23 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 25 KASIM 1999 PERŞEMBE OLAYLAR V E G O R U Ş L E R [email protected] Karanlığın Yaktığı Umut Işığı PlTOf. Dr. Kemal Ö Z M E N Hacettepe Üniversitesi "Bırentelektüelin kan lekesinı temiz- lemeye bütün bir okyanusun sularıyet- mez." Lautr eamont A ydınlığın, ışığın düşma- nı olur mu? Olur... Bı- rakın bıreysel düzeyde düşmanı, o düşmanın beslendiği bir düşûnce bile var: obskürantizm; halk yığınlannı bilgisiz ve karanlıkta bırakma, aydınhk düşmanlığı, karan- lıkçılık... Terim, sözcük olarak bir ba- kıma yeni olmakla birlikte (1823), in- sanlık tarihi bınlerce yıldır bu kör sap- lantının. bu dogmatik zihniyerin pençe- sinde "kurban'' sayıp durdu. durmak- ta ve ne yazık ki duracak... Sokrates'ten Isa'ya. HaOac-ı Mansur'dan Şeyiı Bed- rettine, Pir SultarTa: Giordano Bru- no'dan CampaneUa'ya, Thomas Mo- rus'a, Gandi'ye; yakın tanhımizde, Ku- bilay'lardan Tütengil'lere, Cömert'fe- re. Aksoy'lara. Üçok'lara, Mumcu'lara ve son olarak da Kışiaiı'lara kadar nıce aydınlanmacı beyin bu karanlıkçı ted- hişin vahşetınde, "hakikarın, "bBğrriyn tekelini kendinde görenlerce hunharca katledildi. Gerçekte, adlan ne olursa olsun bu ki- şilerde, u onlar"ın katlanamadığı şey, kendilerimn onayladıklanndan farklı düşünce, kanı, inanç ve tutumlardır; do- layısıyla, uyguladıklan şiddet. görünüş- te cana yönelmiş olsa da, şiddet yoluy- la asıl susturmak, yok etmek istedikle- ri şey düşüncedir, yani pozitif bilgidir, aydınlıktır, ışıktır. "Onlar" bilgiyle ge- len aydınlıktan ölümcüJ bir korku duyu- yorlar, "onlar", gerçekte sadece beden- leri yok edebiliyorlar; yok ettikçe düşün- celeri (fikirleri), daha gür yeşerttikleri- nin farkında bile değiller. Başvurduklan araçlar ve yollar ne denli aşağılık olursa olsun, "onlar" amaçlannın haklılığına, inançlannın mutlaklığına kendilerini öylesine inan- dırmışlardırki. içlerindeki ruhsalveba- yı masum insanlara bulaştırmaktan hiç- birrahatsızlık duymuyorlar. "Onter", iç- lerindeki nefret karanhğını kusarken, gerçekte olduklan "primat"! gün ışığı- na çıkardıklanndan habersizler. "On- lar" gerçekte, azlık da olsalar ne yazı ki yarattıklan korkuyla çoğullaşıyorlar. "Onlar", şimdı her yerde, her meslek- te, her kademede. herkunımda, sokak- ta, evderesmı-özelişyerlerinde, nefret- te ve kinde ve şiddette ve vahşette ve ide- olojide ve kutsallığını göz ardı edip, si- yasallaştırdıldan, fanatikleştirdikleri dinde kendilerini tanımlamaya çalışı- yorlar. Ne kadar karanlığa bûrünürlerse, ne kadar az bilirlerse o kadar çok inanmış olacaklanna ınandırmışlar kendilerini. Çünkû, eski hıkâyedir bildiğin için inan- mış olmayacaksın... inandığın için bil- miş olacaksın. Oysa, bilmezler ki, biri ötekinin, karşıtıymış gibi görünse de. se- çeneği (alternatifi) değildir. Doğada, dünyada, evrende her şey artık gözlem- lenir bir değişim içinde sonsuza akar- ken, "onlar" inancı korkuya, cezaya, cehennem terörüne, kısacası skobstflcbır zihniyete indirgeyerek, hayatı ve dün- yayı dogmatik kurallann demir kafesi- ne tehdit yoluyla hapsetme uğraşı için- deler. "Onlar'', her dinin bir aşk, her aşkın bir din olduğundan habersizler. Çünkû, inandıklannı söyledikleri o yûce dini, Anadolu Müslümanlığındaki gibi derin bir Tann (dost) ve insan sevgisine (bil- gi) değıl, öç alıcı bir Tann ve insan kor- kusuna dayandınyorlar. Insanı sevmek- ten korkuyorlar, Tannsını, insanın dışın- da değil, içinde bulan Yunus'un Çok aradım özledim / Yeri gökü aradım / Çok aradım bulmadım / Buldum insan içinde sözlennın yücelığını görmezden geliyorlar. Oysa, dünyada insana sevgi- den daha gerekli bir şey yok. Hem, in- sanı sevmeyen Tann'yı nasıl sevebilir? "Onlar" ki, kendi karanlıklan dışında her şeyi "tehüke" olarak görûrler; oy- sa, insanı öldürmeye kalkışmadan da *tehlike"den kaçabilir, korunabilırler ve bunun da banşçıl çok yolu vardır. Ancak, sorun burada değil; Freud'u din- leyelım: u Dtş tehüke karşısında insan her zaman birkaiçış yohıbulabiür, ancak, teh- like eğer insanın kendi içindeyse ne zor- dur ondan kaçması!" Evet, gerçekte, "onlar"ın zoru, derdi kendileriyle. Çün- kü, asıl tehlike kendi içlerinde; çünkû, kendileriyle banşık değiller ve içlenn- deki "düşman"ı boşuna dışarda anyor- lar... "Onfar" hep bulunduklan yerde ve ol- duklan gibüer Sokrates'ten bu yana. tn- sanlığın geçirdigi o büyük ve görkem- li evrim sürecine karşın, kölesi olduk- lan dogmatik zihniyeti aşıp kendilerin- den çıkamıyorlar. Bir Latin ozanın de- diğı gibi, "nıhun derdi içinde, kaçamaz kendi kendinden". Bilgıye, aydınlan- maya duyduklan derin nefretle içlerin- deki karanlık karmaşayı aşmaya çalışı- yorlar. "Ontar", düşünceyi, bilgiyi dog- matik bir düşünce adına yok etmek ama- cıyla bedenleri ortadan İcaldınrken, yok etmeye çalıştıklan düşüncenin gerçek- te kendi gelecekJeri olduğunu görmü- yorlar; ve bun uyaparken de artık mas- ke de takmıyorlar. Ihtiyaçlan da yok ha- ni; çûnkü, "onlar" artık maskesiz yüz- ler değil, yûzlerini yitirmiş birer mas- kedirier... "YÜ2SÛzlûk''leri de buradan geliyor zaten. 21 Ekim'de hayatını durdurduklan Kışlalf nın savaşımının dogmalarla bi- çimlenmiş ruhlannı da özgürleştirmek için olduğunu hiçbir zaman bilmeye- cek "ontar". Hayatı vahişice durdurma- nın anlamını da hiç kavrayamayacakJar. Malraıu'un yetmiş beş yıl öncesinden, uzak Asya'dan yükselen sesi de hiç yan- kı bulmayacak "ontar"da: "An! Neoiur- du. sonu gelmez acılarpahasına da olsa, hiçbir tann düşüncesinin, gelecekteki hiçbir mükâfatın, hiç ama hiçbir şeyin bir insan hayaünın sona ermesini hakb gösteremeyeceğini ulurcasına haykır- mak için yaşayabilseydi!" En temel hak olan "yaşama hak- la"nın insanın elinden zorla alınması- nın kitlelerde doğuracağı olsa olsa yıl- gınlık.. karamsarlık belki. Ama, boyun eğmeyle gelen umutsuzluk, asla! Çün- kü, umutsuzlğun da bir bilinci vardır ve bu bilinç, yaşananlann tüm trajikliği- ne karşın hayatı daha iyi kavramamızı sağlar. Sartre, "Hayat umutsuzhığun öteki ucundan başlar" derken tüm süs- lerinden arındınlmış olarak ve trajik bir bilinç boyutu üzerine hayatm yeni- den kurulabileceğinı anlatmak ıstıyor- du. Baskı ve korkuyla gelen suskunlu- ğun, sinmişliğin, dahası umutsuzluğun mutlak bir bitmişlik, tükenmişlik ol- madığı konusunda tarih bize pek çok örnek arasından Malraux'nun sözle- riyle de tanıklık ediyor: "Hayat hiçbir şeydir. ancak hiçbir şey de hayat kadar değerli depdir." Karanlığı bölen ışığın ateşini, bu bil- gı ve aydınlanma ateşini hayatlanyla tu- tuşturanlan, SofokJes'ın bilge kâhıni ikı bin beş yüz yıl öncesinden görmüştü: "Bilginin bilene zarar vermesi ne müt- hişbirşeydir." Evet, koca kâhin! tki bin beş yüz yıldan bu yana pek bir şey de- ğişmedi. Ancak, yine de karanlık artük- ça umudumuz pekışiyor... ARADABtR TALtP APAYDEV Vay Nâzım Vay! Elli üç devlet ve hükümet başkanının katıldığı Istanbul AGlTtoplantısını, Türkiye Cumhurbaşka- nı Süleyman Demirel, senin "Bir ağaç gibi tek ve hür - Bir orman gibi kardeşçesine" dizelerin- le kapattı. Yanm yüzyıl önce dile getirdiğin evren- sel istek, bugün artık herkesin ortak malı oldu. Demirel'in ağzından o dizeleri duyunca neden birden gözlerim doldu. Sana bu devletin yaptık- larını anımsadım. "Birköymezarfığına gömün be- ni - Biryanımda Hatçe gelin yatsın - Biryanım- da ırgat Memet" dediğin halde kemiklerinin hâlâ yabancı topraklarda yattığını düşündüm. Ve hâlâ Türk vatandaşı bile olmadığın için... Daha önce de bir toplantıda canına düşman bir partinin başkanı Alparslan Tûrkeş senin bir şi- ırini okumuştu. "Dört nala gelip uzak Asya'dan - Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan..." Ne olu- yorclu böyte? Neden sensiz yapamıyordu bu adam- lar? Aslında ayrımında bile olmadan bir gerçeği teslim ediyorlardı. Sen büyük bir şairdin. Türk di- li, Türk şiiri seninle yeni bir soluk almıştı. Yeni ufuk- lara açılmıştı. Dünya kültürüne kapalı dilimizi 72 dile taşımıştın. Dünyanın kapılarını aralamıştın. Yüzyıllann en büyük şairleri arasına girmiştin. Ama kendi ülkende yasaklrydın. Enfarklı yüreğine kar- şın hapishanelerde çürütüldün. Düzmece dava- larla mahkûm edildin. Toplumca ne onmaz ayıp- lar yaşamıştık! Hiç unutamam, öğrencilik yıllan- mızda pelür kâğıtlara çogaltılmış, zor okunur şi- irierini gece ay ışığında kopya ederdik. Yakalan- mamak için o şiirlerı ezberler, kâğıtlan hela delik- lerine atardık. Benim kuşağım bunlan yaşadı, na- sıl unutulur? Şimdi ne oluyor böyle, günah mı çı- kanyoriar? Akıllan başlarına şimdi mi geldi? 13 yıl hapislerde yattıktan sonra dışan çıkanl- dın, ama gene önünde, arkanda polis... Bu kez canın tehlikede: Aymaz yönetim seni düşman bel- lemiş. Er geç işini bitire- cekler. Çok sevdiğin ül- kenden, halkından aynl- makzorunda kaldın. Du- yunca hem sevindik, hem burulduk. Canını kurtar- dın, amayüreğin buralar- da... Kimse senin kadar sevmedi bu toprağı, bu toprağın insanlannı. Kur- tuluş Savaşımızın en gü- zel destantnı yazdın. "Sa- rışın Kurdu" en iyi sen anlattın. Uzaklarda yur- dunu en çok sen düşün- dün, Köstence Lima- nı'nda Istanbul'a gidecek vapuru okşadın ve ellerin yandı! özlem denen duy- guyu kim bu kadar güzel anlatabilir? Seninkine benzeyen bir yazgıyı ya- şayan Server Tanilli, 18 yıl sonra yurduna döndü ve bir sevgi çemberi ile karşılandı. Bugünleri gör- dü. VayNâzım vay, sen de görecektin bugünleri!.. Tüm engellere ve olum- suzluklara karşın halkı- mızın geldiği yeri gözle- rinle görecektin... Yüre- ğin dayanır mıydı bilmiyo- rum, ama değerdi hani. Senden kim, nasıl özür dileyecek? Birbitebilsek... Nasıl Bir RTÜK Yasası O L G U l V TRT Vayın Denetleme ve Drama Repertuvar Kurullan esh Başkanı R TUKYasa- sı'yla ılgili tartışmalar sürüyor. Üçlü koalis- ,yon hükü- meti yasanın değiştirilme- si için çalışmalar yapıyor. Ancak sonuç ne olacak şim- dilik pek belli değil. Aslında özel televizyon- larla ilgili sorunlar olduk- ça eskidir. Ben konuyla il- gili ilk yanmı 8 Mayıs 1992 tarihinde bu sütunlarda Te- levizyonlar Arası Savaş" başlığıyla yazmıştım. O günden bu yana değişen pek bir şey yok. Daha sonralaft ü* çeşit- li tahhlerde konuyla ilgili yazılaryazdım(l). llgilile- ri, olacaklar konusunda uyardım. Yazık ki kulak ve- ren ohnadı. Türkiye'de sağ partiler, radyo ve televizyon yayın- lanrun toplum üzerindeki etkisini sol partilerden çok önce anladılar. 1994yılın- da 3984 sayılı RTÜK Yasa- sı'nı çıkarârak bu yayınla- n işlerine geldiği şekilde ayarladılar. 1995 genel seçimlerin- den sonra sol partiler, özel- likle DSP, konunun önemi- ni kavradı ve uzun mücade- leler sonucunda sadece bir adaymı RTÜK üyesi yapa- bildi. Sağ partilerin siyasal oyunlannın kurbanı olan RTÜK; radyo-televizyon yayıncılığmda hiçbir başa- n sağlayamadı ve nihayet bugünkü karmaşa yaratıldı. Aslında yeni hazırlanan RTÜK Yasası'na girmesi gereken olgular son derece basittir. Bunlan saptamak için günün koşullanna ve özel televizyonlann yayın- lanna bakmak yeterlidir. TRT'de 30 yıl yayıncı- lıkla ilgili görevlerde çalış- tım. Muhabirlik, metin ya- zarhğı, program denetçrH- ği ve nihayet kurulun en üst birimi olan yayın denetle- me kurulunun başkanlığı- nı yaptım. Bu arada bugün hâlâ uygulanan Denetim Yönetmeliği'ni hazuiadım. Özellikle beş yıl kadar sü- ren yayın denetleme kuru- lu başkanlığim sırasındaki kurumdan birtek program- cının yasalarla başı derde girmedi. Mahkemeye git- medi. Idari cezadahi alma- dı. Kısacası,radyove tele- vizyon yayıncıhğı konu- sunda uzman olduğum inancındayım. Burada özel- likle belirteceğim şey, ülke- mizde kitle iletişimiyle il- gili yasalannfiilenışin için- de bulunan uzman görevli- lere danışılmadan yapıldı- ğıdır. Tıpkı RTÜK Yasa- sı 'nda olduğu gibi. Bu tu- tumdan vazgeçılip siyasile- re değil, uzman yayıncıla- ra görev verildiği takdirde bugünkütüm sorunlann or- tadan kalkacağı açıktır. Şimdilerde yürürlükteki RTÜK Yasası'nın en hata- lı yanı iş başındaki üyele- rin zamanın siyasal partile- rince kendi partisel ölçüt- leri içinde seçihniş olmala- ndır. Bu yasanın eseri olarak bugün üUcemizde çofu de- netlenemeyen 10 bin kadar yerelradyove bin kadar da televizyon istasyonubulun- maktadır. Tabii bu karma- şada cumhuriyete, Atatürk ilke ve devrimlerine aykın yayınlar ve şeriatçı propa- gandalarda almış yürümüş- tür. Türkiye'de RTÜK Yasa- sı hazırlanırken iktidarda bulunan siyasal partiler dün- yadaki kitle iletişimiyle ıl- gili gelişmeleri kulak arka- sı etmişlerdir. Batılı demokrasilerde. özellikle Fransa, Almanya, Belçika. lspanya, Kuzey ül- keleri ve Yunanistan'da rad- yo televizyon yayınlannın devletin denetimi ve teke- li altında olduğunu görmez- likten gelmişler, bu duru- mun nedenlerini bilerek ya da bilmeyerek araştır- mamışlar, Ingiltere'de neden sadece iki kanal bulundu- ğunu -BBC ve ITV- düşün- memişler, bizdeki karmaşa- nın aynısı yaşanan ltahya'da- ki sözlü yayın kepazeliği- ni umursamamışlardır. Radyo-televizyon yayın- lan bir ülkenın kültürünü, ahlakını, sosyal hayatını, kısacası geleceğini yakın- dan ilgilendiren, yönlendi- rici, bilgilendirici ve eğiti- ci görsel yaymlardır. Türki- ye'deki özel radyo televiz- yon yayınlan ivedi olarak ele ahnmalı ve tümüyle ye- ni baştan düzenlenmelidır. Bu düzenlemede TRT'nin denetim ölçütleri îzlence (program) kalıpla- n, milli ve ahlaki yayıncı- hk anlayışı ve yöntemleri aynen uygulanmalıdır. Yeni yasada kesin olarak yer alması gereken olgula- n şöyle sıralayabiliriz: • RTÜKtarafsız veözerk bir kurum durumuna geti- rihnelidir. • RTÜKüyeleri TBMM tarafından değil, yetkili (ehil) mesleksel kuruluş- TÜRKKALPVAKn "Çocuk Kardiyolojisi" Türk Kalp Vakfı kalitesi ve titizliğiyle hizmetinizde. 19MayısCd.No.8 ŞişMlSTANBUL Tek (0212) 212 07 07 (pbx)10Hat Faks:(0212)212 6835 Bizleri yetiştiren ve 21. yüzyılın çağdaş, dinamik nesillerini yetiştirecek olan öğretmenlerimize minnettanz. SÜMERBANK | ı • lar, üniversiteler, yargı or- ganlan, sanat. edebiyat ve bilim çevreleri ve hükümet tarafından saptanmalıdır. 12 üyeden oluşacak üst ku- rulun en az üç üyesi asga- ri 15 yıl fiilen radyo-tele- vizyon yayıncıhğı yapan kişiler olmahdır. • RTÜK, Sayıştay dene- timine tabii tutulmalıdır. • RTÜK'ün hükümetle olan ilişkilerini yalnızca başbakan sağlamalıdır. • RTÜK'ün kuruluş amaçlan günün koşullan- na uygun olarak yeniden saptanrnalı. Şeriatçı ve Ata- türk düşmanı yayınlar ke- sinlikle önlenmelidir. • Geçmişlerinde sabıka, vergi botcu olan kişilere ve kuruluşlara radyo-tele- vizyon kanalı kurma hak- kı verilmemelidir. • Büyük gazetelerin, hol- dinglerin kuracaklan rad- yo ve televizyon kanallan- nm siyasal ve mali baskı aracı olarak kullanılması kesinlikle önlenmelidir. • Özel radyo ve televiz- yonlann TRT program ku- ral ve denetim ölçütlerine bağlı ohnalan sağlanma- hdır._ • Özel radyo ve televiz- yonlara aralanndaki mali çekişrneleri önleyecek cid- di bir reklam statüsû geti- rilmelidir. • Özelradyove televiz- yonlann yönetim- haber ve program kadrolannda gö- rev yapacak olan kişilerin -en az lise düzeyinde- ter- cihan yûksekokul ve üni- versite ögrenimi görme zo- runluluğu olmahdır. Tüm özel radyo ve televizyon görevlileri -geçici görev- ler de dahil- diksiyon ve Türkçe kurslanna tabii tu- tulmalı, bukurslar, YÖK'le birlikte düzenlenmelidir. • Tüm özel radyo ve te- levizyonlar kendi öz dene- tim birimlerini kurmah, hiçbir program denetlen- meden yayımlanmamalı- dır. • Siyasal partilerin ge- nel ve yerel seçimlerde özel radyo ve televizyonlardan paralı ya da parasız yarar- lanmalan kesinlikle yasak- lanmalıdır. • Yayındaki özel radyo ve televizyonlar. vergi borç- lannı, linklere ve öbürdev- let kuruluşlanna olan borç- lannı ödemedikleri takdir- de en geç bir ayhk bir sü- re sonunda kapatılmalıdır- lar. Yılda en fazla üç kez borç takıntısı yapan kanal- lar da süresız kapatılmalı- dır. • Bu kuruluşlara yayın- lan nedeniyle verilecek olan cezalar "bir iki gün- lük kapama" gibi komik cezalar olmaktan çıkanl- malı, olayın niteliklerine göre ciddi para ve kapama cezalan getirilmelidir. Bu konuda son söyleye- ceğimiz: Uzun yıllardan beri zaman zaman kendi- lerine konu ile ilgili bilgi- ler sunduğum meslekteki ustamız ve büyüğümüz Sa- yın Başbakan Bülent Ece- vh'in cumhuriyetimiz ve ülkemiz içinyaşamsal öne- mi olan RTUK konusuna olumlu bir çözüm getirme- sini beklediğimizdir. PENCERE 24 Kasım 'Oğretmenlep Günü'İmiş... Tansu Hanım, başbakan iken bir gün, televiz- yonaçıkıp müjdeyi vermişti; "- Universite sınavlannı kaldınyoruz; liseyi biti- ren tüm gençlere yükseköğretimin kapılannı ar- dına dek açıyoruz." Neden olmasın? Çağımızda iletişim devrimi yaşanıyor; televiz- yon, futbol maçlannda ülkeyi büyük bir stadyuma çeviriyor; halk görsel teknolojinin sıralanna oturup maçı yakın plandan izliyor. Ülke koca bir stadyuma çevriliyor da büyük bir yüksekokula neden dönüşmesin?.. • Müjdeyi alınca heyecanlandım, atlayıp Eskişe- hir'e gittim; o dönemde Anadolu Üniversitesi te- levizyonla işbirliği yaparak "açık öğretim"\ sürdü- rüyordu... Rektör, Büyükerşen... Yılmaz Büyükerşen çeşitli yetilere sahiptin üs- tüne üstlük karikatünsttir; vaktiyle yönettığım "Dol- muş" adlı mizah dergisinde çizerdi. Sordum: - Türkiye "açık öğretim devrimi" ile büyük bir yük- sekokula dönüştürülebilir mi?.. Yanrt: - Neden olmasın?.. Bir dizi tasanm, yöntem ve yatınmla olmayacak şey değildi; ama, Tansu Hanım her zamanki gibi fos çıktı. • Bugün Türkiye'de kişi başına düşen öğretim sü- resi ortalama üç yıl... 10 milyon atfabesiz ülkede dolaş/yor... Bir de "24 Kasım öğretmenler Günü'nü kutla- maya kalkışmıyor muyuz?.. öğretmenlenn yüzde 6O'ı geçinmek için ikinci iş yapıyor; zerzevat satıyor, kapıcılık, taksicilik, ta- mircilik, boyacılık, simitçilik, pazarcılık yaptyor; ya- n aç yan tok yaşıyor. Öğretmenin toplumda say- gınlığıyok... Aşağılanıyor, hırpalanıyor öğretmen, itilip kakı- lıyor. Bizde lise öğretmeni yılda 3 bin 620 dolar alı- yor; uzağa gitmeye gerek yok, Yunanistan'da bi- le lise öğretmeni yılda 18 bin 726 dolar kazanryor. Peki, 24 Kasım'da "sevgili öğretmenim" drye nu- tuk atmaya utanmıyor muyuz?.. • İkinci Dünya Savaşı ertesinde çok partili rejime geçince ne olmuştu?.. öğretmen "düşman" sayılmıştı. Karşı devrim işte buduri. Sonuç ne oldu?.. • " 20'nci yüzyılı yitirdik; öğretmeni düşman sayan siyasal iktidariann elinde yanm yüzyıl geldi, geçti boşa gitti, çarçur oldu. 21 'inci yüzyılın eşiğindeyiz. Artık koşullar değişti; karatahta ile tebeşir yet- miyor bilgisayarlı iletişim devriminde dünya her sa- bah yeniden kuruluyor; bilgi akışı evlerin odalan- na taşınryor; öğretmenin heyecanı insanlığı san- •ybrrekrarilâirifa donâfian yeryûzünde insan her yâş L ta bir öğrencidir. Çağımızda okuldan çıkıp zerzevat satmak için pazara koşan öğretmenle eğitim yapan bir ülke- nin gelişip çağdaşlaşması olanaksızdır. • Türkiye'yi yalnız büyük bir stadyuma değil, ül- ke çapında bir okula dönüştürmek gerek... Peki, bunu kim yapacak?.. Içi geçmiş liderler mi, yoksa öğretmen düşma- nı politikaalar mı?.. GÖZLEfffl POYRAZ Cumhıniyet k ı t a p l ı n Gazeteci-Yazar Hikmet Çetinkaya'nın jçindeta firtınah evrende gelişrirdiği, duygu denizinde daraıttıgı yazılan. Bir solukta okunacak, ktmi zaman bir oisan vagmunı alttnda, bazan poyraz yelınin soguk savurganlığmda ya da karanlık bir gecenin yalnızhğında yenıden okunacak, yer yer okunacak bir kitap bu kitap " ÇağPazarfafraA.Ş.ru!taXsğıCadffo:39/41 ' İLAN T.C. ANKARA 17. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ'NDEN EsasNo; 1999/153 Esas Davacı Başak Sigorta vekili tarafmdan davalı Hasan El Cailli aleyhine mahkememize açılan taz- minat davasında: Davalı Hasan El Cailli tüm araş- ürmalara rağmen bulunamamış olduğundan HUMK'nun 509-510. md.leri gereğince duruşma günü olan 25.1.2000 günü saat 9.55'de mahkeme- mizde hazır bulunmanız veya kendinizi bir vekille temsil ettirmeniz, aksi takdirde yokluğunuzda ka- rar verileceği hususu davalı Hasan El Cailli'ye ila- nen tebliğ olunur. 11.11.1999 Basın: 57179 Kirlenen Dünyamızı Fidan Dikerek Arıtalım ORMAN BAKANLIĞI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle