgütlerin, irticai faaliyette bulunan ki-
"--5*- •
şi ve partilerin avukathğını rahatlıkla
yapabilecekler.
Vatandaşlanmızı "kahrobun insan
haklan" sloganlanyla yollara düşüren,
Birleşmiş Milletler karanna aykın olan
bu çarpık insan haklan anlayışıdır. Çün-
kü onlann insan haklannı devlet görev-
lilerinden çok, PKK, DHKP/C gibi te-
rör örgütleri, mafya benzeri çıkar amaç-
lı suç örgütleri ihlal ediyor ve bizdeki
sözde insan haklan savunuculan da, bu
çeşit örgütlere destek vermekten başka
bir şey yapmıyorlar.
Yirmi birinci yüzyıl, gerçekten insan
haklanmn hayata geçirildiği bir yüzyıl
olacak. Ancak, yirmi birinci yüzyıhn
insan haklan anlayışı, anılan Birleşmiş
MilletleT karanna uygun, hem devlet
görevlilerine hem de terörist örgütlere
ve hem de çıkar amaçlı suç örgütlerine
karşı "masumu" koruyan, çağdaş bir
insan haklan anlayışı olacak.
Bu konuda gerçek Türk aydınına,
Türk devletine büyük görevler düşüyor
Çünkü, çağdaş insan haklanmn hayata
geçirilmesi için yaptığımız savaşta, Ba-
tı camiasından ve onlann içimizdeki
yardakçılanndan bize hayır yok. Gölge
etmesinler, başka ihsan istemiyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti, Kurtuluş Savaşı
mücadelesmi Batı toptuluğuna karşın
yapabilmiş bir ülkedir. İnsan haklan
mücadelesini de, Birleşmiş Mületler'de-
ki çağdaş insan haklannı savunan dev-
letlerle işbirliği ve onlara öncülük ya-
parak kazanacagına inanıyorum.
ARADA BtR
Prof. Dr. GÜNEŞ YİJREĞtR
KSÜ Tıp Fak. - Kahramanmaraş
. .HaftmızııCoşkusuyla.
Bir Cumhuriyet çocuğu olarak, Cumhuriyet
Bayramı'nın coşkusunu, bayraklarladonatılmış
sokaklan, törenleri izleyebilmek için iyi biryer bul-
ma heyecanını, hele bir öğrenci olarak törenle-
rin içinde bulunma kıvancını nasıl unutabilirim?
Hepimizin belleğinde onlarca Cumhuriyet Bay-
ramı anısı vardır.
llkokul, ortaokul ve lise sıralarında bulundu-
ğumuz yıllarda, 29 Ekim öncesi ve sonrası haf-
talarda, dersler içinde Kurtuluş Savaşımızın ay-
nntılannı ve bizden önceki kuşaklann neler pa-
hasına yurt topraklarını karış karış bağımsızlığa
kavuşturduklannı işlememiz nasıl unutulabilir?
Törenlerde asker birliklerinin, tanklann, Kuvayı
Milliyeci mücahitlerin veardından da, büyükten
küçüğe doğru öğrencilerin geçtşleri, hem izle-
yiciler hem de törene katılanlar için bir eğitim ve
geleceğe inançla bakma kaynağı olmamış mı-
dır?
Her 29 Ekim'de yapılan halka açık törenler,
Cumhuriyet'in ülkemize ve insanımıza neler ge-
tirdiğinin tutku ile tekrariandığı eğitsel bir ayin
niteliğindeydiler. Nasıl ki bir ailenin bireylerini
belirli günlerde bir araya getiren gelenekler ve
töreter ise, bir ulusun bireylerini bir araya geti-
ren, onlan yüce bir ülkü çevresinde birieştiren
ve yannlanna umut ve inançla bakmasını sağ-
layan da ulusal bayramlardır.
