22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
18 EKİM 1999 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA J j j J v t _ f i l U İ Y j J . / ekonomica'cumhuriyetcom.tr 11 TÜKODER'in Yoksullukla Mücadele Günü'nde düzenlediği toplantının gündemi depremdi 'Deprem yoksııHuğu arttırclı' EkoDomi Servisi - Marmara Bölge- si 'nde büyük can kaybına yol açan Göl- cük depreminden sonra felaketzedele- rin karşı karşıya kaldıklan uygulamalar, afetlerde tüketicinin nasıl korunması gerektiği tartışmalannı gündeme getir- di. Yüzyıhn felaketi olarak adlandınlan Gölcük depreminin ardından bu konu- daki boşluklan saptayan Tüketiciyi Ko- ruma Derneği (TÜKODER), afetzede tü- keticinin haklanm dünyanın gündemi- ne sokmak üzere harekete geçti. 17 Ekim Dünya Yoksullukla Mücade- le Günü'nde "Marmara Depremi ve Çağdaş Tüketici Hakları" konulu bir toplantı düzenleyerek toplumun farklı ke- simlerinden öneri toplamayı amaçlayan YOkSUİIarla değil, yOİCSUİIUkla mücadele TMMOB 2. Başkanı Celal Beşiktepe, depremzedeler açıktayken Çınarcık'taki ikincil konutlann satış için bekletildiğini söyleyerek "Bu konutlar kimin için yapıhyor? Bizim yoksullarla mücadele eden hükümete değil yoksullukla mücadele edenlere ihtiyacımız var" dedi. TUKODER, hazırlık çalışmasuu Ulus- lararası Tüketici Oıgütü'nün dünya kong- resıne götürmeye hazırlanıyor. 17 Ağus- tos depreminin yoksullukla mücadele gününün önemini ortaya çıkardığını be- lirten TÜKODER Başkanı MehmetSe- vim, tüketicilenn artık resmi törenler- de atılan parlak nutuklar yerine, yapı- lan somut ışlere baktığını söyledi. Ge- niş katılımlı toplantının açılış konuş- masını yapan Sevim. dünya nüfusunun üçte birinin yoksullukla boğuştuğunu anımsatarak deprem bölgesinde yok- sulluğun arttığına dikkat çekti. 40 mil- yon çocugun sokaklarda ve 650 mılyon çocugun yoksulluk sınınnda yaşadığı- nı vurgulayan Sevim, "Deprem de yok- sulluk da birileriniıı dedigi gibi takdiri ilahi değildir'' diye konuştu. Sevim, amaçlannın kasım ayında yapılması planlanan toplantıya ön hazırlık olduğu- nu belirterek "Deprem ve afetferde tü- ketici nasıl korunur, bu başhğın araru doldurmaya çahşıyoruz. Önümüzdeki aylarda yapacağunız toplantılarda da hazıriığınıızı sürdüreceğiz" dedi. Dr. Sedat Özkol'un yönettiği toplan- tıya TMMOB 2. Başkanı Celal Beşikte- pe, Prof. ErenOmay. avukat ErginCin- men, gazeteci MeralTamer, tnsan Hak- lan Demeği (ÎHD) yetkilileri, meslekoda- lannın başkanlannın yanı sıra TÜKO- DER üyesi depremzedeler de karıldı. Fabrikasına sahip çıkmakta kararîı «4 olanSEKA işçüeri, "Çahşmadan • ücret aimak bize dokunuyor. Yediğiıniz ekmek boğazumzdan geçmiyor. Milletvekillerimiz, SEKA kapatilsın, bedavaya verilsin diyor. Yûzlerce insan ekmeğini kaybetme tehükesi ile karşı " karşrya" diyerek görüşlerini ortaya kovuvorlar. SEKA işçisibekteyişten tedirgin COŞKUNYAMAN BALIKESİR - Özelleştirme kapsamına alınan Ba- hkesir SEKA'da üretim durdurulurken dört aydır boş- ta kalan ışçılerin tedirginliği artıyor. Jşçiler, özelleş- tırmeye karşı kamuoyunun desteğını almak için eylem fyapılmastn» istiyorlar. -• --•» > ^ -*.- - Selüloz-lş Sendıkası Balıkesır Şubesi Başkanı Feta- mi Ateş, öncekı gün ışçilerle bir toplantı yaparak geliş- meler hakkında bilgı verdi. Ateş, son ımalat toplantı- sında, kasım ayında üretime geçilmesinin planlandığı- nı, ancak bunun da henüz kesinleşmediğini söyledi. SEKA'nın 1990"dan bu yana birçok kez üretimi dur- durduğunu, ancak böylesıne uzun sürmediğini anım- satan Ateş, "TEDAŞ, 21 Haziran'da 7.5 rrihona ulaşan elektrik borcu nedeniyle eiektrikleri kesti ve üretim dur- du. Asıl sorun borç değil. Bu. hükümetin bakış açısıyla ilgili. Şimdi kasım avında üretime geçilmesinden söz ediliyor ki bu dazor. ftaükesir nıüessesesini çahşarma- mak gibi bir Iüksümüz obnamalT dıye konuştu. SEKA'nın 15 Temmuz 1998 "den bu yana özelleştir- me kapsamında olduğunu, 2000 yılının ilk çeyreğın- de özelleştirilmestnin planlandığını anımsatan Ateş, şöy- le devam etti: "SEKA'ya bu durumda alıcı çıkacağun, özel sektörün buraya yaünm yapacağuu da sanmıyo- rum. Çünkfi SEKA'da son üç yüdır hiçbir teknolojik yenilik yaptlmadı. Dünya standarHannda üretim için 23.5 triryonluk bir yaünm gerekiyor. Gazete sahipleri Rus ya da Fin kâğıdı kullanacağma SEKA kâğıdını kul- lanmalı. Hükümet kendi üriinümüzü korumak için belli bir kota koymah." SEKA ışçilen ise, fabrikaya ve kendilerine hüküme- tin sahıp çıkmasını ısterken sıkmtılannı, "Türidye70 cente muhtaçken bu fabrika kuruklu, şimdi ise sahip çı- kan yok. Fabrikanın bu hak geimesinin nedeni biz mi- yiz? Çahşmadan ücret almak bize dokunuyor. Mfllet- vekiflerimiz, SEKA kapatüsın. bedavaya verilsin diyor. Yûzlerce insan ekmeğini kaybetme tehükesi ile karşı karşıya" diyerek ortaya koydular. Depremzede Gûlseren Köse, çocuklara bu soğukta hâlâ penye dağıtıldığını an- latarak "Evimizden nasıl çıküysak öyle dotaşıyoruz. Eş, dost desteğiyiene kadar dayanıhr ki? Depremden sonra il Q ge- zerek kızımı bir okula vermeye çalıştım, almadılar. Ölmediğimiz için ilgili ku- rumlardan borç para da alamadık" de- di. Köse, Yalova'da enkaz üzerine çay bahçesi yapıldığını anımsatarak dep- remden ders aknmadığını söyledi. Top- lantıya katılan diğer depremzedeler de depremden sonra yaşadıklan mağduri- yeti örneklerle anlatarak 'ügfli' kuruluş- lann ilgisizliğini ortaya koydular. TMMOB 2. Başkanı Beşiktepe, 1950'lerden bu yana teşviklerin büyük birbölümünün Marmara Bölgesi'ne ve- rildiğini ve nüfusun buraya yığılmasına neden olunduğunu belirterek "BöJgede ohnası gereken nüfus on kati yoğunhık kazannuş durumda'' dedi. Beşiktepe, depremzedelerin açıkta olduğunu anım- satarak Çınarcık'ta ise binlerce ikincil ko- nutun satışa hazır olduğunu dile getırdi. "Bu konutlar kimin için yapüıyor? Ko- nutlar bir an önce depremzedelere açıl- malı. Bizim voksullaria mücadele eden hükümete değil yoksullukla mücadele edenlere ihtiyacımız var" diyen Beşikte- pe, konutlann yapılma amacının yeniden sorgulanması gerektiğinı söyledi. 