Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 2SOCAK1998PAZAR
8 PAZAR YÂZILARI
Şiirimle sana bir ses verebilseydim...Şair-i Azam Abdülhak Hamid
Tarhan, bir da\et sonrası evinegeri
getirdiği genç ve güzel Ingiliz kızıyla
vedalaşmadan önce, kızın ellerini
avuçlannın içine alarak kulağma
şunları fısıldar: "Izin verin de
ayıplanmı günahsız eüerinizle
örteyim." Londra'da diplomat olarak
bulunduğu yıllarda epeyce çapkınhk
yapmış olan Makber şairi, genç kıza
bunlan söylemek için ne kadar
düşündü acaba? Eğer dûşünmeden, o
anda söylediyse, bu kelimeler,
düşûnerek yazdığı ve içinde "Akrep
nıi yedim/ Yüan mı yuttum" gibi
dizelerin de yer aldığı kimi
şıirlerinden daha başanlı bana
sorarsanız. Çünkü üstadın, "lakta,
kaskatta verilmiş randevular var idi/
kuvveden fiik çıkmış çok arzular var
idi" gibı garip şiirleri pek çoktur. Söz
konusu genç kıza da duyduğu
kuvvetle muhtemel olan o arzulan iyi
ki bir şiirle dile getirmemiş.
Ne yazık ki birçok kimse geçmişin
bu tanınmış şairi gibi davTanmamış
ama. Karşı cinsten beğendiklerine.
duygulannı, istekJerini, nedense şiirle
ifade etmeyi seçen çok sayıda kişi
var. Çok sayıda garip şiir de tabıi.
Şiirin kolay yazıldığını sanmaktan
kaynaklandığını düşünüyorum bunun
ve bu tür "şairlerin" bu kanıya nasıl
vardıklannı anlamakta zorluk
çekiyorum. Sevgisini düzgün
cümlelerle yazılmış bir mektupla
ifade etmeyi seçseydi, adı Co olan
sevgilisine şu dizeleri yazmak
zorunda kalır mıydı acaba bir Türk
kızı? "Her zaman Co/ Mevsim kış,
seni istiyorum çatır çaür/ Sonbaharda
da istemiştim şan] şanl" Hayır, tabıi
ki uydurmuyonım. 1963 yılında
"yazıhnış" uzunca bir şiirden alınan
bu dizeler, çok ciddi bir yayınevinin
Çağdaş Türk Şairlerinden Seçme ûst
başlığını taşıyan Aşk ve Sevda
Şiirleri Antolojisi'nden alınma. Son
dizeleri de şöyle: "TeJ tel üstüne
çekiyorum Tann'ya/ Cooo'm
gebniyorsun/ Hani ya?"
Oysa kelımelerle ne hoşluklar
yaratılır. Cumhuriyet gazetesinin
sahip ve başyazan Yunus Nadi Bey,
LONDRA
MUSTAFA K.
ERDEMOL
yanında eşi Nazıma Hanım. büyük
kızı Leyla, küçük kızı Nilüfer, oğullan
Nadir ve Doğan beylerle birlikte Yat
Kulübü'nde davettedirler Yanlannda
şair Halil Nihat Boztepe ile Yusuf
Ziya Ortaç da bulunmaktadır. Nilüfer
Hanım on yedisinde ya vardır ya
yoktur. Çok da rüzgârlı bir genç
kızdır. Boztepe soluğu kesilmişçesine
yanındaki Yusuf Ziya'ya
hanımefendinin kim olduğunu
sorunca, verilen yanıt şudur: "Eder
hak-i siyahtan bembeyaz bir nilüfer
peyda/ Hüda kaadirdir eyler bazı
'Yunus'dan lüfer peyda!" Ne kadar
hoş, değil mi? Şiirden haberdar oldu
mu bilen yok, ama Yunus Nadi o
akşam Yusuf Ziya Ortaç'a kendi
gazetesinde çalışması için teklifte
bulunmuştur.
Kim tarafindan yazıldığını
bilemediğim şu dizeler en
"münasebetsiz" isteklerin bile zekice
olması koşuluyla şiire
dökülebileceğine kanıt olabilir belki.
Bakın şair sevdiğinden ne istiyor:
"Benimle bir gececik camehaba
ginnez misin/ Beni günaha sokup sen
sevaba ginnez misin.". Camehab
uyku kıyafeti demek. Mecazen ise
"yatak" anlamına geliyor.
Herkes. bu dizelerin kimliği
bilinmeyen şairi ya da Ortaç gibi
zekice ve kıvrak yapamıyor bu işi.
Numan Ağa'nın Hisarbuselik
şarkısındaki şu dizelere bakın: "Seni
gördüm o perçemle fesle/ Niçün ülfet
ediyorsun böyle herkesle".
Şiir sevgisi iyi hoş da, bunlan bir de
bastınp yayımlarmak ne oluyor
anlamak güç. Bu tür "şairlerin"
kendine olan güvenlerine hep
özenmişimdir. Yaşamını Londra'da
sürdüren yazar ve çevirmen Ornan
Suda'dan duyduğum. onun da bir şiir
kitabında rastladığı şu dizeleri
yayımlamak cesaret işi değil mi sizce
de? "Ömrümce şuna oldum Id kaani/
Musiki oluyormuş tahsile manL"
"Şairin" bu kanıya varmasına yol
açan ne tür olaylar oldu yaşamında
acaba? Peki, oğlunu aritmetikten
uzak tutmak için ille şu şiiri yazmak
zorunda mıydı Sümbülzade Vehbi?
"Heves etme sakın ol hendeseye/
Girme ol daire-i vesveseye."
Ingiltere'de şu sıralar, kısa ve
anlamsız dizelerden oluşmuş şiirler
pek rağbet görüyor. Hele biraz da
küfürlü oldu mu, okuyucusu artıyor
bile. Geçen yıllarda yeni yetme bir
şaire bu tür şiirleri için dünyanın
parasını verdi bir yayınevi. Yukanda
"şüıierini" okuduğunuz bazı
"şairlerimiz" de Ingiltere'de iyi para
kazanabilirler. Hele sevdiği kıza
duygulannı "Eğil bir yol alyanaktan
öpeyim/ manda gölc s._ar gibi
şarpadak" diye ifade eden Kaygusuz
Abdal günümüz Londrası'nda
yaşasaydı şimdi köşe olmuştu
eminim.
Madencinin ayak sesleri
JOHANNESBURG
AYSU
ÖNEN
Johannesburg'da yürümek
için pazar günleri beklenir.
Çünkü pazar günleri,
büyük alışveriş
merkezierinin hafta
boyunca otopark olarak
kullanılan çatı katlan, bit
pazarlanna dönüşür. Zaire
maskelerinden ev yapımı
turşulara kadar her çeşit
malın satıldığı tezgâhlar
arasında yürüyün yürüyebi
Idiğiniz kadar. Bütün gün
sizin. Gerçekten bir sokak
olmasa da yürüdüğünüz,
yerden bilmem kaç kat
yüksekte de olsanız,
yürüyecek güvenli bir yol
parçası buldunuz ya...
Bazı günler, pazann
uğultusu arasından yere
sertçe vurulan ayak sesleri
duyarsınız. Seslerin
geldiği yöne başınızı
çevırdiğinizde,
meraklılann oluşturduğu
çemberin içinde
hayatınızda gördüğünüz en
ilginç dansçılar vardır;
parlak portakal rengi iş
tulumlan giymiş, siyah
lastik çizmeli üç adam.
Müzikleri yoktur ama,
sonsuz bir enerjiyle dans
ederler. Ilk bakışta son
derece ilkel, hatta
gelişigüzel sert ayak
figürleri kısa süre içinde
modern ve kesintisiz bir
dansa dönüşür. Betona
hızla vurulan lastik
çizmelerin topuklanndan
çıkan ses adeta bir müzik
oluşturur. Ses çıktıkça
dans ederler, dans ertikçe
ses yükselir. Dansçılar
ayakian altındaki betonu
topukladıkça ortalığı saran
ritim, kulaklannızda ses
olarak değil de
tabanlannızdan şiddetli bir
elektrik akımı gibi gire/
bedeninize ve beyninize
çakılır kalır. Dansçılardan
biri dışındaki madenci
kaskını çıkanp seyirciler
arasında dolaştınr. Dans
biter. Bir süre kaska atılan
bozuk paralann sesi
duyulur. Sonra o da kesilir.
Tezgâhlar arasındaki
yürüyüşünüze devam
edersiniz topuklannız yan
yana. Pazar günleri bit
pazarlanna yaptığım
yolculuklar, benim için,
ayağı kanatlı tann Hermes
uğruna yapılan küçük hac
yolculuklandır. "Ey
Hermes, bana bağışlanan
ayaklann değerini,
tekertekli makinede
gezerek unutmadım. Bak
hâlâ ayaklanmı kullamyor
ve yiirüyorum." Bit
pazanndaki lastik çizme
dansı adeta bir çeşit pagan
şükran ayini gibi gelir
bana. Ayaklann şöleni!
Dansın aslında ne benimle
ne de Hermes'le ilgisı var.
Lastik Çizme Dansı adı
verilen bu geleneksel dans.
Soweto'da oturan
madencilerin tok karnına
ve bir iki ev yapımı kaçak
bina üstüne keşfettikleri
bir dans. tlk başlarda
yüksek sesle atılan
sloganlar ve ayaklann öfke
ve karşı çıkma
duygulanyla sertçe yere
vurulmasından ibaret olan
bu gösteri, sonralan
maden hayatını, fakirliği,
ırkçıhğı, ezilmeyi anlatan
ritmik koreografilere
dönüşmüş. Bütün günü
madende emir kulu olarak
geçiren Soweto'lu
madenci, akşam
karanlığında içkinin
verdiği cesaretle dövmüş
yeri lastik çizmelerinin
topuklanyla ve rahatlarruş.
Bazı madenciler,
çizmelerinden daha çok
ses çıksın diye, bir tele
dizdikleri gazoz
kapaklannı ayak
bileklerine bağlamaya
başlamışlar. 1980'lerin
ortasında Lastik Çizme
Dansı, bir halk dansı
olarak benirnsenip halk
sanat merkezlerinde
geleneksel Zulu
danslannın yanında
öğretilmeye başlandıysa
da, cahil sarhoş madenci
dansı damgasını
üzerinden atamamış ve
madencinin hikâyesini
anlatan dans
olarak çoktan Sovveto
sokaklannı terk etmiş.
Lastik Çizme Dansı'nı
canlı rutanlar, bit
pazarlannda para
kazanmaya çalışan dans
okulu öğrencileri.
Herkesin dört tekerlek
üzennde yaşadığı Güney
Afrika korkanm bir gün
ayağı kanatlı tann
Hermes'i kızdıracak ve
hepimiz ayaklanmızdan
olacağız.
Ayrılmaz ikilinin hüzünlü sonu
Kedi Rastus ile sahibi Max Corkill, 11 yıl boyunca hiç aynlmadan motosikletle Yeni Zelanda'yı
gezdiler. Aynlma/ ikilinin motosikletaşkı geçen hafta geçirdikleri bir trafik kazasıyla son buldu. Rastus
ve CorkiH'in ölümleri motosiklet camiasında bü> iik bir üzüntü yarattı. Corkill ve Rastus'u aynı
tabuta koyan arkadaşlan, ikilinin tabutunun üstüne kasklannu önüne defotoğraflannıkoydular. Cenaze
töreninin ardından onlarca motosikletli Ne» Pl> mouth kentinde ikilinin anısına geçit resmi düzenkdi.
Liderlerin cinsel sorunlan tarihi belirliyor"Koskoca Amerika"
küçücük bir sorunu
tartışa tartışa bitiremiyor.
"Yatmış mı. yatmamış
mı?" Sonunda iş,
yakışıklı Bill Clinton'ın
koltuktan indirilmesi
ihtimaline kadar
dayanıyor. Herkes ve bu
arada "Küçük Amerika"
ülkelerinin gariban
yurttaşlan olan bizler, bu
nu tartışıyoruz. Oyunun
cazibesı "taciz kurbanı
kadın" rolüne ve dolayısı
yla hukuk-siyaset sahnesi
ne yeni yeni kadınlan
sürüyor: "Benim neyim
eksik? Sayuı Başkan
benimle de yatmıştı!"
Bence haddınden fazla
sıkıcılaşan, ama hayata
giderek paparazzi
beyniyle bakmaya
başlayan "21. Yüzyıl
dünyası" için ıyice
kızışan bu oyun,
Rusya'da sakin bir
gülümsemeyle izleniyor.
Clinton'ın seks öyküleri
buradaki haber
bültenlerinde,
Türkiye'dekilerden çok
daha geride ve seyrek yer
alıyor. Geçen yıllarda
yapılan birkaç anket,
Ruslann, devlet ve
politika adamlannıh
kaçaniaklannı doğal
gördüğünü ortaya
koymuştu. Hatta yıllarca
bir hostesle kınştırdığı
söylenen eski liderlerden
Brejnev'e ve şarkıcı
Azize'nin ünlü erkekler
kervanına katıldığı iddia
edilen eski parlamento
başkanı Hasbulatov'a, bu
nedenle "Aferin" diyen
epeyce ınsan çıkmıştı...
Cinsel konulan
abartmamak, onlan
küçümsemek anlamına
gelmiyor. Ruslann tarihi
de tıpkı başka halklann
tarihi gibi, zaman zaman
liderlerinin cinsel tercih
ve çıkmazlanna bağlı
olarak biçimlendi.
Örneğin. tarihin en
acımasız liderlerinden
bıri olan IV tvan
(Korkunç Ivan), kimine
MOSKOVA
HAKAN
AKSAY
göre 7-8 kez evlenmişti,
kimine göre - birkaç gün
süren ilişkileri de göz
önüne alınırsa - çok daha
fazla. Eşleri birbiri ardına
zehirlenerek ve
hastalanarak öldü. Tarih
kitaplannda, bunlardan
bazılannın Ivan Grozniy
tarafından öldürüldüğü,
bazılannın hapsedildiği,
bazılannın da bırdenbıre
ortadan kaybolduğu
yazıyor. Bir keresinde
zalim çar, birkaç gün
sürecek birevlilik için
talihsiz gelini 2 bin aday
arasından seçmişti. Bütün
bu ilişkılerinin onu
şiddetle sarstığı, onun ise
bunun acısını başka
yöntemlerle çıkardığı sır
değil.
Aşklanyla tatmin
olmayan. savaşlanyla bu
boşluğu doldurmak
ısteyen Napolyon
Bonapart da cirisel
sorunlannı tarihe mal
etmişti. Acaba büyük
aşkı ve ilk eşi Josephine
olmasaydı. Napolyon
Napolyon olur muydu?
Napolyon'dan 6 yaş
büyük olan Josephine'nin
yaşamı yoksullukla
geçmişti. Pek güzel
değildi; hele dişleri. Dul
ve iki çocukluydu. Ama
önemli bir özelliği vardı:
Erkekleri iyi tanıyordu.
Kısa sürede evlendiler.
Napolyon. savaş sırasında
bile her gün Josephine'e
bir mektup gönderdi.
(Bunlardan biri 1933'te
Londra'da 20 bin dolara
satılmıştı.) Bir mektupta
şöyle diyordu:
-Aşkın aklırru başımdan
aldL Yiyemiyor,
uyuyamıyorum. Senin
resmine bakıp öpmeden
bir saat bile
Türkiye'yi kapış kapış "satın alıyorlar"
STOCKHOLM
GÜRHAN
UÇKAN
Türkiye kapış kapış "sanlıyor." Yok
hayır, sözü yabancılara peşkeş çekilen
rütünümüze. TEKEL'e, limanlara
getirmeyeceğım. Kapış kapış satılan
şey, Türkiye'nin tatil beldelenndeki
haftalar. Tek başına Türkiye'ye yılda
130 bin lsveçli gönderen Express
Turizm Şırketı'nin, Tursem'le birlikte
batmasından sonra doğan boşluğu diğer
turizm şirketleri büyük bir ihtirasla
doldurmaya çahşıyorlar. Bunlardan
birisi bir Ingiliz şirketı. Isveç'e yeni
yerleşti. "Bir tngiliz olarak, güneşe
hasretin ne demek olduğunu iyi
biliyoruz" diye ilanlar veriyorlar. Bir
başka ilanlan şöyle: "Grönland bize bu
kadar yakınken neden gidip taa Fiji
Adaları'nı kokoni yapnk?"
Türkiye'ye iştahla eğilen bir başka
şirket ise Yunanlı! Daha önce biraz
isteksız de olsa Türkıye'ye turist
gönderiyordu, ama şimdi ilanlannda,
Bodrum dahil yeni beldeleri
kataloglanna aldıklannı duyuruyorlar.
Yine de Türkıye en çok turist
gönderecek şirket, bir lsveç turizm
şirketi. 8 beldedeki 188 otelle
anlaştığını duyuruyor. Son 6 yıl içinde
Türkiye'yi tatil için yeğleyen
lsveçlilerin oranı % 20 arttı. Bu yıl
yaklaşık 160 bin Isveçlinin ülkemize
gelmesi bekleniyor. Birçok şirketin
Türkıye'dekı tatil programlan şimdiden
bitti; hiç değilse, haziranın ikinci yansı
ve temmuz gibi en çok rağbet gören
devrelerdekiler. Işyerlerinde,
metrolarda, otobüslerde kulağıma
sürekli olarak "Türkiye" adı geliyor.
Artık Antalya'nın Antalya olduğunu.
Antalya olmadığını bile öğrendiler.
Bodrum, Marmaris, Alanya, Kemer.
Side kulaklara ve ağıza kolay geliyor
da Kuşadası (Kusadaası) ve lçmeler
(Ikmeler; lşmeler) bıraz zorluyor bu
insanlar. Antalya, yalnızca Türkiye'deki
tatil beldeleri içinde değil. bütün tatil
beldeleri arasınıda lsveçlilerin tercih
sırasında 3. durumda. Ancak gidenlerin
en hoşnut kaldıklan yer Marmaris.
Kıyıdaki o palmiyeh yolda sıra sıra
dizili olan restoranlann hepsinin
önünde biri tarafından kollanndan
tutulup içeri çekilmeye çalışılmasına
bile pek aldırmıyorlar. lsveç"te yaşayan
Türkler. fiyatlann yüksekliğı nedenıyle
Mannaris'ten uzak dururlarken onlar,
peşin paralan bitip kredi kartıyla
devam ettikleri haide pek
yakınmıyorlar astronomik ücretlerden.
verilmeyen fişlerden ve adamına göre
biçilen fiyatlardan. Zaten otel sahipleri
de yabancı ülkelerden gelen turiardan
bizim
u
gurbetçiler"ın çıkmasından hiç
hoşnut değiller. Bizimkiler fiyatlara
içerden bakıyorlar, yabancılardışardan.
Insanın kendi vatanına yabancı turist
gibi gitmesi aslında pek hoş bir şey
değil; ne var ki burada doğup büyüyen
çocuklanmız için, uçaktan indikten 1
saat sonra kendını bir otelin havuzunda
bulmak fevkalade pratik bir şey. Zaten
artık önce anneanneyi, babaanneyi,
dedeyı zıyaret edelım de sonra deniz
kenannda bir yere gıdelım düşüncesi
de yok oldu.Bizim gibi yurtdışında
"eskiyenler'
1
için. bırakın anneanneyi.
dedeyi. anne baba bile kalmadı. Aynca,
elınde bavulla kapısı çalınan otelde sıze
"Kardeşim neden rurla gelmiyorsun?
Otelimizi tura kapattık. Hem öylesi
sana çok daha ucuza çıkar" diyorlar.
Yani, istesek de ıstemesek de turistiz
kendi ülkemizde.
geçiremivorum. Zaferlere
aldırdığım yok. Senin
hoşuna gittiği için zafer
kazanmak istiyorum.
Zaferlerin seni memnun
edecegini bilmeseydim,
hemen ordumu bırakıp
Paris'e koşar ve kendimi
senin ayaklannın dibine
atardun."
O sıralarda Paris,
Josephine'in başka
erkeklerle maceralar
yaşadığı söylentileriyle
çalkalanıyordu. Sonradan
Imparator'un birlikte
olduğu pek çok kadın ve
onlardan doğan çocuklan
kavgalannı büyüttü.
Napolyon'un önemli
siyasi ve askeri kararlar
alırken, yakın çevresinin
kendisine sunduğu çeşitli
milletlere mensup güzel
kadınlan ölçüt haline
getirdiği kanısı
yaygınlaştı. \
Dale Carnegie, Ünlü
Adamlann Bilinmeyen
yönleri adlı kitabında,
ölüm döşeğindeki
Napolyon'un son
sözünün "Josephine"
olduğu iddia ediyor.
Sacha Guitry'nin
Napolyon adını taşıyan ve
Raymond Pellegrin'in
başrolünü oynadığı
filmde ise, ölüm
döşeğindeki son sözler,
"Fransa" ve
"başkomutan." Herhalde
Napolyon'un hayatının
özetini bu ikisi (aşklan ve
iktidar savaşlan)
oluşturuyor. Ama
yukandaki mektuba
bakılırsa, bunlardan
hangisinın başta geldiğini
anlamak zor değil.
Kapı kırmaya
azmetmişlerin
ülkesi burası
Türkçede kapı çalınır, ya
da tıklatıhr. "Tıklatma"
eylemine. güncel toplum
kültürümüzün
yakındığımız kaba
sabalıklanndan çok uzak
bir şeylerin sinmiş olduğu
açık. Oturmuş ve bugün
zayıflamış olsa bile sağ
kalmakta direnen bir
saygı. lncelik vb. Bir yere
konuk olarak
gideceksiniz, kapı
sessizce tıklatılacak. Sizin
bu çekingenliğinize
karşılık içeriden kapıyı
açanlar geleneksel bir
konukseverlikle tezahürat
yapıp sizi buyur
edecekler. Hoş vakit
geçirilecek, tabii
baygınlık veren
densizlikler edilmediği,
konukseverliğe tövbe
ettirecek uzunlukta
kalınmadığı takdirde.
"Çalmak" dediğimizde
de benzer çağnşımlar var,
ister aklınıza minik bir
çan, ister bir aşırma
eylemi gelsin; sanki (en
yüzsüzlerimiz bile) zaman
çaldığımızın
bilincindeyiz. Bir
çıtkınldımlık, bir
kedisellik. Devlet kapısı,
el kapısı gibi şeyler
karşısında ezikliğimizin
bir izdüşümü de olabilir
bu.
Insan galiba
yurt dışında
oturmadan
böyle şeylere
kafa
yormuyor.
Öyle ya,
ziyaretçisiniz.
elbette kapı mmmm
^^^—m
tıklatılacak,
tekmeye kınlarak
girilecek değil herhalde.
Ama gelin bir de
Amenka'ya bakalım.
1215'teMagnaCarta'yı
imzalamış bir bireye saygı
Anglo kültüründen
beslenen Ingilizcede
nedense kapı tıklatılmaz.
vurulur. Ve pratikte "iyi"
vurulur. kapı canlı olsa
"öldüresiye" diyeceğim.
Türkçe'de kapının
vurulması olağandışı bir
durumu belirtir,
Ingilizce'de ise vurmak,
hatta yumruklamak, işin
standârdı. Şu bokstaki
nakavtın "nak"ı var ya,
işte o "knock" fiili.
Işyerlerinde, devlet
dairelerinde nezaket,
"affedersiniz"ler, "sir"ler,
"ma'am"lar diz boyudur
da iş kapıda varlığını
beyan etmeye gelince o
uygar görünümlü insanlar
birer kuşatmacı Viking
olurlar üç saniyeliğine.
Belkı yaşamın, hele
buradaki gibi nöroz
üretmekte usta iş
yaşamının, üzerine
sakinlik kisvesi geçirilmiş
acımasız kavgası ancak
böyle dışa vurulabiliyor.
Bu kravatlı, tayyörlü
dünyada kaç kere yumruk
atma fırsatı çıkar insanın
karşısına? Buldun kapıyı,
geçir!
Belki de dil yalnızca
aynası değil kültürün, onu
yönlendiriyor da.
"Knock"tan başka
kullanılan kapı vurma
fiilleri: "Bang" ve
"Pound" Bunlar iyıden
ıyiye saldın yüklü. Dil
size seçenek bırakmıyor
ki. Bir.de pek
kullanılmayan, bizdeki
tıklatmaya en yakın (ama
yine daha sert) "rap" var.
Onu da bir tek Edgar
Allan Poe'nun şiirinde
anımsıyorum; maalesef
pek geçerli bir istisna
değil, çünkü kapıyı çalan
insan değil. bir kuzgun,
bilindiği gibi.
"Zil yok mu" sorusu akla
gelecektir. Çoğu evde zil
yok, ve çay kaşığı
ağırlığında tokmaklar da
genelde süs için. Iş
kalıyor kol kuvvetine.
Amerika'da başka bir
şehirde öğrenciyken oda
arkadaşımla kapımıza '
gelenlerin yerli mi
yabancı mi olduklannı
çalışlanndan anlardık.
Yerlilerin, yani
Amerikalılann, kapı
çalışlanyla kişilikleri,
sikletleri ya da geliş
nedenleri arasında bir
bağlantı aramak
boşunaydı. Türkiye'de
kıracakmışçasına kapı
yumruklanırsa "alacakb
gibi" deriz. Gelen de
alacaklı değilse ya acil bir
durum vardır, ya
konuğunuz
"duyuramam" endişesi
içindedir ya da
hakkınızda iyi emeller
beslemeyen bir ekip
kapınıza dayanmışı
demektir. Amerika'da
benzer bir patırtınm
ardından Helmut Kohl
cüsseli birisi de çıkabilir,
jokey de. Zarif bir kadın
da olabilir. Bütün bu
kişileraynı toplumsal
koşullanma
VVASHINCTON
AZİZ
GÖKDEMİR
ile yetişiyor
olmalılar:
tyi aile
terbiyesi
aldığını
bildiğim
birçok
^ ^ ^ ^ ^ ^ _ çocuğun
kapılara
yumrukla yetinmeyip
tekmeyle giriştiğini, hatta
cıddi bir azarlama
tehlikesiyle
karşılaşmadan oyun olsun
diye havadan sıçrayıp
"tam gövde" kapı
çaldıklanna tanık oldum;
Türkiye'de nasıl kapalı"
kapılar erişilmez
"merci"lerin asık suratlı
simgeleri haline
gelmişlerse. Amerika'da
bunun tersini pompalayan
şeffaflık ekolü kapıyı
ulusal bilinçaltında "vur
ababya" konumuna
indirgemiş olabilir.
Şir de burada evler de
genelde daha büyük
olduğundan, ilkokul
yıllannda tavan arasındaki
baba ya da annesine
geldiğini duyurmaya
propramlanmış kapı
gümletme, ileride hedef
hanenin hacmi küçülünce
gerekli esnekliği
gösteremiyor anlaşılan.
Hepsi iyi hoş da, şimdi
bir de bağışıklık olgusu
başgösterdi. Komşumun
kapısı her akşam birkaç
saatte bir şiddetli
yumruklamalarla
dakikalarca sarsılıyor. Biz
artık "kapı böyle bir,
bilemedin ki iki defa
çalınır; yok işte"
dediğimiz sırada kapı
açılıyor ve gelen içeri
buyur ediliyor. Beklenen
"Yahu iki saattir niye
kapıyı açmıyorsun?" ya
da "Ku-saydın bari"
şeklinde sözler edılmiyor,
aksine "Aaa, hoşgeldin, ne
haber?" "Hiç,
geçiyordum, uğradun."
Kapıya bir kez taarruz
etmekle yetinenler ise
komşumu yok sanıp
gidiyorlar. Komşumun
kulaklan Sağlam.
Durumun açıklaması:
Yok.
Işimiz zor.
:
CHP Tjre İlçesi
UĞUR MUMCU
Anısına Toplantı
Konuşmacı
Tarih
Yer
ALEV COŞKUN
Yazar - Cumhuriyet
Gazetesi Yönetim
Kurulu Başkanı
25.01.1998 Pazar
Saat: 13.00
Belediye Düğün Salonu
Türkiye Gazetecıler Cemıyetı'nın yayınladığı günlük
Bizim Gazete
Ülke sorunlarına ilişkin raporlarıyia, araştırmalarıyla,
köşe yazılanyla, tarafsız haberleriyle sivil
toplumlann gazetesi.
Düzenli okumak için abone olun. Tel: 0.212. 511 08 75