Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET 30 TEMMUZ 1997 ÇARŞAMBA:
DEĞÎŞEN DÜNYADA^HÜSEYİN BAS
Enkaz"Enkaz" edebiyatının sonunun geieceği yok.
Gelen. daha ayağının tozuyla, gıdene
yüklenıyor. 'Enkaz devraldığından" vakınıyor.
Bu kadannı beklemediğinden dem vuruyor.
Neredeyse kesin çaresizliğin bahanesi şimdkien
hazır. Öysa iktidar olmak yanıp vakınmak
yerine, sorunlara çözüm üretmektir. 'Vaat
ettiğini yap, yapamayacağını vad'etme'.
Kuşkusuz kımse. laık ve demokratik devletin
uçurumun kenanna geldiğı bir sırada halkın
büyük desteğini de arkasına alarak 'kısa sürede
seçime' gıtmesi 'koşuluyla kurulan hükümetin
bugünden yanna REFAHYOL'un göz boyama
üzerine temeDendirilen ilkesiz ve savruk
ekonomisinin olumsuzluklannı bir kalemde
silip atarak ortalığı gülistana çe\irmesini
beklemryor. Ama. memura ve emeklilere %35
zam yaparken, 'köküne kibrit suyu ekilen
'ortadıreğesahip çıkıyoruz, REFAHYOL gibi
kaşıkla verip, kepçeyte almayacağız', deyıp. her
türlü ınsafın sınırlannı zorlayan \e doğrudan
halkın ekmeğini hedef alan felaket oranlı
zamlarla, söylenen tam tersini yapmanın
mantıgını anlamak. olası görünmemektedir.
Cstelık. ekonomiden sorumlu bakanın
savladıığ gıbi yapılanın ve yapılacaklann 'ince
ayarla" uzaktan yakından hiçbir ilgisinın
bulunmadığı da açıktır. Çok sayida
ekonomistın altını çızdıği gibi 'vergiyi
doğrudan almak, hedefe doğrudan gitmek
\arken dolayb araçlarla vergileme yaparak
ekonomiye çözüm aramak hem adaletsiz hem
soluksuz bem de istikrar hedefleri açısından
çelişik bir uyguJamadır' (1) Özetle, koalisyona
ortak olan \e onu dışardan destekleyen
'ahahtar' konumundaki 'sol'un felsefesine
taban tabana zıt \e bugün Avrupa'da çoktan
teda\ülden kalkan 'sosyal' olanı horlayan, yok
sayan. zenginsevicilığin ve köşedönücülüğün
uslanmaz bir müridinin ekonominin başına
getırilmesiyle. sanki iktidara seçimle ve tek
başına gelınmış gibi, sürmenin ortaklann
gözünden çekilmesi başanlmıştır. Bu yüzden.
Sayın Ecevit'ın. yapılan felaket oranlı
zamlardan 'vicdanının" sızlaması, fazla bir şey
ifade etmiyor. Sayın Baykal'ın
'dışardan'uyanlan da, 'müeyyide'
uygulanamadığı içın, halkın ezilmesini
engelleyemiyor. Yılmaz koalısyonuna ıçerden
ve dışardan ortak olan solun, şımdıden. büyük
sermayenın önüne 'dünyalan serip' sosyal ne
varsa yok sayan, her defasında felsefesine en
uygun olanı. yani bütün yükü halkın sırtına
vuran \ e 'zaınlar acı verecek, ama ilcrde, her
şev ucuzlayacak' gıbı artık çocuklann bıle
ınanmadığı masallarla 'herkesi uyutmaya
yeltenen 'çırağın' halkın sofrasına yönelik yeni
^ ^ ^ ^ ^ _ ^ ^ ^ ^ _ _ ^ hamlelerine
• Yılmaz
koalısyonuna ortak
olan solun, felsefesine
en uygun olanı, yani
bütün yükü halkın
sırtına vuran ve
'zamlar acı verecek,
ama ilerde. her şey
ucuzlayacak' gibi
'herkesi uyutmaya
yeltenen 'çırağın'
halkın sofrasına
yönelik yeni
hamlelerine hazır
olmalıdırlar.
hazır
olmalıdırlar.
Son günletde
yeniden
piyasaya sürülen
ekonomi
'teknikleri'
çoğunca
'zengLni kolla,
yükü yoksulun
sırönavur"
anlayışının
gözlerden
saklanması
'tekniğidir'. Bu
konuda son
derecede çarpıcı
bir örnek
Fransa'da
^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ yaşanıyor.
^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ~ LionelJospinın
sol koalisyonu. büyük sermayenın
güdümündeki Juppe hükümetinin aksine,
Maastricht kriterlerinın Mılli ıç hasılanın bu
yıl ıçın %3'le sınırladığı kamu açığını
kapatarak 'euro'yu kurtarmakiçın elıni halkın
cebine değıl, 1997 % e 1997'de buyük
şirketlerin vergılenni 'istisnai' olarak %15
artırarak, canlanan pıyasayı da tedirgın
etmeden, sağlanması yolunu seçmiş. böylece
de. Le Monde'un konuyla ılgıli başyazısında
önemle altını çızdıği gibi, 'orta sınıflara
sakünyı reddederek, emekle sermaye, ailelerle
şirketler arasındaki vergilendirmede yeni
dengeler kurulması yönündeki iradcsini ortaya
koymuştur'. Kuşkusuz, Türkiye'de durum aynı
değil Iktıdarda, 'henüz' sol bir koalisyon yok.
Ama, buna karşılık ANAP'ın 'özaüzmin"
zenginden yana felsefesini gönlünce
uygulamasına olanak sağlayacak bir konumda
olrnadığı da açık. Koahsyonun 'sol
ahatarlanndan', bu konuda, en azuıdan belli
ölçülerde de olsa, denge sağlamalanm,
'sorumlu bakanın' ağzına geleni söylemesine,
bizzat kendı felsefelerinin yarattığı
olumsuzluklan bahane ederek, zamlarla yükü
halkın sırtına yüklemesine izen vermemesinı
beklemek herkesin hakkıdır. Ekonomiden
sorumlu. gidışe bakıhrsa. 'ekonomiden
sorumsuz bakanın, süreceği anlaşılan dev zam
mcrakının. eriyen REFAHYOL"a yeniden
dönüş için önemli bir koz verdiğinden kuşku
yok. Seçimlerde. 'yalon tarihte eşine benzerine
raslanmayan" dev zamlardan sadece söz
edilmesi bile, zamlann yıkımını her gün
yaşayan yığınlarda yankı uyandırması kimse
için sürpnz olmayacaktır. REFAHYOL'un laik
ve demokratik rejime yönelik tehdidinin önüne
geçılmesi, kuşkusuz, öncelikJerin önceliğidir.
Ama bu bahane edılerek devlet olanaklannı
sınırsız bir biçimde sermayeye açarken, halkın
ekmeğine tasallut edilmesine izin venlemez.
Koalisyona ortak olan sol ve merkez sağ, bu
fırsatla, çoktan tarihe kanşan anti sosyaî
felsefelerin halka dayatılması karşısında,
'rejim' öncelikleri endişesiyle. eli kolu bağlı
oruramaz. Ekonomıde her şey teknik
lafazanlıklarla çözüme ulaşsaydı, bugün
dünyanm en yetkin ekonomıstlerine sahıp
Avrupa'da işsizliğin, toplum dışına itılmişlerin
giderek milyonlarca yoksulun yarattığı büyük
sosyal çalkantılann önü alınmış olurdu.
Ekonomi teknikleri başka, yaşam başkadır.
Önemlı olan. öncelıklı olan, insanlara,
ekonomiden sağlığa, eğitımden kültüre. ülke
zengmlıklennm paylaşımındaki korkunç
adaîetsızliğin dengelenerek, doğru dürüst bir
yaşamın sağlanmasıdır.
HÜSEYİMBAŞ
(1) Taner Berksoy, Cumhuriyet 17.7.1997
'Pazar gazeteciliği' üzerine
-E
58 dolarmilyarderinin gezegenin yansını aşkın
nüfusuundan daha fazla zenginliğe sahip oıdu-
gu, Mozambik'te. çocuklann üçte bırinın beş
yaşından önce ateşlı hastalıkJardan ölürken sağ-
lık ve eğıtim giderlen toplamının iki katını
'borçlannın' geri ödenmesine ayırmak zorunda kalındı-
ğı. Bırleşmiş Milletler kalkınma görevlisine göre 'bu-
günkü gküşin sürmesi durumunda' sanayıleşmiş ülke-
lerle gelışmekte olan ülkeler arasındaki aykınlığın eşıt-
sizlik evresinden 'insanlık dışf evTeye geçtiği, demok-
ratik ülkelerin kendi bünyelennde bile, paramn siyasal
sisteme hâkim olduğu ve her ikisınin de aynı potada eri-
yecek ölçüde birbıriyle kaynaştığı, yasalann çeklen ım-
zalayanlartarafindanyapıldığı. yurttaşlann çoğu zaman
oy vermekten gına getırerek meydanı salt yatınmcılara
bıraktığı birdünyada. gazeteciler ve entelektüeller ola-
rak ne yapmamız gerekmektedir?
Ama gazeteciler ve entelektüeller bu durumu nasıl kı-
nayacaklardır? 'Bül Gates'ler. Rupert Murdoch'lar, Je-
an-Luc Lagardere'ler, 'Ted' Turner'ler, Conrad
Black'lcr gıbi mılyarderler yazdığımız gazetelenn, ko-
nuştuğumuz radyolann, göründüğümüz televızyon zin-
cırlerinin sahiplenyse 'getişmekte olan uluslara' yayıl-
mış haberleşme ve külrürün özellikle sanayıleşmiş ülke-
lerden gelmesine karşın zengın ülkelere yoksul ülkeler-
den çok az sayıda haber ve kültür geliyorsa, çeklen im-
zalayanlar. yasalan yazanlar, yatınmlan yapanlar yapı-
laşmayı ve işten çıkarmalan gerçekleştirenler aynı za-
manda iş verenlerimiz, reklam verenlerimız. dağıhmcı-
lanmız ve bizim adımıza karar verenlerimiz iseler, na-
sıl çözüm yollan önerebilinz?
'Tek düşünce propagandasf
Zorunlu sorulann yanıtlan kaçınılmazdır Yapmamız
gerekenler. giderek daha zor olmakta değıl mıdır? Bilinç-
lı ya da bılınçsiz, bizler, çogunlukla düzenın ofıs boyla-
n. adaletsızliğin karnından konuşanlan durumundayız.
Ve bu yine küreselleşmenin sonucudur. Ne var ki kaçı-
nılmaz değildir. Bazılanmzı tanhte. tersyüz edilmezle-
ri devırmeyi başarmışlardır. Ama halıhazır iktıdann ara-
cı olan kitle medyalan. ne pahasına olursa olsun yüzyı-
lın sonundaki bu büyük kapıtalist değişımin 'kaçuiıl-
mazlığuu" dayatmaya, hiç değilse, bunun ıstenılen bir şey
olduğuna herkesi ikna etmeye çalışmaktadır.
tkı buçuk yıl önce. Le Monde Dıplomatıque bu pro-
pagandayı 'tek düşünce'olarak tanımlamıştı. Deyimöy-
lesı bir hızla yaygınlaşmıştı ki bırkaç hafta ıçinde cum-
hurbaşkanı adayı Jacques Chirac tükenmiş bir bakanlık
kampanyasının yeni atılımının araçlanndan bin yapmış
ve üç ay sonra da başkan seçılmişti. Deyimin popülan-
tesinin yaygınlaşmasına karşın, sanınz, anlammı epey-
ce yitirdiğini söylemeye bile gerek yok.
'Tekdüşünce' nedir, daha doğrusu neydi? 'Tekdüşün-
ce' dünya kapitalızmınin çıkarlannın ideolojik tercüme-
si, fınansal pazarlann önceliklerinin seslendinlmesidir.
1
Böy lece, önde gelen basın organlan aracılığıyla, OECD,
Dünya Bankası, UlusTararasf Pard Fonu ve Dünya Tıca-
ret Örgütü gibi, kredilen iyıye de kötüye de kullanan
uluslararası ekonomik örgütlerin tavsiye ettikleri neoli-
beral polıtikalann yaygınlaşması sağlanmaktadır.
Hükümeti oluşturan partiler tarafindan uysallıkJa ele
ahnan ve kolaylıkJa saptanabilen küreselleşme olgusu,
yüzlerce dilde kopyalanan bu yeni ortodoksluk, gezege-
nin tüm hükümetlennin mümkün olan tek polıtikanın -
zenginlerin uygun gördükleri politikanın- emrine gir-
melenni sağlamaya Çalışmaktadır. Seçımlere kayıtsızlık
bu sahte tartışmanın mantıksal yanıtıdır.
Bir Fransız denemecisi olayı şöyle anlarmaktadır: "Fî-
nansal pazaruı totaJitarizminden hoşnut değilim. Ama
bunun \ar olduğunu bilivorum ve bunun tüm seçilmişler
tarafindan da bilinmesini istivorum. Pazann doğru dü-
şünüp düşünmediğini bilmiyorum. ama pazara karşı dü-
şünülemeyeceğuıi bilivorum. Tıpkı "don' olayından hoş-
nut olmayan. ama onunla yaşayan bir köyiü gibivim. Pa-
zan oluşturan 100 bin okuma-yazrnasız cahil. Idüsenin
kurallan kadar katı bazı kurallara uv madığımız dunım-
da. bir ülkenin ekonomisini un ufak edebilir. Lzmanlar,
en azuıdan bu gerçeğin propagandacılandır."
Sözü edilen analizin yazan Alain Minc. 'uzmanlar-
dan' söz ederken. kuşkusuz gazetecileri ve denemecıle-
lanılan yeni bırotomatık vazımı betımlemcktedır. Geç-
en aralık aymda Yunanlı köy lüler hükümetin kemer sık-
ma politikasını protesto etmek için yollara barikatlar
kurmuşlardı. Bunlardan bin olayı şoyle izah ediyordu
"Tek hakkımız oy \iermek. ama o da bizi hiçbir yere gö-
türmüyor.'" Bir seçım oldu ve ış dünyasına yakın bir sos-
yalıst partıyı iktidara taşıdı VVashıngton Post o sırada,
olayı sahte bir tavırla 'demokrasinin doğduğu ülkenin ta-
azeteci ve entelektüel olarak düşünmek, basit ve edilgen
kâtiplik refleksini unutmak, bazen bu modernitenin yıkıcı,
sözü edilen arkaizmin de gerekliliğinin anlaşılmasına yol
açar. Bu bir tür küreselleşmeye karşı çıkarken bir başkasını
düşünmek, özellikle de, izaı verilen tek alın yazısmı
yaşadığımız inancıyla savaşmaktır.
ri de düşünüyor olmahdır. Bu, şimdiden gerçekleşmiş-
tir. Beyaz Saray'ın artık ünlü yemek şölenlerinde yaban-
cı çıkarlann büyük çapta fınanse ettikleri ıç politıkayla
dünya ticaretı arasındaki sının daha geçirimü hale geti-
ren 1996 seçimlerine, potansiyel seçmenlerin sadece
yüzde 48.8'i itibar etmiştir. Bu İ 924'ten bu yana, en dü-
şük orandır. Bu düzlemde. halkın kayıtsızlığı neredeyse
toplumsal bir itaatsizlik eylemı gücüne ulaşmıştır Da-
ha az tanınan bir başka örnek. Le Monde Diplomati-
que'in 'pazar gazeteciliği" dıye adlandırdığı gazetecilik
türünün pratisyenleri tarafindan yaygın bir biçimde kul-
rihinde ilk kez gerçek anlamda çağdaş bir seçim'olarak
yorumlamıştı
Gazeteciler ve entelektüellerin. büyük seçim güçleri-
nın hiçbir konuda birbırlenne karşı olmadıklan. çünkü
her şeye'100 bin okuma-yazması/. cahilin' karar verdıği
'gerçekten çağdaş' bir demokrası düşüncesıni kabul et-
meleri olası mıdır? Eğer bunu kabullenırsek kutuplaş-
mış bir toplumun temelınde sahte bir siyasal tartışma-
nın suç ortaklığına haklı olarak öfke duyan bir 'aşınlı-
ğa' ve 'popüliznT cephesıne nasıl karşı koyabileceğız?
Amerikan solunun bir bölümünü karakterize eden 'po-
litika olarak doğru' belgesini alaya almaktan çok, belkj.i
de fınansal pazara alkış tutan müfrezeye dönüştüğümüzi
her defa bızi ruzağa düşüren 'ekonomik olarak doğru'-,
belgısinden kendimizi sakınmamamız gerekmektedir. .
Bir klışe oldukça sık bir biçimde dünya gündeminde!
yer almaktadır: "Uç yıl sonra2000 yıhndâyız.'' Moderni—
tenin tanımı ve karşıtı. gerçekten de günlük ideolojik sa-î
vaşa sahne olmaktadır. Ve 'pazar gazeteciliği' otomatik»
bir biçimde 'modernitenin', serbest ticaretin Caçdun") tekT
paranın ('güç'). serbestleştirmeye Cyumuşama'),özelleş-
tirmenin ('rekabet'), komünikasyonun ('şebeke dışında
olmavanlar için'), "serbest ticaretin, tek paranının, ser-
bestkştirmenin,özefleştirmenin ve komünikasyonun Av-','
rupasrnm yanında yer almaktadır 4
Gazeteci olarak düşünmek _^
Bunun tam tersi, her zamanki gibi 'koruyucu devleti',,
giderek 'devleti', (güvenlık ve mülkıyetle ilgili haklara,-
dönük göreviyle yetinmesı dışında), sendikalan (salt ka-j
tegorilerin çıkarlannı temsil ermeleri dışında), ulusuî
(milliyetçiliğin kaynağı) ve halkı (her zaman popülızmH
sarhoşu olan) arkaizm olarak görmektir.
Gazeteci ve entelektüel olarak düşünmek, basit vg
edilgen kâtiplik refleksini unutmak. bazen bu moderni-
tenin yıkıcı, sözü edilen arkaizmin de gerekliliğinin an?
laşılmasına yol açar. Bu bir tür küreselleşmeye karşı çı-»
karken bir başkasını düşünmek, özellikle de, izın veri-j
len tek alın yazısını yaşadığımız inancıyla savaşmaktır.^
tki yayınımız, bu kutsallığın yıkılması girişımi için-
de yer almaktadır. tkı yıl önce Martin WblTun "Küre-
sel Ekonomi Mitosu" başlığı altında Fınancial Times'ta
yayımladığı dennlemesıne analizi paylaşmamak olası',
mı? Martin Wolf. anılan yazısında. "Dünya ekonomiken-,
tegrasyonu karşı konulmaz bir olgu değildir. Dev letler ti-,
caret engellerini indirmeyi \e para değişimleri üzerinde-
ki denetimi kaldırmayı seçmişlerdir. Ama istediklerinde
bu politikalara son verebflirler'' diye yazıyordu.
İnanmak gerekir mi? «
Ama Martin Wolf un bu sütunlarda ifade ettiği görüş,"
bu değil. Küreselleşme ve pazann havarilerinin söylem-J
len bundan böyle aşınlığı, kuşkunun unutulması eğiti-
mi ile göze çarpmaktadır. Küreselleşme ve pazann ha^
varilerinin hâlâ kuşku duvma hakkını muhafaza eden
metın önerileri okunduğunda. pazarlann insanlığm mur^
luluğu için mükemmel ve uygun bir model oluşturduğu-'
na inanmak mı gerekecektir?
Küreselleşme bu evrensel mutlulukla alay etmekte de-^
ğıl midir? Bazen. ne yazık kı. total kapitalızm havarile-
rinin vaat ettiklen gibi her şey bütünüyle yolunda gitme-c
mektedir. O zaman bıze şu anlatılmak istenmektedir:
"Biraz daha fazla zamana ihtiyaç var", "Sadece birkaç
basamak daha kaldı". "Değişim her zaman acı vçrir",
"Şu ana kadar gördüklerimiz henüz tam olarak oluşmuş!
değil", "Eğer halk biraz daha girişimci. daha esnek otj'
saydı, sonuç çok daha parlak olacakü". ":
Ve eğer durum bunun tam tersı ise, pazar. gezeğeWö£j
yaşayanlann çoğu için iyı yürüyen bir model değilse? Ve1
tam tersine, zenginlik yaratan muazzam bir makine de-'
ğilse, adil ve doğru dürüst bir insan toplumu inşasmı bıl-1
miyorsa? Bunu öğrenmeden ve bundan dersler çıkarma-J
dan önce ne kadar fiyat ödememız gerekecektir? Ame-*
nkan Federal Rezerv Başkanı Greenspan'ın "pazannf
mizaç taşkınhğı' dediği toplum dışına ıtilmışler, ne za-
mana kadar öyle kalacaklardır? Zenginlerin paralı korul
culannın korumasında toplu olarak yaşadıklan yerlerden!
daha kaç insan uzaklaştınlacaktır0
Kaç Amerikalı demrr
parmaklıklar arkasına kapatılacaktır? Kaç toprak altt
zenginliği yıkıma uğrayacak, kaç insan, demokrasinin'
kendileri için olmadığına ikna edilecektır? 'J
SERGEHAÜMt
(Le Monde DiplomatiqueJ
Skandal basının belirsizlikleriiyasal tarihimizin en ku-
surlu insanını destekle-
diğimizi ve onun cana-
vara dönüşmesine yar-
dımcı olduğumuzu na-
sıl bilebiHrdik? Tutkulannı ve Idşisel
çıkarlannı laik ve demokratik reji-
min üzerinde rutacağı nasıl bilinebi-
lirdi?" (1)
Bu gecıkmiş 'kendini suçlama'
eğer içten bir pişmanlığın ifadesi ol-
saydı saygıyla karşılanabilirdi.
Anımsanacağı gibi, güçlü popüler
gazete Hürriyet'ın başyazan olarak
Bayan Çiller'i, onun medyatık pro-
mosyonunu üstlenerek İanse eden'
bizzat kendisiydi. Bir kez amaca
ulaşınca da, çevrestndeki çok sayı-
da insanla bırlikte 1995 Ekimi'nde
ülke tarihinde benzeri bulunmayan
bir biçimde başbakanlığa bir kadı-
nın, üstelık güzel. sanşın ve modern
bir kadının atanmasıyla başlayan
yeni döneme uyum sağlamak içın
dan, çoğulculuk adına uygar sağa
uzanan birbinnden çok farklı dü-
şünceler sergileyen geniş bir gaze-
teci yelpazesine sahıptıler.
Ne var ki, her bin süpermarket
görünümlü bu 'demokrasi' içinde,
aşılmaması gereken sınırlan ve ser-
maye sahıplerine saygı duyulması
gereğınde birleşiyorlardı. Çeşitli bi-
çimlerdeki muazzam hükümet süb-
vansiyonlan ya da çok avantajlı fa-
izle sağlanan krediler -ki bunlar sa-
dece 'hata' yapıldığında geri öden-
mek zorundaydı- gazetecilikle ilgı-
sı ohnayan, ama tatlı kârlar sağlayan
ışlere yatınlıyordu.
Bu basın ünparatorlannın güçle-
n ve siyasal iktidarla gizli anlaşma-
lan öyle yerlere varmıştı ki Sabah
grubunun Bayan Tansu Çiller tara-
findan oluşturulan çok sayıda ko-
alisyon hükümetlerinden bınne.
sanki bir basın organı seçilenlerin
N
siyasal ortağı olabilirmiş gibi. katıl-
e var ki, her biri süpermarket görünümlü bu
'demokrasi' içinde, aşılmaması gereken
sınırlan ve sermaye sahiplerine saygı
duyulması gereğinde birleşiyorlardı.
gelenekçiliğin ve erkekliğin simge-
si sayılan bıyıklannı kesmekte te-
reddüt etmemişti.
Bununla birlikte, İlhan Selçuk gi-
bi gözlemciler, o sıralarda bu kibar
görünüşün ardındaki 'toplum üze-
rindeki medyatik egemenliğin ürii-
nünü' ortaya koymuşlardı (2). Cum-
huriyet gazetesinın başyazan Bayan
Çiller'in üniversiteden aldığı ücret-
le oluşturduğunu iddia ettiği muaz-
zam servetini sorguluyordu. Ama
kimse. muhafelet rolüne abone
olan. yeni medyatik düzene uyum
sağlayamadığı için de 'dinozorluk-
la' nitelenen ülkenin bu tek bağım-
sız gazetesınin 'patlayan' sesine şa-
şırmamıştı.
Büyük bankalara bağlı diğer ga-
zeteler ise çoktan çeşitli yayınlara
sahıp önemlı gruplar oluşturmuş-
lardı. Her bınnın kendilerıne aıt te-
levızyonu vardı ve ehlileşmiş sol-
dığından söz edilmıştir. Öte yanda
diğer iki büyük grup olan Milliyet
ve Hürriyet, rakipleri Sabah'la da-
ha ıyi savaşabilmek için Doğan
Medya adı altında. birleşmişlerdir.
Gazete satışlanmn yüzde 79'unu
ellerinde bulunduran iki imparator-
luk, Akşam'uı ortaya çıkarak ken-
disıne bir yer tutmak istemesiyle
'özgürlükle' ilgili düşüncelennı
açıklama fırsatını bulmuşlardı. 16
Eylül 1996'da, dağıtım tekeline sa-
hıp Sabah ve Doğan Medya. çok
tehlıkeli bir rakip haline gelen Ak-
şam'ın gazete paketlerini olduklan
yerde bırakarak dağıtımını engelle-
mişlerdi.. Diğer taraftan kartel, ba-
zı yayınlann satış fiyatlannda dam-
pıng yaparak -ki bundan doğan za-
rar başka işlerle karşılanıyordu- baş-
ka yayınlann ve görüşlenn yaşama
olanaklannı cıddi bir biçimde kısıt-
lıyordu.
Uğur Mumcu'yu 'yeniden' keşfetti-
ler. Mumcu, on yıl önce Cumhuri-
yet sürunlannda. siyasal güçlere
bağlı ve 'hâlâ' aranan canileri, kim-
liklerini bıkıp usanmadan açıklaya-
rak suçlamıştı.
Bayan Tansu Çiller'e karşı savaş-
ta, bütün bunlardan geniş bir biçim-
de yararlanıldı. Aynı anda, gazete-
lerin önde gelen kalemleri. "Türki-
ye'de basın özgüriüğüne saklınlan"
suçlamak içın Avrupabaşkentlerine
geziler düzenlediler. Ama gerçek
umutlan.. orduydu ve onunla da as-
keri darbe tehlikesi yoğun bir biçim-
de gündeme getirildi. Gerçekten de
ordu, hükümetin bir lslamcı tarafin-
dan yönetildiğini görmekten hoşnut
deği'ldı.
Ama bu başka. okuyuculanna her
sabah postal seslerinden söz etmek
ve Millı Güvenlik Konseyi'nin ay-
lık toplantılannı her defasında as-
kerlerin eyleme geçmeden önceki
duyduğu kurumun ordu olduğuyla3
ilgili sondajlar yayımlıyordu. KuV
zey Irak'a son müdahale sırasında,
basın. Genelkurmay'ın, haber sız*î
masını önlemek için hükümeti ope"^
rasyondan haberdar etmediğiyle it^
gili adı açıklanmayan bazı general-;
lenn açıklamalanna yer vermişti,.;
Bu güvensizliğin altını çizerek, bir
numaralı düşman PKK ile hükümet'
ayru kefeye konuluyordu. Genelkur-
may tarafindan yayunlanan yalanla-
ma ise pek yankı uyandırmamıştı.'
Buna karşılık gazeteler, birinci say-
falannda, Erbakan'ın sağ kolu Ab-,
dullah Gül'ün adı açıklanmayan ge-
nerallere karşı "Erkekscler ortayş,
çıkarlar" şeklindeki 'yüzeysel' tep^
kisine yer vermişlerdi. (
Bay Erbakan, îsrail'le ortaklaşa
yapılacak askeri manevralan ertelef
yebileceğıni sanmıştı. Ama asket
ler, karann, dev letın çeşitli organlaı
nyla birlikte alındığını, I
G
eneral Çevik Bir, her fırsatta siyasal tercihte f-
sivillerin sorumluğunu anımsatmakla yetinen
!
*
temkinli üstüne karşm dobra dobra "£
konuşmayı yeğliyordu. -&
Devlet çarkına sokulan mafyalar-
la işbirliğı içinde olmakla suçlanan
Bayan Tansu Ciller ve eşinin karan-
lık işlen. solcu haftalık Aydınlık
dergisi tarafindan aynntılı bir biçim-
de açıklanmış. ne var ki kimse ora-
lı olmamıştı. Gizlı anlaşmanın kesin
biçimde kanıtlanması için 3 Kasım
1996'dakı ünlü Susurluk kazasının
olması gerekmişti. 1996 Hazira-
nı'nda hükümetinin kurulmasıyla
birlikte lslamcı başbakan, pek usta-
ca olmayan bir biçimde, basını, süb-
vansiyonlannı keserek hizaya getir-
me nıyetınde olduğunu açıklamıştı.
Büyük günlük gazeteler ve onlann
televızyon kanalları o zaman.
1993'te öldürülen ünlü gazeteci
son ihtan olarak açıklamak, başkay-
dı...
Başlangıçta ordu, Necmettin Er-
bakan'ı anayasal çerçevenin içinde
tutacağı umuduyla, basının, ordu
adına giriştiği baskıya ses çıkarmı-
yordu. Ama Erbakan geri adım at-
mıyor, tam tersine işi daha ileriye
götürüyordu. Seçim vaatlerinden
bırkaçını gerçekleştirmek yerine,
provokosyon eylemlerinı arttırmayı
seçmişti. General Çevik Bir, her fır-
satta siyasal tercihte sivillerin so-
rumluğunu anımsatmakla yetinen
temkinli üstüne karşın, dobra dob-
ra konuşmayı yeğliyordu. Sonunda
fazla konuşan kumandanlar daha öl-
çülü konuşma talimatı aldılar. Ama
seyırciler arenadaki yerlerini çok-
tan almışlardı ve ordunun 'rakibine'
indireceğı her darbeyi alkışlamaya
hazırdılar.
Basın, toplumun en çok güven
de Başbakan'tn kendi başına bunu,
lağvetme yetkisine sahip olmadığii.
nı anımsattılar. Basın bir kez daha^
ordunun, sivil yönetimin üzerinden
geçen zaferini alkışlayacaktı. SCH
nunda Hürriyet, savcılığın 'suçu is/
leyenler' v e bu arada, 'orduya hak»«
ret' edenler yönünde dava açmasuij,
dan fazlasıyla hoşnut olmuştu (4).«
Basın, sonunda, Erbakan hüküj
metinin düşmesinı sağlamıştı. Ns
var ki bu zafer. yurttaşlan ve gaze-(
telen hoşnut etmemesi gereken çok.
sayıda endişe verici lekeyle dolu-
dur. ^
NURDOLAX<
(Le Monde Diplomatique}
L.
(1) Hürriyet, 15 Mayıs 199%
(2) Cumhunyet, Mayıs 1997ı
(3) "Turkpolısımn tehhkelı ılışhîeri'Q
Le Monde Dıplomatıque. Mart 199&
14j Hümyeı, 22 Mayıs 1997.