17 Ağustos depremi, ülkemiz için sonuçları ile
toplumun bütün katmanlarını sarsan, gerçekten
bu yüzyıhn en büyük doğal afeti olmuştur. Top-
lumsal aymazlığımız ve rant temeline oturtul-
muş kentleşmemiz bir felakete dönüşmüştür.
Bu yüzyıllık felaketin ve ayıplanmızın daha algı-
lanmadığı (idrak edilemediği) günlerde 30 Ağus-
tos Bayramı'nın alışılmış törenlerle kutlanma-
ması bir dereceye kadar kabul edilebilirdi. An-
cak görsel medyada lüks yaşamın her reklam-
da teşvik edildigi, lüks tüketimin bir toplumsal
çılgınlığadönüştüğü, siyasal nikâhlarda 12mil-
yarliralık takılann takıldığı, giderfehnin birkaçyûz
milyonla Ölçüldüğü bir dönemde ve böyle bir
anlayışın egemen olduğu bir toplumda tasar-
ruf nedeniyle kutsal bir ulusal bayramı, halkın dış-
landığı resmi protokollü birtörenle geçiştirmek
kabul edilemez bir davranıştır.
Büyük kentlerde halkın ve sivil toplum örgüt-
lerinin Cumhuriyet Bayramı'nı kendi kendilerine
kutlamaya kalkışmaları, özellikle halkın kendili-
ğinden Anrtkabir'e akın etmesi, Istanbul halkı-
nın Kadıköy'de gündüz ve gece süren coşkulu
bayram kutlaması, Bakanlar Kurulumuza önem-
li bir iletidir (mesaj). Deprem vurgunu halkımız
da kısttlamaya candan katılmıştır.
Atatürk ulusçuluğunun birleştirici harcı olan
ulusai bayramlarımızın en geniş halk katkısı ile
kutlanmasının sağlanması yönünde ulusumuzun
içten isteğl bilinmelidir.
YÖK, Üniversiteler ve Demokrasi
BUNLARI
BİLİYOR
MUYDUNUZ?
YEPEK PARÇA
6ARANTISİ
•Alfemo moduler ürunlennın
yedek parça garantisi taştdığını,
•Herhangi bir nedenden
dolayı anzalanan, hasar
gören kısmtn modülün tamamına
zarar vertneden
değijtirilebtldigini,
•Zamanla üretimden kalkan
ütünlerin bile Wr süre ihtiyacı
karjılayabilecek yedek parça stoklarının
bulunduğunu biliyor muydunuz!
A L F E M O
ı r o m u r
Prof. Dr. Haınza BULUT
lzmir Üniversiteleri Öğretim Elemanlan Derneği (İZÜNÎDER) Başkanı
YÖK, 6 Kasım 1981 tarihinde çıkanlan 2547
sayıh Yükseköğretim Yasası ile yapılandınlan
bir kurumumuzdur. Yükseköğretim kuruluşla-
nnı yönetmek üzere oluşturulan bu kurum, bir
yıl sonra, 1982 Anayasası'nın, "Yükseköğre-
tkn knrumlannı,üst knruluslannıw özd hüküm-
lere bağlı olanlannı" düzenleyen 130,131 ve
132. maddeleriyleanayasalbiryapıyakavuştu-
rulmuştur.
Anayasanın 131. maddesinde. "Yükseköğre-
tim Kurulu (YÖK), üniversiteler, Bakanlar Ku-
rulu ve Geneikurmay Baskanhğı'nca seçflen ve
sayıhru nHeBklerive seçflmebiçirnieri yasayla be-
liıienen ada>lar arasından, rektörlükve öğretim
üvdiğindebaşanh hizmetvapmışprofesörlereön-
ceiflc veriknek üzere, Cumhurbaşkaru'nca ata-
nan üyelerve Cumhurbaskanhğı'ncadogrudan
beürienen üyelerden kurulur" denilmektedir.
2547 sayıh yasaya göre, YÖK üye sayısı baş-
langıçta Cumhurbaşkanlığı'nca dogrudan ata-
nan 8, Bakanlar Kurulu kontenjanından atanan
6, Geneikurmay Başkanlığı kontenjanından ata-
nan 1. Milli Eğitim Bakanlığı kontenjanından ''
atanan 2 ve Üniversitelerarası Kurul (ÜAK)
kontenjanından atanan 8 olmak üzere toplam 25
olarakbeürlenmiştir. Ancak bu sayı, 1987 ve 1988
yıllannda yapılan yasa gücündeki düzenleme-
lerle 25'ten 24'e indirilmiştir. Aynı düzenleme-
de, Bakanlar Kurulu kontenjanı 6'dan 7'ye yük-
seltilirken, Cumhurbaşkanı ve 0 AK kontenjan-
lan 8'den 7'ye düşürûlmüştür. Anayasa Mahke-
mesi'nin 14.5.1997 tarih ve 48 sayıh karanyla
Milli Eğitim Bakanlığı kontenjanımn geçersiz
sayılmasıyla da YÖK üye sayısı bugün 22'ye duş-
müştur.
12 Eylül 1980 ara döneminin ürünüolan YÖK,
özel ve kamu tüzelkişiliğine sahip bir kurum-
dur. Bu kurum, 1988 yılında yapılan düzenle-
meler sonucunda, her yan yılda üçer kez topla-
nan bir Gend Kurula dönüştürülmüş ve görev-
leri başkanla birlikte 9 kişıden oluşan ve sürek-
li çalışan Yürütme Kurulu'na bırakmıştır. YÖK
Başkanı'nın Cumhurbaşkanı'nca 4 yıllıkbir sü-
re için atanma biçiminde ise bir degişiklik ol-
mamıştır.
Siyasetin Gölgesi: YÖK'ün oluşum biçimi
ve bu oluşumda siyasetin agırlığı, 2547 sayıh ya-
sanın yürüriüğe girmesinden bu yana geçen 18
yıl boyunca kamuoyunda güncelliğini sürekli ko-
rumuştur. Bunda 2547 sayılı yasanın antide-
mokratik, merkeziyetçi, hiyerarşik ve buyurgan
donanımlı olmasının büyük payı vardır. O gün-
den bugüne, hem YÖK'ün ve hem de üniversi-
telerin üzerinde siyasetin ve siyasetçilerin göl-
gesi hep var olmuştur.
Aslında, bu gölgeyi 2547 sayılı yasanın ken-
disi yaratmaktadır. YÖK Genel Kurulu'nun 7
üyesinin Cumhurbaşkanlıği'nın ve 7 üyesmin de
Bakanlar Kurulu'nun temsilcileri olmalan bu ka-
nımızı doğrulamaktadır. Ü AK'nın kontenjanın-
dan atanan 7 kişınin varlığı ise pek bir şey de-
ğiştirmemektedir. Çünkü, üniversite rektörleri
ve her üniversitenin senatolan tarafından seçi-
len birer üje ile 1 Geneikurmay temsilcisinin olus-
turduğu Üniversitelerarası Kunıl'un yapısına
bakıldığında. YÖK'ün ve rektörlerin ve atanmış-
lann üzerinde siyasetin ve siyasetçilerin gölge-
sinin olmadığını söylemek inandıncı olmamak-
tadır. Bugün, bazı siyasi partilerimizin YÖK
Başkanı'nı hedef alan eleştirileri ve YÖK Baş-
kanı'nı değiştirmeye yönelik girişimleri bu göl-
genin bir parçasıdır.
'YÖK-Üniversitebağı'
2547 sayılı yasa, YÖK'ü merkez almakta ve
merkez-üniversite bağını güçlü kılmaktadır.
Rektörlerin, dekanlann, yüksekokul, enstitü ve
merkezmüdürierinin, bölüm ve anabılim dal ı baş-
kanlannın atanma biçimleriyle yetki kullanım-
lan sıradüzes (hiyerarşik) olmÂtediE Bu yüz-
den, çağdaş demokrasinin ve bilimsel anlayışın
en.temel ilkeleri olan katıl|m,.ye paylaşım ya-
şam bulmamakta ve üniversitelerimiz atanmış-
larla yönetilmektedir.
Üniversitelerimizin içinde bulunduğu bu du-
rum, Türkiye'dekı demokratikleşme sürecinin dı-
şında tutulmuş ve 2547 sayıiı yasadaki antide-
mokratik maddelerin ayıklanması yoluna gidil-
memiştir. Yalnızca, 1991 yılında yapılan bir de-
ğışiklikle, rektörlerin o üniversitenin öğretim
üyeleri tarafından belirlenmesi süreci başlamış-
ör. Buna göre; üniversitenin öğretim üyeleri ta-
rafından seçimle belirlenen ve aldıklan oylara
göre ilk 6 içinde yer alan 6 rektör adayı YÖK'e
bildirilmekte, YOK bu 6 adaydan 3'ünü cum-
huıbaşkanına sunmakta ve cumhurbaşkanı da bu
3 kişiden birini o üniversiteye rektör olarak ata-
maktadır.
Bu uygulamaya göre; rektör seçilmiş midir,
yoksa atanmış mıdır? Bu uygulamada hangi de-
mokrasinin kurallan geçerlidir? Atamalarda
hangi ölçütler göz önüne alınmaktadır? Atanan
rektörlerde,
u
_uluslararası A ya da B smıfi der-
gDerde çahsmalan yavnnlanmif ve atdlar alnuş
otanak" gibi olması gereken temel bilimsel öl-
çütler istenmekte midir? Öğretim üyeleri oyla-
nm hangi beklentilere göre vermektedir? Rek-
törlüğe atananprofesör, hangi programlanyla öğ-
retim üyelerinden oy almıştır?
Bu ve buna benzer daha birçok soruya, bu-
güne değin bir yanıt alrmş değiliz. Ama şu bir
gerçek ki, üniversitelerimizin her düzeyindeki
yöneticilerinin birçogu, Türk siyasetinden çok
şeyler öğrenmişlerdir. Yönetmek isteyenler ile
seçmenler arasındaki ilişkilerde Türk siyaseti-
nin yarattığı "kasaba poütikacıkğı''nın üniver-
sitelerde de geçerli olması düşünmeye değerdi.
18 senedir ayakta duran ve her geçen gün daha
da güçlendirilen bu sistem. demokrasiyi kalbin-
den vurmuştur. Bunun sonucunda; bazı üniver-
setelerde siyasi kadrolaşmalaroluşmuş, akade-
mik yükseltme ve atamalarda niteliksel aşınma
hızlandınlmış ve geleceğimizi tehdit eder bo-
yuta getirilmiş, üniversiteler ticari kurumlara
dönüştürülmüş, eğitim ve öğretimde ezber-ka-
lrp ağırlığını koymuş, üniversiteler işlevlerinden
uzaklaştnlmış ve nıtelik düşmustür.
2547 sayılı yasa, seçtiğimiz (*)rektörlerege-
niş yetkiler tanımaktadır. Dekanlar, yükseko-
kul, enstitü ve merkez müdürleri rektörler tara-
fından belirlenmekte, diğer alt yöneticüerin
atanma işlemleri de rektörler tarafından onay-
lanmaktadır. Böylece, YÖK-rektörler-dekan-
lar-bölüm başkanlan- anabilım dalı başkanlan
arasmda sıradüzen oluşmaktadır.
Sonuc: Bütünlük içinde bir sıradüzenin ol-
masından çok, sıradüzenin oluşumunda geçer-
li olan ölçütlerin neler olması gerektigi önemli
olmahdır. Üniversiteler gibi, bir toplumun ya-
şamsal önemi olan kurumlannın yöneticileri
için, buölçütlerin bilimsel temele dayanması bek-
lenmelidir. Ancak, uygulamanın hiç de böyle ol-
madığı ve istenen ölçütlerde genellikle yakm-
lujçı, şadıklığın, sadakatliliğin ve uyumluluğun
ağır basttğını 18 senedir görmekteyiz.
Türkiye, bu 18 senenin faturasını pahalıya
ödemektedir. Görevi, bilimi ve teknolojik geliş-
meleri öğrenmek-öğretmek, özümsemek-özüm-
setmek, yenilemek-yeniletmek, katkı koymak-
katkı koydurtmak ikililerini yaşama geçirmek
ve bu ikilileri yaşama geçirmeye hazır insan gü-
cünü yetiştirmek olan üniversitelerin, bu koşul-
lar albnda işlevlerini yerine getirememesi buna
bir ömektir.
Bilimin ve teknolojinin öneminin giderek art-
tığı ve ülkelerin gelişmişlik ölçütü ile rekabet
gücünü belirlediği günümüzde, kasaba politika-
cılığı ile üniversitelerimizi çağdaşlannın konu-
munave işlevlerine kavuşturmak hayaldir. Rek-
törlük seçimlerinde, "_benzin istasvoıılan,otet-
ler, kafeteryalar, süper markeöer kuracağmı;
seçmenlerine kadro süandsı çektirtmeyeceğini;
tam gün çahşma, prim sistemi uvgulaması ve ek
işoianaklan konusunda kimse)e dokunmayaca-
ğuu (açıkça söylemese de) ve de sistemin aynen
devam edeceğinL." garantisini veren ya da inan-
dıran kişi oy alıyorsa eğer, şapkamızı koyup dü-
şünmemizve suçluyu uzaklarda aramamamız ge-
rekmektedir.
Demokrasi, niteliksizlikler üzerine kurul ma-
malıdır. 'Oniversitelerini ticarethaneye, yerleş-
kelerini gecekonduya ve hastanelerini muaye-
nehaneye dönüştüren; çağdaş eğitimin ve bi-
limsel araştırmanın olrnazsa olmaa olan tam gün
çalışmayı uygulamayan; akademik yükseltme ve
atamalarda evrensel ölçüleri gözden kaçıran;
bilimsel çalışma ortarru ve olanağı yaratmayan,
niteliği artürmak için kafa yormayan ve nitelik-
gelir arasındaki doğru orantlı bir ilişkiyi göre-
meyen bir anlayışın, üniversitelerimizi çağdaş-
lannın konumuna ve işlevine kavuşturacağını bek-
lemek olumsuz gidişe onay vermek olmaktadır.
Somn sistemdedir, çözümünüç açan ise "nitefik,
nrteük,nkelik''rir.
Hıyanet tçindekiler...
AhmetARPAD
D
enize düşen yılana sanlur. 19. yüzyı-
hn sonunda borçlan 280 milyona
ulaşmış Osmanlı devleti, sınırlannı ya-
bancı yaünmlara açmak zorunda ka-
lm Ancak Avrupa kapitalizminin yatınmlan Os-
manh sanayisinin gelişmesine pek katkıda bu-
lunmaz. Ülke, Avrupa'nın harrîmadde sağlayı-
cısı ve pazan durumuna gelir. Daha önceki yıl-
lardabüyük devletlere verilmiş kapitülasyonlar
bağımsızlığın gittikçe yitirilmesine neden olur.
Bu ayncalıklar bir türlü kaldınlamaz. Avrupalı
alacaklılann kurduğu Düyun-u Umumiye, ağır
egemenlik kaybımn başlangıcı olur. Yıllar üer-
ledikçe iktisat ve maliyenin denetimi onun eli-
ne geçer, devlet içinde devlet gibi hareket etme-
ye başlar.
19. yûzyılm sonlannda emperyalizmin yük-
selişi, Avrupa'nın yayılışı "dünyanın paylaşü-
ması''nı amaçlamaktadır. O yıllarda Osmanlı'da
ise bir yanda yeni zenginlerin sefahati, öte yan-
da yoksullaşanlann sefaleti vardır.
Karaborsa ve enflasyon memur ile dar gelir-
linin alım gücünü silip süpürmekte, spekülas-
yon ve karaborsa yapanlar, devlet parasını yü-
rütenler dev servetlere kavuşmaktadır.
Daha çok dış borçlar alınır, Avrupa büyük
devletlerinin ülke ekonomisindeki etkinliği hız-
la ilerler. Demiryollan, limanlarve Tekel yaban-
cı girişimcüere yok pahasına peşkeş çekilir. Re-
jime karşı çıkanlar ise sessizliğe mahkûm edil-
miştir. Kamuoyu suskundur.
Yığmlar, yönetenlerden çoktan kopmuştur.
Kopanlmıştır.Ortadoğu'ya yerleşmek isteyen
emperyalizra, eski oyunu, bilinen tablolarla ye-
niden sahneliyor. Dış para babalan Türkiye'nin
yazgısına egemen. Aracılan, maşalan hep gö-
revde... Ülkeyi tümüyle teslim etmeye hazırbek-
liyoriar. Onlar Atatürk'ün "hryanet içinde bu-
hınabOirlerJ' dedikleridir. Onlardır, son 30 yıl-
da ekonominin sağlam devlet kurumlannı tek
tek elden çıkaranlar, Atatürk devriminin kural-
lannı, yerleşik ve üretici toplum gerçeğini yok
edenler.
Şimdi: "Devfctineiindekaynakkalınadı'' ger-
çeğini itiraf eden, gerekli yasa degişikliklerini
yaparak dış sermayeye kapılanmızı ardma ka-
dar açmak zorunda kalan E^evit'e yüklenmek
acaba ne derece doğru? Geçmişin "halkçı Ece-
vtt"i bugün bile bile "yıfauıa santayor" ise dü-
şünün Türkiye'yi ne duruma getirmişler. Kimi
"sorumhı'' çoktan rahmetli, anıtmezarda. Emek-
li, Marmaris'te. Hacıyatmaz örneği üstdüzey gö-
revde, Ankara'da.
Ülke bir yol aynmında. Son yıllarda gün ışı-
ğına çıkan bazı acı gerçek insanımızın gözünü
artık iyice açmalı, "hryanet icindekfler" karşı-
lannda uyanmış bir taban bulmalıdır. Toplum,
yönetenlerden önce bilinçlenebilir. Belirtileri
seziliyor. Kıpırtılar da. Ecevit IMF'nin istekle-
rini yerine getirirken oldukça kararlı idi. Var
gücünü göstermişti.
Aynı kararhlığinı ülkeye düşünce özgürlüğü-
nü, gerçek demokrasiyi getirmek için de göste-
rirmi dersiniz? Sizce, ılımlı tslam kisvesi altın-
da sinsi sinsi gelmesinden korkulan şeriatı en-
gelleyecek çabalarda bulunur mu? Çoğunluğun
beklentisi köklübir anayasa değişikliğini yapar
mı? Halkın gücü Türkiye politikasma yansır
mı?
1%1 Anayasası'nuı ışığmda özgüriüklerini ya-
şayanlar, düşüncelerini söyleyenler için şimdi o
günler "öztem" (nostalji). Biliyorlar ki, toplu-
mun elinden o anayasanın öngördüğü haklar
alınmasaydı, bugün ülke bambaşka bir konum-
da olurdu. Gittikçe daha çok insanımız 1961
Anayasası'mözlüyor, 1923 Devrimi'nedörtel-
le sanlmak istiyorsa Türkiye toplumu bir değiş-
me sürecinde demektir.
"Ben değistimn
diyen deneyimli başbakan,
uyananlann, kıpırdananlann artık yeni beklen-
tiler içinde olduğunu, o değişirken toplumun da
değiştiğıni sezmelidir. Siyasal yaşamının son
yıllannda ülke insanlannı karşısına almadan,
"sankhğı yılan" denizin derinliklerine çekme-
den, Türkiye 100 yıl önceki Osmanlf nın duru-
muna düşmeden...
CUMHURtYETTEN
OKURLARA
ORHANERİNÇ
Gazeteciliğin en zor yanlanndan biri de sabah
sabah bütün gazeteleri okumak, en azından göz
atmaktır.
Medyamız, kendi dediğine ve özel ilketerine gö-
re bağımsız-tarafsızdır ama, önemli olaylardan ki-
misini görmezden gelmek, kimisini tersyüz etmek,
kimisini de canı nasıl isterse öyle göstermek gibi
haklara sahiptir.
Bu yüzden geçen hafta yine aklımın ermediği iş-
lerte karşı karşıya kaldım. Aklım yine kanşıverdi.
DünyaTıcaret Örgütü'nün PTÖ-VVTO) Seattte'da
yapılan, daha doğrusu yapılamayan bakanlar top-
lantısı büyük tepki topladı. Kapitalizmin ve küre-
selleşmenin dayatmacısı olan ABD'ninyurttaşla-
n bile gösteri yaptılar. Protestolar, sokağa çıkrna
yasağı konulacak düzeye ulaştı.
Küreselleşme ya da Yeni Dünya Düzeni söyle-
miyle başlayan ve Çok Taraflı Yatınm Anlaşması
(MAI) eliyle başkalannın çıkan için sömürülmekte
olanlar oyunun ayırdına varmışlardı.
DTÖ Genel Sekreteri Moore, engellenen top-
lantı için "dünyadaki tüm çalışanlann ve aileteri-
nin yaranna bir sonuç arandığını" gerçek dışı da
olsa söylemek zorunda kaldı. ABD Dışişleri Baka-
nı Albright ise insanlan bir yana iterek, "Küresel-
leşme hepimizin yanrtlaması gerekenyasa/ sorun-
lara neden olmuştur" dedi.
Kurtuluşu DTÖ'nün tahkim kurulu ile MAI'nin act-
masız kurallannda bulan siyasilerimiz ve medya-
mız ise suspus. Haberler iki satır. Medyamızın ya-
zarlan ise (bir ikisi dışında) okurlanna yeni dünya
düzeninin yararlannı anlatan öyküler yazmakla
meşgul.
UlusaJ devietin bittiğine inandıklan için, Fransa'nm
MAI'den çekilmesini, neredeyse kendilerine kar-
şı konulmuş bir tavır olarak algılıyorlar.
• • •
Medyamız, üçüncü vergi reformunu degerlen-
dirirken (Bay Temizel'inki gerçek reformdu) ver-
gi yükünün çok kazananlarda olduğuna karar ver-
di ve manşetier buna göre hazırlandı. Allahtan bir
arkadaşımız rantiyelerden alınacak 1.6 katrilyon
verginin 1.4 katrilyonunun faiz olarak kendilerine
iade edileceğini yazdı da ayıp dengelenmiş oldu.
Çoğu emekçi, esnaf, dar gelirti, emekli yurttaş-
lann ödeyeceği 2 katrilyona yakın vergi neredey-
se yok sayılacaktı.
Vergitere yönettilen en önemli eleştiri, ek gelir ver-
grsi için yeniden beyanname alınarak vatandaşa
eziyet edilmesiydi. Oysa alacağına şahin verece-
ğine karga olan Hazine, beyanname almalrydı ki
gündeme damga vergisi de girmiş oteun. Yaka-
lanmış kazlardan fırsat bu fırsat birkaç tüy daha
yolmak Hazine çıkan için doğal bir davranıştı. Ni-
ye yadırgandt anlayamadım.
• • • • ' "'
:
Memurlann yargılanma evrelerini düzenleyen
86 yıllık yasa yürürlükten kaJktı ve parlamenterle-
rimizin gece mesaisi sonunda yeni biryasamız oi-
du.
Yasa, koalisyonun iyi şeyler yapmakta okJuğu-
nu yansıtmakla görevti medyamızda, pembe göz-
lükler aracılığıyla duyuruldu. "Memurlann zırhı de-
lindi", "Memuhara dokunuldu•"gibi başlıklaraba-
karsanız sanırsınız ki memuriar korkulanndan yurt-
taşa artık iyi davranacaklar. Yasanın dokunulmaz-
lığı güçlendiren diğer maddelerini bir yana bırakıp
dördüncü maddenin şu fıkrasını okuyalım:
"Bu kanuna göre memuriar ve diğer kamu gö-
revlileri hakkında yapılacak ihbar ve şikâyetlerin
soyut ve genel nitelikte olmaması, ihbar veya şi-
kâyetlerde kişi ve olay belirtilmesi zorunludur."
Hiç değilse eski yasaya göre "filanca karakol-
da görevli polisler şu saatte beni dövdüler" diye
başvurduğunuzda, yetkililer başvuruyu ciddiye
alırlarsa soruştumna açıp o saatteki göreviiteri top-
lar, yüzleştirme yaparak sonuca ulaşmaya çalışır-
lardı.
Artık böyte başvurular çöp sepetine gidecek. Çün-
kü başvurunuzda sizi dövenlerin adlan yer almı-
yor. Yakalarda numaralar olmadığı için öğrenme
şansınrz da yok. Hoş, olsa bile gözteriniz bağlan-
mış ya da ceket çıkanlmışsa yediginiz dayak ya-
nınıza kâr kalacak. Siz de bu sonucu alkışlayacak-
sınız.
• • •
Avrupa Konseyi'ne üye olup, "Insan Haklanmn
ve Temel Özgüriüklerin Korunmasına llişkm Söz-
leşmeyi imzalayacaksınız. Avrupa İnsan Haklan
Mahkemesi'nin "zoa/n/uyarg/yeÖcJs/n/"tanımak-
la kalmayıp, bireysel başvuru hakkını kabul ede-
ceksin'ız. Mahkemede bir de yargıcınız olacak.
Sonra da "Avrupa ne hakla iç işlerimize kanşıyor"
diye celalleneceksiniz. Sözleşmenin idam ceza-
sını kaldıran 6 numaralı ek protokolü "Asmayalım
da besleyelim mi?" döneminde düzenlendiği için
Türkiye imzalamamış. Imzalamamış ama "Bizde
zaten 1984 yılından bu yana idam cezası uygu-
lanmıyor" diye AlHM'ye önce el altından, sonra
açıkça savunma göndermeyi de ihmal etmemiş.
Hazırianan ceza yasası tasanlannda da idam ye-
rine "ağıriaştınlmış müebbet hapis cezası" öngö-
rülmüş.
Şimdi terör örgütünü kullanmak isteyen ülkele-
re duyulan kızgınlıkla AlHM'yi de aynı kaba koy-
ma çelişkisinden kurtulma zamanıdır. Çözüm İçin
en kestirme yol da 6 numaralı ek protokolü imza-
lamaktır. Yıllardır hem "Avrupalıyim" deyip hem
de Avrupa normlannın dışında kalmanın yollannı
aramak tipik bir şark kurnazlığıdır. Ama görülüyor
ki yöneticilerimiz alışkanlıklanndan aynlmak iste-
miyor.
•••
ûnümüzdeki pazartesiye kadar gönlünüzce bir
hafta geçirmeniz dileği ve saygılanmızla.
oerinc@cumhuriyetcom.tr
Arkadaşımız .,
Murat Okur ve
Necla Kalfa
03.12.1999'da evlendiler.
Mutluluklar dileriz.
Cumhuriyet Çahşonlon