'Teknolojiyi borç ahyonız' tTÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Eren Omay, Türkiye'nin yaşadıklannın tek- nolojiyi yaratmamasından kaynaklan- dığını söyledi. Omay, "Bizmaaleseftek- noîoji yaratmıyor, onu borç ahyonız. Oto- mobil kullanmayı bflmiyoruz. tnşaat mü- hendislerinin okulda aldıklan bilgi ryidir, ama biz sadece e/berlettiriyonız" dedi. lnşaat mühendislennın aldıklan bılgiyi hazmedemedıklenni anlatan Omay, özel- likle devletin mühendıslere alet gözüy- le baktığını belirterek, iyi mühendisle- rin de devlet bürokrasisinde eriyip git- tığıni vurguladı. Kân maksimize etmek amacmdan vazgeçilmedikçe bir şeylerin değişme- yeceğini söyleyen Omay, "Bu düzen degtşnıedikçe, bireyseflik yerine tophım yaran düşûnülmedikçe hiçbir şeyi dü- zdtemeyiz. Düzen suçludurve sorgıuan- mayan düzen başa bela açar" dıve ko- nuştu. TMMOB lnşaat Mühendisleri Odası Istanbul Şubesi Başkanı Cemal Gökçe de depremden sonraGölcük'tekı yıkun- lar esnasında 6 kişinin enkaz altında kal- dığını anımsatarak "Depremden sonra kendi elimizie insan öldürdük, işte başa- nmız bu. Gelişmiş ülkelerde \ilumlar hiçbir zaman özel sektöre ihale edihnez. Kamu kuruluşlan yapar" dedi. D U N Y A E K O N O M I S t N E B A K I Ş / ERGÎN YILDIZOĞLU WNDRA ergin@ergin.demon.co.uk Pakistan'da ordu 12 Ekim'de hükümeti de- virdi. Iktidar, 15 Ekim tarihinde sıkıyönetim ilanı- na kadar adeta boşlukta kaldı. Bu arada paria- mento, siyasi partiler askıya alındı, ama anaya- sanın geçerli olduğu, devlet başkanının göre- vinde kaldığı vurgulandı. Genelkurmay Başkanı Müşerref, kendini Pakistan'ın yasalarüstü bir güce sahip en üst yöneticisi (chıef executive) olarak atadı. Bu yazı hazırianırken ordunun ge- leceğe yönelik planının ne olduğunu hâlâ açık- lamamıştı. "Böyle isteksiz darbeciler görmedim..." Birçok yorumcu, çok özgün bir darbeyle t — karşı karşıya olduğumuzu düşünüyor. Eski Pakıstan Gızlı Servısı Direktörü General Du- rani'ye göre, "Günümüzde, eskiden Latin Amerika 'da ya da başka ülkelerde gözlenen darbelere benzer darbeler olmuyor. Bu tür darbeterin ülkenin imajı için iyi olmadığını ar- tık herkes biliyor", "Bu çok farklı bir darbe- dir", "Ben böyle isteksiz darbeciler görme- dim" (The Guardian 16/10). Pakıstan ordu- su üzerine uzmanlaşmış bir tarihçi ise "Hiç kimse Müşerref'i bir darbe lideri olarak dü- şünemezdi, asla...' (The Independent 16/10) diyor. Darbeden sonra, ordunun Şerif'i isti- faya ikna etmek için çabalaması, bu yüzden sıkıyönetimi ilan etmek için üç gün beklemek- ten çekinmemiş oiması (The Guardian) da müdahalenin özgünlüğüne, darbecilerin ken- dilerine anayasal bir dayanak bulmakta ka- rarlı olmalarına kanıt olarak gösteriliyor. The News International (Pakıstan) editörü de "Geçmişten farklı olarak, kişilehn haklannı, yaşamanın günlük işleyişini aksatıcı girişim- Ierolmamıştır" (16/10) diyerek müdahalenin özgünlüğünü vurguladı. New York Times'ın yorumu da oldukça ilginç: "Eğer iyi darbe diye birşey varsa, bu darbe Ravalpindi Çar- ştsı'nda büyükbirsevinçle karşılandı" (16/10). Müşerref kendisini devletin başına atadıktan hernen sonra generalle 90 dakıka göaışen ABD'nin Pakistan Büyukelçisi de durumdan çok şikâyet- çi değil. Washington Posfun bildirdiğine göre "etçi, ABD diplomatlanna görüşmenin iyi geç- ff^/n/'bildiımiş (16/10). Dünyaya bakınca da özgün bir durumla karşı , karşıya oiduğumuzu düşünmek mümkün. Hemen 1 tüm devletler (Sri Lanka hariç) askeri müdaha- leyi eleştirdiler, demokrasınin önemini vurgula- ; dılar. Ama hiç kimse devrilen hükümetin resto- j rasyonunu talep etmedi. Hatta Reuters muha- I birinin bildirdiğine göre (16/10) Clinton, "De- i mokrasiye dönüş Navaz Şerif'in restorasyonu an- ] lamına gelir mi" sorusuna, "ABD, prensip ola- j rak, bir başka ülkenin liderini seçmeye kalkmaz" [ diyerek cevap verdi. Reuters muhabirine göre bu, ] ABD'nin, Haiti'de 1991'deki darbede aldığı tu- ' tumdan çok farklı. Özgün değil bir 'modern klasik' j Tüm bu yaklaşımların aksine, ben bu darbe- j nin, dünyanın içinde bulunduğu koşulların ürü- 'Modern Klasik' Bir Darbe nü birtrende uygun, adeta bir "modem klasik" olarak nitelenebilecek özelliklere sahip olduğu- nu düşünüyorum. Bildiğinız gibi, parlamenter demokrasinin ön- koşulları, ekonomik ve siyasi olarak güçlü ve- ya gelişme eğiliminde olan bir orta sınıf, top- lumsal sınıflar, etnik gruplar arasında aşın ger- ginlikleri engelleyen ekonomik ilişkiler, devle- tin yasalara göre yönetildiğine ilişkin genel bir rattığı bu tehlıkeli kanşıma şimdi, küreselleşme, özelleştirme (serbest piyasa), keskinleştirilmiş bir bireycilik ideolojisi bağlamında, şu iki bileşe- ni ekleyelım: 1) Genel kabul gören bölüşüm iliş- kilerinin dağılmasına paralel olarak artan etnik ger- ginlikler; 2) Emperyalizmin kültürel ekonomik baskısına karşı korunma içgüdüsüyle ulusal-et- nik, dini kimliklere sanlan topluluklar... Bu kısa ve son derecede genel hatlanyla çiz- Pakistan'da General Müşerref öndertiğindeki yeniden yaprianma, keskin bir zengin-yoksul kutuplaşması üzerinde gerçekleştirilmeye çalışılacak. inanç ve güven olarak özetlenebilir. Ancak, ka- pitalizmin krizi sırasında, bolüşülecek pasta ufalırken, özellikle mali (rantiye, parazit) ser- mayenin otonomı kazanarak, başat sermaye bi- çimi olmasına paralel olarak, orta sınıflar hızla yoksullaşır, ekonomik ve sosyal olarak zayrflar. Işçi hareketi üzerinde yoğunlaşan ekonomik siyasi basınç, işçi hareketini, işsizlik, yoksullaş- ma, sendikasızlaşma yoluyla şekilsizleştirme- ye başlar. Devlet desteklerinden giderek yok- sun kalan kırsal yapılar dağılır. Hızlı şehirleşme marjinal, yeni geüdiği kentte kendini kültürel ve ahlaksal olarak tehdit altında hisseden bir nü- fus yaratır. Bu süreçlerin kesiştiği yerde, (orta sınıf des- teğinden yoksun siyasi kurumlar, yasalara pek fazla aldırmayan umutsuz lümpen tabakalar, is- tikrarsız temsil ilişkilerine dayalı kısa dönemli po- litikacılar, demokratik refleksi azalmış işçi hare- keti) mafyalaşma başlar, yolsuzluklar ve kurum- sal çürüme yaygınlaşır. Kapitalizmin krizinin ya- meye çalıştığım manzara (genel olarak yoksul- laşma, devlet ve toplum bağlamında mafyalaş- ma, devletin coğrafi, demografik bütünlüğünü gi- derek daha çok tehdit edecek bir biçimde kes- kinleşen etnik ve dini çatışmalar, tepkici bir mil- liyetçilik) bana, gelişmekte olan ülkelerde, geçen 20 yıl boyunca parlamenter demokrasinin önko- şullannın hızla ortadan kalkmaya başladığını dü- şündürüyor. Bu koşullarda, parlamenter demokratik dev- letin yasama ve yargı organlan zayıflarken, yü- rütme aygıtının bu süreçten en az zarar gören ke- siminin, ordunun, toplumsal bütünlüğü, egemen ekonomik ilişkileri korumak için denetleyici, gö- zetici, yönetici rolü göreli olarak, giderek artıyor. Burada müdahale süreci, sola veya işçi hareke- tine karşı aıni bir darbeden ziyade, siyasal, sos- yal yapıdakı yavaş ama süreklı bir dağılmayı en- gellemek, ekonomik coğrafyayı hem ulusal hem de uluslararası mali sermaye açısından kullanı- labilir düzeyde tutmak gereksiniminden kaynak- lanıyor. Ordular, Peru ve Türkiye de dahil birçok gelişmekte olan ülkede olduğu gibi, bir darbe- den sonra ya da başkanlık sistemine dayanarak, parlamenter sistem içine, giderek artan, kalıcı, sürekli denetleyen, önemli anlarda, dogrudan yönetimi almadan, müdahale edebilecek bir bi- çımde yerleşiyorlar. Pakistan'a dönersek— Yukanda değindiğim sürecin hemen tüm öğe- lerini Pakistan'da bulmak mümkün. Geçen 10 yılda, ülkenin ekonomik koşjullannın sürekli bo- zulmasına karşın, gücünü güneydeki etnik — , Sindh mafyasından alan Butto klanıyta, ülkenin menkezi bölgelerindeki Pencabi mafyadan alan Şerif ailesi arasında bir ik- tidar çekişmesi; bu çekişme içinde ülke- nin zaten zayrf olan demokratik dinamik- lerinin, devlet denetiminin sürekli aşınma- sına paralel etnik ve dini çatışmaların kes- kinleşmesi; yolsuzluklann devlet mekaniz- masını işlemez hale getirmesi... Gelenek- sel olarak ordunun başında olan "muha- cir" (Hindistan'dan gelen anlamında) elitin bir taraftan sivil siyasetçilerin ahlaksızlığı- na kızgınlığı artarken, öte yandan radikal Islamın etkisi altına giımeye başlaması... 1997'de başlayan son hükümet dönemin- de, ekonomi çökerken, cebini doldurmak, iktidarda kalabilmek için Şerifr bir taraftan saldırgan dış politikayla popülist milliyet- çiliği körükledi, öbürtaraftan denetleyici tüm devlet kurumlarını, yargı organlannı tahrip etmeye başladı. 1998'de, mityonlarca do- larlık yolsuzluklan su yüzüne çıktıktan son- ra yönetimi giderek daha da baskıcılaşan Şerif, halk arasında artık Moğol hanlanna benzetiliyordu (The Observer, 17/10). Tüm bunlarolurken ABD'den kendi hükümeti için gerekli paraları alabilmek umuduyla, Pa- kistan milliyetçiliği ve ordu açısından çok önemli bir konuda Şerif, büyük bir "hata" yaptı, orduya rağmen Keşmir'de geri adım attı, bir yenilgiyi kabul etti... Pazar günü basın Müşerref'in planını açıkla- yan konuşmasını bir kez daha ertelediğini ya- zıyordu. Ancak emekli hava generali Hurşit Enver Mirza'nın, News Intemational'da ya- yımlanan 2 bin 500 kelimelik yorumuna baka- rak nelerin planlanmakta olduğunu görebiliriz: 2-3 yıl iktidarda kalacak bir ara dönem hükü- meti; köklü anayasal değişiklikler, bürokrasiden orduya, tanmdan altyapı yatınmlarına, sağlık- tan eğitime, güvenlik güçlerine kadar uzanan köklü bir yeniden yapılanma. Sorun şu ki tüm bunlar yine hiçbir halk denetimine, demokra- tik mekanizmalara tabi olmadan, son derece- de kıt ekonomik kaynaklara dayanarak, keskin bir zengin-yoksul kutuplaşması üzerinde ger- çekleştirilmeye çalışılacak... Bence Pakistan darbesi özgün değil, içinde bulunduğumuz dönemde hemen tüm azgeliş- miş ülkelerde yaşanan ortak süreçlerin üzeri- ne oturan bir darbe. Bu yüzden de adeta "mo- dem bir klasik". ANKARAPAZARI YAKUP KEPENEK 'Gizli' Hükümet, 2000 Mali Yılı Bütçesi'nin ana değiş- kenlerini açıkladı. Gerçekte, bütçenin niteliği, çok önceleri IMF ile yapılan görüşmelerde ve IMF ta- rafından saptanmıştı. Hükümet IMF saptamalan- nı uygulamak istiyor. Bütçe-2000 daha çok tartışma götürür. İlk aşa- mada kimi noktalann altı çizilmelidir. Birincisi, burada suçlanması gereken kesinlikle IMF değildir, gerçek sorumlulare/conom/y/yöne- temeyen siyasetçilerdir. Hükümetin ekonomiyi doğru yönetemediğinin en somut göstergesi Ver- gi Yasası konusunda, çok değil bir yıl içinde yapı- lan ünlü u dönüşüdür. Anımsayalım; hükümet, ka- yıt dışı ekonomiyi kayıt altına alan ve vergilerde çok sınıriı kimi düzenlemeler yapan ve kamuoyuna re- form olarak sunduğu bir yasayı tam bir yıl önce ya- salaştırmıştı. Bu yasa uygulanmadı; özellikle ban- kacılık ve kimi iç ticaret çevrelerinin isteklerine uy- gun olarak yeniden düzenlendi. Vergi gelirleri art- tınlmadı. O kadar ki 1999 bütçesinin toplam gider- lerinin yüzde 61.4'ünü karşılaması beklenen ver- gi gelirierinin, 2000 yılında bütçe giderlerinin yal- nızca yüzde 51.4'ünü karşılayabileceği öngörülü- yor. Ikincisi, bütçeye 6 katrilyon lira özelleştirme ge- liri aktanlacağı açıklanmaktadır. Bu açıklama bir- çok yönüyle ürkütücüdür. Özelleştirmenin kuram- cı ve savunuculan, ilke olarak özelieştirme gelirie- rinin bütçe açıklannı kapatma amacryla kullanılma- ması gerektiğıni vurguiar. Onlara göre elde edilen gelir yenı yatınmlarda kullanılmalı ya da üretken iş- lerde değeriendirilmelidir. Türkiye, 2000 bütçesi ile bugüne dek benimser göründüğü bu ilkeden ta- mamıyla kopmaktadır. Ek olarak bu tür bir uygu- lamaya IMF'nin de yine kendi ilkeleri doğrultusun- da karşı çıkması gerekir. öyle anlaşılıyor ki IMF Tür- kiye'nin bütçe dengesini sağlamada büyük güç- lükler içinde olduğunu görüyor ve kendi ilkelerin- den ödün veriyor. Gerçekte IMF ödün vermiyor; öy- le görünüyor ve gerçek amacına ulaşıyor. Ulusla- rarası para sermayenin çıkarlanna da uygun ola- rak IMF'nin gerçek amacı Türkiye 1 de KlT'in bir an önce satılmasıdır. Türkiye'de özelleştirme, bugü- ne dek büyük ölçüde kuralsız, ilkesiz ve hazırlık- sız bir talan özelliği taşıyordu. Anlaşılan bu yıl büt- çenin de zoriamasıyla para getiren her şey satı- lacak, daha doğrusu yağmalanacaktır. Çok kazanandan daha çok vergi alacak bir dü- zenlemeye gitmezseniz, en yetkıli ağızların belirt- tiği gibi ekonominizin yarısı kayıt dışı tutulursa ve kamu hizmetlerinde etkinlik sağlayacak önlemle- ri almazsanız geleceğiniz nokta teslim olmaktır. Teslim olduktan sonra nasıl davranacağınızın ka- rarını da teslim alanlar verir; vannızı yoğunuzu ve hesapsız kitapsız bir biçimde sattınhar. Üçüncüsü, bundan önceki yıllarda olduğu gibi bu yıl da başta enflasyon olmak üzere, ekonomik büyüme vb. konulardaki bütçe öngörüleri, büyük olasılıkla gerçekleşmeyecektir. Ancak hükümet, gerek maaş ve ücret artışlannda, gerekse tanm- sal ürün desteklenmesinde bu olmayan ya da sa- nal enflasyon oranıyla işlem yapacaktır. Hükümet, maaş ve ücretleri, 2000'in ilk altı ayın- da yüzde 15, ikincisinde de yüzde 10 arttırabile- cegıni açıklıyor. Neye göre? Tüketici fiyatlarının (TUFE) yüzde 25 olacağı beklentisiyle. Oysa ge- çen yıl ve daha önceki yıllarda buna benzer bek- ientiler bütçe gerekçelerine yazılmış ve bunlann hiç- biri gerçekleşmemıştir. Bu yıl yapılmak ıstenen ne- dir? Enflasyonun 2000'de yüzde 25'e indirileceği biçiminde IMF'ye verilen söz, maaş/ücret artış oranlannın saptanmasına temel oluyor. Ancak or- tada böyte bir enflasyon oranı yok. Gerçek enflasyon, bütçeye ilişkin açıklamaların bir başka yerınde, gizleniyor. O da deflatördür. Türkçesıyle indirgeyicı dedığimiz bu değişken top- lam ulusal üretimin ortalama fiyat artışını verir. Ulu- sal üretim sektörel mal ve hizmet katma değerle- rinin toplamıdır. Bunun ortalama fiyatı enflasyonun gerçek göstergesidir. Hükümet, 2000'de ulusal gelir indirgeyicisinin (deflatörünün) yüzde 43-44 gibi bir düzeyde olacağını açıklamakla gerçekle- şebilecek enflasyon oranını da veriyor. Eskiden bu indirgeyiciye Arapçasıyla zımni deflatör denirdi; zımni, bilindiği gibi, üstü kapalı ya da gizli anlamı- na geliyor. Hükümet, TÜFE yüzde 25 olacak gibi nerden geldiği açık olmayan verileri kullanarak 2000'in gerçek enflasyon oranını gizliyor. Bu kadar halktan yana, açık ya da asıl adlanyla demokratik solcu ulusalcı/milliyetçi bir hükümete bu kadar gizJeme çok görülmemeli! ••• Geçen günlerde iki önemli kültür insanını yitir- dik. Ülkemizde kültürel etkinlikler, dengesiz birda- ğılımla Istanbul'da yoğunlaşıyor. Her gün bıraz da- ha ilkelleşen ve cumhuriyetçi özünden uzaklaşü- nlan Ankara'da Mahmut Tali Öngören, çağdaş sanat ve kültürü ayakta tutmaya çalışıyordu. Hasan Âli Yücel'in Benim Fakirim dediği Fakir Baykurt ise 12 Mart 1971 'de başlayan ve 12 Ey- lül 1980 rejimi ile tepe noktasına ulaşan baskıla- nn yurtdışına attığı gerçek bir sanat insanıydı. Türkiye'nin yaratıcı beyinlerini yıllardır öldüren, ezen, işkenceden geçiren ya da sürgüne gönde- renlere ne demeli? e-posta: yakup@metu.edu.tr Petkim'de otomatik fiyatfandırma • İZ3VÜR (AA) - Petkim Petrokimya Holdıng A.Ş. Yönetim Kurulu Oyesi ve Genel Müdürü Turgut Bozkurt, Petkim ürünlerinin fiyatlarının akaryakıt gibi günlük olarak ayarlanacagını bildirdi. Bozkurt, 1 ekimde başlatılan uygulamayı değerlendirirken "Bundan önce ürün fiyatlanmız ayhk olarak belirleniyordu. Ay içinde dünya piyasalannda meydana gelen iniş ve çıkışlar fiyatlanmıza yansıtılmıyordu" dedi. Bozkurt, Petkim'in benimsediği 3 ayhk kontrat sisteminin bir kısım müşteriler tarafından eleştirildiğini, oysa dünyada 1 yıllık kontratlarla çahşıldığını anlattı. AR-fiE harcamalarında ABD lider • ANKARA (AA) -Bilimsel ve teknolojik sistemin en önemli göstergesi olan araştırma-geliştirme (AR- GE) faaliyetlerine en fazla kaynak ayıran ülke, 193.8 milyar dolar ile ABD oldu. ABD'yi, 82.8 milyar dolarla Japonya ve 39.6 milyar dolarla Almanya izlerken Türkiye ise 1.7 milyar dolarlık AR-GE harcaması ile 17. sırada yer aldı. OECD verilerine dayanılarak yapılan hesaplamaya göre ABD 193.8 milyar dolar AR-GE harcaması yaparken AR-GE harcamasının gayrisafi yurtiçi hasılaya (GSYÎH) oranı yüzde 2,64 oldu. Türkiye'de ise AR-GE harcamalan 1.7 milyar dolar düzeyinde gerçekleşirken GSYÎH'ye oranı yüzde 0.45 düzeyinde.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle