Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 11 EYLÜL1998CUM/
HABERLER
Japonlann konuğa saygısı hiç bir yerde değişmiyor. îsteğinizi yerine getirmek için çırpınıyorlar
SamuraylarüJkesinde gelenekEROLMANİSALI
THY'nın dev Airbus uçağı İstan-
bul'dan. hiç durmaksizın. 11.5 saatlik bir
uçuştan sonra Tokyo'nun havalirnanı
Narita'ya iniyor. Tokvo'da konferanslar
vereceğim: bazı üniversiteleri, medya
kuruluşlannı. meslek örgütlerini ve Ja-
pon Dışişleri BakanJığı 'nı ziyaret edece-
ğim, görüş alışverişinde bulunacağım.
Narita Havalımanı kente 70-75 km.
uzaklıkta.
Havalimanında sessiz bir dünya; ses-
siz bir kalabalık var. Hemen hemen hep-
si Japon: insanlarkendi işlen ile uğraşı-
yorlar. Sessiz. sakin. insanın yüzüne \ a
bakmıyorlar ya da belli etmeden yan
gözle bakıvorlar; göz göze gelince ya
görmezlikten geliyorlar ya da önlerine
bakıyorlar. Araba otoyoldan Tokyo'ya
ilerlıyor. Beyaz dante) iîe kolruk başjarı
süslenmiş, tertemız; şoförün elinde be-
yaz eldivenler. baştnda birörnek giyilen
şapkası. Savgılı. konuşmuyor. dikiz ay-
nasından kaçamak >ollu bile bakmıyor.
gözlerini önünde uzanan yola dikmiş.
Dikkatli. sakin ve saygılı. Sadece işini
yapıyor.
10 milyonluk dev kent Tokyo'ya yak-
laşıyoruz ya da yaklaştıgımızı sanıyo-
rum. Sürekli gidiyoruz; gittikçe binala-
nn boyu daha da yükseliyor. Trafik »ıkı-
şıklığı. ınsan kalabalığı amyor. Kent
merkezi (ya da merkezlerine) yaklaştıgı-
mızı anlıyorum. Ybllar oiağanüstü düz-
gün. trafik düzenli. ortalıkta hiçbir tra-
fik polisi yok.
Yol kenarları özenle ağaçlandınlmjş.
süslenmiş. Eski Tokyo sokaklannı. geniş
caddeleri. nvnnaak Japon evlennı veon-
ları ezercesine tepelerinde yükselmiş
gökdelenleri iç içe görüvorum. Arada
büyük parkların önünden geçiyoruz.
Gö\deleri özenle sanlmış ağaçlan hay-
ranlık ve biraz da kıskançlıkJa seyredi-
yorum.
Levent kaldınmlanndaki agaç katli-
amını hatırlıyorum. Yollar. kaldınmlar.
kaldınmçevreleri lOüzerinden 10. Ama
binalar. gelişigüzel sıralanmış yapılar,
araya sıkışmış küçük yapılar. devler ve
cüceler diyannı anımsatıyor. Otomobı!
bir ışıkta duruyor, önümüzden insan se-
li geçiyor, sanki Dolmabahçe Stadı bo-
şalmış.
Arada Buda ve Şinto tapınaklan önün-
den geçiyoruz: temiz. pınl pınl. Ve ote-
le geliyoruz. Otelin dış kapısında üç kı^-
şiselamadurmuş. hazırolda. fektipgiy^"
si içinde. tertemiz. Benim hiçbir özelli-
1
ğim yok. her geleni böyle karşılıyorlar:
bir bando takımı eksik.
Kapımı açıyorlar. inıyorum. herkes
hazırolda. 'Hay'diyor. Resepsiyona yü-
rürken arkamdan üç kişi uygun adımlar-
!a beni ızliyor. Neredeyse izciliğimi ha-
tırlayıp ben de uygun adıma geçecegim.
Oysa ben. olağan bir otel müşterisi-
yim, taksiden inmıs. biri.
Resepsiyonda karşımda üç kişi. üçü
de bana saygı ve güleryüzle bakıyor, ağ-
zımı açıp bir şey sorunca üçü de dikkat
kesiliyor.
Bu. Japonlann konuğa saygısı: e\de
olsun, otelde olsun. hiç değişmiyor. ts-
teginizi yerine getirmek için çırpınıyor-
lar. Üzülüyorum ve bıraz da vicdan aza-
bı çekiyorum. Benim için bu kadar çır-
pmmalanna ne gerek var diye düşünüvo-
rum.
Her yer pınl pınl, her köşe taze çiçek-
lerle süslenmiş. Odama, yine *yoğun ne-
zanet alünda' çıkıvorum. Odada her şe>
bana Japonya'da olduğumu hatırlatıvor:
duvardaiki kâğıtlar ve resimler. ortada du-
ran çiçek. Japon tarzı sabahJık ve terlik-
ler. masada duran bir heykelcik. O bile
Japon. Odaya. birsamurai ya da birgey-
şa koymadıklan kalmış.
Bu. benim Tokyo'ya üçüncü gelişim.
Sabah odamın penceresinden Tokyo'ya
bakjyorum. 17. kattan Tokyo"da gözüme
üç şey ilişiyor. Gülhane Parkı'ndan çok
daha küçük iki üç yeşil alan. araya sıkış-
mış bir kaç tapmak ve her yeri dolduran
dev yapılar.
Parklar ve tapınaklar dev beton ve çe-
lik yapılann arasında. uzaydan gelen dev
yaratıklann ayaklan altında ezilen. dün-
yamızın son örnekleri gibi duruyoriar.
Şekilsiz. çirkin yaratıklann ezdigi, doga-
• Gündüz, kentte kalabalığın içinde yürüyorum. kanncalar gibi kaldınmlan, meydanlan
doldurmuş insanlar. Gürültü az, az konuşuyorlar, fazla el kol hareketi yapmıyorlar. Büyük
çoğunluğu takım elbise içinde, boyunbağlan takılı. Bunlar kentin çalışanlan. İçe dönük,
duygularını ortalıkta açığa vurmayan insanlar. Erkekler çoğunlukta, onlar kentin hâkimi. Bugün
kılıç, kama taşımıyorlar, ama giyimleri, onların kent içinde üreten kişiler olduklannı açıklıyor.
Tokyo insanını değeriendirirken Avrupa ölçüleri ve gö/Jügü ile bakmak çok >anlış olur diye düşünüyorum. Vaşam bi-
çimlcri, mutluluk ve eğlence ölçüleri ve anlavışı kendine özgü bir dünva burası.
nın ve tarıhın >,on izleri.
Kahvaltımı vapıp 8.20'de otelden ay-
nlıyorum, saat tam 9"da görüşmelerim
başhyor. hem de milim şaşmadan.
Tokyo'nun Insanları
Gündüz. kentte kalabalığın içinde yü-
rüyorum. kanncalar gibi kaldınmlan.
meydanlan doldurmuş insanlar. Gürültü
az, az konuşuvorlar. fazla el kol hareketi
yapmıyorlar.
Büyük çoğunluğu takım elbise içinde.
boyunbağlan takılı. Bunlar kentin çalı-
şanlan. İçe dönük. duygulannı ortalıkta
açığa vurmayan insanlar. Erkekler çoğun-
lukta. onlar kentin hâkimi. Bugün kılıç.
kama taşımıvorlar. a-
ma gjyimJerı. onların
kent içinde üreten kı-
şıler olduklannı açık-
lıyor. Kılıcı \e kama-
sı ile dolaşan 'samu-
^raj'çin yenni alan ka-
-,,JeO)lİJr. bılgisayarlı,
sessız ve bo_\ unları bi-
raz da bükük kabada-
yılar.
Gündüz vakti Tok-
yo'nun hâkimleri
genç ve orta vaşlı er-
kekler. Sabahın kö-
ründe evlennden çıkıp
iki saati volda harca-
yan. işyerıne ulaşıp
ögleye kadar çalışan,
öğleyin bir bir buçuk
saat molada erkek
gruplan olarak bir Ja-
pon lokantasında, ara-
larında bağıra çağıra
konuşan. işıne döner-
ken kaldırımlarda ye-
niden sessızliğe bürü-
nen insanlar.
Gündüzleri. kadın-
lar ortalıkta daha az
görülüyor. Erkekler
gibı.öğlevemeklerin-
de şamau vapmıvor-
lar. Zaten önemli bir
kısmı ya ev lerınde ço-
cukbakıvor ya da ça-
lışmıyorlar.
Erkeklerın çoğu, akşamüstü iş bitince
arkadaş grubu ile lokanta meyhane kan-
şımı bir vere gidiyor. Günün içe dönük
sessiz. sakin insanlan orada bırdenbire
giirültücü ve şamatacı kesiliyorlar. Içki
içenler. kafayı bıraz bulanlar gürülrüyü
daha da arttınvorlar. Hepsi boyunbağlı.
takım elbiseli. ıskemlelerinm vanında iş
çantalan bulunan 25-50 yaşları arasında
adamlar.
Akşam 9-10 dolaylannda Ginza'da yü-
rürsenız gruplar halinde binlerce takım
elbiseli. çantalı yorgun adamın hafifval-
palayarak metronun yolunu tuttuğunu gö-
rürsünüz.
Ev lerine ulaşmak için daha uzun yol-
lan var. Bazılan metroda biraz kestırerek
bazılan eve vanr varmaz soluğu yatakta
alarak günün yorgunluğunu atmaya çalı-
şan yorgun insancıklar.
Gece saat 10'dan sonra kentin merke-
zındeartık gündüz çalışanlara yer voktur.
Sevgilısiv le dışan çıkan. gruplar halinde
dolaşan. vanlız tur atan gençler ve de ga-
ribanlar. artık gecenın hâkimidirler. Ta-
kım elbiseli vebovunbağlılar, artık kaldı-
rımlarda pek görülmez. daha çok araba-
larının içindedirler. Gençlenn >umuşak
soluğunu. az gürültülü kakahalarını Gın-
za'da duyarsınız. Amatör bir caz grubu
Japonlar her yü düzenli olarak gerçekleştirdikleri festi\allerle gelenekleri-
ne ne kadar bağlı olduklannı kanıtlıvorlar.
meydanın birköşesinde çalarken öbür kö-
şede tahtadan yapılmış Buda heykelcik-
lerini satan seyyar satıcı. sessiz sedasız
müşteri bekler. İstanbul'un Ortaköv'ünü
biraz anımsatsa da gençler oldukça ses-
sızdirler. V
r
anlız dolaşan. ikıli. üçlü grup-
lar halinde dolaşan genç kızlar sıkça gö-
riilür: ne sataşan ne de yan bakan vardır.
Ortalıkta polis bile göremedim.
Tokyo"da sekız gün içinde 3 polise rast-
ladım desem bana ne bir Pansli. ne bir
Nevv Yorklu ne de bir İstanbullu inanır. A-
ma bu birgerçek. Tokyo'nun gerçeği.
Işıklı Tokyo yollannda. arada berduş-
lara da rastladığım oldu.
Gürültü yapanına, çevreyı rahatsız ede-
nine hiç rastlamadım: Tokyo'nun berduş-
ları bile sessiz ve sakin.
Avrupa dan farKlı bir dünya
Kendi alışkanlıklan, gelenekleri ve
kültürü içinde yaşayan bir toplum. Pa-
ris'le Londra'yı. Frankfurt'u karşılaştıra-
bıliriz. çünkü arada, farklılıklar vanında.
Av rupa'ya has bazı ortak noktalar vardır.
Ancak Tokyo (ve Japonya) Avrupa'dan
apayrı bir dünya. Tokyo'yu kendi ölçüle-
ri v e dünyası içinde gönnek, değerlendır-
mek gerek. Ekonomik kriz. Tokyo'nun
inci gibi bezenmış ge-
niş parklanna da yansı-
mış. .Vfinik minik mav i
naylon çadırlar içinde
vatan ışsizler çamaşır-
larını ıpe sermışler, bir
kısmı -banklara t«aı>-<-'
mış. Hava sıcak ve
neınlı. >organ gerekmi-
vor. Sessizler. gürültü,
patırtı yok. varlıklan
hissedılmıyor. Iplere
asılmış çamaşırlardan.
orada insanlann bulun-
dugunu anlıyorsunuz.
Büyük parkın havnzun-
da kuğular alırrüı alım-
lı yüzüyor. zengin-fakır
ayın etmeden uzun bo-
yunlan ile sağı solu sü-
züyorlar.
fmparatorun sarayı-
nı kuşatan park ıse bir
başka güzel. Ağaçlar
öylesine güzel düzen-
lenmiş ki. sanki her bi-
ri birheykeltıraşın elin-
den çıkmış bir anıt.
Seyrek ağaçların altı
yemyeşil çimenle kap-
lı. uçsuz-bucaksız bir
halı. Parkın arkasında
imparatorluk sarayının.
bü\ ük kesme ta^lardan
yapılmış görkemli du-
varlan yükselivor. Kö-
şelere konan büyük taşlar bir tondan ağır
çeker. Düzenli derzlerle konmamış, gali-
ba özellıkle böyle yapılmış. Japon kültü-
rünün ince v e yumuşak dokusunun. kalın
v e koskoca taşlara nasıl yansıtıldığını dü-
şünüyorum. Gözümü ayıramıyorum. bir
tabloyu seyTedercesine bakakalıyorum.
Bu görkemli duvarlann arkasında im-
paratoroturuyor. güneşin oğlu olan impa-
rator. Gücü sembolik de olsa Japon hal-
kınm gözünde ulu ve erişitaez biri. önün-
de sadece eğilinebilir, yüzüne bile bakı-
lamaz.
Imparatorda zaten ortalığa çıkmazmış.
Gizemli bir duvar. duvann arkasında, sa-
rayında oturan gizemli bir ınsan. Bu ga-
liba, Doğu'nun karmaşık dünyasının ka-
lan tek örneği.
Japon tialkı polftikaya
küskün mü?
Görüştüğüm öğretim üyeleri. öğrenci-
ler. meslek kuruluşu temsılcileri. medya
mensuplanndan aldığım ızlenim: Politi-
kaya uzak duruyorlar, "poh'tize" değiller.
Ben işımi yapanm, gensine aldırmam ha-
vası hakim. Böyle olunca, meydan pro-
fesyonel politikacıya ve büyük sermaye-
ye kalıyor. Politikayı onlar yönetiyorlar.
Görünürde, işleyen birdemokrasi var. an-
cak gençler, öğretim üyeleri. gönüllü ku-
ruluşlan, meslek örgütlen. sendikalarpo-
litikaya mesafeli. Sanki, toplumda bir iş
bölümü yapılmış, politika belirli çevrele-
re bırakılmış. Gençlerde oy verme oranı
olağanüstü düşük.
İngiltere. Fransa, Almanya ile karşılaş-
tınldığmda. bu ülkelerde, saydığım çev-
relerin politika içındeki çok aktif katılım-
ları düşünüldüğünde. Japonya'nın şaşır-
tıcı farkı ortaya çıkıyor. Bunda nelerin et-
kısi olabilır diye düşünüyorum, aklıma
gelenler şunlar:
- Acaba bu durıım Japon toplumsal va-
pısınınbırsonucumu?Kollektifolgunun
ön plana çıktığı. ''birtjseBiğin''arkada tu-
tuldugu bir yapı politikadaki katılımcılı-
ğı engelliyor mu? Ulusal kımliğine son
derece bağlı ancak. bu ulusal kimliğin
oluşturulmasında. katılımcılığın değil de
toplumsal geleneklerin önde olduğu bir
yapı. doğal olarak, politakaya küskünlük
ve mesafe mi yaratıyor?
- Savaş sonrasında olağanüstü ekono-
mik gelışme gösteren Japonya'da insan-
lar göreceli olarak. dünyanın yüzde
90'ına göre çok daha iyi koşullar içine
girmişler. Kişi başınagelirdüzeyi olağa-
nüstü yüksek, sosyal gereksinimlere dev -
let i> i destek veriyor. işsızlik çok düşük.
sosyoekonomik altyapı çok iyi. Bu ko-
şuilar altında. son 30-40 yılda halk yavaş
yavaş polıtikaya aktıf katılımı unutmuş
mu* Sadece "büyük pavlaşım ka^gası ya-
panlar" mı profesyonel politikacı olarak.
bir olıgopol piyasası kunmuşlar? Bu da.
akla gelen bir başka neden.
- Savaşta Japonya'vı yenen ABD, sa-
vaş sonrasında Japonya'nın gözeticisi ve
koruyucusu durumuna gelmış. Dayattığı
anlaşma ıle Japonya'nın ıç ve dış politi-
kastn% ıpoteklerkoymuş. Bu ipotekler bu-
gün de geçerlı. Acaba Japon halkının po-
lıtikaya küsmesinde bu ipotekJer de etki-
li oldu mu°
lç politika dış polıtikaya
yansıyor
Ama ortada yadsınamayacak bir ger-
çek var: Gençler oy vermeyegitmıyor. si-
yasal partilerle bağlantılan yok gibi, sen-
dikalarAv rupa'da anlaşılan biçimde etki-
li değiller. Düşünürler, sanatkârlar kendi
profes>onel işlerinin dışına çıkmak iste-
miyorlar.
Japonya'da Avrupa ve Amenka'dan
çok farklı bir demokrasi küJtürü olduğu
açık. O zaman irdelenmesi gereken soru
şu oluyor: Acaba. Japonya"ya özgü bu
farklıiık uzun dönemde. sosyoekonomik
ve sosyo-politik dengeler açısından bü-
yük sorunlar yaratır mı? Bunun yanıtını
ancak, Japon düşünürleri v e dışandaki Ja-
ponya uzmanlan \erebilirler. ben sadece
soruna değinmek istedim.
îçeride politikaya küskünlük Japon dış
politikasını da etkiliyor, "«dilgen" çizgi-
nin devamına yol açıyor. Örneğin. ABD
ile yapılmış olan ve Japonya'vı ipotek al-
tında tutan anlaşma 50 yıl geçmesine kar-
şm toplumda tartışmaya açılamıyor. ka-
bulleniliyor. lç politikadaki hareketsizlik
dış politikada da hareketsizliğe yol açıyor.
Ancak 1990 sonrası gelişmeler ve de-
ğişen dünya koşullan Japonya'da. hafıf
de olsa bir kıpırdanma yarattı ve dış po-
litikada. ABD'ye "danaaz bağımlı" po-
litika tartışmalan. en azından gündeme
gelmeye başladı. Dikkat edilirse bu bile,
"dışaridanjçeriye" biretkilenmedir. iç di-
namiklerden kavTiaklanmıyor Japonya'da
hâlâ. herkes işini iyi yapsın, başkasının
işine kanşmasın düşüncesı ağırlık taşı-
yor.
BffiBAKIMA
SERVER TANİLLİ
DüZYAZII ORHAN BİRGtT
Okupyazarlık Üstüne...
Ağustos sonlannda, bu yılın üniversite sınavla-
rında ön sıralarda yer almış gençlerimizden birinin
-gazetelere geçen- şu sözlerini duymamış ola-
mazsınız: "Kitap okumayı sevmiyorum. Bunun bir
eksiklik olduğunu da düşünmüyorum. Kitap oku-
madan başanlı olabileceğini de gösterdim." Bir
başka şampiyon öğrenci de, şu cevheri yumurt-
lamıştı: "Osmanlı medreselerigünümüz üniversi-
telerinden daha özgürdü."
Geçtikleri kademelere bakarsanız ikisi de okur-
yazar.
Ama gerçekte öyle mi?
Bu soruyu, toplumumuzda başkalarına da ya-
yabilirsiniz; politikacılara, çeşıtli meslek erbabına,
bu arada ılkokulundan üniversitesine -eğitimin
hangi kademesinde olursa olsun- bizzat öğretici-
lere kadar genişletebilirsinız. Göreceğiniz şey şu-
dur: Ülkemizde okumaz-yazmazlık kadar okurya-
zarlık da sorun olup çıkmıştır. Kavramlar kaydınl-
mış, çarpıtılmıştır. Bütün bir eğitim sistemimız de,
işte böylesi çarpık bir zemin üstünde yükselmek-
tedir.
Peki, ne anlama geliyor okuryazarlık? Nasıl
okuryazar olunur ve nasıl sürdürülür?
Çetin sorular, derin bir konu...
Son günlerde okuduğum bir kitap, Paulo Fre-
ire ile Donaldo Macedo'nun yazdıkları, Serap
Ayhan'ın da dilimize -hünerle- çevirip Imge Kita-
bevi'nin yayımladığı Okuryazarlık. Sözcükleri ve
Dünyayı Okuma adlı eser, konunun nasıl büyük
boyutlartaşıdığını, giderek -özgürlük ve özgürleş-
tirme ile iç içe- evrensel bir sorun olduğunu orta-
ya koyuyor. Üstelik yazarları gibi, kitap da dünya-
ca ünlü. Okuma eyleminin önemini gösterirken,
okuryazarlık üstüne tekrar düşünen ve düşündü-
ren bir çalışma. Özellikle tüm öğretrnenlerı ve eği-
ticileri, okuma-yazmanın ne olduguna yeniden
bakmaya zorlayan bir inceleme.
•
Niçin insanların okuması ve yazması gerektiği-
nin önemli olduğunu düşünüyoruz?
Çünkü, okuma-yazmanın yaran var insanlara.
Ama aydınlatıcı ve özgürleştirici olmak yerine,
sınırlayıcı ve gerici olan bir okuma-yazmanın ya-
rarı ne?
Böylece okuma-yazma, aydınlatıcı, giderek öz-
gürleştirici olabilmesi için, "insanların kendi ya-
şamlanyla doğrudan ilişki" kurmalıdır. Okuma-
yazmanın öğrenilmesi "toplumsal"'dırve "toplum-
sal pratiklerie gerçekleşir".
Okuma-yazmada dilin. özellikle anadilin rolü pek
önemli.
Öğrencilerin kendi dilı. "özgürleştirici okuma-
yazmanın gelişiminde temel" olan, olumlu anlam-
da bir kendine değer verme duygusunu geliştir-
me aracıdır. Ama hedef, öğrencilerı asla kendi ana-
dilleri ile sınırlamak olmamalı.
Öğretirken, öğrencilerin bakış açısı da hiçbir za-
man gözden kaçınlmamalıfdarîâsı, işe onların bu7..
lunduklan yerden başlamalı. Öğrencileri kendi ger-
çeklikleri, bu gerçekliği biçımlendiren kurumlar ve
uygulamalar konusunda "eleştirel olma "ya yürek-
lendirmeli; öğretmek, öğrencileri "sessizlik kültü-
rü"r\ün içinden çıkmaya yetkin kılmaktır. Bunun
sonucu olarak "diyalog", öğretici için de öğrenci
için de kaçınılmazdır. Okuryazarlık bir yerde, "söz-
cükleri ve dünyayı okumak" demektir; yaşamın
karşımıza çıkardığı sorulara vereceğimiz yanıtlar
da, sözcükleri ve dünyayı kendi okumamızdan çı-
karıp verdiğimizde değer kazanırlar.
Okumaz-yazmazlık bunalımının genellikle
Üçüncü Dünya ülkelerine has olduğunu sanırız;
oysa evrensel bir olgudur bu. Geniş ölçüde göz
ardı edilen de, yüksek düzeydeki okumaz-yaz-
mazlıktır. Ama okumaz-yazmazlık, bir toplumun
yalnızca ekonomik düzenini tehdıt etmekle kal-
maz, "demokrasinin dokusu"nu tehdit edip "top-
lumun demokratik ilkelerinin altını oyar".
Buna karşı savaşılmalıdır.
Aslında, okuryazarlığa "bir kültürel slyasa biçi-
mi olarak" bakılmalıdır. Okuma-yazma 'insanlan
ya güçlendirecek ya güçsüzleştirecek biçimde iş-
lev gören bir dizi uygulamalar" olarak alındığında
anlamlı bir yapı ortaya çıkıyor. Daha geniş anlam-
da ise, okuma-yazma, "var olan toplumsal biçim-
lenimı yeniden üretmeye mi, yoksa demokratik
ve özgürleştirici değişmeyi yükseltmeye mihizmet
ettiği" noktasında düğümleniyor Bu açıdan bakıl-
dığında, okuma-yazma, harflerı ve sözcükleri "salt
mekanik biretkinlik alanı olarak" ele almadaniba-
ret olamaz.
Peki ne, son bir çözümlemede okuma-yazma?
"Öğrenenlerin dünya ile ilişkisi", yani içinde ge-
zindikleri en genel toplumsal çevrede gerçekleşen
"dünyayı dönüştürme uygulaması"y\a iç içe bir
olgu.
işte kitabın söylediklerinden bir özet!
Görüldüğü gibi, yalnız okumaz-yazmazları de-
ğil, okuryazarlan da ilgilendiren. sorgulayıcı, sar-
sıcı bir eser karşısındayız.
Bu kitabı herkes okumalıdır!..
Marmara Üniversıtesi Güzel Sanatlar
Fakültesi Dekanı Prof. Hüsamettin Ko-
çan anlattı.
Birkaç gün önce. Orta Anadolu'daki
büyük kentlerden birisinin Fazilet Parti-
li Belediye Başkanı, yanında kızı ıle Ko-
çan'ı zıyarete gelmiş. Fakültede öğre-
nim görmek ısteyen genç kız türbanlı.
Başkan baba, bu giyinış bıçimi ile ço-
cuğunun fakülteye kaydının yapılmadı-
ğını söyleyerek, dekandan çözüm yolu
göstermesini istiyor.
Hüsamettin Koçan, adının önünde bir
de bilimsel sıfat taşıyan Belediye Baş-
kant'na kahve ikram ediyor ve çözüm
yolunun yönetmeliklere uymak olduğu-
nu bilmesi gerektığini yinelıyor.
Bir kahve içimlik söyleşiden sonra,
baba-kız kayıt işlemlerini tamamlamak
için, dekanın yanından ayrılıyorlar.
Televizyonlarda önceki gün. bir baş-
ka Fazilet Partili politikacının. Abdullah
Gül'ün eşinin Ankara Ünıversitesi Dil Ta-
rih Coğrafya Fakültesı'nde Arap Dilı ve
Edebiyatı öğrenimi görmek ıçın, senar-
yosu en ınce ayrıntısına kadar hazırlan-
mış bir şova "konu mankenı" olarak ka-
tıldığını görmüş olmalısınız.
Abdullah Gül de sanırım ısmınin
önünde bilimsel sıfat taşıyan eski bir
Eşinizi Konu Mankeni Yapar mısmız?
öğretim görevlisı. Hem siyasetçi olarak.
hem eski bir unıversıte ögretım görevli-
sı olarak; yasaları yonetmelikleri bütün
ayrıntıları ile bilmesi gerekecek bir ko-
numu var.
Ama politik ıhtırasıntn ağır basması,
üniversitelerin kayıt döneminde partisi-
nin sinsice desteklediği türban şovuna
renk kattırmak bakımından, on beş yıl
önce lise öğrenımıni bitirmiş eşinin de
perde ışıkların/n önüne çıkartılmasf için
zorluyor.
Avukat, noter, medya görevlileri ve
Abdullah Gül ile eşi, Ankara Dil Tarih,
Coğrafya Fakültesi'nin kayıt bürosunda
endam gösteriyorlar.
Tabii, en başta "sayın milletvekili" ile
eşinin bıldığı, beklediği resmi konuşma-
lar ile bir öğrenci adayının fakülteye ka-
yıt için hangı türden fotoğrafla başvur-
ması gerektiğı bir kez daha anlatılıyor.
Avukat müdahalesi, notertutanağı ve
eski devlet bakanınm o geceki televiz-
yon haberlerı için seçmenlere mesajını
içeren sözleri:
"Şayet Amerika'da ya da Rusya'da
yaşıyor olsaydık başörtülü birinin üni-
versiteye kaydı yapılırdı."
• • •
Yukanda, ıkisi de Fazilet Partili iki po-
litikacının türban konusuna yaklaşımları
ile iki ayn örneğe yer verdık.
Belediye Başkanfnın kimliğini özellik-
le yazmadım. Onu yandaşlarına karşı he-
def göstenr olmaktan kaçındım.
Ama baba-kız ile faküfte dekanı arasın-
da geçen konuşmalarda, tarafların soru-
nu çözme kavşağında olayı sorun haline
getirmeden buluştuklannın örneğini ver-
dim.
Ikinci örnek. bilinen özdeyışimizde de
söylenildiğigibi, "amacıüzümyemekde-
ğil; bekçi dövmek" olan ınfıratçı bir poli-
tikacı tipınin. evinden öğrenim yaşı hayli
geride kalmış eşini alıp medya önünde
"konu mankeni" olarak kullanması ile bi-
rıncısinin yanında, nasıl çirkınleşiyor...
Sepetindeki politik sermayeyi hovar-
daca yıyip tüketmekte olan eski Refahlı-
lar, Fazilet Partısı'nı ayağa kaidırmak ıçın,
genç öğrenci kızlanmız üzerinde kumar
oynamaktan çekinmiyorlar.
Recai Kutan, türban sorununu bir in-
san hakları olayı gibi sunmak ıstıyor.
Avrupa insan Haklan Mahkeme-
si'nden de dönmüş olan başvuruları
unutmuş görünmek isteyen bu tutumun
radikal sözcülüğünü yapan gazetenin
dünkü sayısının manşeti "Soylu Dire-
nişti. Ve o manşetin altında başörtülüle-
hn dün de sınavlara alınmadığı haberi
vardı.
Yönetmelığe uygun olarak gelmedik-
lerı için sınava alınmayan, yani bir öğre-
nim yılını yitirmek zorunda kalan öğren-
ciler...
Yine aynı nedenlerle. üniversitelere ve
başka eğitim kurumlanna kayrtlannı yap-
tıramayarak koskoca bir yılı, yaşamları-
na kayıp diye yazdırmaya zorlananlar.
Yıtiren onlar, ama bu direnişten siyasi
rant bekleyenler sütre gerisindeki çıkar-
cılar...
Soyluluk bunun neresinde, söyler mi-
sınız?
Evinden eşini alıp, avukatlı, noterli ka-
yıt ışlemıne gidip televızyon kameraları
önünde poz verdırerek konu mankeni
yapmak mı soylu direnışçilik?
Erzurumlu Naim Gölleroğlu Hoca'yı
zaman zaman gazetelerden, televizyon
ekranlanndan tanımış olmalısınız.
Başında sürekli taşıdığı siyah beresi ile
Hocayı bazen birfutbol karşılaşmasını
izlerken stadyum tribünlerinde, bazen
bölücü örgütün zulmettiği bir köyün ca-
misinin musallasına sıralanmış cenazele-
rin namazını kıldırmak için ön safta gör-
düğümü anımsıyorum.
Bir keresinde de aynı uçakta bir Anka-
ra yolculuğu sırasında tatlı yerel lehçesiy-
le yanındaki arkadaşı ile yaptığı konuş-
maya ister istemez tanık olmuştum.
Naim Hoca dün, çirkin siyaset bezir-
gânlan tarafından türban sorunu öğre-
nimleri için aşılmaz bir engel gibi önleri-
ne konulan genç kızlanmıza seslenmiş.
"Islam dini" diyor, "okumayı, öğren-
meyiher şeyin üzerinde tutar. Türban yü-
zünden okumahakkınızıkullanmakister-
ken, devletle karşı karşıyagelmeyin. Tür-
ban açmakla insan dininden olmaz. llim
daha önemlidir... Okula girerken türban-
larınızı çıkartın; ayrıldıktan sonra dilerse-
niz örtersiniz."
Erzurumlu Naim Hoca'nın bu sade, bu
yalın çözüm önerisi, bizim siyaset bezir-
gânlarının hiç mı hiç hoşuna gitmeye-
cek...
Faks: 0212-6770762
obirgit@posta.cumhuriyetcom.tr
FP'ü milletvefdlinden
rektöre mektupla tehdit
SI\'AS (Cumhuriyeı) -
FPSıvas Milletvekili Mu-
sa Demirci, Cumhuriyet
Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. FeritKoçoğluna
bir mektup göndererek 2
Temmuz Sıvas kıyımını
anımsattı ve 1998-1999
egitim-öğretim yılında Sı-
vas'ın sorun yaşamaması
için geTeginin yapılması-
nı istedi.
Fazilet Partisi Sıvas II
Başkanı Ziya Şahin tara-
fından kamuoyuna açık-
lanan mektup, Sıvas"ta
"milletvekilinden rektöre
ince bir tehdit" olarak vo-
rumlandı.
Musa Demirci'nin 2
Temmuz 1998 Sıvasolay-
lannın yıldönümünde Fe-
rit Koçoğlu'na gönderdi-
gi mektupta. kentte. üni-
versite yönetimine vöne-
lik tepkiler olduğu ve hal-
kın üniversitedeki uygu-
lamalardan rahatsızlık
duyduğu öne sürüldü.
Demirci. mektubunda
özetle şu görüşlere yer
v erdı:
"Sayın Rektör Be>, bU-
diğini/gibi Sıvas kavirnler
kapısının buluştuğu yer-
dir. Bu yapısından oiınalı
ki halkı hassas \e dııv artı-
dır. Sıvas'ın gelecekteki
huzurve siikûnu üniversi-
tedeki huzurla paralel gi-
decektir. Çünkü orası ilim
vuvasıdır. Oavarmacı gö-
riinümündeki ünhersite-
ler millet nezdindeçok şey
ka> betmişlerdir."
\"ÖK tarafından tüm
üniversitelerde uygulan-
maya başlanılan türbanlı
resimle kayıt yasağını uy-
gulayan Cumhuriyet Üni-
versitesi'ne Sıvas'tan tep-
kiler büvüyor.