17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 11 EYLÜL1998CUM/ HABERLER Japonlann konuğa saygısı hiç bir yerde değişmiyor. îsteğinizi yerine getirmek için çırpınıyorlar SamuraylarüJkesinde gelenekEROLMANİSALI THY'nın dev Airbus uçağı İstan- bul'dan. hiç durmaksizın. 11.5 saatlik bir uçuştan sonra Tokyo'nun havalirnanı Narita'ya iniyor. Tokvo'da konferanslar vereceğim: bazı üniversiteleri, medya kuruluşlannı. meslek örgütlerini ve Ja- pon Dışişleri BakanJığı 'nı ziyaret edece- ğim, görüş alışverişinde bulunacağım. Narita Havalımanı kente 70-75 km. uzaklıkta. Havalimanında sessiz bir dünya; ses- siz bir kalabalık var. Hemen hemen hep- si Japon: insanlarkendi işlen ile uğraşı- yorlar. Sessiz. sakin. insanın yüzüne \ a bakmıyorlar ya da belli etmeden yan gözle bakıvorlar; göz göze gelince ya görmezlikten geliyorlar ya da önlerine bakıyorlar. Araba otoyoldan Tokyo'ya ilerlıyor. Beyaz dante) iîe kolruk başjarı süslenmiş, tertemız; şoförün elinde be- yaz eldivenler. baştnda birörnek giyilen şapkası. Savgılı. konuşmuyor. dikiz ay- nasından kaçamak >ollu bile bakmıyor. gözlerini önünde uzanan yola dikmiş. Dikkatli. sakin ve saygılı. Sadece işini yapıyor. 10 milyonluk dev kent Tokyo'ya yak- laşıyoruz ya da yaklaştıgımızı sanıyo- rum. Sürekli gidiyoruz; gittikçe binala- nn boyu daha da yükseliyor. Trafik »ıkı- şıklığı. ınsan kalabalığı amyor. Kent merkezi (ya da merkezlerine) yaklaştıgı- mızı anlıyorum. Ybllar oiağanüstü düz- gün. trafik düzenli. ortalıkta hiçbir tra- fik polisi yok. Yol kenarları özenle ağaçlandınlmjş. süslenmiş. Eski Tokyo sokaklannı. geniş caddeleri. nvnnaak Japon evlennı veon- ları ezercesine tepelerinde yükselmiş gökdelenleri iç içe görüvorum. Arada büyük parkların önünden geçiyoruz. Gö\deleri özenle sanlmış ağaçlan hay- ranlık ve biraz da kıskançlıkJa seyredi- yorum. Levent kaldınmlanndaki agaç katli- amını hatırlıyorum. Yollar. kaldınmlar. kaldınmçevreleri lOüzerinden 10. Ama binalar. gelişigüzel sıralanmış yapılar, araya sıkışmış küçük yapılar. devler ve cüceler diyannı anımsatıyor. Otomobı! bir ışıkta duruyor, önümüzden insan se- li geçiyor, sanki Dolmabahçe Stadı bo- şalmış. Arada Buda ve Şinto tapınaklan önün- den geçiyoruz: temiz. pınl pınl. Ve ote- le geliyoruz. Otelin dış kapısında üç kı^- şiselamadurmuş. hazırolda. fektipgiy^" si içinde. tertemiz. Benim hiçbir özelli- 1 ğim yok. her geleni böyle karşılıyorlar: bir bando takımı eksik. Kapımı açıyorlar. inıyorum. herkes hazırolda. 'Hay'diyor. Resepsiyona yü- rürken arkamdan üç kişi uygun adımlar- !a beni ızliyor. Neredeyse izciliğimi ha- tırlayıp ben de uygun adıma geçecegim. Oysa ben. olağan bir otel müşterisi- yim, taksiden inmıs. biri. Resepsiyonda karşımda üç kişi. üçü de bana saygı ve güleryüzle bakıyor, ağ- zımı açıp bir şey sorunca üçü de dikkat kesiliyor. Bu. Japonlann konuğa saygısı: e\de olsun, otelde olsun. hiç değişmiyor. ts- teginizi yerine getirmek için çırpınıyor- lar. Üzülüyorum ve bıraz da vicdan aza- bı çekiyorum. Benim için bu kadar çır- pmmalanna ne gerek var diye düşünüvo- rum. Her yer pınl pınl, her köşe taze çiçek- lerle süslenmiş. Odama, yine *yoğun ne- zanet alünda' çıkıvorum. Odada her şe> bana Japonya'da olduğumu hatırlatıvor: duvardaiki kâğıtlar ve resimler. ortada du- ran çiçek. Japon tarzı sabahJık ve terlik- ler. masada duran bir heykelcik. O bile Japon. Odaya. birsamurai ya da birgey- şa koymadıklan kalmış. Bu. benim Tokyo'ya üçüncü gelişim. Sabah odamın penceresinden Tokyo'ya bakjyorum. 17. kattan Tokyo"da gözüme üç şey ilişiyor. Gülhane Parkı'ndan çok daha küçük iki üç yeşil alan. araya sıkış- mış bir kaç tapmak ve her yeri dolduran dev yapılar. Parklar ve tapınaklar dev beton ve çe- lik yapılann arasında. uzaydan gelen dev yaratıklann ayaklan altında ezilen. dün- yamızın son örnekleri gibi duruyoriar. Şekilsiz. çirkin yaratıklann ezdigi, doga- • Gündüz, kentte kalabalığın içinde yürüyorum. kanncalar gibi kaldınmlan, meydanlan doldurmuş insanlar. Gürültü az, az konuşuyorlar, fazla el kol hareketi yapmıyorlar. Büyük çoğunluğu takım elbise içinde, boyunbağlan takılı. Bunlar kentin çalışanlan. İçe dönük, duygularını ortalıkta açığa vurmayan insanlar. Erkekler çoğunlukta, onlar kentin hâkimi. Bugün kılıç, kama taşımıyorlar, ama giyimleri, onların kent içinde üreten kişiler olduklannı açıklıyor. Tokyo insanını değeriendirirken Avrupa ölçüleri ve gö/Jügü ile bakmak çok >anlış olur diye düşünüyorum. Vaşam bi- çimlcri, mutluluk ve eğlence ölçüleri ve anlavışı kendine özgü bir dünva burası. nın ve tarıhın >,on izleri. Kahvaltımı vapıp 8.20'de otelden ay- nlıyorum, saat tam 9"da görüşmelerim başhyor. hem de milim şaşmadan. Tokyo'nun Insanları Gündüz. kentte kalabalığın içinde yü- rüyorum. kanncalar gibi kaldınmlan. meydanlan doldurmuş insanlar. Gürültü az, az konuşuvorlar. fazla el kol hareketi yapmıyorlar. Büyük çoğunluğu takım elbise içinde. boyunbağlan takılı. Bunlar kentin çalı- şanlan. İçe dönük. duygulannı ortalıkta açığa vurmayan insanlar. Erkekler çoğun- lukta. onlar kentin hâkimi. Bugün kılıç. kama taşımıvorlar. a- ma gjyimJerı. onların kent içinde üreten kı- şıler olduklannı açık- lıyor. Kılıcı \e kama- sı ile dolaşan 'samu- ^raj'çin yenni alan ka- -,,JeO)lİJr. bılgisayarlı, sessız ve bo_\ unları bi- raz da bükük kabada- yılar. Gündüz vakti Tok- yo'nun hâkimleri genç ve orta vaşlı er- kekler. Sabahın kö- ründe evlennden çıkıp iki saati volda harca- yan. işyerıne ulaşıp ögleye kadar çalışan, öğleyin bir bir buçuk saat molada erkek gruplan olarak bir Ja- pon lokantasında, ara- larında bağıra çağıra konuşan. işıne döner- ken kaldırımlarda ye- niden sessızliğe bürü- nen insanlar. Gündüzleri. kadın- lar ortalıkta daha az görülüyor. Erkekler gibı.öğlevemeklerin- de şamau vapmıvor- lar. Zaten önemli bir kısmı ya ev lerınde ço- cukbakıvor ya da ça- lışmıyorlar. Erkeklerın çoğu, akşamüstü iş bitince arkadaş grubu ile lokanta meyhane kan- şımı bir vere gidiyor. Günün içe dönük sessiz. sakin insanlan orada bırdenbire giirültücü ve şamatacı kesiliyorlar. Içki içenler. kafayı bıraz bulanlar gürülrüyü daha da arttınvorlar. Hepsi boyunbağlı. takım elbiseli. ıskemlelerinm vanında iş çantalan bulunan 25-50 yaşları arasında adamlar. Akşam 9-10 dolaylannda Ginza'da yü- rürsenız gruplar halinde binlerce takım elbiseli. çantalı yorgun adamın hafifval- palayarak metronun yolunu tuttuğunu gö- rürsünüz. Ev lerine ulaşmak için daha uzun yol- lan var. Bazılan metroda biraz kestırerek bazılan eve vanr varmaz soluğu yatakta alarak günün yorgunluğunu atmaya çalı- şan yorgun insancıklar. Gece saat 10'dan sonra kentin merke- zındeartık gündüz çalışanlara yer voktur. Sevgilısiv le dışan çıkan. gruplar halinde dolaşan. vanlız tur atan gençler ve de ga- ribanlar. artık gecenın hâkimidirler. Ta- kım elbiseli vebovunbağlılar, artık kaldı- rımlarda pek görülmez. daha çok araba- larının içindedirler. Gençlenn >umuşak soluğunu. az gürültülü kakahalarını Gın- za'da duyarsınız. Amatör bir caz grubu Japonlar her yü düzenli olarak gerçekleştirdikleri festi\allerle gelenekleri- ne ne kadar bağlı olduklannı kanıtlıvorlar. meydanın birköşesinde çalarken öbür kö- şede tahtadan yapılmış Buda heykelcik- lerini satan seyyar satıcı. sessiz sedasız müşteri bekler. İstanbul'un Ortaköv'ünü biraz anımsatsa da gençler oldukça ses- sızdirler. V r anlız dolaşan. ikıli. üçlü grup- lar halinde dolaşan genç kızlar sıkça gö- riilür: ne sataşan ne de yan bakan vardır. Ortalıkta polis bile göremedim. Tokyo"da sekız gün içinde 3 polise rast- ladım desem bana ne bir Pansli. ne bir Nevv Yorklu ne de bir İstanbullu inanır. A- ma bu birgerçek. Tokyo'nun gerçeği. Işıklı Tokyo yollannda. arada berduş- lara da rastladığım oldu. Gürültü yapanına, çevreyı rahatsız ede- nine hiç rastlamadım: Tokyo'nun berduş- ları bile sessiz ve sakin. Avrupa dan farKlı bir dünya Kendi alışkanlıklan, gelenekleri ve kültürü içinde yaşayan bir toplum. Pa- ris'le Londra'yı. Frankfurt'u karşılaştıra- bıliriz. çünkü arada, farklılıklar vanında. Av rupa'ya has bazı ortak noktalar vardır. Ancak Tokyo (ve Japonya) Avrupa'dan apayrı bir dünya. Tokyo'yu kendi ölçüle- ri v e dünyası içinde gönnek, değerlendır- mek gerek. Ekonomik kriz. Tokyo'nun inci gibi bezenmış ge- niş parklanna da yansı- mış. .Vfinik minik mav i naylon çadırlar içinde vatan ışsizler çamaşır- larını ıpe sermışler, bir kısmı -banklara t«aı>-<-' mış. Hava sıcak ve neınlı. >organ gerekmi- vor. Sessizler. gürültü, patırtı yok. varlıklan hissedılmıyor. Iplere asılmış çamaşırlardan. orada insanlann bulun- dugunu anlıyorsunuz. Büyük parkın havnzun- da kuğular alırrüı alım- lı yüzüyor. zengin-fakır ayın etmeden uzun bo- yunlan ile sağı solu sü- züyorlar. fmparatorun sarayı- nı kuşatan park ıse bir başka güzel. Ağaçlar öylesine güzel düzen- lenmiş ki. sanki her bi- ri birheykeltıraşın elin- den çıkmış bir anıt. Seyrek ağaçların altı yemyeşil çimenle kap- lı. uçsuz-bucaksız bir halı. Parkın arkasında imparatorluk sarayının. bü\ ük kesme ta^lardan yapılmış görkemli du- varlan yükselivor. Kö- şelere konan büyük taşlar bir tondan ağır çeker. Düzenli derzlerle konmamış, gali- ba özellıkle böyle yapılmış. Japon kültü- rünün ince v e yumuşak dokusunun. kalın v e koskoca taşlara nasıl yansıtıldığını dü- şünüyorum. Gözümü ayıramıyorum. bir tabloyu seyTedercesine bakakalıyorum. Bu görkemli duvarlann arkasında im- paratoroturuyor. güneşin oğlu olan impa- rator. Gücü sembolik de olsa Japon hal- kınm gözünde ulu ve erişitaez biri. önün- de sadece eğilinebilir, yüzüne bile bakı- lamaz. Imparatorda zaten ortalığa çıkmazmış. Gizemli bir duvar. duvann arkasında, sa- rayında oturan gizemli bir ınsan. Bu ga- liba, Doğu'nun karmaşık dünyasının ka- lan tek örneği. Japon tialkı polftikaya küskün mü? Görüştüğüm öğretim üyeleri. öğrenci- ler. meslek kuruluşu temsılcileri. medya mensuplanndan aldığım ızlenim: Politi- kaya uzak duruyorlar, "poh'tize" değiller. Ben işımi yapanm, gensine aldırmam ha- vası hakim. Böyle olunca, meydan pro- fesyonel politikacıya ve büyük sermaye- ye kalıyor. Politikayı onlar yönetiyorlar. Görünürde, işleyen birdemokrasi var. an- cak gençler, öğretim üyeleri. gönüllü ku- ruluşlan, meslek örgütlen. sendikalarpo- litikaya mesafeli. Sanki, toplumda bir iş bölümü yapılmış, politika belirli çevrele- re bırakılmış. Gençlerde oy verme oranı olağanüstü düşük. İngiltere. Fransa, Almanya ile karşılaş- tınldığmda. bu ülkelerde, saydığım çev- relerin politika içındeki çok aktif katılım- ları düşünüldüğünde. Japonya'nın şaşır- tıcı farkı ortaya çıkıyor. Bunda nelerin et- kısi olabilır diye düşünüyorum, aklıma gelenler şunlar: - Acaba bu durıım Japon toplumsal va- pısınınbırsonucumu?Kollektifolgunun ön plana çıktığı. ''birtjseBiğin''arkada tu- tuldugu bir yapı politikadaki katılımcılı- ğı engelliyor mu? Ulusal kımliğine son derece bağlı ancak. bu ulusal kimliğin oluşturulmasında. katılımcılığın değil de toplumsal geleneklerin önde olduğu bir yapı. doğal olarak, politakaya küskünlük ve mesafe mi yaratıyor? - Savaş sonrasında olağanüstü ekono- mik gelışme gösteren Japonya'da insan- lar göreceli olarak. dünyanın yüzde 90'ına göre çok daha iyi koşullar içine girmişler. Kişi başınagelirdüzeyi olağa- nüstü yüksek, sosyal gereksinimlere dev - let i> i destek veriyor. işsızlik çok düşük. sosyoekonomik altyapı çok iyi. Bu ko- şuilar altında. son 30-40 yılda halk yavaş yavaş polıtikaya aktıf katılımı unutmuş mu* Sadece "büyük pavlaşım ka^gası ya- panlar" mı profesyonel politikacı olarak. bir olıgopol piyasası kunmuşlar? Bu da. akla gelen bir başka neden. - Savaşta Japonya'vı yenen ABD, sa- vaş sonrasında Japonya'nın gözeticisi ve koruyucusu durumuna gelmış. Dayattığı anlaşma ıle Japonya'nın ıç ve dış politi- kastn% ıpoteklerkoymuş. Bu ipotekler bu- gün de geçerlı. Acaba Japon halkının po- lıtikaya küsmesinde bu ipotekJer de etki- li oldu mu° lç politika dış polıtikaya yansıyor Ama ortada yadsınamayacak bir ger- çek var: Gençler oy vermeyegitmıyor. si- yasal partilerle bağlantılan yok gibi, sen- dikalarAv rupa'da anlaşılan biçimde etki- li değiller. Düşünürler, sanatkârlar kendi profes>onel işlerinin dışına çıkmak iste- miyorlar. Japonya'da Avrupa ve Amenka'dan çok farklı bir demokrasi küJtürü olduğu açık. O zaman irdelenmesi gereken soru şu oluyor: Acaba. Japonya"ya özgü bu farklıiık uzun dönemde. sosyoekonomik ve sosyo-politik dengeler açısından bü- yük sorunlar yaratır mı? Bunun yanıtını ancak, Japon düşünürleri v e dışandaki Ja- ponya uzmanlan \erebilirler. ben sadece soruna değinmek istedim. îçeride politikaya küskünlük Japon dış politikasını da etkiliyor, "«dilgen" çizgi- nin devamına yol açıyor. Örneğin. ABD ile yapılmış olan ve Japonya'vı ipotek al- tında tutan anlaşma 50 yıl geçmesine kar- şm toplumda tartışmaya açılamıyor. ka- bulleniliyor. lç politikadaki hareketsizlik dış politikada da hareketsizliğe yol açıyor. Ancak 1990 sonrası gelişmeler ve de- ğişen dünya koşullan Japonya'da. hafıf de olsa bir kıpırdanma yarattı ve dış po- litikada. ABD'ye "danaaz bağımlı" po- litika tartışmalan. en azından gündeme gelmeye başladı. Dikkat edilirse bu bile, "dışaridanjçeriye" biretkilenmedir. iç di- namiklerden kavTiaklanmıyor Japonya'da hâlâ. herkes işini iyi yapsın, başkasının işine kanşmasın düşüncesı ağırlık taşı- yor. BffiBAKIMA SERVER TANİLLİ DüZYAZII ORHAN BİRGtT Okupyazarlık Üstüne... Ağustos sonlannda, bu yılın üniversite sınavla- rında ön sıralarda yer almış gençlerimizden birinin -gazetelere geçen- şu sözlerini duymamış ola- mazsınız: "Kitap okumayı sevmiyorum. Bunun bir eksiklik olduğunu da düşünmüyorum. Kitap oku- madan başanlı olabileceğini de gösterdim." Bir başka şampiyon öğrenci de, şu cevheri yumurt- lamıştı: "Osmanlı medreselerigünümüz üniversi- telerinden daha özgürdü." Geçtikleri kademelere bakarsanız ikisi de okur- yazar. Ama gerçekte öyle mi? Bu soruyu, toplumumuzda başkalarına da ya- yabilirsiniz; politikacılara, çeşıtli meslek erbabına, bu arada ılkokulundan üniversitesine -eğitimin hangi kademesinde olursa olsun- bizzat öğretici- lere kadar genişletebilirsinız. Göreceğiniz şey şu- dur: Ülkemizde okumaz-yazmazlık kadar okurya- zarlık da sorun olup çıkmıştır. Kavramlar kaydınl- mış, çarpıtılmıştır. Bütün bir eğitim sistemimız de, işte böylesi çarpık bir zemin üstünde yükselmek- tedir. Peki, ne anlama geliyor okuryazarlık? Nasıl okuryazar olunur ve nasıl sürdürülür? Çetin sorular, derin bir konu... Son günlerde okuduğum bir kitap, Paulo Fre- ire ile Donaldo Macedo'nun yazdıkları, Serap Ayhan'ın da dilimize -hünerle- çevirip Imge Kita- bevi'nin yayımladığı Okuryazarlık. Sözcükleri ve Dünyayı Okuma adlı eser, konunun nasıl büyük boyutlartaşıdığını, giderek -özgürlük ve özgürleş- tirme ile iç içe- evrensel bir sorun olduğunu orta- ya koyuyor. Üstelik yazarları gibi, kitap da dünya- ca ünlü. Okuma eyleminin önemini gösterirken, okuryazarlık üstüne tekrar düşünen ve düşündü- ren bir çalışma. Özellikle tüm öğretrnenlerı ve eği- ticileri, okuma-yazmanın ne olduguna yeniden bakmaya zorlayan bir inceleme. • Niçin insanların okuması ve yazması gerektiği- nin önemli olduğunu düşünüyoruz? Çünkü, okuma-yazmanın yaran var insanlara. Ama aydınlatıcı ve özgürleştirici olmak yerine, sınırlayıcı ve gerici olan bir okuma-yazmanın ya- rarı ne? Böylece okuma-yazma, aydınlatıcı, giderek öz- gürleştirici olabilmesi için, "insanların kendi ya- şamlanyla doğrudan ilişki" kurmalıdır. Okuma- yazmanın öğrenilmesi "toplumsal"'dırve "toplum- sal pratiklerie gerçekleşir". Okuma-yazmada dilin. özellikle anadilin rolü pek önemli. Öğrencilerin kendi dilı. "özgürleştirici okuma- yazmanın gelişiminde temel" olan, olumlu anlam- da bir kendine değer verme duygusunu geliştir- me aracıdır. Ama hedef, öğrencilerı asla kendi ana- dilleri ile sınırlamak olmamalı. Öğretirken, öğrencilerin bakış açısı da hiçbir za- man gözden kaçınlmamalıfdarîâsı, işe onların bu7.. lunduklan yerden başlamalı. Öğrencileri kendi ger- çeklikleri, bu gerçekliği biçımlendiren kurumlar ve uygulamalar konusunda "eleştirel olma "ya yürek- lendirmeli; öğretmek, öğrencileri "sessizlik kültü- rü"r\ün içinden çıkmaya yetkin kılmaktır. Bunun sonucu olarak "diyalog", öğretici için de öğrenci için de kaçınılmazdır. Okuryazarlık bir yerde, "söz- cükleri ve dünyayı okumak" demektir; yaşamın karşımıza çıkardığı sorulara vereceğimiz yanıtlar da, sözcükleri ve dünyayı kendi okumamızdan çı- karıp verdiğimizde değer kazanırlar. Okumaz-yazmazlık bunalımının genellikle Üçüncü Dünya ülkelerine has olduğunu sanırız; oysa evrensel bir olgudur bu. Geniş ölçüde göz ardı edilen de, yüksek düzeydeki okumaz-yaz- mazlıktır. Ama okumaz-yazmazlık, bir toplumun yalnızca ekonomik düzenini tehdıt etmekle kal- maz, "demokrasinin dokusu"nu tehdit edip "top- lumun demokratik ilkelerinin altını oyar". Buna karşı savaşılmalıdır. Aslında, okuryazarlığa "bir kültürel slyasa biçi- mi olarak" bakılmalıdır. Okuma-yazma 'insanlan ya güçlendirecek ya güçsüzleştirecek biçimde iş- lev gören bir dizi uygulamalar" olarak alındığında anlamlı bir yapı ortaya çıkıyor. Daha geniş anlam- da ise, okuma-yazma, "var olan toplumsal biçim- lenimı yeniden üretmeye mi, yoksa demokratik ve özgürleştirici değişmeyi yükseltmeye mihizmet ettiği" noktasında düğümleniyor Bu açıdan bakıl- dığında, okuma-yazma, harflerı ve sözcükleri "salt mekanik biretkinlik alanı olarak" ele almadaniba- ret olamaz. Peki ne, son bir çözümlemede okuma-yazma? "Öğrenenlerin dünya ile ilişkisi", yani içinde ge- zindikleri en genel toplumsal çevrede gerçekleşen "dünyayı dönüştürme uygulaması"y\a iç içe bir olgu. işte kitabın söylediklerinden bir özet! Görüldüğü gibi, yalnız okumaz-yazmazları de- ğil, okuryazarlan da ilgilendiren. sorgulayıcı, sar- sıcı bir eser karşısındayız. Bu kitabı herkes okumalıdır!.. Marmara Üniversıtesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Hüsamettin Ko- çan anlattı. Birkaç gün önce. Orta Anadolu'daki büyük kentlerden birisinin Fazilet Parti- li Belediye Başkanı, yanında kızı ıle Ko- çan'ı zıyarete gelmiş. Fakültede öğre- nim görmek ısteyen genç kız türbanlı. Başkan baba, bu giyinış bıçimi ile ço- cuğunun fakülteye kaydının yapılmadı- ğını söyleyerek, dekandan çözüm yolu göstermesini istiyor. Hüsamettin Koçan, adının önünde bir de bilimsel sıfat taşıyan Belediye Baş- kant'na kahve ikram ediyor ve çözüm yolunun yönetmeliklere uymak olduğu- nu bilmesi gerektığini yinelıyor. Bir kahve içimlik söyleşiden sonra, baba-kız kayıt işlemlerini tamamlamak için, dekanın yanından ayrılıyorlar. Televizyonlarda önceki gün. bir baş- ka Fazilet Partili politikacının. Abdullah Gül'ün eşinin Ankara Ünıversitesi Dil Ta- rih Coğrafya Fakültesı'nde Arap Dilı ve Edebiyatı öğrenimi görmek ıçın, senar- yosu en ınce ayrıntısına kadar hazırlan- mış bir şova "konu mankenı" olarak ka- tıldığını görmüş olmalısınız. Abdullah Gül de sanırım ısmınin önünde bilimsel sıfat taşıyan eski bir Eşinizi Konu Mankeni Yapar mısmız? öğretim görevlisı. Hem siyasetçi olarak. hem eski bir unıversıte ögretım görevli- sı olarak; yasaları yonetmelikleri bütün ayrıntıları ile bilmesi gerekecek bir ko- numu var. Ama politik ıhtırasıntn ağır basması, üniversitelerin kayıt döneminde partisi- nin sinsice desteklediği türban şovuna renk kattırmak bakımından, on beş yıl önce lise öğrenımıni bitirmiş eşinin de perde ışıkların/n önüne çıkartılmasf için zorluyor. Avukat, noter, medya görevlileri ve Abdullah Gül ile eşi, Ankara Dil Tarih, Coğrafya Fakültesi'nin kayıt bürosunda endam gösteriyorlar. Tabii, en başta "sayın milletvekili" ile eşinin bıldığı, beklediği resmi konuşma- lar ile bir öğrenci adayının fakülteye ka- yıt için hangı türden fotoğrafla başvur- ması gerektiğı bir kez daha anlatılıyor. Avukat müdahalesi, notertutanağı ve eski devlet bakanınm o geceki televiz- yon haberlerı için seçmenlere mesajını içeren sözleri: "Şayet Amerika'da ya da Rusya'da yaşıyor olsaydık başörtülü birinin üni- versiteye kaydı yapılırdı." • • • Yukanda, ıkisi de Fazilet Partili iki po- litikacının türban konusuna yaklaşımları ile iki ayn örneğe yer verdık. Belediye Başkanfnın kimliğini özellik- le yazmadım. Onu yandaşlarına karşı he- def göstenr olmaktan kaçındım. Ama baba-kız ile faküfte dekanı arasın- da geçen konuşmalarda, tarafların soru- nu çözme kavşağında olayı sorun haline getirmeden buluştuklannın örneğini ver- dim. Ikinci örnek. bilinen özdeyışimizde de söylenildiğigibi, "amacıüzümyemekde- ğil; bekçi dövmek" olan ınfıratçı bir poli- tikacı tipınin. evinden öğrenim yaşı hayli geride kalmış eşini alıp medya önünde "konu mankeni" olarak kullanması ile bi- rıncısinin yanında, nasıl çirkınleşiyor... Sepetindeki politik sermayeyi hovar- daca yıyip tüketmekte olan eski Refahlı- lar, Fazilet Partısı'nı ayağa kaidırmak ıçın, genç öğrenci kızlanmız üzerinde kumar oynamaktan çekinmiyorlar. Recai Kutan, türban sorununu bir in- san hakları olayı gibi sunmak ıstıyor. Avrupa insan Haklan Mahkeme- si'nden de dönmüş olan başvuruları unutmuş görünmek isteyen bu tutumun radikal sözcülüğünü yapan gazetenin dünkü sayısının manşeti "Soylu Dire- nişti. Ve o manşetin altında başörtülüle- hn dün de sınavlara alınmadığı haberi vardı. Yönetmelığe uygun olarak gelmedik- lerı için sınava alınmayan, yani bir öğre- nim yılını yitirmek zorunda kalan öğren- ciler... Yine aynı nedenlerle. üniversitelere ve başka eğitim kurumlanna kayrtlannı yap- tıramayarak koskoca bir yılı, yaşamları- na kayıp diye yazdırmaya zorlananlar. Yıtiren onlar, ama bu direnişten siyasi rant bekleyenler sütre gerisindeki çıkar- cılar... Soyluluk bunun neresinde, söyler mi- sınız? Evinden eşini alıp, avukatlı, noterli ka- yıt ışlemıne gidip televızyon kameraları önünde poz verdırerek konu mankeni yapmak mı soylu direnışçilik? Erzurumlu Naim Gölleroğlu Hoca'yı zaman zaman gazetelerden, televizyon ekranlanndan tanımış olmalısınız. Başında sürekli taşıdığı siyah beresi ile Hocayı bazen birfutbol karşılaşmasını izlerken stadyum tribünlerinde, bazen bölücü örgütün zulmettiği bir köyün ca- misinin musallasına sıralanmış cenazele- rin namazını kıldırmak için ön safta gör- düğümü anımsıyorum. Bir keresinde de aynı uçakta bir Anka- ra yolculuğu sırasında tatlı yerel lehçesiy- le yanındaki arkadaşı ile yaptığı konuş- maya ister istemez tanık olmuştum. Naim Hoca dün, çirkin siyaset bezir- gânlan tarafından türban sorunu öğre- nimleri için aşılmaz bir engel gibi önleri- ne konulan genç kızlanmıza seslenmiş. "Islam dini" diyor, "okumayı, öğren- meyiher şeyin üzerinde tutar. Türban yü- zünden okumahakkınızıkullanmakister- ken, devletle karşı karşıyagelmeyin. Tür- ban açmakla insan dininden olmaz. llim daha önemlidir... Okula girerken türban- larınızı çıkartın; ayrıldıktan sonra dilerse- niz örtersiniz." Erzurumlu Naim Hoca'nın bu sade, bu yalın çözüm önerisi, bizim siyaset bezir- gânlarının hiç mı hiç hoşuna gitmeye- cek... Faks: 0212-6770762 [email protected] FP'ü milletvefdlinden rektöre mektupla tehdit SI\'AS (Cumhuriyeı) - FPSıvas Milletvekili Mu- sa Demirci, Cumhuriyet Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. FeritKoçoğluna bir mektup göndererek 2 Temmuz Sıvas kıyımını anımsattı ve 1998-1999 egitim-öğretim yılında Sı- vas'ın sorun yaşamaması için geTeginin yapılması- nı istedi. Fazilet Partisi Sıvas II Başkanı Ziya Şahin tara- fından kamuoyuna açık- lanan mektup, Sıvas"ta "milletvekilinden rektöre ince bir tehdit" olarak vo- rumlandı. Musa Demirci'nin 2 Temmuz 1998 Sıvasolay- lannın yıldönümünde Fe- rit Koçoğlu'na gönderdi- gi mektupta. kentte. üni- versite yönetimine vöne- lik tepkiler olduğu ve hal- kın üniversitedeki uygu- lamalardan rahatsızlık duyduğu öne sürüldü. Demirci. mektubunda özetle şu görüşlere yer v erdı: "Sayın Rektör Be>, bU- diğini/gibi Sıvas kavirnler kapısının buluştuğu yer- dir. Bu yapısından oiınalı ki halkı hassas \e dııv artı- dır. Sıvas'ın gelecekteki huzurve siikûnu üniversi- tedeki huzurla paralel gi- decektir. Çünkü orası ilim vuvasıdır. Oavarmacı gö- riinümündeki ünhersite- ler millet nezdindeçok şey ka> betmişlerdir." \"ÖK tarafından tüm üniversitelerde uygulan- maya başlanılan türbanlı resimle kayıt yasağını uy- gulayan Cumhuriyet Üni- versitesi'ne Sıvas'tan tep- kiler büvüyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle