23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
EYLÜL1997 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KULTUR 13 CİTAP T1RTILI SEÜMtLERİ Onlar 6 ŞaîrSevgili okulum Dialog'da Dü Bilinci çalışmalan- la Refik Halid'in metinleriylebaşlamıştım. İlkiki,ba- jan üç söyleşımızde Refik HaBd Karay imzalı "Bo- ğariçi Olduğu GibT'yi irdeliyorduk. Bununla birlikte Nügûnromancısının -ne yazıkki- artık tanmmadığını sapnyordum. Türkçenin ince us- tası, herhalde ortaöğretimin savsaklayışıyla, aramız- dan çekilip gitmiş gibiydi. Bilmiyorum. Sevgili öğ- rencilerim arasından kâçı Refik Halid'den bir roman okudu... Beş yıldır, söyleşilerimize, Ziya Osman Saba'yla başhyoruz. Onun eşsiz "Misaki Milli Sokağı No: 37* şiiri daha ilk dizelerinden başlayarak içlı özleyişler uyandınr. Doğupbüyüdüğümüz ev, doğup büyüdüğü- müzmahalle, ilk gençlik çağımız, gençlik aşklanmız, arkadaşlıklar. hepsi çıkagelir.Üzülerek belirteyim, okumuş yazmış kişilerin çoğu Zıya Osman Saba'yı da pek tanımıyor bugün. OTtaöğretim dönemlerinde Türkçe, edebiyat sevgisi tattıracakyazarlanmızla kar- şılaşamadıklannı söylüyorlar, gahba haklı olarak. Ama Ziya Osman'ı bir ucundan yakalıyoruz: Her- kes cocukluğuna, sokağına, ilk aşkına dönüyor; bu- ruk bir şenlik havasıdır esiyor. Sıra Ziya Osman Saba'nın yaşamöyküsüne gelin- ce, ansiklopedilerden, sözlüklerden öğrendiklerimi dilim döndüğünce anlatırdım. Bu yıl aklıma geldi: Oktay Akbal'ın çok gûzel bir yazısı vardır, ŞairDost- lanm da, Ziya Osman'la günleri anlatır. Bu yıl o ya- zıyı ille okuyacağız: "Basımevindeki işinibirçeşitkutsalödevhaBnesok- muştu. Tashih şefivdi, bürosunda üç dört Idşi daha vardı.Ama o kendititiziigiıühiçbir memurdabulama- dığı icin onlartn okuduğu fcrmalan da bir daha ince- lemekten kendini alamazdı. Galatasarav ve Hukuk ıtıezunu, tanınmış şair ve edebiyatçı Ziya Osman Sa- ba o köhne basunevinin, uyuşuk anlaytşı arasuıda bir ermişe benzeyen kişüiğiyle çjrpmır dururdu." Ziya Osman o günlerdeki duygulanımmı "Okn- mak* öyküsünde anlatmıştır. Milli Eğitim Basıme- vi'nde düzeltmendir, çeviriler-çeviriler, daha doğru- su, basıma hazırlanan kitaplar- kitaplar arasında kay- bolmuş; yıllar önce, hiçbir zorlaroa olmaksızın oku- duğu eserleri özlemeye koyulmuştur... Oktay Akbal'ın suçlaması Şair Dostlanm, 1964'te basılmış çok etkileyici iz- lenimler, anılar' kitabıdır. Oktay Akbal, dostu Ziya Osman Saba'nın acı yaşamöyküsününoktalarken, bi- zi bugün de o kadar yaralayacak suçlamasmt kaleme getirir: "Daha üstün, daha başanh. ona ırygun bir iş sanki başkabirininekmcğinietindcnalmaktı.O,kimseyira- hatsız etmeden. kimsentn huzunınu kaçırmadan, ba- sıt, sakin bir işte yaşamak, geçinmek istiyordu. "Ccretii bir memur olarak yaşadı. Hasta olup çah- şamayacak duruma gektiği zaman işinden çıkarddar, para pul vermedikr. Eğftim Bakanlığı ülkemizin ye- tiştirdiği değeıii şahierden birinv kolundan tutup has- ta halinde işinden atbğı için büvük sorum alündadıc Helc o basımevinin yetkilileri için bu sorum bir çeşit anlaytşsızhk, bir çeşit savgısızlık demektirT O nlar gerçekten de 'şair dostlanm'ız. Kimbilir kaç zamandır yaşadığımız, yaşamaya adeta mahkûm edildiğimiz trajikomik ortamda yalnızca onlann soylu şiirleri ışık tutuyor bize. Belki de yalnızca onlarla yanna açılabileceğiz. Orhan Veti Kanık Attilâbhaa Cahit Külebi. Fazü Hüsnü Dağlarca. NecatigjTm sözlüğünde, Ziya Osman'ın düzelt- menlikten apar topar ayırtıltşı 1950 tarihine rastlıyor. 49'da olabilirdi, hatta 60,70,80,90... Neyse kı güzel. duyarlı, gönlüyakmaz anılarda var Şair Dostlanm "da. Önce bir liste vereyim, kimmiş şair dostlanmız: Sait Faik Abasryamk, Fazü Hûsnû Dağlarca, Beh- çet Necatıgil, Ziya Osman Saba, Orhan Veti Kanık, CahitKülebi. Salâh Birsel Sabahattin Kudret Aksal AsafÖzdemir,NahJtUl\iAkgûn.RüştüOnur,Muzaf- fer Tay^ip, Attilâ tlhan. Orhon Anburnu. Sevdiğimız, saydığuntz, unutamadığımız şairler. Sözgelimi ben, bugün de onlann şiirleriyle nefes ala- biliyorum. Kimbiür kaç kez Cahit Külebrje, JSffa* tigil'e, Attilâ llhan'a koşup dizelere sığınrnışıçjdır. Kitaplığımm bir köşesinde Rûştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu kilapçıklan yan yana durur. Çok genç Ozdemir Asaf. SalâhBirseL ölen bu şairler, ilki Salâh Birsel'in, ikincisi Necati Cumah'nın emekleriyle bize miras kalmışlardır. Demin andığım kitapçıklar Yeditepe Yayınlan ara- sındabasılmıştır, Şair Dostlanm'saElifYayınlan'nın. Bugün böylesi yayınevleri de kalmadı gibi bir şey. Yurdun yoldan çıkmış 'piyasa'sı kitapçıhk dünya- smda da hüküm sürüyor. Bakıyorsunuz, yayınevleri "korsankhap'lardan yakınıyor; korsan kitaplannkim- leTce gerçekleşürildiği ise hiç deşilmiyor. AçUrma kutuyu söylettirme kötüyü. Bir yayın politikası ki, bütünbudegerli eserleri gündeminde banndırmak is- temiyor! Ben ondan ne bekleyeyim?! . .>pj^t,AÜ>al- Nahit Ulvi'yi anlatryorbize: "Nahit ne zaman eski bir aşk serüvenini aniatmaya btşlasa, resimJerden, fılmkrderu romanlardan tanıdıgım Ege kıydan,s»cakiklimi, meyvalan Ue gözümün önünege- Uı^.Henûzsaçlandökülmernişhaliyle.beikidebiraz daha az tombulca olan o ramanki ILse oğrendsi Nahit Urvi'yi, sevgüisinin evi önünden geçerken görürdüm. "tût gençlik sevilerini banayaşatırdı yeniden.O giz- li şzfi verüenresimler,evdekiler görmesin diye çcvri- lenbinbir entrika. buluşmalann heyecanı, baîkondan balkooa nratılan bakışlar_. vesaire J* Bir 'roman'1 anlatıyor bize Oktay Akbal, kısacık paragrafta. Sadecebukitap, ŞairDostlanm okutulsun lise son smıfta, kimbilir kaç kuşak 'şnrsever' kimli- ğiyle yetişecektir. Gelgelelim bütün şiirler, işte, ömekse Nahit Ul- vi'ninkiler kime kalacak diye düşünüyor insan. tyi ki ÇağdaşTürkŞüriAntolojisi'ne Nahit Ulvi'den "Kû- çük Hanımlar"ı da almış Memet Fuat, iyi ki oradan okuyabiliyoruz: "Faytona binnıiş küçûk hanımlar / O ne gülüş o ne kahkaha/Favtongeçerçarşı içinden /Kunduracı bak- kal çıkar kapıya "Küçük hanımlann boyak dudaklan / O ne eda o ne çalım /Durur bakar işçikızlar /Dağdmavakti fab- rikalann "Faytonabinmiş küçûkhanımlar/Atnuşlar bacak bacak ûstfioe / O ne bayUnhko ne çapkmhk/ Durur durur bakar detikanhlar". Onlan tanıdım Şair Dostlanm'dahüzün verenizdüşümler olupçık- mış şairlerin kimilerinı tanıdım. Sırayla gideyim: Fazıl Hüsnü'yü, bu, metafızikler ustasını Aksa- ray'daki Kitap Kitabevi'nde görmüştüm ilk kez. Ki- taplar arasında bir aydede gibiydi, daha o zaman. Necatigil: Hayatımın en büyük heyecanlanndanbi- ridir. Beşiktaş'ta alçakgönüllü bir apartman. Galiba beşinci kat. Oraya ne çok, ne sık gitmek isterim! Her gidişimde elim ayagım birbirine dolanır... Cahit Külebi: Onu çok özlüyorum. Ne zaman oku- sam "Tokat'a Doğru"yu, "Yunhunuz"u, gözlerim... şimdi yine... Salâh Birsel: Ankara'da, yıllar önce, Mustafa Şerif Onaran Bey alıp götürmüş; J i k Hanım'la Salâh Bey artıkîstanburataşınıyorlar. Yinedeharikulâdeakşam çayı, tadı damakta kalan pastalar... Şiiriyle, deneme- siyle bana 'yaşamak' aşıladı Salâh Bey. Sabahattin Kudret Aksal'la Argos dergıstnin Har- biye'deki yönetim yerinde, benim penceresiz odanv da bir akşarnüstüydü; Sabahattin Kudret Bey yeni şi- irlerini lütefedip dergiye getirmişti... Hep bir opera kahramanı gibi gördüğüm Özdemir Asaf... Yaz gelse de Kanhca'da buluşsak, anlattıklannı, verdiği umutlan, verdiği çalışma azmini dinlesem di- ye beklediğim Attilâ tlhan, biricik Attilâ Ağbi... Onlar gerçekten de 'şair dosflarnn'ız. Kimbilir kaç zamandıryaşadığımız, yaşamaya adetamahkûm edil- diğimiz trajikomik ortamda yalnızca onlann soylu şi- irleri ışık tutuyor bize. Belki de yalnızca onlarla yan- na açılabileceğiz. Oktay Akbalbu gercekliği otuz, kırk y*W8ceMp=£ tamış. Bize şairleri anlatıyor, aziz şairlerimizi aziz kalemiyle. Yirminci yüzyılm en büyük yazarlarından William Faulkner bugün 100 yaşmda ^Kitaplar kalsnı^ beni tarîhten siliır Eolan birmit Kültür Servisi- Ünlü Ameri- kalı yazar VVüliam Faulkner, bugün 100 yaşmda. Edebiyat dünyasının gerçekten 'ötöm- süz' yazarlanndan biri Faulk- ner; artık pek az kimsenin oku- dugu büyük klasik yazarlardan k i t a p l a n k a l s i l l , d tgl n ?z e ih ! ^ A m ?r v k a 'd a ' kendi özel varhğı okullardaokutuluyor,unıversı- t ., ... . °, telerde inceleniyor, kitaplanmn t a n h t e n S l l i n s m sürekli yeni baskılan yapıhyor. istİVOrdu. Amenkalı eleştirmen Harold x . j , ,,1. , Bloom, yazann dünya çapmda M ç d y a d a n neîret eleştirmen ve okurdan gördüğü ediyordu. yogunilgıyigözönündebulun- KİtaplanndiUl durarakFaulkner ınyüzyılınen 1 V U U F 1 U 1 u»v««» güçlü Amerikah yazan olduğu- e t m e k nu iddiaedıyor ve "Hemingway j s t e m İ V O r d l L ÇUIIKU ile Fitzgerald'ı açık bir farkla geride bırakarak aralannda Hawthorne, Melville, Mark Twain ve Henry James'i sayabi- lecegimiz bir dairenin içinde yer ahyor. 'Dö- şeğimdeÖlürken\birAmerikah'nınbugüne dek yazdığı en özgün roman olabih'r" diyor. Yapıtlanyla çağdaş Amenkan yazarlanm büyük ölçüde etkileyen William Faulkner, çok ilginç bir kişilikti. Edebiyat dünyasında bir mitti. Hakkmda sürekli söylentiler çıkar, ünlüyazar bu ilginç öykükri doğrulamak ya da yalanlamakla uğraşmazdı. Hatta kendine dair nadiren konuştuğunda, ortalığı daha da kanştınrdı. 'Eğjtimsiz birşair' olduğunu, yal- nızca içgüdülerine güvendiğini veyaptığı işe rurçınca inandığını söylüyordu. "Ses we Öf- ke"ye yazdığı, yayımlanmayan bır önsözde " Bu kitabımla okumayı öğrendim sonra da bıraktım. Kitap bittiğinden beri hiçbir şey okumadım" diyordu. Unlüyapıtı"D&şeğnn- de Ölürken"i, 1929 yılımn sonbahannda. gündüzleri bir fabrikada çahşırken yaüıızca altı haftada, üstelik söylentiye göre hep sar- hoşken yazmış olması da Faulkner mitoloji- sinin en çok anlatılan öykülerinden biriydi. Kitaplan kalsın, kendiözelvarlığı tarîhten sümsin' istiyoTduWilliamFaulkner. Medyadan nefret ediyordu. 1950'li yıllarda bir gazetede kendisiyle ilgili yayımlanan bir yazıya o den- li kızmıştı ki Harpert dergisine bir makale gönderdi. "ÖzdYaşamtJzerüıe'' başbğını ta- şıyan bu makalede "Amerika'da sanatçuanrj «zdyaşamıyok,çünküzateu Amerika'da kim- senin sanatçı ohnasmagHekyok" diyordu Fa- ulknerve Amerika'da sanatçıyadeger verilme- mesini sert bir dille eleştiriyordu. Söyleşilerinde, soru soranlan güç durum- dabıraktığı bilinirdi. 1962yılındabir Ingiliz- ce profesörüyle konuşmasında, uzun uzadı- ya tilki avlamayı ve çıftçilığin sırlannı anlat- mıştı! "Ben zeki hayvanlan severün" diyor- du, "AÜar ve köpekler fareler kadar olmasa da zeki hayvaıılârdır." Kitaplanndan söz et- mek istemiyordu çünkü "anımsamıyonhr. Sevdiğiyapıtlar sorulduğunda, "Don K^ot tndl, Dickens, Çe- hov ve Karumazof Kardeşter" diye yamtlamıştı. Bununüzeri- ne Dostoevski'yi sevip sevme- diği sorulduğunda ise "Dosto- ev^ki'yie ilgili hiçbir şey bümi- yorum.Karamazof Kardeşkr'i sevryorum" diyordu. Entelektüel çevrelerle ilgisi olmayan, içkiyi seven, kendi halinde Güneyli bir çiftçi ola- rak tanmdı Faulkner. Nobelli yazarlan onurlandırmak için Beyaz Saray'da düzenlenen bir davete çağnldığında, "Yemek yemek için yüz mfl gtdemem* diyerek geri çevirmişti. Oysa gerçeklerden çok uzaktı yara- tılan Faulkner portresi. 1914 yılında daha henüz 17 yaşrn- dayken Swinbume, Keats, Conrad Aiken okuyordu genç Faulkner. Av- rupa edebiyaum çok yakından izliyordu. 1952 yılında yaptığı bir söyleşide, Fbvubert ve Bergson'dan, ve özellikle de Proust'tan et- kilendiğini söylüyordu. "Geçmiş Zaman Pe- şinde'yi yazmış olmayı isterdim.'' Proust'a olan sevgisi, "Herşeyitekcümkyesığdırmak istrywTim-\-alnızcaşimdikianıdeğa,şimdiki anm temeBolanveşimdiki anınbepönüne,sa- niye saniye önüne geçen geçmişi de_" cümle- sinden de anlaşıhyordu. Çağdaşı ve kimi za- man da rakibi olan Hemingway'in aksine, modernistbir yazardı Faulknerve biçimebü- yük önem veriyordu. Her romanmdayeni bi- çimsel arayışlara giriyor ve "Yazm.Deneyin. Kötû olabitir ama gerçekten iyi bir şey yarat- manın tek yolu bu" diyordu. 1920'li ve 30'lu yıllarda en ünlü yapıtlan birbiri ardına yayımlanan William Faulkner, Amerika'da o dönemde parladığı gibi söndû. 1940*h yıllarda, geride bıraktığı 17 romanının baskılan tükenmişti. Faulkner bu dönemde Hollywood'a senaryo yazarak geçimini sağ- lamaya çalışıyordu. Avrupa'da ise edebiyat çevrelerinin hayranhğını kazanmışbir yazar- dı. FauDoner'm 1949 yılında Nobel Edebiyat Ödülü kazanmasının nedeni de Avrupa'da gördüğü ilgiydi. Nobel'i kazandıktan sonra Amerika'da bir kez daha parlayan Faulkner'ın yıldızı bir da- ha dasönrnedi. Ancakbaşyapıtlannıyarattığı dönem geride kalmışn. Faulkner da farlun- daydı bunun, "Ses ve Öfke"den sonra yazacaklannı, ''isteksizce olmasa da aym hevesteyazamayacağmı" ta 1938 yılında söy- lemişti. 1962 yılının temmuz ayındaki ölümünden bu yana geçen 35 yıllık sürecte, ünü giderek bûyüyen William Faulkner, bugün yirminci yüzyılın en büyük yazarlanndan biri olarak kabul ediliyor. \VTUiam Faulkner, yazarlık güzergâhını şu üç sözcükle ö/etliyordu: 'Susmak. İçmek. Yazmak.' YüzyıDık6 Güneyli' sııskıınlıık HALtLGÖKHAN 25 Eylül 1897'de Mississipi Eyale- ti'nin New Albany kasabasında doğan 'gûneyli', yüz yaşında. Gururlubir gü- neyli olan büyük dede Wiffiam C. Fa- ulkner'm anılanylabüyüyen W. Faulk- ner, adma 'u1 harfıni çok sonralan ek- lemişti. Dedesinin, döneminde tam o- tuz altı kez basılan popüler bir roma- nm yazan olması, Faulkner'ın ortamı- nı besleyen en önemli etken oldu. Türkçe'ye ilk olarak Knight'sGam- bit (Duman) kitabıyla Talat S. Hal- manın kazandrrdığı Faulkner'ın Türk- çe'deki ilginç serüveni, Duman'ın Can Yaymlan'ndaki yeni basımında çevir- menin önsözünde buluyoruz. Yine, Ye- ni Dergi 1967 yılında 38. sayısını Fa- ulkner'a ayırmıştı. Ülkemizin yazarla- nnı olduğu kadar, dünya yazarlanm da büyük ölçüde etkileyen Faulkner, 1929 yılında yazdığı Sartoris romanında, daha sonraki romanlannda sürekli yer alan Yoknapatawpha yöresini ilk kez tanıttı. Güneyinden, aymadı taşıyan bir ırmağın geçtıği bu düşsel yöre, MaJ- colm Cowley'in 1946'da yayımladığı The Portable Faulkner (Faulkner Cep Kitabı)'dakı resimli bir anlamda yaza- nn yapıtharitasıydı. Bukitabm yayım- lanmasıyla Faulkner, bir romancı ola- rak yeniden büyük bir üne kavuştu ve eskikitaplan birbiri ardınayenidenba- sıldı. 'Faulkner Cep Kitabf , Yoknapa- tawpha yöresinde geçen romanlardan alman parçalannkronolojik sıradabir- leştirilmesiyle oluşan bir destanı ger- çekleştirmişti. Faulkner'mağzındanbu düşsel yöre söyle anlatılıyor: "Geri döndüğunuzde.görieriniziyereindirir- sinizvegünün sontşıklannakadar uza- nan Yoknapatavvpha'yı kucaklamış olursunuz o zaman. Burada yahuz ka- lırsanız, gündettk kmlcımlardan olu- şan bu tükenmeyen uçuşla birlikte gpz- fer önüneserilen hayatmınntamamıel- ierinizin altındadır. Merkezde, ölgün ışıklan uzaktanzavıfçaparlayan Jeffer- sonvardır.Çevresmdebirtekertek çem- berininetrafina dizümişçesincbir kont- luk bulunmaktadır. Bu sırada beşiği- nizden havalanıp siziyaratmış olan ka- dınlan veerkekleri iziersiniz. Arşivteri, doğduğunuz yerden kalma anüaru." Faulkner, çağdaş edebiyatın sırala- nndayer verdiği birkaç suskun isimden biriydi aynı zamanda. Röportajlarda 'güneyli romancüar' ya da 'sinema' üzerine sorulan sorulara genellikle 'Evet,budenebiKr ? veya' Hsryır.öyte ol- duğunusannuyorum' yanıtlannı veren suskun yazar, yazarlık güzergâhmı şu ûç sözcükle özetliyordu: 'Susmak. İç- mek. Yazmak.' Bukısaama derin güzergâh, hiç kuş- ku yok ki ona, 1897'de doğduğu Mis- sissippi eyaletinden kahnıştı. Önce New Albany, sonolarak 1%2'de bu ya- şamı terkettiği Oxford. Amerikan ede- biyatında 'Güney'i konu alanlann en başında gelen Faulkner, savaş çığbkla- nmn sürdüğübir güneyin koynunda,ki aynı güney, yeni ve özgür bir Ameri- ka'nvn sarsıntılanru de içinde taşıyor- du; yeni bir sömürgeciliğin hayaleti karşısuıda duruyordu. Ama Faulkner, sadece bir tarihin ve geleneğin miras- çısı olmakla yetinmedi. 'Faulkner' ol- makla daha da ileriye götürdükendini. Eleştirmenlere göre 1962'de Faulk- ner'ın ölümü ve bir ytl sonra Heming- wa>'in kendini öldürmesi, Amerikan edebiyatırun yeni biçimlere ulaştığı bir dönem de kapanmış oldu. Yirmi üç ki- taplık yapıt serüveninde sıradan ve eş- siz bir dünya kuran Faulkner, her şey- den önce bu serüveninde bir romancı- run derinveyalnız deneyimini sergiledi. ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Sanat Eğitiminden Ne Anlıyopuz? Özellikle üniversrtede tiyatro tarihi, sanat tarihi, temel sanat kavramları ve estetik dersleri verme- ye başladığımdan bu yana, sanatçı adayi öğren- cilerle doğrudan karşılaşmamadan ötürü, başlık- taki soru hep kafamı kurcalıyor: Biz bu ülkede sa- nat eğitiminden ne anlıyoruz? Sanat eğitimi için başvuran öğrencilerde hangi koşulları arıyoruz? Aradıklanmız, böyle bir eğitimin başarılı oiabilme- si için yeterii mi? Her ülkenin kendi özgül koşulla- rı doğrultusunda, sanat eğitimine başvuranlarda aranması gereken koşullar da farklılık gösterebilir mi? Daha başka deyişle, böyle bir farklılık bilinçli oıarak göz önünde tutulmalı mıdır? Biz bugün sanat dallanna başvuranları genel anlamda bir yetenek sınavından geçirmekteyiz; bu sınavın yanı sıra adaylar -örneğin tiyatro oyun- culuğunda çene yapısı, ses ve müziğe uyum, re- simde gördüğünü betimleyebilme vb. gibi- baş- vurduklan daiîann özei gereMeri doğrultusunda da sınanmaktalar. Bunlara ek olarak -en azından bazı sanat eğiti- mi kurumlarında- bir de genel kûltür adı altında bir sınav yapılmakta. Ama konumuz açısından he- men belirtelim ki, bu sonuncusu, yani genel kül- tür sınavı, sonuç bakımından çok belirleyici değil. Örneğin genel kültür sınavından çok düşük bir pu- an almış olan bir tiyatro oyuncuiuğu adayı, özel- likle sahne sınavı başanlı geçtiği takdirde ilgili ku- ruma alınabiliyor. Buna gerekçe olarak, adayın ge- nel kültür eksikliğinin sonradan, kurumca ya da kendisince giderilebileceği gösteriliyor. Sanırım üstünde duımamız gereken asıl nokta da bu, Yani çok açık biçimde şunu sormamız ge- rekiyor. Üniversiteye kadar uzanan yolu ûlkemiz koşullannda geride bırakmış olan bir aday, büyük bir genel kültür eksikliğini gerçekten de sonradan giderebilir mi? Eğer böyle bir şey genelde söz ko- nusu değilse, o zaman aldığı sanat eğitiminin ken- disine kazandırdıklannı sonradan yaratıcıhğa dö- nüştürebilmesi, başka deyişle gerçek anlamda sa- natçı olabilmesi diye bir olasılık düşünülebilir mi? Bu nokta üzerinde titizlikle durduğumuz takdir- de, farklı geliş koşullannın farklı sınamalan gerek- tirip gerektirmediği sorusunun yanıtı da sanınm kendiliğinden ortaya çıkmış olacaktır. Söze dışandan bir örnek vererek başlayalım. Avusturya'da tiyatro egitimi için sınavlara başvu- ran bir adayın, ünlü yönetmen Max Reinhardt'ın adını o güne kadar hiç duymamış olması, ya da Max Reinhardt'a başka meslekler yakıştırması söz konusu değildir. Ülkemizde ise -kendi ifadeleriyle, genellikle "ti- yatroya âşık oldukian" için!- konservatuvara baş- vuran diyelim 200 öğrenciden ancak 5'inin Muh- sin Ertuğrul adını duymuş olması, şaşırtıcı olmak- tan neredeyse çıkmıştır. Hemen belirtelim ki, beş öğrencinin bu adı duymuş olmalan, onlann Muh- sin Ertuğrul'un gerçekte kim olduğunu bildikleri anlamına da gelmemektedir. Örneğin bu yıl aday- iardan biri, kimliğejüşkin soruya -herhalde.Harbj^. ye'deki Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nden esinlerie^ rek!- "Evet biliyorym, Muhsin Ertuğrul özel tiyat- ro sahibidir" yanıtını vermiştir... Şimdi buna bağlı bir başka sorunun yanıtını araştıralım: Bir tiyatro oyuncuiuğu adayının Muh- sin Ertuğrul adını hiç duymamış olması, ne anla- ma gelir? Bu türden bir bilgi eksikliği, onun gele- ceği açısından olumsuz bir belirteyicilik taşır mı? Yoksa bu eksikliğe önemsiz ve gideriiebilir gözüy- le mi bakmak gerekir? Böyle bir adayın -alındığı takdirde- konservatu- var eğitimi sırasında Muhsin Ertuğrul'un kim oldu- ğunu öğreneceği, böylece de bu ad bilmeme ek- sikliğini gidereceği kuşkusuzdur. Ama konserva- tuvar eğitiminin giderebileceği eksikleri bundan yola çıkarak değerlendirmek ve konuya olumlu bakmak, kanımca çok biçimsel veyüzeysel birtu- tum olur. Çünkü tiyatroya en azından meraklı ol- duğunu ileri sürerek giriş sınavlarına başvuran bir adayın Muhsin Ertuğrul'un adını duymamış olma- masının içerdiği anlam, yalnızca bir ad bilmemek- le sınııiı olmayıp, bunun çok ötesindeki bir duru- mun, sonradan giderilmesi çoğunlukla olanaksız bir motivasyon eksikliğinin göstergesidir. Başka deyişle böyle bir aday, bir konuya meraklı otma- nın ne anlama geldiği, gelmesi gerektiği üzerinde bile kafa yormamıştır. Biraz yukarıda da belirttiğim gibi, girdiği takdir- de, konservatuvar yıllan bu türden bir adaya Muh- sin Ertuğrul'un kim olduğunu elbetöğretecektir. A- ma bunu öğrenmesi, o adayın §enel motivasyon eksikliğinin de giderildiği anlamına mı gelecektir? Yoksa ister tiyatro, isterse başkaca sanat alanla- nnın eğitimini versin, yükseköğrenim düzeyinde- ki sanat kurumları, böyle bir motivasyonu da oluş- turmakla mı yükümlüdür? Konuyu sürdüreceğiz. Gürcistan tiyatrosu Ankara'da • Kültür Servisi - Gürcistan Batum ili Cavcavadze Devlet Dramaturg Tiyatrosu. 27-28 Eylül tarihlerinde Ankara'da '"Lamara" adlı oyunu sergileyecek. Devlet Tiyatrolan Genel Müdürlüğü'nün Gürcistan ile kültür ve sanat alanında işbirliğini güçlendirmek amacıyla iki yıl önce imzaladığı protokol çerçevesinde Ankara'ya gelecek olan topluluk, 100 kişi ile sahneleyeceği "Lamara" adlı oyunda farklı uluslardan iki insanm aşkını anlatırken insan sevgisi, dostluk ve banş temalannı işliyor. Rahibe Teresa çizgi roman kahramanı ohıyor • Kültûr Servisi - 200 bin tirajh ltalyan çocuk gazetesi II Giornalino, Rahibe Teresa'nm yaşamını çizgi dizi haline getiriyor. Kalküta'da gerçekleştirdigi çalışmalar nedeniyle 1979 yılında Nobel Banş Odülünü kazanan ve 5 Eylül'de ölen dünyamn en ünlü misyoneri Rahibe Teresa'nm insanlık yaranna yaptığı işler, böylelikle çocuklara anlatılmış olacak. DOB sezonu açıyor • Kültür Servisi - Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü yeni sanat sezonunu 27 Eylül cumartesi günü Hipodrom'da "Opera Ateşi" adlı konserle açacak. Opera repertuvanmn en güzel ve seçkin örneklerinin sunulacağı konseri Şef Rauf Abdullayev yönetecek. Konserde soprano Şule Durham, mezzosoprano Şebnem Algın, tenor thsan Ekber, tenor Şenol Tahnlı ve bariton Eralp Kıyıcı solist olarak yer alacaklar. Çe\Te düzeninin başdekoratör Savaş Camgöz taranndan hazırlandığı gecede Hipodrom'a girişler ücretsiz olacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle