19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 ŞUBAT 1998 PERŞEMBE 12 KULTUR Kenter Tiyatrosu'ndan aşk, dostluk ve sevgi üstüne kurulu bir oyun: 'Helen' Ruh ve bedeııin çatışüğı aşk.•.NURDAN CİHANŞÜMUL Kenter Tıyatrosu, Eric Emmanuel Schmitt'ın son yapıtı 'Variatons Enig- matique'i sahnelemeye başlıyor. Müşfik Kenteıt Abel Znorko) ve Bekir Aksoy'un (Erik Larsen) rol aldığı 'Helen' isimli oyunun yönetmeni Mehmet Birkiye. Se- rap Babür'ün Türkçeleştırdıği oyunda dekor tasanmıru Osman Şengezer üst- lenmiş. !lk kez 1996 yılının eylül ayında Paris"te Theatre Marigny'de sahnelenen oyunda Alain Delon \ e Francis Huster rol almıştı. Elgar'ın Enigma Çeşitlemeleri üzeri- ne kurulu oyunda. kuzeyde tek başına yaşayan Nobel Ödüllü yazar Abel Znor- ko ile onunla görüşmeye giden gazeteci Erik Larsen'in arasında geçenler anlatı- lıyor. Yazar, Helen isimli sevgilisiyle 12 yıl süren mektuplaşmalannı kitap haline getirmiş ve kitaptan elde edilen gelirin tü- münü de bir hastalıkla mücadele eden bir derneğe bırakmıştır. Çok kaü kural- lara sahip gibi görünen. aslında kendi içinde birçok karmaşa yaşayan Znorko, tek başına yaşayarak bunlardan kurtulma- ya çalışmaktadır. Söyleşi ilerledikçe ya- zar. Helen'in mektuplaşmaya başladıkla- nndan kısa bir süre sonra öldüğünü ve mektuplan gazetecinin yani Helen'in eşi- nin yazdığinı öğrenir. Helen, aslında in- san ruhunun karşı cinse gereksinim duy- maksızın bir aşkı yaşayabildiğini anlatı- yor. Aşk öyküsünde insan ruhuyla insan bedeninin çatışması yansıtılıyor. Kafası kanşan yazar, mektuplan yazan kişinin aslında bir kadın değil de erkek olduğu- nu öğrendiğinde aşk nedir, aşkta cinsiyet var mıdır gibi sorulan sormaya başlar. Oyun 12 Şubat'tan itibaren Kenter Ti- yatrosu'nda sahnelenmeye başlayacak. Müşfik Kenter, oyunu kendilerine Se- rap Babür'ün önerdiğini, çeviriyi okuduk- tan sonra çok beğendıklerini ve oyunu sah- nelemeye karar verdiklerini söylüyor. 'Heten'i son yıllarda çıkan en hi oyunlar- dan biri' olarak değerlendiren Kenter, 'son zamanlardaiçerikUve duygusal oyun- lar çıkmıyor. Bu ise aşk, sevgi ve dostluk üstüne kurulu çok güzel bir oyun' diyor. . elett, aşk, sevgi ve dostluk üzerine kurulu çok güzel bir oyun Müşfik Kenter V gö're. Canlumlırdığı yazar Abel Znorko ise 'sevgi dolu olmasma rağmen bunlardan kaçan, yazar olduğu için evlenmekten korkan ancuk ınüthiş bir aşk yaşayan insan' Müşfik Kenter için aşk ise tam unlaımyla sevgi, insan sevgisi, doğa sevgisi. Oyunda canlandırdığı Alber Znorko'yu ise 'sevgi dolu oimasına rağmen bunlar- dan kaçan, yazar olduğu için evlenmek- ten korkan ancak miithiş bir aşk yaşayan birinsan' olarak tanımlıyor.Müşfık Ken- ter için aşk ise tam anlamıyla sevgi, in- san sevgisi, doğa sevgisi... Kenter, oyunda çok fazla değişikliğe ge- rek duymadıklannı, yalruzca Türkçeye ters gelen bazı şeyleri değiştirdiklerini söy- lüyor. Asıl adı Varitions Enigmatique olan oyunun ismini Helen olarak değiş- tirmelerinin nedeni ise enigma sözcüğü- nü Türkçeleştirmenin zor olması. 'Helen'in yönetmeni Mehroet Birkiye ise oyunu 'son yıllarm dramatik olarak en etldfi oyunlanndan biri' olarak tanım- lıyor: "Oyumın ashnda bütün güzeffiği çok kanşık bir dokuyu çok sade ve etkili bir şekikle anlatması. Birdedektif hikâyesi gi- bi sürprizlerle dolu olan oyun, bunu aşk vesevgi boyutundaele ahyor. Bizde bu çar- pıahğı kaybetmeden bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Aşkı her yerde, her durum- da yakalamak mümkün. Yeter ki siz bu- nu yakalamaya istekü olun." Oyunda gazeteci Erik Larsen'i canlan- dıran BekirAksoyisebu rolûn kendisi için oldukça önemli olduğunu vurguluyor. "Okuldan mezun okuığumda böyle uzun bir rol oynanuşüm. C ç dört senedir bu ka- dar uzun ve sûrekliUği olan bir rol oyna- madun.Aynca Müşfik Kenter'le aynısah- nede ohnak çok büyük bir şans." Aksoy canlandırdığı rolün insan ola- rak duyarlılığıyla ve sevgisiyle çok gü- zel bir rol olduğunu düşünüyor. 'Oyun- da çok ufak ve çok büyük duygular bir arada-L'faksandığınızşeyierinçokböyû- düğünü, çok büyük sandıguuz şeylerin de ashndane kadar sıradanolduğunugö- rüyorsunuz. Sürekli bir şaşırmaca var. Oyunun genelinden hem seyirci hem de oyuncu büyük zevk alacak." Biyogrnfikfılmlerin gerçekleriyansıtmaktan çok kurgusalıyeğlediği savunuluyor Gerçek yaşamdan seçilmiş bir öyküKültür Servisi - "Eskiden birileri ünlü olduğunda haklannda kitaplar yazılır, bu kitaplara biyografi' denirdi. Sonra filmler. daha sonra da 'biyografik filmler' çıku ortaya. Büyük hata!" sözleriyle başlıyor Kevin Maber 'Independent - Eye'dakı yazısına. Akademisyen George F Custen 1993 yılında biyografik filmler üzerine yapılmış ilk yetkin ve güvenilir kitaba imzasıni atmıştı. Kıtabın adı 'Bk> / pics: How HoHywood Constructed Public History' idi. Custen, bu çalışmasında otobiyografik sinemanın 'Just For life' ya da 'Amadeus' gibi örneklerle gelişme gösterdıkten sonra 1980'lerden başlayarak acele tarafindan kotanlmış, standart ve sıkıcı televizyon projelerine kurban edilerek ölü bir tür haline geldiğini dile getiriyordu. Ancak Custen ve fikirlerini savunanlar, diğerlerini düş kınklığma uğratacak olsa da son yıllarda biyografik sinemada bir canlanma gözlenmekte. Yazar ve sinema tarihçisi David Thompson ise biyografik sinema olarak gündeme gelen bu yeni türün, gerçekleri yansıtmaktan çok kurgusal olanla flört ettiğıni savunuyor. 30'a yakın yeni biyografik film Henüz 1998"in ilk aylannda olduğumuz şu dönemde 30 civannda biyografik fılm çalışmasından söz ediliyor. Bu filmlerin arasında Che Guevara, Emiliano Zapata ve Adolf Hitter gibi polıtik figürler, Montgomen Clift, James Dean ve Robert Mitchum gibi film yıldızlan. Brian Jones, John Lennon ve Jacqueline Du Pre gibi müzisyenlerin yaşamlannı konu alan çalışmalar var. Janis Joplin, Joan of Arc ve Dean Martin üzerine ikişer film hazırlanıyor. Gündemdeki tasanlar arasında James Joyce, Christopher Marlowe ve Alexander The Greafın yaşamlannı konu alan filmler de yer almakta. Kuşkusuz tüm bu çalışmalann hedefi, konu ve malzeme kıtlığı çeken sinema eksenli kültürümüzü doyuma ulaştırmak. Yazar ve suıema tarihçisi David Thompson ise konuyla ilgili görüşlerini şöyle dile getıriyor: "Her fflm bir öyküdür ve öyküde anlaülan insanlar, edimlerinde inandına ohnak eğilimi gösteriıier. Oysa ki biyografide kişiler sıkınü ve şüphe ile kuşaülmış durumdadırlar. Bunlar gerçek yaşamda karşüaşnğuıuz şeylerdir, öykülerde değü." Biyografik sinema, Aristoteles'ten Coen kardeşlere dek uzanan öykü anlatma geleneğine de ters düşüyor. Bu bir iş. Orta\a ko> mak zorunda olduğunuz yaşamla ilgili birtakun gerçekler, özgürce öykü anlatabOmenize engel oluyoriar. OscarWDde'ın yaşamını konu alan 'VVllde' isimli fiimın yapımcısı Marc SamueJson, biyografik sınemayk» yapılmaya çalışılanı şöyle açıklıyor: "Anlatmakta olduğunuz yaşanun özüdür sizi ilgilendiren. Bu yaşanun kapsadığı her anı iki saatin içine stğdırmaıuz mümkün değüdir. Bu yüzden de bazı seçimler yapmak zorunda kaursınız. Sonuçta ortaya çıkan. gerçeğin küçük ayruıülannı yok sa>arak anlattığınu büyük bir öyküdür.". Zaman kısıtlaması. biyografik sinemanın çözümsüz sorunu. Gerçek bir yaşamdan ancak seçilmiş bir öykü taşınabiliyor beyazperdeye, Wilde'ın kıbirliliği ya da Pkâuso'nun kaprisleri gibi. öte yandan fılme konu olan kişinin yaşamıyla ilgili çok özel aynntılara da tanık oluyor izleyici. Wilde'ın eşcınsel, Andy NVarhol'un utangaç, Larry Fh/nt'in ne denlı küstah olduğunu anlıyorsunuz. Bu noktada David Thompson'ın şu sözleri geliyor akla: "Gerçek, kesin ve özeJdir, filmler ise herkes için.". Biyografik sinemada söz konusu olan diğer bir sorun da perdede olup bitenin izleyici için inandıncılık kazanabilmesi. lzleyicinın Anthony Hopkins'in kurgusal bir karakter değil de Picasso olduğu, ya da Stephen Fry'ın bir Oscar Wılde olduğu yolunda ikna edilebibnesi oldukça güç görünüyor. Thompson'a göre de bu, aktöre ve hikâyesi anlatılmakta olan kişinin bizim belleğimizde etmiş. olduğu yere yapılan ciddi bir saldın. Bu noktada en büyük yanılgı kaynağıysa bugüne dek yapılmış çok büyük filmlerin, örneğin 'Yurttaş Kane', 'Ben Hur' ya da 'Baba'nın birer biyografik sinema örneği olmalan. Oysa ki bu filmlerin gerçeklere tutsaklık etmediği, bağımsız öykü anlatımına açık olduğu ve tam anlamıyla kurgusal bırer dönem filmi sayılabileceğini anlamak hıç de güç değil. Hastauk, düşkınkhğı ve arayış içinde geçen 8 yıl boyunca birçok yapıt üreten D. H. Lavvrence, kız arkadaşı Frieda ile. D. H. Lawrence'ın yaşamının yolculuklarla geçen 8 yılı yayımlandı Yokuluklarla beslenen üretkenlikKültür Servisi -Ingilız ede- biyatının aykın yazan D. H. Lawrence'ın yaşamının son dönemindeki yolculuklannı konu alan bir kitap yayımlan- dı. David EIKs, imzasını taşı- yan kitap, ünlü yazann yaşa- möyküsünü kapsayan bir üç- lemenin son bölümünü oluş- turuyor. 1885 yılında Ingilte- re'deEasrvvood'dabirmaden- cinin oğlu olarak dûnyaya ge- len Lavvrence'ın çocukluk ve gençlik yıllan John Worthen, orta yaşlan da Mark Kinke- adAVeekes tarafindan kaleme alınrruştı Güç ve direnç David Ellis, ashnda Lawren- ce'ın yaşamının en zor bölü- münü aktanyor okura. D. H. Lawrence'ın yazmak için öz- gürbirortam aradığı yolculuk yıllan yazann kişiliğiyle ilgi- li pek çok tutarsız veriyi bir araya getirse de David Ellis bu karmaşık detaylann içinden oldukça net ve belirgin bir D. H. Lawrence portresi çıkar- mayı başanyor. D. H. Lawrence. başkayer- lerde daha az tutucululda kar- şılaşacağını umarak 1919 yı- hndaülkesinı, hatta Avrupa'yı terk etmışti. 1922 yılındaİcı Seylan ziyareti sırasında ya- kın arkadaşlan ressam Earl ve Achsah Brewster'in ısrar- lanna karşın Buda'nm izini sürmeyi reddetti yazar. Başta cinsellik ohnak üzere bütün in- sansal yetilerin serbestçe ge- lişip serpilmesi gerektiği dü- şüncesini savunan. heyecan duygusunu yaşamın ve sana- tın denktaşı sayan Lavvren- ce'ın Buda'yı izlemesi de bek- lenemezdi. Lavvrence 'ın yaşamı 'güç' ve 'direnç' kelimeleriyle özet- lenebılır. Yaşama, evhliğe, in- sanlara, yokluğa ve hastalığa direndi yaşamı boyunca. Insa- ran sadece yaşama karşı bir şeyler kazarursa başanh sa- yüabileceğine inanıyordu. Si- nirli, huzursuz, rahatsız, uyum- suz bir yapıya sahip olan ya- zar, bütün bu olumsuz yönle- rine karşın çalışkan, komik, korkusuz kişiliğiyle beğeni topluyordu. D. H. Lawrence, yaşamöy- küsünün üçüncü bölümünde ele alınan sekiz yıl boyunca pek çok yoksunluk, hastalık, hayal kınklığı ve arayışla uğ- raşmasına karşın pek çok ya- pıt koydu ortaya. Lawrence ve birlikte yaşadığı Frieda, Rainbow adlı yapıtın lngilte- re'de yasaklanmasının ardın- dan ajanlık suçlamalanyla Cornwaü'den kovulmuştu. Amerika'da yayımlanan 'W>- men in Love' ise Ingiltere'de ancak beş yıl sonra ulaşabil- mişti okura. Lavvrence, Ingiltere'den ay- nldıktan sonra 'Bir daha o topraklan evim diye nitelen- dirmeyeceğim' diye söz ver- mişti kendisine, ancak Frieda, Yeni Meksika'nm yerlileriy- le yakaladı. 1923 'te de tekrar başladı yolculuklanna. Kızıl- derililerin kültüründen sonra Aztek kültürünü tanıdı. Mek- sika, Kuzey Amerika, New York, Kaliforniyaziyaretleri- nin ardından önce Meksika'ya ardından da Frieda'nın ısrar- lanyla îngiltere'ye döndü. 1924 yılındaki Amerika ziya- retinin ardından da Avrupa tu- runa başladı yazar. Yaşamı- nın son dört yılı boyuca Al- manya, Avusturya, Isviçre, Fransa Alpleri ve ltah/a ara- sında sürdürdü yolculuklan- nı. Gittiği yerlerden etkilen- mesine karşın yazdıklannı çok da fazla tecrübelerine dayan- dırmıyordu Lavvrence. Göz- lem yeteneğinden çok hayal gücüyle besliyordu yapıtlan- JL 922-30 yıllan arasında tam bir gezgin yaşamı süren Lavvrence, yaşamının düzensizliğine karşın çok sayıda yapıt ortaya koydu. Bu dönemde aslında otoriter, baskıcı bir yapıya sahip olan yazar, her türlü ilişkide eşitlik ilkesini savunmaya, doğaya dönmeye ve sansürle mücadele etmeye başladı. Îngiltere'ye dönüp eski koca- sından olan çocuklannı göre- bilmek için baskı uyguluyor- du yazara. Sanayi uygarlığı- nı, duygulan köstekleyen ah- lak ve dınleri içgüdüleri yoz- laştırmakla suçlayarak kaçışı önce Doğu'da daha sonra da 'Yeni Dünya'da aradı. David AJlis, Lawrence'ın yazar olmasaydı dünyanm ilk seyahat acentesini kurabile- ceğine değiniyor kitabında. 1922-30 yıllan arasmda tam bir gezgin hayatı süren Lavv- rence, yaşamının düzensizli- ğine karşın çok sayıda yapıt or- taya koydu bu dönemde. An- cak üretkenliğini bu geziler- le besliyordu yazar. Yeni Mek- sika'ya yerlesene kadarAvust- ralya, Yeni Zelanda, Tahiti ve San Francisco'yu ziyaret et- mişti. Aradığı huzuru ancak ru. David Ellis'inbelirttiği gi- bi sabırsızbiryazardı. Avust- ralya'da kaleme aldığı 'Kang- roo' adlı romanı yazmaya bu kıtaya ayak basar basmaz baş- lamıştı. Klasik Amerikan Ede- biyatı üzerine yazdığı maka- lelerden oluşan 'Studies in ClassJc American Literature' adlı yapıtı da Ingiltere'de yaz- mıştı. Bugün pek çok edebi- yat eleştirmeni yazann üret- kenliğini araşnrma yapma ko- nusundaki isteksizliği ve sa- bırsızlığına bağlıyor. Akciğerleri oldukça zayıf olan yazann mali durumu da 'Lady Chattertv'nin Sevgili- si'nin yayımlanmasına kadar düzelrnemişti. Sansürvetutu- culuk yazann yakasını yaşa- mı boyunca bırakmadı. An- cak bütün sorunlara karşın yazmayı sürdürdü Lavvrence. Makaleleri, çeviriler şiirler, mektuplar, öyküler ve roman- lar ızledi. Sanatçı yazın alanın- daki bu üretkenliğini resim yaparak görsel sanatlarla da destekledi. Sanatçı her ftrsatta îngilte- re'ye yönelik tepkilerini dile getirmesine karşın özlemle- rinde ve hayallerinde hep În- giltere'ye baglı kalrruştı. Tren yolculuklan boyunca hep ço- cukken öğrendiği Ingilizce şarkılan söylüyor, sürekli ço- cukluğunu düşünüyordu. En çok 1924 yılında yitirdiği ma- denci olan babasını özlüyor- du yazar. Bu sevgi ve özlemi de onu ezilmiş işçi sınıfına yaklaştinyor,bu sınıfin sıcak- lığını, güzelliğe duyduğu öz- lemi anlatıyordu. Sanatçının yaşama yakla- şımı yolculuklarla geçen se- kiz yıl boyunca büyük bir de- ğişim gösterdi. Otoriter, bas- kıcı biryapıya sahip olan Lavv- rence, önce her türlü ilişkide eşitlik ilkesini savunmaya. do- ğaya dönmeyeve sansürle mü- cadele etmeye başladı. îngfltere'den vazgeçmedi David Ellis"in en büyük ba- şansı. yazann yaşamındaki çelişkileri bütün çıplaklığıy- la gözler önüne sermesi. In- giltere'den nefret etmesine karşın bu ülke üzerine yaz- maktan vazgeçemiyordu Lavv- rence. Zaman zaman baskıcı, kaba tavırlar sergilemesine karşın kimi zamanlarda kibar- lığı ve nezaketiyle çevresinde- kileri şaşırtıyordu. Uyumsuz- luğu nedeniyle hiçbiryere yer- leşemeyen yazann aslında ol- dukçabasit ve evcimen bir ki- şiliği vardı. Yazann yaşamındaki en il- ginç nokta ise kendisini ölü- me götüren akciğer hastalığı- nı, ciddi şekilde hasta olduğu- nu kesinlikle kabul etmeme- siydi. Lavvrence arnk kan kus- maya başladığı dönemlerde bile arkadaşı MarkGertler'e yazdığı mektupta "Rahatsız- hğun akciğerlerimden kay- naklanmryor" diyordu. IŞILDAK YE YELPAZE ATtLLA BİRKİYE Yaşamımız, Hep Öykü Yaşamımız, hep öykü... Bir görüntü, bir olay ya da bir durumun üzerine bir- kaç tane öykü oluşturabilirsıniz. O olayın gerçek öy- küsünü dışardan bakan bın bilemez ama; görüntü bi- zim çeşrtli öyküler oluşturmamızın nedeni olabılır. Bir taksinin, bir dolmuşun ya da bir otobüsün ıçin- desiniz. Diyelim ki yer, Esentepe'deki Kışlaönü dura- ğı. Bir kış günü, ama hava oldukça sıcak. Trafik sıkış- mış, bindiğinız araç ağır ağır gıdıyor ya da duruyor. Doğal olarak pencereden dışarıya bakıyorsunuz. Genç bir adam duraktakı banka oturmuş. ya da ayak- ta duruyor; elinde bir portakal; atıp tutuyor, biraz iler- de birkaç ilkokul oğrencisi kız koşuşturarak duraktan uzaklaşıyor. işte görüntümüz. Kim bilir bunun gerçek öyküsü ne- dir? Ama biz, bundan birkaç öykü oluşturabiliriz. Hat- ta birinı yazarsak da güzel bir hıkâye çıkabilir ortaya. Birinci öykümüz şöyle olsun: Genç adamın işyeri yakınlardadır. Öglen tatilini fır- sat bilip, yemekten sonra sevgilisiyle buluşacaktif. Sevgilisi Beşiktaş'ta bir yerde sekreter olarak çalışmak- tadır. İki yıldır birliktedirler. Bir-iki yıla kadar da evle- neceklerdir. Genç adam yemeğını aceleyle yemiştir, yemekte ve- rilen portakalı yiyecek vaktı yoktur. Portakalı alır, yol- dayerim diye düşünür. Duraga doğru koşar. Sonra ak- lına portakalı sevgilisine götürmek gelir. Beşiktaş'a gitmek için otobüs ya da minıbüs beklemektedir. Bek- lerken de elindeki portakalı atıp tutmaktadır. işte biz de adamı durakta otobüs beklerken görmek- teyiz. Peki sonra ne olacak? Adam sevgilisine koşa- cak. Portakalı belkı bölüşecekler. Bir kahve içecekler kafeteryanın birinde. Koklaşıp öpüşecekler, el ele tu- tuşacaklar. Kimbilir belkı de kavga edecekler ve keş- ke buluşmasaydık, boyle ıkı arada bir derede, diye- cekler. Belki bu kavga yüzünden de ayrılacaklar. Bel- ki de tam tersi olacak. Artık birbirlerine olan hasretle- rini bastıramadıkları ıçın çok yakında evlenmeye ka- rar verecekler. Belki de hiçbıri... Aslında birçok "son" olabilir. Neyse biz ikincisine ge- çeJim: Genç adam öğlen tatilı vesilesiyle sevgilisine koş- muştu. Büyük bir aşktı; yeni başlamıştı. Birkaç hafta önce bir arkadaşlannın partısinde tanışmışlardı. Ara- lannda birden "duygusal birelektriklenme" olmuştu. Buluşmalar birbirini kovalamış ve aşk bulutlan yük- selmişti. Artık, iki mutlu sevgıliydiler. Birbirlerini gör- mek için yanıp tutuşuyorlardı. Fırsat olmasa bile ya- ratıyorlardı. Kız o civarda çalışıyordu. Genç adam Be- şiktaş'ta. Buluşmuşlar, el ele tutuşmuşlar, öpüşmüşlerdi. Kız yemekte verılen portakalı yememış; oğlana getirmiş- ti. Oğlan da kıza kınmızı bir gül getirmiş. Kız iş saatı yaklaştığı için işinin yolunu tutmuştu. Oğlan işine dön- mek için araç bekliyordu. Elindeki portakalı fırsat bu- lup yiyememişti. Akşama doğru yerim diye işyerine gö- türecekti. Bizim gördüğümüz de buydu işte. Peki sonra ne ola- caktı? Genç adam ışıne gıder gitmez kıza telefon ede- cekti. Seni çok özledim... ..Qetelim üçüncü öyküye: •> Oğlan çok âşıktı, tam yemeğe çıkacakken Beşik- taş'ta bir ihracat şirketinde çalışmakta olan sevgilisin- den telefon geldi. Sevgilisi "Gel birlikte Beşiktaş'taki balıkçıdayiyelim" demiştı. Oğlan işlerini ayartayıp apar topar dışarı çıktı; çıkarken, arkadaşlarına "Biraz geç kalabılınm idare edin" dedı. Durakta araç bekliyordu. Yerde bir portakal buldu; kımin olduğunu anlayama- dı ve elinde atıp tutmaya başladı; yemek sonrası sev- gilisiyle birlikte yiyebilırdı. Oysa portakal biraz iterde koşuşturan küçük kızlardan bınnindı. O gün beslenme saatı için annesı çantasına koy- muştu; ancak küçük kız portakalı yememişti. Koşuş- tururken, çantasından düştüğünü de fark etmemişti. Sonrası, sonrası sürüp gider böylece. Yani söylemek istediğım, yaşamın heranınm bir öy- kü doğurduğu ya da bize ulaşan görüntünün, olayın kendi öyküsünün dışında, en az üç-dört "öy/cü"sünün olabileceği... Evet, yaşamımız hep öykü... Anadan Dogma'ya ödül • Kültür Servisi - Evening Standart Fılm Ödülleri öncekı gün açıklandı. Peter Cattaneo"nun yönettiği Anadan Doğma isimli fılm en iyi film ödülünü alırken başrol oyuncusu Robert Carlyle da en iyi erkek oyuncu ödülünün sahibi oldu. Ödül töreninde yaptığı konuşmada, lngiliz film endüstrisinin geliştiğine dikkat çeken Carlyle geçen ay yaptığı bir açıklamada Hollyvvood'da film yapmak istemedığini, insanlann para kazanmaya başladıklannda yaratıcılıklannın öldüğünü söylemiştı. Evening Start Film Ödülleri kapsamında En lyı Kadın Oyuncu Ödülü de Mike Leigh'in yönettiği 'Career Gırls' isimli filmde rol alan Katrin Cartlidge'e gittı. Naile Akmcı retrospektit sergisi • Kültür Servisi- Naile Akıncf nın retrospektif resim sergisi Emlak Bankası Ankara Sanat Galerisi'nde açıldı. Türk resminde özellikle yöresel atmosferin güçlü bir icra ile yansıtıldığı geleneksel peyzajın ötesinde özgün ve çağdaş tatlar içeren 'Eyüp Çeşitlemeleri' ile kendinı kabul ettiren Naile Akıncı'nm retrospektif sergisi olgunluk dönemi yapıtlan ile birlikte sanatının tüm örneklerinden seçilmiş yapıtlan içeriyor. Adnan Çakmakçıoğlu öldü • Kültür Servisi - Eğitimcı, şair ve yazar Adnan Çakmakçıoğlu, Istanbul'da yaşamını yitirdi. TRT'nin açtığı bir yanşmada birincilik kazanan şiiri 'Bir dünya bırakın. biz çocuklara... lslanmış olmasın gözyaşlanyla'nın bestelenmesiyle 7O'lı yıllardan bu yana Türkiye'de belleklere yerleşen Adnan Çakmakçıoğlu, yüzlerce çocuk romanı, öyküsü ve şiir yazmıştı 'Yaşasın Edebiyaftın şubat sayısmda iki önemli dosya • Kültür Servisi -' Yaşasın Edebiyat' dergisinin şubat sayısı çıktı. Bu sayıda iki önemli dosya göze çarpıyor. Bunlardan biri doğumunun 100. yılını kutladığımız ünlü Alman yazar Bertolt Brecht'in tiyatro ve şiir anlayışıyla ilgili. Bu bölümde Özdemir Nutku. Ahmet Cemal. Zehra tşpiroğlu ve Yüksel Pazarkaya'nın yazılan. A. Kadir. Yüksel Pazarkaya ve Turgay Fişekçı'nın Brecht'ten şiir çevirileri yer alıyor. Ikinci bölümde ise derginin düzenlemiş olduğu '1997 yılının en iyi yazar ve kitabı' anketinde en beğenilen kitaplan yayımlamış olan yayınevi yönericilerinin geçen yılla ilgili değerlendirmeleri ve 98 programlan açıklanıyor. Dergide Memet Fuat, Erdal Öz ve Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşan Bener Cordan'la yapılmış birer söyleşi de yer alıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle