23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CUMHURİYET 30 TEMMUZ 1997 ÇARŞAMBA: DEĞÎŞEN DÜNYADA^HÜSEYİN BAS Enkaz"Enkaz" edebiyatının sonunun geieceği yok. Gelen. daha ayağının tozuyla, gıdene yüklenıyor. 'Enkaz devraldığından" vakınıyor. Bu kadannı beklemediğinden dem vuruyor. Neredeyse kesin çaresizliğin bahanesi şimdkien hazır. Öysa iktidar olmak yanıp vakınmak yerine, sorunlara çözüm üretmektir. 'Vaat ettiğini yap, yapamayacağını vad'etme'. Kuşkusuz kımse. laık ve demokratik devletin uçurumun kenanna geldiğı bir sırada halkın büyük desteğini de arkasına alarak 'kısa sürede seçime' gıtmesi 'koşuluyla kurulan hükümetin bugünden yanna REFAHYOL'un göz boyama üzerine temeDendirilen ilkesiz ve savruk ekonomisinin olumsuzluklannı bir kalemde silip atarak ortalığı gülistana çe\irmesini beklemryor. Ama. memura ve emeklilere %35 zam yaparken, 'köküne kibrit suyu ekilen 'ortadıreğesahip çıkıyoruz, REFAHYOL gibi kaşıkla verip, kepçeyte almayacağız', deyıp. her türlü ınsafın sınırlannı zorlayan \e doğrudan halkın ekmeğini hedef alan felaket oranlı zamlarla, söylenen tam tersini yapmanın mantıgını anlamak. olası görünmemektedir. Cstelık. ekonomiden sorumlu bakanın savladıığ gıbi yapılanın ve yapılacaklann 'ince ayarla" uzaktan yakından hiçbir ilgisinın bulunmadığı da açıktır. Çok sayida ekonomistın altını çızdıği gibi 'vergiyi doğrudan almak, hedefe doğrudan gitmek \arken dolayb araçlarla vergileme yaparak ekonomiye çözüm aramak hem adaletsiz hem soluksuz bem de istikrar hedefleri açısından çelişik bir uyguJamadır' (1) Özetle, koalisyona ortak olan \e onu dışardan destekleyen 'ahahtar' konumundaki 'sol'un felsefesine taban tabana zıt \e bugün Avrupa'da çoktan teda\ülden kalkan 'sosyal' olanı horlayan, yok sayan. zenginsevicilığin ve köşedönücülüğün uslanmaz bir müridinin ekonominin başına getırilmesiyle. sanki iktidara seçimle ve tek başına gelınmış gibi, sürmenin ortaklann gözünden çekilmesi başanlmıştır. Bu yüzden. Sayın Ecevit'ın. yapılan felaket oranlı zamlardan 'vicdanının" sızlaması, fazla bir şey ifade etmiyor. Sayın Baykal'ın 'dışardan'uyanlan da, 'müeyyide' uygulanamadığı içın, halkın ezilmesini engelleyemiyor. Yılmaz koalısyonuna ıçerden ve dışardan ortak olan solun, şımdıden. büyük sermayenın önüne 'dünyalan serip' sosyal ne varsa yok sayan, her defasında felsefesine en uygun olanı. yani bütün yükü halkın sırtına vuran \ e 'zaınlar acı verecek, ama ilcrde, her şev ucuzlayacak' gıbı artık çocuklann bıle ınanmadığı masallarla 'herkesi uyutmaya yeltenen 'çırağın' halkın sofrasına yönelik yeni ^ ^ ^ ^ ^ _ ^ ^ ^ ^ _ _ ^ hamlelerine • Yılmaz koalısyonuna ortak olan solun, felsefesine en uygun olanı, yani bütün yükü halkın sırtına vuran ve 'zamlar acı verecek, ama ilerde. her şey ucuzlayacak' gibi 'herkesi uyutmaya yeltenen 'çırağın' halkın sofrasına yönelik yeni hamlelerine hazır olmalıdırlar. hazır olmalıdırlar. Son günletde yeniden piyasaya sürülen ekonomi 'teknikleri' çoğunca 'zengLni kolla, yükü yoksulun sırönavur" anlayışının gözlerden saklanması 'tekniğidir'. Bu konuda son derecede çarpıcı bir örnek Fransa'da ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ yaşanıyor. ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ~ LionelJospinın sol koalisyonu. büyük sermayenın güdümündeki Juppe hükümetinin aksine, Maastricht kriterlerinın Mılli ıç hasılanın bu yıl ıçın %3'le sınırladığı kamu açığını kapatarak 'euro'yu kurtarmakiçın elıni halkın cebine değıl, 1997 % e 1997'de buyük şirketlerin vergılenni 'istisnai' olarak %15 artırarak, canlanan pıyasayı da tedirgın etmeden, sağlanması yolunu seçmiş. böylece de. Le Monde'un konuyla ılgıli başyazısında önemle altını çızdıği gibi, 'orta sınıflara sakünyı reddederek, emekle sermaye, ailelerle şirketler arasındaki vergilendirmede yeni dengeler kurulması yönündeki iradcsini ortaya koymuştur'. Kuşkusuz, Türkiye'de durum aynı değil Iktıdarda, 'henüz' sol bir koalisyon yok. Ama, buna karşılık ANAP'ın 'özaüzmin" zenginden yana felsefesini gönlünce uygulamasına olanak sağlayacak bir konumda olrnadığı da açık. Koahsyonun 'sol ahatarlanndan', bu konuda, en azuıdan belli ölçülerde de olsa, denge sağlamalanm, 'sorumlu bakanın' ağzına geleni söylemesine, bizzat kendı felsefelerinin yarattığı olumsuzluklan bahane ederek, zamlarla yükü halkın sırtına yüklemesine izen vermemesinı beklemek herkesin hakkıdır. Ekonomiden sorumlu. gidışe bakıhrsa. 'ekonomiden sorumsuz bakanın, süreceği anlaşılan dev zam mcrakının. eriyen REFAHYOL"a yeniden dönüş için önemli bir koz verdiğinden kuşku yok. Seçimlerde. 'yalon tarihte eşine benzerine raslanmayan" dev zamlardan sadece söz edilmesi bile, zamlann yıkımını her gün yaşayan yığınlarda yankı uyandırması kimse için sürpnz olmayacaktır. REFAHYOL'un laik ve demokratik rejime yönelik tehdidinin önüne geçılmesi, kuşkusuz, öncelikJerin önceliğidir. Ama bu bahane edılerek devlet olanaklannı sınırsız bir biçimde sermayeye açarken, halkın ekmeğine tasallut edilmesine izin venlemez. Koalisyona ortak olan sol ve merkez sağ, bu fırsatla, çoktan tarihe kanşan anti sosyaî felsefelerin halka dayatılması karşısında, 'rejim' öncelikleri endişesiyle. eli kolu bağlı oruramaz. Ekonomıde her şey teknik lafazanlıklarla çözüme ulaşsaydı, bugün dünyanm en yetkin ekonomıstlerine sahıp Avrupa'da işsizliğin, toplum dışına itılmişlerin giderek milyonlarca yoksulun yarattığı büyük sosyal çalkantılann önü alınmış olurdu. Ekonomi teknikleri başka, yaşam başkadır. Önemlı olan. öncelıklı olan, insanlara, ekonomiden sağlığa, eğitımden kültüre. ülke zengmlıklennm paylaşımındaki korkunç adaîetsızliğin dengelenerek, doğru dürüst bir yaşamın sağlanmasıdır. HÜSEYİMBAŞ (1) Taner Berksoy, Cumhuriyet 17.7.1997 'Pazar gazeteciliği' üzerine -E 58 dolarmilyarderinin gezegenin yansını aşkın nüfusuundan daha fazla zenginliğe sahip oıdu- gu, Mozambik'te. çocuklann üçte bırinın beş yaşından önce ateşlı hastalıkJardan ölürken sağ- lık ve eğıtim giderlen toplamının iki katını 'borçlannın' geri ödenmesine ayırmak zorunda kalındı- ğı. Bırleşmiş Milletler kalkınma görevlisine göre 'bu- günkü gküşin sürmesi durumunda' sanayıleşmiş ülke- lerle gelışmekte olan ülkeler arasındaki aykınlığın eşıt- sizlik evresinden 'insanlık dışf evTeye geçtiği, demok- ratik ülkelerin kendi bünyelennde bile, paramn siyasal sisteme hâkim olduğu ve her ikisınin de aynı potada eri- yecek ölçüde birbıriyle kaynaştığı, yasalann çeklen ım- zalayanlartarafindanyapıldığı. yurttaşlann çoğu zaman oy vermekten gına getırerek meydanı salt yatınmcılara bıraktığı birdünyada. gazeteciler ve entelektüeller ola- rak ne yapmamız gerekmektedir? Ama gazeteciler ve entelektüeller bu durumu nasıl kı- nayacaklardır? 'Bül Gates'ler. Rupert Murdoch'lar, Je- an-Luc Lagardere'ler, 'Ted' Turner'ler, Conrad Black'lcr gıbi mılyarderler yazdığımız gazetelenn, ko- nuştuğumuz radyolann, göründüğümüz televızyon zin- cırlerinin sahiplenyse 'getişmekte olan uluslara' yayıl- mış haberleşme ve külrürün özellikle sanayıleşmiş ülke- lerden gelmesine karşın zengın ülkelere yoksul ülkeler- den çok az sayıda haber ve kültür geliyorsa, çeklen im- zalayanlar. yasalan yazanlar, yatınmlan yapanlar yapı- laşmayı ve işten çıkarmalan gerçekleştirenler aynı za- manda iş verenlerimiz, reklam verenlerimız. dağıhmcı- lanmız ve bizim adımıza karar verenlerimiz iseler, na- sıl çözüm yollan önerebilinz? 'Tek düşünce propagandasf Zorunlu sorulann yanıtlan kaçınılmazdır Yapmamız gerekenler. giderek daha zor olmakta değıl mıdır? Bilinç- lı ya da bılınçsiz, bizler, çogunlukla düzenın ofıs boyla- n. adaletsızliğin karnından konuşanlan durumundayız. Ve bu yine küreselleşmenin sonucudur. Ne var ki kaçı- nılmaz değildir. Bazılanmzı tanhte. tersyüz edilmezle- ri devırmeyi başarmışlardır. Ama halıhazır iktıdann ara- cı olan kitle medyalan. ne pahasına olursa olsun yüzyı- lın sonundaki bu büyük kapıtalist değişımin 'kaçuiıl- mazlığuu" dayatmaya, hiç değilse, bunun ıstenılen bir şey olduğuna herkesi ikna etmeye çalışmaktadır. tkı buçuk yıl önce. Le Monde Dıplomatıque bu pro- pagandayı 'tek düşünce'olarak tanımlamıştı. Deyimöy- lesı bir hızla yaygınlaşmıştı ki bırkaç hafta ıçinde cum- hurbaşkanı adayı Jacques Chirac tükenmiş bir bakanlık kampanyasının yeni atılımının araçlanndan bin yapmış ve üç ay sonra da başkan seçılmişti. Deyimin popülan- tesinin yaygınlaşmasına karşın, sanınz, anlammı epey- ce yitirdiğini söylemeye bile gerek yok. 'Tekdüşünce' nedir, daha doğrusu neydi? 'Tekdüşün- ce' dünya kapitalızmınin çıkarlannın ideolojik tercüme- si, fınansal pazarlann önceliklerinin seslendinlmesidir. 1 Böy lece, önde gelen basın organlan aracılığıyla, OECD, Dünya Bankası, UlusTararasf Pard Fonu ve Dünya Tıca- ret Örgütü gibi, kredilen iyıye de kötüye de kullanan uluslararası ekonomik örgütlerin tavsiye ettikleri neoli- beral polıtikalann yaygınlaşması sağlanmaktadır. Hükümeti oluşturan partiler tarafindan uysallıkJa ele ahnan ve kolaylıkJa saptanabilen küreselleşme olgusu, yüzlerce dilde kopyalanan bu yeni ortodoksluk, gezege- nin tüm hükümetlennin mümkün olan tek polıtikanın - zenginlerin uygun gördükleri politikanın- emrine gir- melenni sağlamaya Çalışmaktadır. Seçımlere kayıtsızlık bu sahte tartışmanın mantıksal yanıtıdır. Bir Fransız denemecisi olayı şöyle anlarmaktadır: "Fî- nansal pazaruı totaJitarizminden hoşnut değilim. Ama bunun \ar olduğunu bilivorum ve bunun tüm seçilmişler tarafindan da bilinmesini istivorum. Pazann doğru dü- şünüp düşünmediğini bilmiyorum. ama pazara karşı dü- şünülemeyeceğuıi bilivorum. Tıpkı "don' olayından hoş- nut olmayan. ama onunla yaşayan bir köyiü gibivim. Pa- zan oluşturan 100 bin okuma-yazrnasız cahil. Idüsenin kurallan kadar katı bazı kurallara uv madığımız dunım- da. bir ülkenin ekonomisini un ufak edebilir. Lzmanlar, en azuıdan bu gerçeğin propagandacılandır." Sözü edilen analizin yazan Alain Minc. 'uzmanlar- dan' söz ederken. kuşkusuz gazetecileri ve denemecıle- lanılan yeni bırotomatık vazımı betımlemcktedır. Geç- en aralık aymda Yunanlı köy lüler hükümetin kemer sık- ma politikasını protesto etmek için yollara barikatlar kurmuşlardı. Bunlardan bin olayı şoyle izah ediyordu "Tek hakkımız oy \iermek. ama o da bizi hiçbir yere gö- türmüyor.'" Bir seçım oldu ve ış dünyasına yakın bir sos- yalıst partıyı iktidara taşıdı VVashıngton Post o sırada, olayı sahte bir tavırla 'demokrasinin doğduğu ülkenin ta- azeteci ve entelektüel olarak düşünmek, basit ve edilgen kâtiplik refleksini unutmak, bazen bu modernitenin yıkıcı, sözü edilen arkaizmin de gerekliliğinin anlaşılmasına yol açar. Bu bir tür küreselleşmeye karşı çıkarken bir başkasını düşünmek, özellikle de, izaı verilen tek alın yazısmı yaşadığımız inancıyla savaşmaktır. ri de düşünüyor olmahdır. Bu, şimdiden gerçekleşmiş- tir. Beyaz Saray'ın artık ünlü yemek şölenlerinde yaban- cı çıkarlann büyük çapta fınanse ettikleri ıç politıkayla dünya ticaretı arasındaki sının daha geçirimü hale geti- ren 1996 seçimlerine, potansiyel seçmenlerin sadece yüzde 48.8'i itibar etmiştir. Bu İ 924'ten bu yana, en dü- şük orandır. Bu düzlemde. halkın kayıtsızlığı neredeyse toplumsal bir itaatsizlik eylemı gücüne ulaşmıştır Da- ha az tanınan bir başka örnek. Le Monde Diplomati- que'in 'pazar gazeteciliği" dıye adlandırdığı gazetecilik türünün pratisyenleri tarafindan yaygın bir biçimde kul- rihinde ilk kez gerçek anlamda çağdaş bir seçim'olarak yorumlamıştı Gazeteciler ve entelektüellerin. büyük seçim güçleri- nın hiçbir konuda birbırlenne karşı olmadıklan. çünkü her şeye'100 bin okuma-yazması/. cahilin' karar verdıği 'gerçekten çağdaş' bir demokrası düşüncesıni kabul et- meleri olası mıdır? Eğer bunu kabullenırsek kutuplaş- mış bir toplumun temelınde sahte bir siyasal tartışma- nın suç ortaklığına haklı olarak öfke duyan bir 'aşınlı- ğa' ve 'popüliznT cephesıne nasıl karşı koyabileceğız? Amerikan solunun bir bölümünü karakterize eden 'po- litika olarak doğru' belgesini alaya almaktan çok, belkj.i de fınansal pazara alkış tutan müfrezeye dönüştüğümüzi her defa bızi ruzağa düşüren 'ekonomik olarak doğru'-, belgısinden kendimizi sakınmamamız gerekmektedir. . Bir klışe oldukça sık bir biçimde dünya gündeminde! yer almaktadır: "Uç yıl sonra2000 yıhndâyız.'' Moderni— tenin tanımı ve karşıtı. gerçekten de günlük ideolojik sa-î vaşa sahne olmaktadır. Ve 'pazar gazeteciliği' otomatik» bir biçimde 'modernitenin', serbest ticaretin Caçdun") tekT paranın ('güç'). serbestleştirmeye Cyumuşama'),özelleş- tirmenin ('rekabet'), komünikasyonun ('şebeke dışında olmavanlar için'), "serbest ticaretin, tek paranının, ser- bestkştirmenin,özefleştirmenin ve komünikasyonun Av-',' rupasrnm yanında yer almaktadır 4 Gazeteci olarak düşünmek _^ Bunun tam tersi, her zamanki gibi 'koruyucu devleti',, giderek 'devleti', (güvenlık ve mülkıyetle ilgili haklara,- dönük göreviyle yetinmesı dışında), sendikalan (salt ka-j tegorilerin çıkarlannı temsil ermeleri dışında), ulusuî (milliyetçiliğin kaynağı) ve halkı (her zaman popülızmH sarhoşu olan) arkaizm olarak görmektir. Gazeteci ve entelektüel olarak düşünmek, basit vg edilgen kâtiplik refleksini unutmak. bazen bu moderni- tenin yıkıcı, sözü edilen arkaizmin de gerekliliğinin an? laşılmasına yol açar. Bu bir tür küreselleşmeye karşı çı-» karken bir başkasını düşünmek, özellikle de, izın veri-j len tek alın yazısını yaşadığımız inancıyla savaşmaktır.^ tki yayınımız, bu kutsallığın yıkılması girişımi için- de yer almaktadır. tkı yıl önce Martin WblTun "Küre- sel Ekonomi Mitosu" başlığı altında Fınancial Times'ta yayımladığı dennlemesıne analizi paylaşmamak olası', mı? Martin Wolf. anılan yazısında. "Dünya ekonomiken-, tegrasyonu karşı konulmaz bir olgu değildir. Dev letler ti-, caret engellerini indirmeyi \e para değişimleri üzerinde- ki denetimi kaldırmayı seçmişlerdir. Ama istediklerinde bu politikalara son verebflirler'' diye yazıyordu. İnanmak gerekir mi? « Ama Martin Wolf un bu sütunlarda ifade ettiği görüş," bu değil. Küreselleşme ve pazann havarilerinin söylem-J len bundan böyle aşınlığı, kuşkunun unutulması eğiti- mi ile göze çarpmaktadır. Küreselleşme ve pazann ha^ varilerinin hâlâ kuşku duvma hakkını muhafaza eden metın önerileri okunduğunda. pazarlann insanlığm mur^ luluğu için mükemmel ve uygun bir model oluşturduğu-' na inanmak mı gerekecektir? Küreselleşme bu evrensel mutlulukla alay etmekte de-^ ğıl midir? Bazen. ne yazık kı. total kapitalızm havarile- rinin vaat ettiklen gibi her şey bütünüyle yolunda gitme-c mektedir. O zaman bıze şu anlatılmak istenmektedir: "Biraz daha fazla zamana ihtiyaç var", "Sadece birkaç basamak daha kaldı". "Değişim her zaman acı vçrir", "Şu ana kadar gördüklerimiz henüz tam olarak oluşmuş! değil", "Eğer halk biraz daha girişimci. daha esnek otj' saydı, sonuç çok daha parlak olacakü". ": Ve eğer durum bunun tam tersı ise, pazar. gezeğeWö£j yaşayanlann çoğu için iyı yürüyen bir model değilse? Ve1 tam tersine, zenginlik yaratan muazzam bir makine de-' ğilse, adil ve doğru dürüst bir insan toplumu inşasmı bıl-1 miyorsa? Bunu öğrenmeden ve bundan dersler çıkarma-J dan önce ne kadar fiyat ödememız gerekecektir? Ame-* nkan Federal Rezerv Başkanı Greenspan'ın "pazannf mizaç taşkınhğı' dediği toplum dışına ıtilmışler, ne za- mana kadar öyle kalacaklardır? Zenginlerin paralı korul culannın korumasında toplu olarak yaşadıklan yerlerden! daha kaç insan uzaklaştınlacaktır0 Kaç Amerikalı demrr parmaklıklar arkasına kapatılacaktır? Kaç toprak altt zenginliği yıkıma uğrayacak, kaç insan, demokrasinin' kendileri için olmadığına ikna edilecektır? 'J SERGEHAÜMt (Le Monde DiplomatiqueJ Skandal basının belirsizlikleriiyasal tarihimizin en ku- surlu insanını destekle- diğimizi ve onun cana- vara dönüşmesine yar- dımcı olduğumuzu na- sıl bilebiHrdik? Tutkulannı ve Idşisel çıkarlannı laik ve demokratik reji- min üzerinde rutacağı nasıl bilinebi- lirdi?" (1) Bu gecıkmiş 'kendini suçlama' eğer içten bir pişmanlığın ifadesi ol- saydı saygıyla karşılanabilirdi. Anımsanacağı gibi, güçlü popüler gazete Hürriyet'ın başyazan olarak Bayan Çiller'i, onun medyatık pro- mosyonunu üstlenerek İanse eden' bizzat kendisiydi. Bir kez amaca ulaşınca da, çevrestndeki çok sayı- da insanla bırlikte 1995 Ekimi'nde ülke tarihinde benzeri bulunmayan bir biçimde başbakanlığa bir kadı- nın, üstelık güzel. sanşın ve modern bir kadının atanmasıyla başlayan yeni döneme uyum sağlamak içın dan, çoğulculuk adına uygar sağa uzanan birbinnden çok farklı dü- şünceler sergileyen geniş bir gaze- teci yelpazesine sahıptıler. Ne var ki, her bin süpermarket görünümlü bu 'demokrasi' içinde, aşılmaması gereken sınırlan ve ser- maye sahıplerine saygı duyulması gereğınde birleşiyorlardı. Çeşitli bi- çimlerdeki muazzam hükümet süb- vansiyonlan ya da çok avantajlı fa- izle sağlanan krediler -ki bunlar sa- dece 'hata' yapıldığında geri öden- mek zorundaydı- gazetecilikle ilgı- sı ohnayan, ama tatlı kârlar sağlayan ışlere yatınlıyordu. Bu basın ünparatorlannın güçle- n ve siyasal iktidarla gizli anlaşma- lan öyle yerlere varmıştı ki Sabah grubunun Bayan Tansu Çiller tara- findan oluşturulan çok sayıda ko- alisyon hükümetlerinden bınne. sanki bir basın organı seçilenlerin N siyasal ortağı olabilirmiş gibi. katıl- e var ki, her biri süpermarket görünümlü bu 'demokrasi' içinde, aşılmaması gereken sınırlan ve sermaye sahiplerine saygı duyulması gereğinde birleşiyorlardı. gelenekçiliğin ve erkekliğin simge- si sayılan bıyıklannı kesmekte te- reddüt etmemişti. Bununla birlikte, İlhan Selçuk gi- bi gözlemciler, o sıralarda bu kibar görünüşün ardındaki 'toplum üze- rindeki medyatik egemenliğin ürii- nünü' ortaya koymuşlardı (2). Cum- huriyet gazetesinın başyazan Bayan Çiller'in üniversiteden aldığı ücret- le oluşturduğunu iddia ettiği muaz- zam servetini sorguluyordu. Ama kimse. muhafelet rolüne abone olan. yeni medyatik düzene uyum sağlayamadığı için de 'dinozorluk- la' nitelenen ülkenin bu tek bağım- sız gazetesınin 'patlayan' sesine şa- şırmamıştı. Büyük bankalara bağlı diğer ga- zeteler ise çoktan çeşitli yayınlara sahıp önemlı gruplar oluşturmuş- lardı. Her bınnın kendilerıne aıt te- levızyonu vardı ve ehlileşmiş sol- dığından söz edilmıştir. Öte yanda diğer iki büyük grup olan Milliyet ve Hürriyet, rakipleri Sabah'la da- ha ıyi savaşabilmek için Doğan Medya adı altında. birleşmişlerdir. Gazete satışlanmn yüzde 79'unu ellerinde bulunduran iki imparator- luk, Akşam'uı ortaya çıkarak ken- disıne bir yer tutmak istemesiyle 'özgürlükle' ilgili düşüncelennı açıklama fırsatını bulmuşlardı. 16 Eylül 1996'da, dağıtım tekeline sa- hıp Sabah ve Doğan Medya. çok tehlıkeli bir rakip haline gelen Ak- şam'ın gazete paketlerini olduklan yerde bırakarak dağıtımını engelle- mişlerdi.. Diğer taraftan kartel, ba- zı yayınlann satış fiyatlannda dam- pıng yaparak -ki bundan doğan za- rar başka işlerle karşılanıyordu- baş- ka yayınlann ve görüşlenn yaşama olanaklannı cıddi bir biçimde kısıt- lıyordu. Uğur Mumcu'yu 'yeniden' keşfetti- ler. Mumcu, on yıl önce Cumhuri- yet sürunlannda. siyasal güçlere bağlı ve 'hâlâ' aranan canileri, kim- liklerini bıkıp usanmadan açıklaya- rak suçlamıştı. Bayan Tansu Çiller'e karşı savaş- ta, bütün bunlardan geniş bir biçim- de yararlanıldı. Aynı anda, gazete- lerin önde gelen kalemleri. "Türki- ye'de basın özgüriüğüne saklınlan" suçlamak içın Avrupabaşkentlerine geziler düzenlediler. Ama gerçek umutlan.. orduydu ve onunla da as- keri darbe tehlikesi yoğun bir biçim- de gündeme getirildi. Gerçekten de ordu, hükümetin bir lslamcı tarafin- dan yönetildiğini görmekten hoşnut deği'ldı. Ama bu başka. okuyuculanna her sabah postal seslerinden söz etmek ve Millı Güvenlik Konseyi'nin ay- lık toplantılannı her defasında as- kerlerin eyleme geçmeden önceki duyduğu kurumun ordu olduğuyla3 ilgili sondajlar yayımlıyordu. KuV zey Irak'a son müdahale sırasında, basın. Genelkurmay'ın, haber sız*î masını önlemek için hükümeti ope"^ rasyondan haberdar etmediğiyle it^ gili adı açıklanmayan bazı general-; lenn açıklamalanna yer vermişti,.; Bu güvensizliğin altını çizerek, bir numaralı düşman PKK ile hükümet' ayru kefeye konuluyordu. Genelkur- may tarafindan yayunlanan yalanla- ma ise pek yankı uyandırmamıştı.' Buna karşılık gazeteler, birinci say- falannda, Erbakan'ın sağ kolu Ab-, dullah Gül'ün adı açıklanmayan ge- nerallere karşı "Erkekscler ortayş, çıkarlar" şeklindeki 'yüzeysel' tep^ kisine yer vermişlerdi. ( Bay Erbakan, îsrail'le ortaklaşa yapılacak askeri manevralan ertelef yebileceğıni sanmıştı. Ama asket ler, karann, dev letın çeşitli organlaı nyla birlikte alındığını, I G eneral Çevik Bir, her fırsatta siyasal tercihte f- sivillerin sorumluğunu anımsatmakla yetinen ! * temkinli üstüne karşm dobra dobra "£ konuşmayı yeğliyordu. -& Devlet çarkına sokulan mafyalar- la işbirliğı içinde olmakla suçlanan Bayan Tansu Ciller ve eşinin karan- lık işlen. solcu haftalık Aydınlık dergisi tarafindan aynntılı bir biçim- de açıklanmış. ne var ki kimse ora- lı olmamıştı. Gizlı anlaşmanın kesin biçimde kanıtlanması için 3 Kasım 1996'dakı ünlü Susurluk kazasının olması gerekmişti. 1996 Hazira- nı'nda hükümetinin kurulmasıyla birlikte lslamcı başbakan, pek usta- ca olmayan bir biçimde, basını, süb- vansiyonlannı keserek hizaya getir- me nıyetınde olduğunu açıklamıştı. Büyük günlük gazeteler ve onlann televızyon kanalları o zaman. 1993'te öldürülen ünlü gazeteci son ihtan olarak açıklamak, başkay- dı... Başlangıçta ordu, Necmettin Er- bakan'ı anayasal çerçevenin içinde tutacağı umuduyla, basının, ordu adına giriştiği baskıya ses çıkarmı- yordu. Ama Erbakan geri adım at- mıyor, tam tersine işi daha ileriye götürüyordu. Seçim vaatlerinden bırkaçını gerçekleştirmek yerine, provokosyon eylemlerinı arttırmayı seçmişti. General Çevik Bir, her fır- satta siyasal tercihte sivillerin so- rumluğunu anımsatmakla yetinen temkinli üstüne karşın, dobra dob- ra konuşmayı yeğliyordu. Sonunda fazla konuşan kumandanlar daha öl- çülü konuşma talimatı aldılar. Ama seyırciler arenadaki yerlerini çok- tan almışlardı ve ordunun 'rakibine' indireceğı her darbeyi alkışlamaya hazırdılar. Basın, toplumun en çok güven de Başbakan'tn kendi başına bunu, lağvetme yetkisine sahip olmadığii. nı anımsattılar. Basın bir kez daha^ ordunun, sivil yönetimin üzerinden geçen zaferini alkışlayacaktı. SCH nunda Hürriyet, savcılığın 'suçu is/ leyenler' v e bu arada, 'orduya hak»« ret' edenler yönünde dava açmasuij, dan fazlasıyla hoşnut olmuştu (4).« Basın, sonunda, Erbakan hüküj metinin düşmesinı sağlamıştı. Ns var ki bu zafer. yurttaşlan ve gaze-( telen hoşnut etmemesi gereken çok. sayıda endişe verici lekeyle dolu- dur. ^ NURDOLAX< (Le Monde Diplomatique} L. (1) Hürriyet, 15 Mayıs 199% (2) Cumhunyet, Mayıs 1997ı (3) "Turkpolısımn tehhkelı ılışhîeri'Q Le Monde Dıplomatıque. Mart 199& 14j Hümyeı, 22 Mayıs 1997.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle