Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 25 KASIM 1999 PERŞEMBE
OLAYLAR V E G O R U Ş L E R olay.gorus@cumhuriyet.com.tr
Karanlığın Yaktığı Umut Işığı
PlTOf. Dr. Kemal Ö Z M E N Hacettepe Üniversitesi
"Bırentelektüelin kan lekesinı temiz-
lemeye bütün bir okyanusun sularıyet-
mez."
Lautr eamont
A
ydınlığın, ışığın düşma-
nı olur mu? Olur... Bı-
rakın bıreysel düzeyde
düşmanı, o düşmanın
beslendiği bir düşûnce
bile var: obskürantizm;
halk yığınlannı bilgisiz ve karanlıkta
bırakma, aydınhk düşmanlığı, karan-
lıkçılık... Terim, sözcük olarak bir ba-
kıma yeni olmakla birlikte (1823), in-
sanlık tarihi bınlerce yıldır bu kör sap-
lantının. bu dogmatik zihniyerin pençe-
sinde "kurban'' sayıp durdu. durmak-
ta ve ne yazık ki duracak... Sokrates'ten
Isa'ya. HaOac-ı Mansur'dan Şeyiı Bed-
rettine, Pir SultarTa: Giordano Bru-
no'dan CampaneUa'ya, Thomas Mo-
rus'a, Gandi'ye; yakın tanhımizde, Ku-
bilay'lardan Tütengil'lere, Cömert'fe-
re. Aksoy'lara. Üçok'lara, Mumcu'lara
ve son olarak da Kışiaiı'lara kadar nıce
aydınlanmacı beyin bu karanlıkçı ted-
hişin vahşetınde, "hakikarın, "bBğrriyn
tekelini kendinde görenlerce hunharca
katledildi.
Gerçekte, adlan ne olursa olsun bu ki-
şilerde, u
onlar"ın katlanamadığı şey,
kendilerimn onayladıklanndan farklı
düşünce, kanı, inanç ve tutumlardır; do-
layısıyla, uyguladıklan şiddet. görünüş-
te cana yönelmiş olsa da, şiddet yoluy-
la asıl susturmak, yok etmek istedikle-
ri şey düşüncedir, yani pozitif bilgidir,
aydınlıktır, ışıktır. "Onlar" bilgiyle ge-
len aydınlıktan ölümcüJ bir korku duyu-
yorlar, "onlar", gerçekte sadece beden-
leri yok edebiliyorlar; yok ettikçe düşün-
celeri (fikirleri), daha gür yeşerttikleri-
nin farkında bile değiller.
Başvurduklan araçlar ve yollar ne
denli aşağılık olursa olsun, "onlar"
amaçlannın haklılığına, inançlannın
mutlaklığına kendilerini öylesine inan-
dırmışlardırki. içlerindeki ruhsalveba-
yı masum insanlara bulaştırmaktan hiç-
birrahatsızlık duymuyorlar. "Onter", iç-
lerindeki nefret karanhğını kusarken,
gerçekte olduklan "primat"! gün ışığı-
na çıkardıklanndan habersizler. "On-
lar" gerçekte, azlık da olsalar ne yazı ki
yarattıklan korkuyla çoğullaşıyorlar.
"Onlar", şimdı her yerde, her meslek-
te, her kademede. herkunımda, sokak-
ta, evderesmı-özelişyerlerinde, nefret-
te ve kinde ve şiddette ve vahşette ve ide-
olojide ve kutsallığını göz ardı edip, si-
yasallaştırdıldan, fanatikleştirdikleri
dinde kendilerini tanımlamaya çalışı-
yorlar.
Ne kadar karanlığa bûrünürlerse, ne
kadar az bilirlerse o kadar çok inanmış
olacaklanna ınandırmışlar kendilerini.
Çünkû, eski hıkâyedir bildiğin için inan-
mış olmayacaksın... inandığın için bil-
miş olacaksın. Oysa, bilmezler ki, biri
ötekinin, karşıtıymış gibi görünse de. se-
çeneği (alternatifi) değildir. Doğada,
dünyada, evrende her şey artık gözlem-
lenir bir değişim içinde sonsuza akar-
ken, "onlar" inancı korkuya, cezaya,
cehennem terörüne, kısacası skobstflcbır
zihniyete indirgeyerek, hayatı ve dün-
yayı dogmatik kurallann demir kafesi-
ne tehdit yoluyla hapsetme uğraşı için-
deler.
"Onlar'', her dinin bir aşk, her aşkın
bir din olduğundan habersizler. Çünkû,
inandıklannı söyledikleri o yûce dini,
Anadolu Müslümanlığındaki gibi derin
bir Tann (dost) ve insan sevgisine (bil-
gi) değıl, öç alıcı bir Tann ve insan kor-
kusuna dayandınyorlar. Insanı sevmek-
ten korkuyorlar, Tannsını, insanın dışın-
da değil, içinde bulan Yunus'un Çok
aradım özledim / Yeri gökü aradım /
Çok aradım bulmadım / Buldum insan
içinde sözlennın yücelığını görmezden
geliyorlar. Oysa, dünyada insana sevgi-
den daha gerekli bir şey yok. Hem, in-
sanı sevmeyen Tann'yı nasıl sevebilir?
"Onlar" ki, kendi karanlıklan dışında
her şeyi "tehüke" olarak görûrler; oy-
sa, insanı öldürmeye kalkışmadan da
*tehlike"den kaçabilir, korunabilırler
ve bunun da banşçıl çok yolu vardır.
Ancak, sorun burada değil; Freud'u din-
leyelım: u
Dtş tehüke karşısında insan her
zaman birkaiçış yohıbulabiür, ancak, teh-
like eğer insanın kendi içindeyse ne zor-
dur ondan kaçması!" Evet, gerçekte,
"onlar"ın zoru, derdi kendileriyle. Çün-
kü, asıl tehlike kendi içlerinde; çünkû,
kendileriyle banşık değiller ve içlenn-
deki "düşman"ı boşuna dışarda anyor-
lar...
"Onfar" hep bulunduklan yerde ve ol-
duklan gibüer Sokrates'ten bu yana. tn-
sanlığın geçirdigi o büyük ve görkem-
li evrim sürecine karşın, kölesi olduk-
lan dogmatik zihniyeti aşıp kendilerin-
den çıkamıyorlar. Bir Latin ozanın de-
diğı gibi, "nıhun derdi içinde, kaçamaz
kendi kendinden". Bilgıye, aydınlan-
maya duyduklan derin nefretle içlerin-
deki karanlık karmaşayı aşmaya çalışı-
yorlar. "Ontar", düşünceyi, bilgiyi dog-
matik bir düşünce adına yok etmek ama-
cıyla bedenleri ortadan İcaldınrken, yok
etmeye çalıştıklan düşüncenin gerçek-
te kendi gelecekJeri olduğunu görmü-
yorlar; ve bun uyaparken de artık mas-
ke de takmıyorlar. Ihtiyaçlan da yok ha-
ni; çûnkü, "onlar" artık maskesiz yüz-
ler değil, yûzlerini yitirmiş birer mas-
kedirier... "YÜ2SÛzlûk''leri de buradan
geliyor zaten.
21 Ekim'de hayatını durdurduklan
Kışlalf nın savaşımının dogmalarla bi-
çimlenmiş ruhlannı da özgürleştirmek
için olduğunu hiçbir zaman bilmeye-
cek "ontar". Hayatı vahişice durdurma-
nın anlamını da hiç kavrayamayacakJar.
Malraıu'un yetmiş beş yıl öncesinden,
uzak Asya'dan yükselen sesi de hiç yan-
kı bulmayacak "ontar"da: "An! Neoiur-
du. sonu gelmez acılarpahasına da olsa,
hiçbir tann düşüncesinin, gelecekteki
hiçbir mükâfatın, hiç ama hiçbir şeyin
bir insan hayaünın sona ermesini hakb
gösteremeyeceğini ulurcasına haykır-
mak için yaşayabilseydi!"
En temel hak olan "yaşama hak-
la"nın insanın elinden zorla alınması-
nın kitlelerde doğuracağı olsa olsa yıl-
gınlık.. karamsarlık belki. Ama, boyun
eğmeyle gelen umutsuzluk, asla! Çün-
kü, umutsuzlğun da bir bilinci vardır ve
bu bilinç, yaşananlann tüm trajikliği-
ne karşın hayatı daha iyi kavramamızı
sağlar. Sartre, "Hayat umutsuzhığun
öteki ucundan başlar" derken tüm süs-
lerinden arındınlmış olarak ve trajik
bir bilinç boyutu üzerine hayatm yeni-
den kurulabileceğinı anlatmak ıstıyor-
du. Baskı ve korkuyla gelen suskunlu-
ğun, sinmişliğin, dahası umutsuzluğun
mutlak bir bitmişlik, tükenmişlik ol-
madığı konusunda tarih bize pek çok
örnek arasından Malraux'nun sözle-
riyle de tanıklık ediyor: "Hayat hiçbir
şeydir. ancak hiçbir şey de hayat kadar
değerli depdir."
Karanlığı bölen ışığın ateşini, bu bil-
gı ve aydınlanma ateşini hayatlanyla tu-
tuşturanlan, SofokJes'ın bilge kâhıni ikı
bin beş yüz yıl öncesinden görmüştü:
"Bilginin bilene zarar vermesi ne müt-
hişbirşeydir." Evet, koca kâhin! tki bin
beş yüz yıldan bu yana pek bir şey de-
ğişmedi. Ancak, yine de karanlık artük-
ça umudumuz pekışiyor...
ARADABtR
TALtP APAYDEV
Vay Nâzım Vay!
Elli üç devlet ve hükümet başkanının katıldığı
Istanbul AGlTtoplantısını, Türkiye Cumhurbaşka-
nı Süleyman Demirel, senin "Bir ağaç gibi tek
ve hür - Bir orman gibi kardeşçesine" dizelerin-
le kapattı. Yanm yüzyıl önce dile getirdiğin evren-
sel istek, bugün artık herkesin ortak malı oldu.
Demirel'in ağzından o dizeleri duyunca neden
birden gözlerim doldu. Sana bu devletin yaptık-
larını anımsadım. "Birköymezarfığına gömün be-
ni - Biryanımda Hatçe gelin yatsın - Biryanım-
da ırgat Memet" dediğin halde kemiklerinin hâlâ
yabancı topraklarda yattığını düşündüm. Ve hâlâ
Türk vatandaşı bile olmadığın için...
Daha önce de bir toplantıda canına düşman bir
partinin başkanı Alparslan Tûrkeş senin bir şi-
ırini okumuştu. "Dört nala gelip uzak Asya'dan -
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan..." Ne olu-
yorclu böyte? Neden sensiz yapamıyordu bu adam-
lar? Aslında ayrımında bile olmadan bir gerçeği
teslim ediyorlardı. Sen büyük bir şairdin. Türk di-
li, Türk şiiri seninle yeni bir soluk almıştı. Yeni ufuk-
lara açılmıştı. Dünya kültürüne kapalı dilimizi 72
dile taşımıştın. Dünyanın kapılarını aralamıştın.
Yüzyıllann en büyük şairleri arasına girmiştin. Ama
kendi ülkende yasaklrydın. Enfarklı yüreğine kar-
şın hapishanelerde çürütüldün. Düzmece dava-
larla mahkûm edildin. Toplumca ne onmaz ayıp-
lar yaşamıştık! Hiç unutamam, öğrencilik yıllan-
mızda pelür kâğıtlara çogaltılmış, zor okunur şi-
irierini gece ay ışığında kopya ederdik. Yakalan-
mamak için o şiirlerı ezberler, kâğıtlan hela delik-
lerine atardık. Benim kuşağım bunlan yaşadı, na-
sıl unutulur? Şimdi ne oluyor böyle, günah mı çı-
kanyoriar? Akıllan başlarına şimdi mi geldi?
13 yıl hapislerde yattıktan sonra dışan çıkanl-
dın, ama gene önünde,
arkanda polis... Bu kez
canın tehlikede: Aymaz
yönetim seni düşman bel-
lemiş. Er geç işini bitire-
cekler. Çok sevdiğin ül-
kenden, halkından aynl-
makzorunda kaldın. Du-
yunca hem sevindik, hem
burulduk. Canını kurtar-
dın, amayüreğin buralar-
da... Kimse senin kadar
sevmedi bu toprağı, bu
toprağın insanlannı. Kur-
tuluş Savaşımızın en gü-
zel destantnı yazdın. "Sa-
rışın Kurdu" en iyi sen
anlattın. Uzaklarda yur-
dunu en çok sen düşün-
dün, Köstence Lima-
nı'nda Istanbul'a gidecek
vapuru okşadın ve ellerin
yandı! özlem denen duy-
guyu kim bu kadar güzel
anlatabilir? Seninkine
benzeyen bir yazgıyı ya-
şayan Server Tanilli, 18
yıl sonra yurduna döndü
ve bir sevgi çemberi ile
karşılandı. Bugünleri gör-
dü. VayNâzım vay, sen de
görecektin bugünleri!..
Tüm engellere ve olum-
suzluklara karşın halkı-
mızın geldiği yeri gözle-
rinle görecektin... Yüre-
ğin dayanır mıydı bilmiyo-
rum, ama değerdi hani.
Senden kim, nasıl özür
dileyecek? Birbitebilsek...
Nasıl Bir RTÜK Yasası
O L G U l V TRT Vayın Denetleme ve Drama Repertuvar Kurullan esh Başkanı
R
TUKYasa-
sı'yla ılgili
tartışmalar
sürüyor.
Üçlü koalis-
,yon hükü-
meti yasanın değiştirilme-
si için çalışmalar yapıyor.
Ancak sonuç ne olacak şim-
dilik pek belli değil.
Aslında özel televizyon-
larla ilgili sorunlar olduk-
ça eskidir. Ben konuyla il-
gili ilk yanmı 8 Mayıs 1992
tarihinde bu sütunlarda Te-
levizyonlar Arası Savaş"
başlığıyla yazmıştım. O
günden bu yana değişen
pek bir şey yok.
Daha sonralaft ü* çeşit-
li tahhlerde konuyla ilgili
yazılaryazdım(l). llgilile-
ri, olacaklar konusunda
uyardım. Yazık ki kulak ve-
ren ohnadı.
Türkiye'de sağ partiler,
radyo ve televizyon yayın-
lanrun toplum üzerindeki
etkisini sol partilerden çok
önce anladılar. 1994yılın-
da 3984 sayılı RTÜK Yasa-
sı'nı çıkarârak bu yayınla-
n işlerine geldiği şekilde
ayarladılar.
1995 genel seçimlerin-
den sonra sol partiler, özel-
likle DSP, konunun önemi-
ni kavradı ve uzun mücade-
leler sonucunda sadece bir
adaymı RTÜK üyesi yapa-
bildi.
Sağ partilerin siyasal
oyunlannın kurbanı olan
RTÜK; radyo-televizyon
yayıncılığmda hiçbir başa-
n sağlayamadı ve nihayet
bugünkü karmaşa yaratıldı.
Aslında yeni hazırlanan
RTÜK Yasası'na girmesi
gereken olgular son derece
basittir. Bunlan saptamak
için günün koşullanna ve
özel televizyonlann yayın-
lanna bakmak yeterlidir.
TRT'de 30 yıl yayıncı-
lıkla ilgili görevlerde çalış-
tım. Muhabirlik, metin ya-
zarhğı, program denetçrH-
ği ve nihayet kurulun en üst
birimi olan yayın denetle-
me kurulunun başkanlığı-
nı yaptım. Bu arada bugün
hâlâ uygulanan Denetim
Yönetmeliği'ni hazuiadım.
Özellikle beş yıl kadar sü-
ren yayın denetleme kuru-
lu başkanlığim sırasındaki
kurumdan birtek program-
cının yasalarla başı derde
girmedi. Mahkemeye git-
medi. Idari cezadahi alma-
dı. Kısacası,radyove tele-
vizyon yayıncıhğı konu-
sunda uzman olduğum
inancındayım. Burada özel-
likle belirteceğim şey, ülke-
mizde kitle iletişimiyle il-
gili yasalannfiilenışin için-
de bulunan uzman görevli-
lere danışılmadan yapıldı-
ğıdır. Tıpkı RTÜK Yasa-
sı 'nda olduğu gibi. Bu tu-
tumdan vazgeçılip siyasile-
re değil, uzman yayıncıla-
ra görev verildiği takdirde
bugünkütüm sorunlann or-
tadan kalkacağı açıktır.
Şimdilerde yürürlükteki
RTÜK Yasası'nın en hata-
lı yanı iş başındaki üyele-
rin zamanın siyasal partile-
rince kendi partisel ölçüt-
leri içinde seçihniş olmala-
ndır.
Bu yasanın eseri olarak
bugün üUcemizde çofu de-
netlenemeyen 10 bin kadar
yerelradyove bin kadar da
televizyon istasyonubulun-
maktadır. Tabii bu karma-
şada cumhuriyete, Atatürk
ilke ve devrimlerine aykın
yayınlar ve şeriatçı propa-
gandalarda almış yürümüş-
tür.
Türkiye'de RTÜK Yasa-
sı hazırlanırken iktidarda
bulunan siyasal partiler dün-
yadaki kitle iletişimiyle ıl-
gili gelişmeleri kulak arka-
sı etmişlerdir.
Batılı demokrasilerde.
özellikle Fransa, Almanya,
Belçika. lspanya, Kuzey ül-
keleri ve Yunanistan'da rad-
yo televizyon yayınlannın
devletin denetimi ve teke-
li altında olduğunu görmez-
likten gelmişler, bu duru-
mun nedenlerini bilerek ya
da bilmeyerek araştır-
mamışlar, Ingiltere'de neden
sadece iki kanal bulundu-
ğunu -BBC ve ITV- düşün-
memişler, bizdeki karmaşa-
nın aynısı yaşanan ltahya'da-
ki sözlü yayın kepazeliği-
ni umursamamışlardır.
Radyo-televizyon yayın-
lan bir ülkenın kültürünü,
ahlakını, sosyal hayatını,
kısacası geleceğini yakın-
dan ilgilendiren, yönlendi-
rici, bilgilendirici ve eğiti-
ci görsel yaymlardır. Türki-
ye'deki özel radyo televiz-
yon yayınlan ivedi olarak
ele ahnmalı ve tümüyle ye-
ni baştan düzenlenmelidır.
Bu düzenlemede
TRT'nin denetim ölçütleri
îzlence (program) kalıpla-
n, milli ve ahlaki yayıncı-
hk anlayışı ve yöntemleri
aynen uygulanmalıdır.
Yeni yasada kesin olarak
yer alması gereken olgula-
n şöyle sıralayabiliriz:
• RTÜKtarafsız veözerk
bir kurum durumuna geti-
rihnelidir.
• RTÜKüyeleri TBMM
tarafından değil, yetkili
(ehil) mesleksel kuruluş-
TÜRKKALPVAKn
"Çocuk Kardiyolojisi"
Türk Kalp Vakfı
kalitesi ve titizliğiyle
hizmetinizde.
19MayısCd.No.8
ŞişMlSTANBUL
Tek (0212) 212 07 07
(pbx)10Hat
Faks:(0212)212 6835
Bizleri yetiştiren ve 21. yüzyılın çağdaş,
dinamik nesillerini yetiştirecek olan
öğretmenlerimize minnettanz.
SÜMERBANK |
ı •
lar, üniversiteler, yargı or-
ganlan, sanat. edebiyat ve
bilim çevreleri ve hükümet
tarafından saptanmalıdır.
12 üyeden oluşacak üst ku-
rulun en az üç üyesi asga-
ri 15 yıl fiilen radyo-tele-
vizyon yayıncıhğı yapan
kişiler olmahdır.
• RTÜK, Sayıştay dene-
timine tabii tutulmalıdır.
• RTÜK'ün hükümetle
olan ilişkilerini yalnızca
başbakan sağlamalıdır.
• RTÜK'ün kuruluş
amaçlan günün koşullan-
na uygun olarak yeniden
saptanrnalı. Şeriatçı ve Ata-
türk düşmanı yayınlar ke-
sinlikle önlenmelidir.
• Geçmişlerinde sabıka,
vergi botcu olan kişilere
ve kuruluşlara radyo-tele-
vizyon kanalı kurma hak-
kı verilmemelidir.
• Büyük gazetelerin, hol-
dinglerin kuracaklan rad-
yo ve televizyon kanallan-
nm siyasal ve mali baskı
aracı olarak kullanılması
kesinlikle önlenmelidir.
• Özel radyo ve televiz-
yonlann TRT program ku-
ral ve denetim ölçütlerine
bağlı ohnalan sağlanma-
hdır._
• Özel radyo ve televiz-
yonlara aralanndaki mali
çekişrneleri önleyecek cid-
di bir reklam statüsû geti-
rilmelidir.
• Özelradyove televiz-
yonlann yönetim- haber ve
program kadrolannda gö-
rev yapacak olan kişilerin
-en az lise düzeyinde- ter-
cihan yûksekokul ve üni-
versite ögrenimi görme zo-
runluluğu olmahdır. Tüm
özel radyo ve televizyon
görevlileri -geçici görev-
ler de dahil- diksiyon ve
Türkçe kurslanna tabii tu-
tulmalı, bukurslar, YÖK'le
birlikte düzenlenmelidir.
• Tüm özel radyo ve te-
levizyonlar kendi öz dene-
tim birimlerini kurmah,
hiçbir program denetlen-
meden yayımlanmamalı-
dır.
• Siyasal partilerin ge-
nel ve yerel seçimlerde özel
radyo ve televizyonlardan
paralı ya da parasız yarar-
lanmalan kesinlikle yasak-
lanmalıdır.
• Yayındaki özel radyo
ve televizyonlar. vergi borç-
lannı, linklere ve öbürdev-
let kuruluşlanna olan borç-
lannı ödemedikleri takdir-
de en geç bir ayhk bir sü-
re sonunda kapatılmalıdır-
lar. Yılda en fazla üç kez
borç takıntısı yapan kanal-
lar da süresız kapatılmalı-
dır.
• Bu kuruluşlara yayın-
lan nedeniyle verilecek
olan cezalar "bir iki gün-
lük kapama" gibi komik
cezalar olmaktan çıkanl-
malı, olayın niteliklerine
göre ciddi para ve kapama
cezalan getirilmelidir.
Bu konuda son söyleye-
ceğimiz: Uzun yıllardan
beri zaman zaman kendi-
lerine konu ile ilgili bilgi-
ler sunduğum meslekteki
ustamız ve büyüğümüz Sa-
yın Başbakan Bülent Ece-
vh'in cumhuriyetimiz ve
ülkemiz içinyaşamsal öne-
mi olan RTUK konusuna
olumlu bir çözüm getirme-
sini beklediğimizdir.
PENCERE
24 Kasım 'Oğretmenlep
Günü'İmiş...
Tansu Hanım, başbakan iken bir gün, televiz-
yonaçıkıp müjdeyi vermişti;
"- Universite sınavlannı kaldınyoruz; liseyi biti-
ren tüm gençlere yükseköğretimin kapılannı ar-
dına dek açıyoruz."
Neden olmasın?
Çağımızda iletişim devrimi yaşanıyor; televiz-
yon, futbol maçlannda ülkeyi büyük bir stadyuma
çeviriyor; halk görsel teknolojinin sıralanna oturup
maçı yakın plandan izliyor.
Ülke koca bir stadyuma çevriliyor da büyük bir
yüksekokula neden dönüşmesin?..
•
Müjdeyi alınca heyecanlandım, atlayıp Eskişe-
hir'e gittim; o dönemde Anadolu Üniversitesi te-
levizyonla işbirliği yaparak "açık öğretim"\ sürdü-
rüyordu...
Rektör, Büyükerşen...
Yılmaz Büyükerşen çeşitli yetilere sahiptin üs-
tüne üstlük karikatünsttir; vaktiyle yönettığım "Dol-
muş" adlı mizah dergisinde çizerdi.
Sordum:
- Türkiye "açık öğretim devrimi" ile büyük bir yük-
sekokula dönüştürülebilir mi?..
Yanrt:
- Neden olmasın?..
Bir dizi tasanm, yöntem ve yatınmla olmayacak
şey değildi; ama, Tansu Hanım her zamanki gibi
fos çıktı.
•
Bugün Türkiye'de kişi başına düşen öğretim sü-
resi ortalama üç yıl...
10 milyon atfabesiz ülkede dolaş/yor...
Bir de "24 Kasım öğretmenler Günü'nü kutla-
maya kalkışmıyor muyuz?..
öğretmenlenn yüzde 6O'ı geçinmek için ikinci
iş yapıyor; zerzevat satıyor, kapıcılık, taksicilik, ta-
mircilik, boyacılık, simitçilik, pazarcılık yaptyor; ya-
n aç yan tok yaşıyor. Öğretmenin toplumda say-
gınlığıyok...
Aşağılanıyor, hırpalanıyor öğretmen, itilip kakı-
lıyor. Bizde lise öğretmeni yılda 3 bin 620 dolar alı-
yor; uzağa gitmeye gerek yok, Yunanistan'da bi-
le lise öğretmeni yılda 18 bin 726 dolar kazanryor.
Peki, 24 Kasım'da "sevgili öğretmenim" drye nu-
tuk atmaya utanmıyor muyuz?..
•
İkinci Dünya Savaşı ertesinde çok partili rejime
geçince ne olmuştu?..
öğretmen "düşman" sayılmıştı.
Karşı devrim işte buduri.
Sonuç ne oldu?.. • "
20'nci yüzyılı yitirdik; öğretmeni düşman sayan
siyasal iktidariann elinde yanm yüzyıl geldi, geçti
boşa gitti, çarçur oldu.
21 'inci yüzyılın eşiğindeyiz.
Artık koşullar değişti; karatahta ile tebeşir yet-
miyor bilgisayarlı iletişim devriminde dünya her sa-
bah yeniden kuruluyor; bilgi akışı evlerin odalan-
na taşınryor; öğretmenin heyecanı insanlığı san-
•ybrrekrarilâirifa donâfian yeryûzünde insan her yâş
L
ta bir öğrencidir.
Çağımızda okuldan çıkıp zerzevat satmak için
pazara koşan öğretmenle eğitim yapan bir ülke-
nin gelişip çağdaşlaşması olanaksızdır.
•
Türkiye'yi yalnız büyük bir stadyuma değil, ül-
ke çapında bir okula dönüştürmek gerek...
Peki, bunu kim yapacak?..
Içi geçmiş liderler mi, yoksa öğretmen düşma-
nı politikaalar mı?..
GÖZLEfffl POYRAZ
Cumhıniyet
k ı t a p l ı n
Gazeteci-Yazar Hikmet Çetinkaya'nın jçindeta firtınah
evrende gelişrirdiği, duygu denizinde daraıttıgı yazılan.
Bir solukta okunacak, ktmi zaman bir oisan vagmunı
alttnda, bazan poyraz yelınin soguk savurganlığmda ya da
karanlık bir gecenin yalnızhğında yenıden okunacak, yer
yer okunacak bir kitap bu kitap "
ÇağPazarfafraA.Ş.ru!taXsğıCadffo:39/41 '
İLAN
T.C.
ANKARA 17. ASLİYE HUKUK
MAHKEMESİ'NDEN
EsasNo; 1999/153 Esas
Davacı Başak Sigorta vekili tarafmdan davalı
Hasan El Cailli aleyhine mahkememize açılan taz-
minat davasında: Davalı Hasan El Cailli tüm araş-
ürmalara rağmen bulunamamış olduğundan
HUMK'nun 509-510. md.leri gereğince duruşma
günü olan 25.1.2000 günü saat 9.55'de mahkeme-
mizde hazır bulunmanız veya kendinizi bir vekille
temsil ettirmeniz, aksi takdirde yokluğunuzda ka-
rar verileceği hususu davalı Hasan El Cailli'ye ila-
nen tebliğ olunur. 11.11.1999
Basın: 57179
Kirlenen Dünyamızı
Fidan Dikerek Arıtalım
ORMAN BAKANLIĞI